B E Ş E R İ
R
E A L İ T E L E R
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Değişim, dönüşüm ve başkalaşım
olarak izlediğimiz / tekamül, realiteler boyunca ilerleyen bir olgudur. Tekamül
devreseldir ve lineer bir gidiş olmaktan çok, s p i r a l d i r. Bu spiral
gidiş, realite dediğimiz aşamalardan geçilerek gerçekleşir. Bu spiralin bir
turu, dünya tekamül okulunda 7 aşamadan / merhaleden / basamaktan oluşur.
RESİM: Realite basamakları (7 basamak bir
arada...)
Bunlar bir bakıma, idraklenme /
şuurlanma aşamalarıdır, farklı farklı anlayış düzeyleridir. Enkarne varlık her
bir realitede, yaşamlar boyu deneyimler edinerek, bir üst realiteye ulaşmaya
çalışır. Bir realiteden, bir üstüne geçmek yaşamlar boyu sürebilir. Bir
realitenin öz bilgisine (o realitede alabileceği en üst düzey bilgiye)
ulaşmadan, bir üst realiteye geçilemez. Her realitede; o realitenin en üst
düzey bilgisi (öz bilgisi), o realitenin ‘vicdan alt basamağı’nda alınır.
Vicdan kanalıyla gelen bu idrak edilmiş bilgi alınmaksızın, bir üst realiteye
geçilmiyor.
RESİM: Realite alt basamakları
Realiteler boyunca (aynı
zamanda, bir realitenin alt basamakaları boyunca) ilerleyiş sırasında, geçmiş
re tamamen kopukluk sözkonusu değildir; varlık, belli bir realitede bulunurken,
aynı zamanda, bir alt ve bir üst realitelerin de etkisi altındadır. BU durumda
varlık; sanki, bir eliyle bir üst realiteye uzanırken, öteki eliyle de bir alt
realite ile temas halindedir, bir alt realite ile bağlantısını, ‘sıfır’
anlamında, koparmamıştır / kesmemiştir; hatta bir alt realitenin özlemini bile
zaman zaman duyabilir.
Bu, aynı zamanda demektir ki,
her realite basamağında; tüm öteki realiteler gizli olarak bulunur. Örneğin,
şeriat realitesinde bulunurken; şeriat / koşullanmışlık başat(dominant)
haldedir, ama ötki realiteler de bünyede gizli durumda vardır: Geçmiş
realitenin izlenimleri / deneyimleri öz olarak bulunurken, bir üst realite de
bireyde potansiyel olarak vardır. Bir üst realitenin potansiyeli idraklenme
cehdi ile açığa çıkar. Burada makbul tutum, eski realitelerin özleri ile, yeni
realitenin bilgilerinin bağdaştırılmasıdır.
İşte bu bütünleşmeyi
oluşturmak, ezoterik anlamda, ‘ölümsüzleşmek’tir. Esasen varlık ölümsüzdür,
sürekli doğuşlar söz konusudur. Realiteler boyunca, sürekli olarak, bir üst
realiteye doğularak ilerlenir. Asıl ölüm, belli bir; realitede çakılıp
kalmaktır, kabuklar içinde sabitleşip kalmaktır, varlığını var etme konusunda
atalete / rehavete düşmektir, teşevvüşün alışkanlığına kapılmaktır ve eski
realiteden kurtulamamaktır. ‘Eski realiteden kurtulamamak’ aynı zamanda, eski
realitenin öz bilgisinin alınmamışlığının ifadesidir. Bir realitenin öz
bilgisinin, vicdan kanalıyla alındığını daha önce de belirtmiştik. O halde, bir
üst realitede doğabilmek için, içinde bulunduğumuz realitenin gerektirdiği
‘vicdan temizliği’ne sahibolmalıyız. Evet, her realitede ‘vicdan temizliği’
farklı farklıdır: Başka türlü ifadesiyle, her realitenin vicdanı ayrı ayrıdır.
‘Vicdansızlık’ diye bir durum söz konusu değildir. Çünki, hiçbir varlık
Yukarı’dan aşkın yanından(plansal yanından) literal anlamda (sözcüğün tam
anlamıyla) kopuk değildir. Ayrıca, esasen enkarne durumda olan varlık, bir üst
yoğunluk ortamının tezahürü, onun (belli bir ruhsal planın) tezahür
uzantısıdır.
