HÂLET
DENEYİMLEME FIRSATI ÇIKINCA, KAÇIRMAMAK GEREK…
HAZIRLAYAN:
Selman Gerçeksever
Yaşam, bir bakıma; eprövler(yaşam
sınavları) silsilesi içinde halden hâlden hâle girerek, idraklenme ve şuurlanma
sürecidir. Gelişip, şuurlanıp, insanlaşmamız için beşeriyete yaşam rehberi
niteliğinde olan ve aslında ALLAH’ın bizlere hitap şekillerinden biri olan
Kur’an’da da, “Biz sizi halden hâle sokarız.”deniyor((İnşikak 19). Günlük
yaşamda halden hâle girme süreci içinde, sürekli tesir bombardımanı
altındayızdır. Bu tesir bombardımanı altında doğal olarak halden hâle girişimiz
de duygularımızdan dolayıdır.
Dünya gelişim okulunda uygulanan
genel öğretim programının ağırlıklı olarak ıstıraplı olaylara dayandığını
biliyoruz. İçinde bulunduğumuz devrenin varlık kadrosunun gelişim ihtiyaçları
ve geçmişten getirdiği karmik birikimi şimdilik ıstıraplı eprövlerle
gelişmeyi(idraklenip şuurlanmayı) gerektiriyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi,
olaylarla gelen etkiler karşısında çabuk duygulanırız/duygusallaşırız. Çünkü
başat karakter olarak duygusal varlıklarız belki bir bakıma duygular konusunda
uzmanlaşmak amacıyla devre boyunca yeniden yeniden bedenlenmeler silsilesi
içinde duygu yönetimini ve duyguları kontrol altında tutmayı öğrenmeye, bu
konuda uzmanlaşmaya çalışıyoruz..
Sık sık deneyimlediğimiz
gam(keder, üzüntü) beş temel duygularımızdan biridir(*). Aslında bu beşerî duygular bizlere
verilmiş, armağan niteliğinde gelişim araçlarıdır ki onlarla çok değişik
hâlaletler yaşarız ve pek çok epröve girer çıkarız. Gelişim de esas olan da “hâlet
deneyimlemek”tir. Yaşam içinde halden hâle girmek; idraklenmeyi, kıyas
bilgilerimizi artırmayı, dolayısıyla da görgü ve deneyim birikimi depolamayı
beraberinde getirir. Bir ömür boyu her gece uykuda şuur dışımıza aktardığımız
ve orada sakladığımız bu birikimi, spatyoma geçince değerlendirip, öz
bilgilerimiz olarak öz benliğimizin(asıl kendimizin) şuuraltına
bırakırız. Bedenli yaşamlar boyu edinilen öz bilgileri varlığın şuuraltında depolanır(**).
Duyguların/duygulanmaların, hattâ
duygusallaşmaların önemine ve yönetilmeleri gereken beşerî özellikler olduğuna
kısaca değindikten sonra, spatyomdaki işlerimizi spatyoma bırakalım ve yeniden
günümüze dönelim: Duygular, eğer idraklenme ve erdemler yönünde
değerlendirilirlerse, gelişim ve şuurlanma yolunda ilerleme kaydedebiliriz… Bu
değerlendirmenin nasıl yapılacağı “kendini bilme” ya da böyle bir
farkındalık içinde yaşama konusu kapsamında kadîm zamanlardan beri bilinen bir şeydir;
burada o konuya girmiyoruz çünkü bu konu bu sitede çok işlendi.
Duygular, deneyimlenmesi ve
hâletlerinin yaşanması ama kontrolun elden kaçırılmaması gereken gelişim
araçlarımızdır. Onların farkına varıp, hâletlerini deneyimlemek yerine;
bastırma yoluna gidersek, o sıkıntılı durumlarla yeniden karşılaşacağız
demektir. Hepsini değil ama herhangi bir duyguya bastırmayı sürdürürsek, ondan
gelişim yönünde yararlanma fırsatını
kaçırdığımız gibi, marazi durumlarla da karşılaşabiliriz. Örneğin, gam/keder/üzüntü
bastırıla bastırıla depresyona dönüşür, yâni baş etmemiz gereken yeni bir
sorunla/eprövle karşılaşırız. Depresyona, hattâ kronik depresyona meydan
vermemek için; geldiği zaman, onu iyi bir farkındalık ve kontrol hâli içinde
iliklerimize kadar duyumsamak gerek. İçimizden ağlamak geliyorsa ve zaman-mekân
koşulları da uygunsa elbet; ağlamak gerek, hem de gözyaşına boğulurcasına..
Bir keder ya da üzüntü sürekli
bastırıldığında depresyona dönüştüğü gibi; gıpta etmek ya da imrenmek
kıskançlığa, kızgınlık ise öfkeye ve hatta öfkeli şiddete dönüşebilmektedir.
Bastırılmış sevgi de sâhiplenme duygusuna dönüşebilmektedir ki bu evrilmeler
istenmeyen ve hattâ marazi durumlar olup, bizleri hiç yoktan başka sıkıntılı
eprövlere ve telâfilere sürükler.
………………………………
(*) Öteki dördü ise; korku, öfke, kıskançlık ve
sevgi.
(**) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 142.