Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

9 Nisan 2017 Pazar

ANADOLU MİSYONU ve MUSTAFA KEMAL(*)

ANADOLU MİSYONU ve MUSTAFA KEMAL(*)

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

Sınırlarının içinde Anadolu Yarımadası’nın da bulunduğu kadîm Roma İmparatorluğu’nun çöküş dönemine geçtiği yıllarda şimdi vatanımız olan bu topraklarda da  yozlaşma ve atâlet iyice yoğunlaşmışken, Orta Asya’dan; çeşitli kültür ve bilgi birikimine sâhip binlerce insan Anadolu’ya doğru gelmeye başlamıştı. Sâdece farklı kültürleri değil; farklı sanatları, bilgileri ve becerileri olan insanlardan oluşan bu  göç dalgası, Roma İmparatorluğu’nun son yıllarının yozlaştırıcı etkisi altında iyice bunalmış ve âtıllaşarak dejenere olmuş o zamanki Anadolu Halkı’nın rejenere olması için “can suyu” niteliğinde bir etki olmuştu.  
Yıllar içindeki bilinen tarihsel gelişimi ve değişimiyle, Asya kökenli bu göçmenlerden bir grup belirginleşip Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmuştu. Ergün Arıkdal’ın söylemi ile(1) “… Anadolu’ya gelen bu göç büyük bir vazife yapmıştır. Bu göç dalgası, Mustafa Kemal’den önceki son büyük değişimini sağlayacak şekilde ‘Osmanlı’ adı altında sonradan kendini tanıtan o büyük rejenerasyon alanı oraya geçmiş(intikal etmiş) ve baskın bir şekilde her bir yana egemen olmuştur.
Osmanlı’nın yozlaşarak yıkılışından sonra, Atatürk Devrimleri’yle gelen yeniliklerin ilk belirtilerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. 600 yıl boyunca insanların; inanç, hareket ve seçme özgürlükleri hiçbir zaman kısıtlanmamış, İslamiyet’in de etkisiyle hak ihlalleri konusuna duyarlı davranılmıştır. Özellikle inanç özgürlüğü konusunda, Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda çeşitli dinlere mensup insanlar kendi ibâdet ve geleneklerini rahatlıkla sürdürebilmişlerdir. Özellikle Hıristiyan Avrupa’da dinci Katolik Kilise baskısı zulüm düzeyinde sürüp giderken, Anadolu Halkı din ve inanç özgürlüğünün tadını çıkartmaktaydı. Bu bakımdan, dünyanın en büyük laik sisteminin temellerinin Osmanlı’da atıldığını söyleyebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur’an’daki özgün İslam’ın da etkisiyle laik anlayış Osmanlılar (yâni o devrin Anadolu Halkı) tarafından oluşturulmuş ve uygulanmıştır. Durum böyle olunca, 21.Y.Y.’ın demokratik ve medenî toplumların belirgin özelliklerinden olan ama bazı tutucu toplumlarda da hâla savaşı verilen laikliğin Anadolu’dan Avrupa’ya geçtiğini söylemek çok yanlış olmaz. Bilindiği gibi laiklik, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet devrimleriyle taçlandırılmıştır.
Tarih ve sosyolojiden biliyoruz ki, özellikle sosyoloji biliminin konusu olan toplumsal hareketlerin Göksel(samâvî) Güçlerin gözetiminde ve yönetiminde olduğunu/oluşturulduğunu biliyoruz. Dahası, beşeriyetin, ilâhi bir gözetim altında olduğu gerçeği ALLAH’ın kelamı Kur’an’da da yerini almış durumda(2). Asya kökenli olan Anadolu Halkı’nın(3), temelinde kutsiyet olan ve “çok kadîm bir geçmişe dayanan büyük bir sentez(4) olduğunu da biliyoruz. Temelinde kutsiyet taşıyan bu toplumun vazifesi de, “yeni bilgi çağında beşeriyete önderlik yapacak olan güçleri korumasıdır. Beşeriyete önderlik yapacak, onlara; ‘değişim kapısı’ ndan geçerken, rehberlik yapacak, o ‘değişim kapısı’ nın zincirlerini kendi birikimiyle açabilecek güçte olan varlıklar topluluğudur, Anadolu Halkı.”