Bir ve Tek Olan’ın, sonsuz
kerre sonsuz olan o Bütünsel’in çokluk ve çeşitlilik halinde görünür duruma
geldiği bu tezahürat ortamında elbetteki, realitelerin / seçimlerin /
iradelerin ve isteklerin; Bir ve Tek Olan (aynı zamanda anlaşılmaz olan) o
Bütünsel kadar sonsuz olan tekamül gidişi içinde, varlıklar için, ideal ve
makbul olan da, Bir ve Tek Olan’ın biricik realitesine ulaşmaya çalışmaktır.
Burada, o biricik realiteye ‘ulaşmaktır’ diyemiyoruz; ulaşmaya çalışmaktır ve
ebediyen böyle bir cehd içinde bulunmaktır.
İşte, zaten varlıkların (ruhsal
planların tezahür uzantılarının, planlarıyla birlikte) yaptığı da; varlıksal
realitelerden hareketle, çeşitli süptilitelerdeki bedenler içinde (bedenler
şeklinde tezahür ederek) realite basamaklarında deneyimler kazanarak, o en yüce
realiteye ulaşma cehdini ebediyen sergilemektir. İşte bu mutlak anlamdaki ebedi
yolculukta, şimdi ‘dünya tekamül okulu’ dediğimiz bu varoluş kesitinde bulunan
bizler (Dünya Rab Planı’nın tezahür uzantıları / saçaklanmaları olan bizler)
bir bakıma, bu okulun (bu devresinin) kayıtlı öğrencileri olarak, bu okulun
yedi basamaklı realite merdivenini tırmanmak durumundayız.
Esasen bu tırmanışı, bu
devrenin varlıkları olarak binlerce yıldan beri yapmaya çalışıyoruz. Bu
tırmanışta, bu devre için hedef realite Sevgi Realitesidir. Bu aynı
zamanda; sevginin / ilahiliğin gerçek anlamda yaşanacağı yeni insanlıktır. Bu
durum, ‘merdiven’in tamamı olarak ‘Yedi Katlı Gök’ demektir. Bu gidişte,
herhangi bir realiteden bir üst realiteye geçmek, o realitenin hakimiyet
(egemenlik) basamağına yükselmek ile olanaklıdır. Bir realitenin ‘hakimiyet
basamağı’nda bulunmak, o realiteye egemen olmuşluğun (yani, o realitenin
liykatinin kazanılmışlığının ifadesidir.
Başka türlü ifadesiyle, her bir realite basamağının idraki; o basamağın
‘hakimiyet alt basamağı’nda alınır. İşte, alınan bu idrak, o realiteyle ilgili
tek bir idraktir. Yani, her realite, bir üst reliteye, tek idrak ile geçer.
Konuyla ilgili şemada da
görüldüğü gibi, dünya tekamül okulunun yedi basamaklı eğitim programının /
düzenlemesinin tam ortasında SEVGİ realitesi vardır ve biz şimdi, devre sonu
enkarnasyonları olarak, sevgi realitesi basamağına ulaşmak durumundayız. Başka
bir deyişle; sevgi realitesinde doğmak, sevgi realitesinde tezahür etmek, sevgi
realitesinde varlığımızı yeniden varetmek durumundayız. Bu aynı zamanda; içinde
bulunduğumuz bu devre bakımından (daha doğrusu, şu bitiş günlerinde) realitenin
hakimiyet basamağına yükselmek demektir. Çünki, genel anlamda olmak üzere, bir
realitede ‘hakimiyet basamağına yükselemek’ demek, o realitede varlığını
yeniden varetmak demektir.
