Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

18 Haziran 2016 Cumartesi

SÂDELEŞMEK VE GELİŞİM

KISA KISA
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
SÂDELEŞMEK VE GELİŞİM
Günlük hareketlerimizden olan yürüyüş sırasında bile, yükümüz ne kadar az olursa, o kadar rahat ve hızlı yürürüz, gereksiz enerji harcamadan hedefimize zamanında hattâ kısa zamanda varırız, artan enerjimizi de asıl hedefteki amacımıza harcarız. Benzer şekilde, gelişim yolumuzda ilerlerken de, önceki realitemizle ilgili araç gereci kullandıktan sonra, onlarla özdeşleşip zamanında terk edememişsek, ilerlememiz zor olacaktır. Çünkü her şey (bu arada bilgilerimiz de dâhil her şey) gelişim yolunda ilerlemek için kullanılıp bırakılacak, hattâ temiz kullanılıp, başkalarına devredilecek/paylaşılacak birer araçtır. Hiçbir şeyi sâhiplenmenin anlamı yok; her şeyin gerçek sâhibinin TANRI olduğunu unutmamakta yarar var. Bizler her şeyin emânetçileriyiz.  Açık gerçek bu olunca, gelişim yolculuğumuz sırasında, işi biten araç gereci bırakmıyor, bizlere emânet edilenleri sâhiplenmeye ve onlar üzerinde hak iddiasına kalkışıyorsak, bu bırakamadıklarımız/terk edemediklerimiz giderek ayak bağı(“zincir”) olmaya başlar ve hareket edemez hâle geliriz. Enkarne varlık için bu talihsizliğe, inisiyatik ve ezoterik anlamda olmak üzere, “kabuklar içinde sâbitleşip kalmak” deniyor(*).
Yeri geldiğinde, işi bittiğinde, öncekileri (eskimişleri, kullanımdan düşmüşleri vb.vb.) bırakamıyorsak, yenileşmemiz giderek zorlaşır, giderek bağnazlaşırız ve gelişime, değişime dolayısıyla şuurlanmaya ayak uyduramayız. Bu nedenle, gelişimde sâdeleşmek, sâde olarak yaşamak başarının ve insanlaşmanın önemli koşullarından biridir. Sâdeleşmek, (bizler için çok önemli olan bilgiler de dâhil) elimizdeki her şeyin yenilenmesidir. Öncekilerin, özleri alınıp zamanında bırakılmış olmaları gerekir. Elimizdeki kabımıza/dağarcığımıza yeni bir şeyler alabilmek için kabımızda yer olmalıdır. “Eski tuluma yeni şarap konmaz.”(Hz.İsa) özdeyişinde anlamını bulan bir tutum ve duyarlılıkla sürekli olarak dağarcığımızda “yeni”yi hemen alabilmeye hazır yerler/boşluklar bulundurmalıyız. “Yeni”ye ve “yenilikler”e sürekli hazır durumda bulunmak, gerçek anlamda aydınlanmış/aydın kişilere özgü bir duyarlılık ve farkındalıktır.
Sâdeleşmek bağlamında elimizdeki her şeyin “yenilenmesi”nden kastımız, elimizdeki her şeyin özüne yönelme, aslını/esâsını anlama cehtidir, bilginin özüne nüfûz etme gayretidir ve bilginin üzerindeki “örtü”yü kaldırma özlemidir. Eski olandan, işi bitmiş olandan ne kadar arınabilmişsek, söz konusu olan yenileşmeyi o kadar kolay yaparız ve gelişim yolunda gereksiz duraklamalar, oyalanmalar(alan tarama) yapmayız.
Gelişim yolunda ilerlerken belli bir zaman-mekân kesitinde gereksinimimizden fazlasını elde bulunduruyor ve onu terk edemiyorsak, dahası; beşerî koşullandırmaların etkisiyle yapay gereksinimler üretmeye de kalkmışsak, bu tutum biriktiriciliğe girer ki, bu açgözlülükten başka bir şey değildir. Gereksinimden fazlasını elde tutmak, ilerlemeyi / yenileşmeyi yavaşlattığı gibi, bir süre sonra da gelişim yolcusunu kıpırdayamaz duruma getirir. İşte bu olumsuzluk, “kabuklar içinde sâbitleşip kalmak”tır ki, varlıksal bir tâlihsizlik, kozmik bir aldanmışlıktır. Evren varlıkları olan bizler için “gelişmeme özgürlüğü ve lüksü” diye bir şey olmadığına göre, evrensel “gelişim kervanı” bizi çakılıp kaldığımız yerden “bağırta bağırta” söküp atacaktır ki, bu da sıkıntılı/ıstıraplı eprövlere hedef hâline gelmektir.