Bu nedenle, Anadolu Halkı’na yönelik düşmanca niyetler ve girişimler şimdiye değin sonuç vermemiş/vermeyecektir. Küresel emperyal aktörlerin ülkemize yönelik sinsice düşmanlıkları ancak bizlerin dayanma gücümüzü ve zorluklara uyum sağlama becerimizi artıracak ve birik-beraberliğinizi pekiştirecektir. Tüm bunlar, Anadolu Halkı’nın beşeriyete yönelik vazifemiz konusunda deneyim ve görgü birikimi kazanmamıza hizmet etmektedir/edecektir. Bu topraklarda, Atatürk’lü yıllardan başlayarak, olup biten her şey, Göksel Güçler’in gözetiminde ve yönetiminde “Türk Milleti’nin vazife eprövleridir(5). Yeryüzündeki hiçbir beşerî güç bu sentezi bozamaz. Bunun en büyük örneğini, daha da zor koşullarda olmak üzere “Kuvayi Milliye ruhu” içinde Mustafa Kemal’in gerçekleştirmiş olduğu tüm dünya örnek Kurtuluş ve Aydınlanma Savaşı’nda gördük. Mustafa Kemal’in başarmış olduğu en büyük çalışmanın asıl temeli, o büyük birleşik alanı (Osmanlı’nın “külleri”nden) yeniden canlandırmaktır(ihya etm.). Bizlerin, ruhçu kültürün izleyicileri olarak, Kuvayi Millye’den anladığımız da budur. Buna belki, “Kuvayi Ruhiye”(birlik ruhu) demek daha doğrudur. İşte o “birlik ruhu”, Anadolu Ortak Alanı’nı parçalamak ve paylaşmak isteyen küresel aktörlerin  ordularını ülkeden püskürtmüştür.
İlâhî İrade’den bağımsız hiçbir şey olmadığına / olamayacağına göre, tarihte olup bitenlere bakarken, görünenin ötesini de devreye sokmakta yarar vardır. Geçmişte olmuş olan her şeyi sâdece maddesel kanıtlara ve belgelere bağlı kalarak açıklamak, geride noksan bir şeyler bırakabilir. Dünya Rabb Planı’nı kabul ediyorsak, beşeriyetin spritüel bir tarihinin olduğunu da yadsımamak bize daha geniş / küresel bir görüş kazandırabilir. “Beşeriyetin spritüel tarihinde Anadolu Kuvvetleri’nin büyük sentezinden yararlanan varlıklardan  bir tanesi de Mustafa Kemal’dir.” (6) Mustafa Kemal’in gücüne, irfanına ve bilgeliğine çok saygılı olmak gerek. Bu konuda örnek alacağımız O’nun pek çok yanının olduğunu biliyoruz. Ulu önderimizin uyarı ve önerileri, hâla günümüzdeki sorunları çözebilecek nitelikte ve değerdedir. O’nun belirlediği “cumhuriyet ayarları”ndan ayrılmanın bedellerini son on yılda ağır bir şekilde ödemekteyiz. Ama bu bedeller dolayısıyla o “ayarlar”ın değerini daha iyi anlamış durumdayız… “Çünkü Mustafa Kemal, gerçekten bir takım ilâhî güçlerin var olduğuna inanarak yola çıkmış ve bu inancının da karşılığını almış bir varlıktır.”(6)
Mustafa Kemal’in önderliğinde Kuvayi Ruhiye ile başlayan “diriliş” çeşitli iniş çıkışlarla günümüze kadar gelmiştir. Bu süreç içinde ve özellikle de son yıllarda deneyimlediğimiz olaylar Türk Milleti’ni güçlendiren ve beşeriyete yönelik vazifesinin gereği esneklik ve uyum talimleridir ki bunlar Mustafa Kemal’in öngörüleri arasında (özellikle de Türk Gençliği’ne Hitabesinde) yer almıştır. Belgelere geçmiş bu hâliyle Mustafa Kemal sırf bu günler için Kuvayi Milliye(Kuvayi Ruhiye) ruhunu yaratmayı başarmış bir varlıktır.”(7) Mustafa Kemal’in önderliğinde başardığımız Kurtuluş ve Aydınlanma Savaşı dünya üzerindeki tüm mazlum toplumlara örnek ve umut kaynağı olduğu bilinen gerçektir. Bu bakımdan, kurtuluş ve aydınlanma hareketimiz yüksek düzeyde tüm beşeriyeti ilgilendiren, beşeriyetin gelişim ve değişim çizgisinde büyük rol oynamıştır. Bu nedenle, Anadolumuz’un jeopolitik konumu ve önemi, özellikle Lozan Antlaşmasından beri küresel aktörlerin ilgi odağı olagelmiştir.