Tekamül devreseldir ve bir
devre boyunca ilerlerken, realite basamaklarından geçilir. Şimdi biz, dünya
beşeri olarak, içinde bulunduğumuz devrenin realite basamaklarında ilerlerken,
bireysellikten kurtulmaya çalışıyoruz. Bireysellikten kurtuluş ise; otomatizma,
şeriat ve duygu realitelerini başarıyla katetmeyi gerektiriyor. Biz de, dünya
beşeri olarak, 5-6 bin yıldan beri bireysellikten (nefsaniyetten,nefsin
zulmünden ve nefsin güdümündeki zihinden) kurtulmak için; otomatizma, şeriat ve
duygu realitelerindeki içsel geliçim ihtiyaçlarımızı gidermete ve yeni insanlık
dönemi olarak da geçen SEVGİ realitesine ulaşmaya çalışıyoruz. Başka türlü
ifadesiyle, şimdilik dünya beşeri için hedef; içinde (daha doğrusu ‘son
günlerinde’) bulunduğumuz bu devre boyunca tüm realiteler geçildikten sonra,
hepsinin özünü bünyada taşır halde, yeni devrenin ilk realite basamağına /
katmanına yönelmiş olmaktır.
Bu gidiş de, bir bakıma; realiteler
arasındaki kapıların kaldırılması / açılması ve tüm realitelerin
bütünselliğinin elde edilmesi sözkonusudur. Konuyla ilgili şemada da görüldüğü
gibi; SEVGİ realitesinden önce üç realite bulunmaktadır. Tam ortada bulunan
SEVGİ realitesi bir ‘Bilme Kapısı’dır. (Şiar Kapısı...) Kuşkusuz, her
realitedeki SEVGİ basmakçığı da bu durumdadır. Bu SEVGİ basamakçığı bir üst
basamaklar için ‘Bilme Kapısı’dır. Ama, bilgilerimize göre, bu durum henüz;
dünyada yaygın olarak yaşanmaya başlamamıştır.
İçinde bulunduğumuz ve
öğrencileri olduğumuz dünya okulunun sınıflarına (realite basmaklarına)
dağılmış durumdayız. Sanki, Dünya Rab Planı, milyarlarca ‘saçaklanma’ halinde
realite basamaklarına enkarne durumdadır.
RESİM: Rab Planı’nın ‘saçaklanmması’...
R E S İ M
Buradaki ‘saçaklanma’ ile kastedilen; Dünya Rab Planı’nın ‘roller’ ve
‘kişilik örtüleri’ şeklinde dünya tekamül ortamında (bu zaman-mekan kesitinde)
çokluk ve çeşitlilik halinde tezahür etmesidir. Varlığın roller ve kişilik
örtüleriyle(2) tezahür etmesini şöylece özetleyebiliriz(2): Roller: Roller,
varlığın ‘varoluş biçimleri’ ve dünyayı algılama şekilleridir. Rol adlarının
(rahip, bilge, savaşçı vb.) alışılmış mesleki tanımlarla ilgisi yoktur; bunlar,
varlığın dünyayı algılama biçimlerini ifade eder. Runsal Plan’ın değişik
frekanstaki (çokluk ve çeşitlilik halindeki) tezahür uzantıları /
saçaklanmalarıdır. Savaşçı, alim,ve kral rolleri; düşük frekanslı (‘katı’) rollerdir. Bu rollerdeki bireyler ancak
gözleriyle gördüklerine inanırlar. Hizmetkarlar ve bilgeler ise ‘orta alan’ı
işgal ederler. En hızlı gelişim yolu; başkalarına hizmet etmek, başkalarının
gereksinmelerine öncelik tanımakla olanaklıdır. “Rahip” hariç, öteki roller;
isteyerek bu işlevi sergilemekten uzak dururlar. Bu, egonun kendini başkalarına
teslim etmeyi ve onlara hizmet etmeyi öğrenmeye karşı direnmesinden
kaynaklanır. Özet olarak şöyle bir derlemeyle rolleri derleyelim:
Hizmetkar :
hizmet
Sanatçı :
yaratıcılık
Savaşçı :
ikna edicilik
Rahip :
şefkat
Bilge :
ifade edicilik (eğlendirerek bilgilendirmek)
Kral :
egemenlik, tahakküm edicilik
Alim :
Öteki rollerin birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayıcı ve tarafsız
bir durum-
dadır. ‘Alim’ler öteki
rollerin sahipleri için çok iyi arabulucudurlar. ‘Alim’ler bilgi toplayıp,
bilgiyi biriktirme eğilimindedirler. Bir durum sona erdikten sonra, neler olup