Gelişim aracımız olan bedenin doğası madde olduğu için, atâlete, birikmeye, biriktiriciliğe ve statükoya yatkındır. Bu nedenle gelişim araçlarımızdan fazlalıkları sarfederek sâdeleşme duyarlılığımızı/farkındalığımızı canlı tutmakta yarar var. Çünkü kişiyi biriktirdikleri batırır… Biriktire biriktire “kabuklar içinde sâbitleşip kalmak” yerine, sâdeleşerek “hafiflemek”, süptilleşip saflaşmak erdemli insanlara özgü ve elbette taklid edilmeye değer bir uygulamadır. O zaman, bilginin de sevginin de ince/süptil titreşimlerine daha kolay uyumlanma şansımızı yaratmış oluruz. Bilgi ve sevgi enerjileri, güzel bir saç örgüsü gibi birlikte hareket ederler. Sâdeleşmek bireyin sâdece süptilitesini artırmakla kalmaz, onun gelişimini de hızlandırır. Varlık sâdeleşirken hızlanır, hızlandıkça da sâdeleşir. Bu makbul gidiş aynı zamanda kalbin “arındırılması”dır: “Kalp-Arş ilişkisi”nin güçlenmesinin yolu budur. Unutmayalım, vicdan kalbin sonsuzluk yoludur. Bu yol dikenli çalılardan, moloz ve toprak yığınlarında temizlenmemişse, o yol işlek yol değildir. Sözün burasında, İsa Peygamber’in “İşlek yol olunuz.” öğüdünü anımsamamak olası mı…
Sâdeleşmenin bir yararı da, düalite ve illüzyonel aldanmalarımızla ilgilidir: İçinde bulunduğumuz düalite/illüzyon ortamının olumsuz etkilerini en aza indirmek için; yapay îcaplardan, yapay gereksinimlerden kurtulmakta(kısacası “sadeleşmekte”) yarar vardır. Burada anımsamakta yarar olduğunu sandığım bir nokta daha vardır ki, o da; bu hayat için yaşam planımıza alıp geldiğimiz bu yaşamla ilgili vazifemizin îcaplar içinde gizli olduğudur. Dolayısıyla icaplardan ne kadar arınabilirsek, özellikle de kendi kendimize, toplumsal koşullandırmaları güdümünde yapay icaplar yaratmazsak, vazifemiz yönünde o kadar kolay ilerleme olanağını yakalayabiliriz.
Yapay îcaplar(gerekilikler)/ihtiyaçlar(gereksinimler) ve daha çok kazanmak amacıyla bireylerin bunlara özendirilme kampanyaları bireyin “uykusunu” derinleştirici etmenlerdir. Bunlar, sâdeleşmeye (dolayısıyla bilgi + sevgi sirkülasyonuna) karşı düzenlenmiş rant amaçlı ekonomik kandırmacalardır, aldanmamak gerek. Bunlar, kapitalist küresellşmenin; sahte benlikleri daha da çoğaltıcı, bu yolla kişiyi kendinden uzaklaştırcı ve ekonomi çarkının bir dişlisi hâline getirici kampanyalarıdır. Bu bağlamda sâdeleşmenin başka bir hedefi de zihinlerin içindeki “çökeltiler ve  tortular”dır. Bu kir, pas, tortu, yukarıdakilere ek olarak; anlamına nüfûz edilmemiş bilgiler ve inançlar ile, özümsenmemiş/idrak edilmemiş yük bilgilerdir. Maddesel ortamın ve beşerî yaşamın tüm bu bâdire ve engellemelerine karşın gelişmek durumundayız çünkü bunun için enkarne olduk. İşimiz zor ama zoru başarmak elimizde… Hepimize kolaylıklar dilerim.
……………………………………………….

(*) “kabuklar” konusunda geçtiğimiz haftalarda bir “kısa kısa” yayınlamıştık; kaçırmış/rastlamamış olanlara kopya gönderebilirim.