Dünya Beşeriyeti’nin ideal hedefi olan BİRLEŞİK İNSANLIK REALİTESİ’nin(8) bir bakıma “pilot bölge uygulaması”, Dünya Rabb Planı’nın Anadolu’yla ilgili birimi tarafından; yâni kısaca SemÂvî  Güçler  tarafından binlerce yıldan beri bu topraklar üzerinde yapıldığına inanıyoruz. Bu tür  denemelere tâbi tutulmuş toplum yeryüzünde çok azdır.  Bu denemeler yapılmış ve Orta Asya’dan Anadolu’ya yönelik göçlerden sonra, Anadolu Halkı üzerinde karar kılınmıştır. Cumhuriyet’ten önce Osmanlılar’la başlayan bu “mayalanma” Atatürk Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sağlamlaştırılmıştır. Bu hâliyle Asya kökenli(9) Anadolu Halkı özel bir vazifesi olan halktır(10). Bu nedenle Anadolu Halkı’nı parçalamak ve ayrı ayrı niteliklere sokmak olanaklı değildir. Anadolu Halkı pek çok kalkışma/ayaklanma geçirdi, yurt dışından sayısız fitne tezgâhlandı ama bunların hiç biri bir ayrışmaya/analize neden olmadı. Ergün Arıkdal’ın söylemi ile, “…Bu sentez kesinlikle analize dönüşmedi. Bizim analize ihtiyacımız yok, senteze ve hattâ daha güçlü sentezlere ihtiyacımız var.  Şimdilerde de daha güçlü sentezlere ualaşamamış olmanın sıkıntılarını çekiyoruz.”(11)
Kadîm zamanlardan günümüze kadar, toplumların sıkıntılı zamanlarında, büyük değişimler deneyimlenmeden önce, “değiştirici” nitelikli varlıklar(büyük inisiye, devrimci, peygamber) enkarne olagelmiştir. Bu varlıklar, içine enkarne oldukları toplumu, bazen de o toplum aracılığıyla komşu toplumları, hattâ dünya toplumlarını değişim yönünde etkilemişlerdir. Böyle “değiştirici” nitelikli varlıklar genellikle tek başlarına değil, görünen/görünmeyen varlıklardan oluşan bir kadro olarak doğarlar.  Böyle bir vazife kadrosunun üyelerinin tamamının  bilinmesi/belirginleşmesi de şart değildir. Burada esas olan merkezdeki başat varlıktır ve esâsen bu merkezî varlık enkarne olurken kendi kadrosunu da kendisi oluşturmuştur. Bu varlıklar vazife alanına(topluma, ülkeye) hep birlikte ya da belirli aralıklarla enkarne olurlar.