bittiğini kaydetmekte, betimlemekte ve analiz etmekte ustadırlar. Tarafsız /
nötr bir rol olması nedeniyle, alimler çoğunlukla seyirci ya da gözlemci
konumunda bulunurlar. So derece meraklıdırlar ve hakkında birşey bilmedikleri
herşeyi araştırma itiliminden kendilerini alamazlar. (Sözkonusu ‘saçaklanma’
konusunun kapsamında olan ‘kişilik örtüleri’ konusunda ayrıntılı bilgi
için bkz. kaynak eser (1)
Roller ve kişilik örtüleri
şklinde kendini gösteren ‘saçaklanma’nın her birini bir enkarnasyon olarak
düşünürsek (ki, öyledir zaten), bu durumda; ‘bir realitede bulunmak’ demek, o
realitenin titreşimleriyle rezone olmak, o realiteye uyumlanmış ve liyakatinin
kazanılmış olması demektir. Belli bir realitedeki liyakat ise, o realitenin
hakkı verilerek elde edilir. Belli bir realitenin hakkını vermek ise, o
realitenin tek idrakine (vicdan basamağına) ulaşmak demektir. Dolayısıyla
birey, çok doğal olarak, mensubu olduğu realitenin savunuculuğunu yapma
durumundadır. Ayrıca bu, onun hakkıdır da... Bundan dolayı, bireyler birbirinin
realitesini saygıyla karşılamak, ona anlayış göstermek; hatta, yargılamadan onu
kucaklamak durumundadır. Böyle yapmak durumundayız; çünki, en yüksek noktada
görüldüğü gibi, hepimiz aynı planın saçaklanmalarıyız. Bu saçaklar, küme küme
değişik realitelere sabitlenmiş durumda olsalar da, sonuçta aynı Rab Planı’nın
tezahür uzantılarıyız.
Bu şekilde, belli bir realiteye
sabitlenmiş durumdayken, daha önce de belirttiğimiz gibi; bünyemizde, hem
geçmiş realitelerin özlerini, hem de gelecektekilerin potansiyelini taşıyoruz;
gelecek realiteleri de içimizde potansiyel olarak taşıyoruz. Gelelişip,
değişip, değer kazandıkça; bu potansiyel (zaman içinde) ortaya çıkmaktadır /
çıkacaktır. Zayıf aya da güçlü olsun; eski realitenin bireyler üzerinde ister
istemez bir vakum etkisi vardır. Başka türlü ifadesiyle, eski realiteler; sanki
bir ‘vakum etkisi’yle, bireyi geri çekmeye çalışırlar. Ama, daha önce de
belirttiğimiz gibi, gelecekteki realiteler de (hedef realiteler de)
esintilerini sürdürüyor durumdadır. İşte burada bierey, bir seçimle karşı
karşıyadır. Ne yazık ki; seçimlerimiz genellikle rastgeledir, nefsaniyet,
rehavet ve sahte benlikler, bencilce çıkarlar yönündedir. Bu nedenle önce,
olmaması gereken(ler)i deneyimleriz.Olmamsı gerekeni deneyimleye deneyimleye,
olması gerekeni öğreniriz; daha doğrusu, öğrenmeye çalışırız: Bu cümeleden
olmak üzere; önce olmaması gerekeni idrak eder,ondan sonra olması gerekenin
idrakine yöneliriz. Yukarıda sözünü ettiğimiz (eski realiteye ait) ‘vakum
etkisi’, büyük ölçüde, bir önceki realitede bıraktığımız ufak tefek
noksanlardan kaynaklanan bir çekimdir. Başka türlü ifadesiyle, bir önceki realitede
bıraktığımız noksanlar, bir üst realiteye geçildiği zaman; ilerleyiş sırasında,
bireyi geri doğru çeken ‘vakum etkisi’ oluşturur.Bu vakum aslındabireyi; belli
bir noksanını tamamlamaya zorlayan bir etkidir. İşte bu nedenle; ileride, içsel
gelişimi yavaşlatıcı bir sorun oluşturmaması için, bulunduğumuz /
sabitlendiğimiz realitede, onun (o realitenin) hakkını verme cehdi içinde
olabildiğince ve en kısa zamanda,noksanlarımızı taamamlamak durumundayız. Şunu
da unutmayalım ki,üstünkörü geçiştirilen realiteler(realite kusurları /
noksanları) sanki birer ‘kaygan zemin’ durumundadırlar. Yer yer kaygan olan bir
zeminde ilerlemenin zorluğu da herkesçe bilienen birşeydir.