Hiç kuşkumuz yok ki, şimdiki yazımızın konusu olan ulu önderimiz Atatürk de böyle “değiştirici”(12) nitelikli varlıklardan biridir. Vazifesinin bilincinde ve o vazifenin tam da “ortasında” enkarne olmuştır. Anadolu Misyonu bağlamında Mustafa Kemal’in asıl önemli işlevi, Türk Milleti’nin gelecekteki büyük vazifesinin tamamlayabilmesi için, onu en son esneklik noktasında(kurtuluş yıllarımızdaki sıkıntılar gibi…) ele alıp, yeniden büyük bir güç hâlinde bir araya toplamasıdır(13). Bu O’nun “değiştiricilik”(devrim, reform) niteliğidir(14). O’nun böyle bir varlıksal, ruhsal / enerjetik gücü vardı ki, o güç alanının içine giren her şey(pozitif yönde) değişmeye mecbur kalmaktaydı(14). Mustafa Kemal Atatürk gibi “değiştirici” varlıklar çok ender enkarnasyonlardır. Bu varlıklar devre başlarında, o devre içinde hizmet edecek toplulukların yetişmesinde, bunların bir araya gelmesinde ve maddesel koşulların sağlanmasında vazife yaparlar. Değişmeye ve  değiştirici olmaya aday bir ulus ancak “değiştirici” nitelikli bir varlığın önderliğinde bunu yapabilir. O varlık ki, şuur alanlarını genişletmenin/yükseltmenin talimlerini görmüş, bunun çok değişik zamanlarda farklı varlık kisvelerinde uygulamalarını yapmıştır(15). Ruhçu yaklaşımla Mustafa Kemal’in beşerî yanından çok, ruhsal yanı ve vazife kimliği önemlidir. Çünkü sıradan değil, yetenekli bir beşerin bile kolay kolay başaramayacağı çok büyük ve önemli bir vazifeyi tüm dünyaya taklid edilmeye değer bir örnek olarak yerine getirmiştir. Bir ulusu değiştirmek ve misyonuna elverişli hâle getirmek bağlamında, Kuvayi Milliye adını vermiş olduğu gerçek ruhsal güçlerin bir araya getirilmesi mekanizmasını çalıştırmış, yâni; Türk Milleti’nin manevi gücünü harekete geçirmiş, bu güçle Anadolu Ortak Alanı’nı sâdece saldırgan negatif güçlerden kurtarmakla kalmamış, egemenliği saraydan alıp millete vermiş ve bir dizi aydınlanma devrimi gerçekleştirmiştir.
O yılların çok zor ve bir çok kimseyi ümitsizlik içinde bırakan koşullarında, zaman ve mekân olanaklarını esneyerek, uyum sağlayarak kullanmak suretiyle hareket ederek tarihe yazılmış ve bir kok mazlum ülkeye de taklid edilmeye değer örnek oluşturmuş işleri başarmak ancak Mustafa Kemal gibi; basiretli, bilge ve îmanlı liderlere özgü bir durumdur. Sâdece bilinen kısa yaşamı içinde başardığı işlerden ve devrimlerinden dolayı değil, bu günlere ışık tutatan öngörü ve uyarılarından dolayı da;  rahmet, sevgi, saygı ve özlemle anılmaya değer bir varlıktır Mustafa Kemal Atatürk. Tüm bunlardan dolayı O’nun yapıp ettiklerini, görüş ve önerilerini okuyup, irdelemek, anlamlandırmak ve eğer yapabilirsek, “mustafakemalleşmek” bizlere, günümüzü de sâdece anlamak bakımından değil, bireysel gelişimimiz açısından da büyük yararlar sağlayacaktır.
Yaşam hedefimize uygun olanakları bir araya getirmek, ortak alanlar kurmak, zaman ve mekân koşullarını esnemek ve uyum sağlamak sûretiyle günümüzün ve yaşam planımızın gereklerine uygun yaşamak, böyle bir varlığın yaşamından ibretlik dersler çıkarmakla, yâni bir bakıma “mustafakemalleşmek”le olasıdır. Zâten kendisinin de bu yönde bir dileği ve önerisi yok muydu: “Önemli olan, benim nâçiz bedenim değil, fikirlerimdir.” Yâni, sanki; “Görünenle sınırlı kalmayın, asıl beni, asıl Mustafa Kemal’i anlayın…” demiştir. Atatürk ve Atatürk idealini yaşatmak bizler için önemliyse, bizlerin bu anlamda “mustafakemalleşmemiz” gerekir.
Kutsal Anadolu Ortak Alanı’nın ve halkının(16) birer üyesi olan bizlere verilmiş bu en büyük örneğe olabildiğince, becerebildiğimiz kadar benzemek, yâni “mustafakemalleşmek” durumundayız. Tüm Anadolu Halkı’nın “mustafakemalleşmesi”dir önemli olan. Burada “mustafakemalleşmek”ten kasıt, hedefe ulaşabilmek için; her türlü yokluğa, yoksulluğa ve zor koşullara karşın, O’nun gibi özverili olmak, inanmak, programlamak/planlamak. Davranış biçimi olarak bunları benimsemek yeter. Ancak o zaman, O’nun ilkelerini yaşama geçirebilir ve birçok sorunun çözümüne katkı sağlayabiliriz.   “Mustaf Kemal Atatürk çok seçkin ve birinci sınıf bir varlık olarak…”(17) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu cumhurbaşkanıdır. Anadolu Halkı tarin boyunca Osmanlılar’dan ve hattâ Osmanlılar öncesinden beri bu topraklarda, beşeriyet adına çok büyük hizmetler görmüş ve büyük “enerji yayınları” yapmıştır. Bu topraklarda kurulmuş olan hiçbir şeyin son bulması söz konusu değildir. Atatürk Cumhuriyeti ve devrimleri de ebediyen sürecektir. Atatürk ve cumhuriyet düşmanları hiçbir zaman başarılı olamayacaklar, tam tersine; Anadolu Halkı’nın uyum, esneklik ve sabır melekelerinin güçlenmesine hizmet edeceklerdir.
Mustafa Kemal Atatürk Türkler’in kökenini incelerken, ister istemez Mu Medeniyeti konusuna da girmiştir. Çünkü Orta Asya’nın kadîm toplumları orada Mu kolonileşmelerinin sonucudur. Biliyoruz ki, Mu kolonileşmesi dünyada üç bölgede yoğunluk kazanmıştır: Orta Asya, Hindistan ve Mısır. Bu arada, Mu’dan göç ederek ayrılan insanlar, ince göç kolları hâlinde dünyanın başka bölgelerine de gitmişlerdir(Maya, İnka, Aztek vb.)(18). Mustafa Kemal Atatürk Türkler’in ve Türkçe’nin kadîm geçmişini inceleyerek/inceleterek Mu kültüründeki tek Tanrı inancından da etkilenmiştir ki, bu ilgisi O’nu Kur’an’ı incelemeye zorlayarak, İslam’a sonradan karıştırılmış, bâtıl inanç ve bid’atları da görmesinde etkili olmuştur(19+20).
Pek çok seçkin özelliklerinin yanı sıra, bunca yoğun mesaisi içinde çok kitap okumasıyla da bilinen ulu önderimiz için, artık Türkler’in(daha doğrusu Anadolu Halkı’nın) köklerinin kadîm Mu Medeniyetine kadar uzandığı gerçeği kesinleşmişti. Yazımızın bu son paragrafında, tüm bunlardan sonra diyebiliriz ki, bu çalışmamızda Mustafa Kemal’i Anadolu Misyonu açısından ele aldık ama, o büyük insanın; sâdece seçkin bir ordu komutanı ve basiretli bir siyâset adamı olduğunu elbette biliyoruz. Ergün Arıkdal’ın belirttiği gibi, “Spiritüel açıdan onun son derece yüksek bir makamı vardır. Müthiş ön sezileri olan ve ‘enjekte bilgi’ye sâhip bir varlıktır. Yâni doğuştan bilgi ile dünyaya gelmiştir; sonra, yeryüzünde aldığı bilinen eğitimiyle, kendi varlığında zâten bulunan ve kaynayan vazifesiyle ilgili her türlü ilhâmı kendi varlığında taşıyarak vazifesini yerine getirmiştir. Yaptığı iş, sâdece; uygulamalar sırasında, bunları anımsamaktan ibarettir.”(21)
……………………………………………………………
(*) Bu çalışmamız dipnotlardaki, Ergün Arıkdal’ın ANADOLU MİSYONU adlı eseri esas alınarak hazırlanmıştır.
(1)    ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 50
(2)   Beşer(iyet)in başı boş olmadığı konusundaki âyetler: Yunus 20, Bakara 115, Hadid 4, Müzemmil 11, Müdessir 11, Kaf 16+17.
(3)   ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 46
(4)   ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 53
(5)   ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 31
(6)   ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 53
(7)   ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 54
(8)   “birleşik insanlık realitesi” kavramı için bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf.653 ve devamı.
(9)   ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 46
(10)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 16
(11)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 55+56
(12)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 59
(13)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 58
(14)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 59
(15)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 60
(16)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 16
(17)  ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 72
(18)  KÖKEN, Sinan Meydan
(19) ATATÜRK’ün İSLAM’a HİZMETLERİ, Yılmaz Kitabevi
(20) ATATÜRK’ün DİN ANLAYIŞI, Yılmaz Kitabevi

(21) ANADOLU MİSYONU, basım 2013, syf. 73