Oysaki, tekamül yolunda makbul
bir gidiş, sürekli olarak; bir üst realiteye (genel olarak da asl’a rücu etmiş
olarak, ileriye yönelmiş olarak) yürümektir. Zaman zaman tökezlemek (‘kaygan
zemin’den dolayı), dönüp geriye bakmak, bir önceki realiteyle ilgili
pürüzelerin / noksanların bulunduğunun belirtisi olabilir ki, bu aynı zamanda
‘marazi realiteler’e çanak tutmaktır. ‘Marazi / sari realite’ kavramına,
konumuzun akışı içinde ve yine geleceğiz ama, şimdilik şu kadar söyleyebiliriz
ki; marazi / sari realite, asıl realitemizin bilgisine tam sahibolamamışlıktan
kaynaklanan ve kuşkusuz, istenmeyen bir durumdur. Marazi realite, eski
realitelerin kalıntıları / kırıntılarıdır(eski realitemizle ilgili;
endişelerimiz, korkularımız, sevgisizliklerimiz ve duygusallıklarımızdır). İşte
bunlar bizim, asıl realitemizde ilerleyiş ivmemizi azaltan etmenlerdir(dirençler,
tortular vb.).
İşte bunlardan dolayı, içinde
bulunduğumuz, mensubu olduğumuz, hatta sabitlenmeye çalıştığımız realitenin tek
idrakini almaya çalışırken; zaman zaman (hatta tekrar tekrar) dönüp, arkaya
bakmak, Yukarısı için güven verici, makbul bir yolalış değildir. Oysaki, asl’a
rücu etmiş şekilde, bir üst realiteye doğru şuurlu ve kararlı bir gidiş; hem
Yukarısı, hem de bu gidişin izleyicileri için emin bir tavırdır. Böyle bir
realite mensubunun kendisi de; adımlarının kolayca görülebilir ve izlenebilir
durumda olduğundan emindir. Bundan dolayı da; örneğin, “Böyle bir yol gösterici
adımlarını atarken, tekrar tekrar dönüp, arkasına bakmaz; sadece emin bir
şekilde ilerler. Çünki, bilir ki; adımları ışıklıdır ve iz bırakandır.”
Yukarıdan beri sözünü
ettiğimiz, asl’a rücu (yöneliş, meylediş) cehdi, idraklenme çerçevesinde
sergilenen değişim cevheridir. ‘Bilginin özüne doğru yürümek’ de; aslında,
bundan başka bir şey değildir. Burada, ‘Bilginin özüne doğru yürümek’, içinde
bulunduğumuz realitenin payına düşen bilginin en süptil titreşimine uyumlanma
cehdidir. Bu uymlanma, o realitenin vicdan alt basamağında grçekleşir ki, bu
yürüyüş; bireyi bir üst realiteye götürücü bir gidiştir. Dünya beşeriyeti için
bu gidiş, dinsel ve sembolik bir ifadeyle, ‘sırat üzerinde yürümek’tir.(3) Bu
gidiş, daha da evrensel ve kozmik bir anlamda, yaratılışa katılmanın kaçınılmaz
eylemidir.
Aslında, yaratılışa katılmamak,
değişmemek, İlahi Murad’a uymamak sözkonusu değildir. Her tekamül düzeyinde
(her realitede) bulunan varlık, kendi gelişim düzeyinin gerektirdiği
farkındalığa göre, tezahürata katılır. Bu katılışta, yaratılmış olan herşey
birbirinin gelişim aracıdır ve herşey birbirini geliştirmek için vardır, tüm
varlıklar (yaratılışın tüm birimleri etkileşim halindedir) ve etkileşerek
gelişmek, değişmek sözkonusudur. Bu etkileşimde ve tezahürata katılışta,
varlıkların değişik realitelerde bulunmasının bir yararı da,geliştirici etki
konusunda ve gerilime sokmak bakımından
çeşni sağlamaktır, epröv zenginliği dolayısıyla bireye deneyim artırma
olanağı sunmaktır. Bu bağlamda (yani, varlık varlığın gelişim aracı olması
çerçevesinde) sergilenen en belirgin ve çeşitliliğe sahip etkinlik alanını,
beşeri ilişkilerde görüyoruz. Beşeri ilişkiler çerçevesinde, varlık
alanlarının(enkarne durumda olan bizler için bireysel alanaların) teğetleştiği
noktalarda eprövler oluşur.
R E S
İ M :
T e ğ e t ve k e
s i ş e n a l an l a r
Bu teğetleşmenin beraberinde getirdiği ‘gerilim
alanları’ aracılığıyla da haletler yaşanır. İşte, bireyden beklenen; sadece,
beşeri ilişkiler ile yatayadan gelen bu etkilere değil, düşeyden gelen etkilere
de bilgi ile (eski idrakleriyle) tepkide bulunamaktır.
Dünya tekamül okulunun çeşitli
realitelerine dağılmış durumda bulunan dünya beşeri; evrensel yardımlaşma ve
dayanışma yasası çerçevesinde ve kıyam etme (şuurda uyanma) telaşı içinde
sürekli etkileşim halinde, içinde bulundukları realitelerde olgunlaşmak ve bir
üst realiteye yükselmek cehdini sergilemektedirler. Bu haliyle (ve özellikle de
dinsel metinlerdeki ifadesiyle) bir mahşer görünümü sergileyen beşeriyet;
aslında, hepbirlikte İlahi Murad’a hizmet etmekten başka bireşey yapmamaktadır.
Bu hizmette, sisler içinde uyuyarak / uyuklayarak yürüyor görünümünde olmasına
rağmen, yaptığı her şey, bir üst realitede uyanmaktan başka bir şey değildir:
Herkesin önündeki ilk hedef, bir üst realitede uyanmaktır. Bu uyanış kıpırtısı,
hatta telaşı içinde sergilediğimiz beşeri ilişkilerde kendimize muhatap olarak,
bireyleri / şahısların / şahsiyetleri değil; realiteleri muhatap almakta
(sağlıklı beşeri ilişkiler sergilemek açısından) yarar vardır.”Demek ki, böyle
bir realite varmış ve ne yazık ki, bizim arkadaş da o realitedenmiş...” deyip,
kendimize dönmekte; “O realite mensubunun bana yönelik (daha doğrusu benim
egoma yönelik) etkisiyle benim nerem acıdı, hangi sahte benliğim incindi ve ben
şimdi bu etkiye hangi bilgimle tepki vermeliyim...” şeklinde düşünemekte (içsel
gelişim açısından) yarar vardır. “İşte bu tepkimin; ne kadar nefsani, ne kadar
vicdani oluşu, benim genel gelişim düzeyimle ilgili bir gösterge olabilir.
Karşı tarafın bana yönelik etkisinden de kendisi sorumlu...”
Kuşkusuz, herkes kendi realite
düzeyine göre, aldığı etkilere tepki verir. Ama herhalde makbul olan, realitemizin
gerektirdiği ‘en üst düzeyde tepki’ vermektir. Bu ‘üst düzey tepki’de, içinde
bulunduğumuz realitenin en üst düzey idrakli tepkisidir: Olabildiğince,
nefsaniyetten / duygusallıktan uzak , vicdan ağırlıklı tepki... Esasen sağlıklı
ilişki sergilemenin de gereği budur: Böyle bir uygulama içinde; bireylere,
şahıslara, şahsiyetlere takılmadan, realiteye; sevgi, şefkat ve merhametle
yönelebiliriz. Bu ifade tersinden de doğrudur, şöyle ki; sevgi, şefkat ve
merhamet ile (ama realiteye yönelik olarak) hareket edebilirsek, kendi
gelişimimiz açısından daha sağlıklı bir tutum sergilemiş oluruz. Unutmayalım
ki, biz kendimizden sorumluyuz; karşı tarafı geliştirmekten, onun haddini
bildirmekten, onu edeplendirmekten değil. Erdemli insanlara özgü bir hoşgörü ve
sabır ile; karşı tarafı kendi haline bırakıp; kendimize dönmek, içsel gelişim
açısından daha kazançlı sonuçlar getirir.
Burada önemli olan, karşı
tarafın (ki bu, en yakınımız da olabilir) negatif tutumu, bencilce etki
karşısında, onu olduğu gibi kabul ederek, realitesine saygı göstererek;
öfkelenmeden, nefret etmeden, onu bir sabır sınavı olarak kabullenerek,
kendimize dönmekte yarar vardır. Bunu becerebilirsek, karşı tarafın etkisinden,
içsel gelişim yönünde yararlanmış oluruz. Bize yönelik bu etkisiyle o şahıs,
bizim gelişimimize, daha da güçlenmemize hizmet etmiş olur. O (nefsinin
güdümündeki) zavallı istediği kadar; bizi tahakküm altına aldığını, bizi yönlendirip,
yönettiğini, baskı altında tuttuğunu zannetsin dursun. Onun, kendisini ne
sandığı onu ilgilendirir; benim, kendimi ne sandığım da, beni...” Ama, işte
bunu başarabilmek; (yukarıda da belirttiğimiz gibi) şahıslara şahsiyetlere
takılmadan, onların temsil ettikleri realitelere yönelmekle olanaklıdır. Çünkü,
realiteye nefret duyulmaz, öfkelenilmez, kin beslenilmez; daha da önemlisi
duygusal hezeyanlara girilmez. Bu tutum bizi,elbette ki; kusurlu ilişki
sergilemekten de koruyacaktır. Bireye yönelik değil de, onun realitesine
yönelik ilişki içinde bulunma titizliği sergilemek, ‘yorumsuz ve yargısız
olmayı’ da beraberinde getirecektir. ‘Yorumsuzluk ve yargısızlık’ ise, her
türlü çağırışıma açıklık demektir.
Bu yazımızın ana teması olan
‘REALİTELER’le bağlantılı olarak irdelemeye çalıştığımız iletişim ve etkileşim,
eher ne kadar bir yardımlaşma ve dayanışma yasası gereği gerçekleştirilen;
bireylerin, birbirinin etkileşimine ve gelişimine hizmet etkinliği ise de,
özellikle devre sonunun gereği olarak,bireyler arası etkileşim ve sağlıklı
ilişki, ne yazık ki, giderek yozlaşmaktadır. Çünkü, herkes; kendi realitesinin
gereği ve realitesinde alabileceği en üst düzey bilgiyi almak için her türlü
deneyimi denemektedir.Ayrıca, herkes; sanki, şuurda uyanma cehdi ve telaşı
içinde, ekendi derdine düşmüş durumda olarak, kendi realitesinin savunuculuğunu
yapmaktadır.
İşte yine aynı cehd ve telaş
içinde birey, doğal olarak kendi realitesini savunurken; “En doğru / üstün
realite benim realitemdir, en yüksek bilgi benimkidir / bizimkidir...”
yanılgısı ve enaniyeti içinde, mensubu olduğu realitede ilerlemek yerine, o
realitede çakılıp kalmak tehlikesiyle karşılaşabilir. Hatta bununla da
kalmayıp, onu başkalarına empoze etme hatasına ve kusuruna düşebilir.
Çevresindekilerin ille de kendisi gibi düşünmeleri, hatta kendisi gibi
konuşmaları beklentisi içine girebilir. Bunu göremediği, bulamadığı zaman
üzülür / kırılır, hatta (eğer gücü yetiyorsa) kendisi gibi düşünmeyenleri
dışlamaya kalkabilir. Bunlar, kuşkusuz, daha çok; enaniyetten, kendini
beğenmişlikten kaynaklanan kusurlu ilişkielerde anlamını bulan ‘realiteye
saygısızlık örnekleri’ nden başka bir şey değildir. İşte bu etkilerden, az önce
de belirttiğim gibi, içsel gelişim yönünde yararlanabilirsek, akıllıca
davranmış oluruz. Unutmayalım,herkesin ne yaptığı (iyisiyle / kötüsüyle)
kendinedir.
Yukarıda değinip geçtiğimiz
‘kusurlu tutum / ilişki’ kadar, en az onun kadar sakıncalı / kusurlu bir tutum
da, asıl olması; bulunması gereken realitede sabitlenmemektir. Sanki, şakülün
sabitlenmemesi, hep salınım yapması ve bir türlü dengeye gelememesi gibi...
Oysaki şakül, birkaç salınımdan sonra, bir noktada denge durumunda kalamalı ki,
duvarcı ustası ne yapacağını bilsin...Bu örneğe benzer şekilde, bizler de başat
/ dominant (yani, esas) realitemiz hangisi ise, onda sabitlenmeli ve o
realitenin idrakine ulaşmalıyız ki, bir sonrakine yönelme liyakatimiz oluşsun.
Salınıp yapıp duran belli bir realitede sabitlenememek, içsel gelişim açısından
elbetteki istenmeyen ve zaman / enerci kaybettirici bir durumdur. Bunun öteki
adı ‘oynak şuur hali’dir. Bu anlamda, ‘oynak şuur hali’ne sahip olan bireyin,
içinde bulunduğu realiteye de ‘oynak realite’ denebilir. Bu durumda olan bir
kimse; ya ataletten dolayı, çoğunlukla eski realitesine dönüktür, ya da sırf
özenti itilimiyle, bir üst realitedeymiş gibi hareket etmeye çalışır. Yani bu
kimse, Mevlana Celaleddin’in ünlü özdeyişinde anlamını bulan durum ile
bağdaşmayan bir uygulama ve tavırlanma içindedir.(“Ya göründüğün gibi ol; ya da
olduğun gibi görün!”) Asıl mensubu olduğumuz (yaşam planımızı da ona göre
hazırladığımız) realitede sabitlenememenin başka bir sakıncası da, marazi /
sari realitelere davetiye çıkartmaktır ki bu kavrama daha önceki paragraflarda
değinip geçmiştik.
Birey
için, kendi asli realitesinin dışındaki realiteler ‘sari realite’ durumundadır.
Birey, yaşam planına göre bulunması gereken asli realitesine ‘sabitlenmiş’
olmalı ki, yukarıda değindiğimiz ‘sari realite’ tehlikesine karşı kendisini
korumuş olsun. Bunun güvencesi, realitenin bilgisine sahip olmaktır.
Realitemizin bilgisine sahipsek bize sari / marazi realite ulaşamaz /
bulaşamaz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, marazi realite, eski realitelerden
kalma kalıntılardır ve sahte benliklerle yakından ilgilidir. Çünkü, sahte
benliklerin bir kısmı eski realitelerden kalmadır. Dolayısıyla, sahte benlikler
de ‘marazi realite’ nitelikli nefsani oluşumlardır. Hatta, yine bu
özelliklerinden dolayı, sahte benlikler marazi realitelerden beslenir. Bulaşıcı
nitelikli olan marazi realiteler bize,herhangi bir sahte benliğin açık
kapısından, onun zaafıyla bulaşmaya çalışır. Marazi realite genellikle
cezbedicidir, binbir kılık içinde bireye yaklaşır ve onu iğva etmeye /
kandırmaya çalışır. Ayrıca, az önce de ebelirttiğim gibi, sahte benlik
oluşumunu kolaylaştırır, var olanları da besler. Atalet ve rehavet içinde,
kendinden bi-haber (habersiz) uyurgezer birey için, marazi realite tehlikesi
her zaman vardır.
Marazi realite tehlikesi, büyük
ölçüde, özdeşleşme zaafımızla ilgili bir olumsuz durumdur. İçinde bulunduğumuz
formlar ortamında, herşeyin geçici olduğunu bile bile, hiç bir şyin ölümötesine
götürülemeyeceğini bile bile birçok şeyle özdeşleşiriz: Formlar ortamında her
şey geçicidir. Çünkü, sürekli değişim söz konusudur. Onun için hiçbir şeye
bağlanmamak, hiçbir şeyle özdeşleşmemek gerek. Böyle bir bağımsızlıkla,
kokularımızın çoğundan da kurtulabiliriz. Formlar ortamında her şey gelip
geçicidir ve değişim kaçınılmazdır. Bir Budist bilge şöyle demiş: “Keşiş
olduğumdan beri 20 yıl içinde tüm öğrendiklerimi bir cümle ile özetleyebilirim:
Ortaya çıkan her şey kaybolur, işte bildiğim budur.” Bu keşişin, aslında
demek istediği şey şuydu: Ben olana / olmakta olana direnmeyi hiç öğrenmedim.
Şimdiki anın olmasına izin vermeyi ve her şeyin, ve koşulun geçici doğasını
kabullenmeyi öğrendim ve bunda huzur buldum...
İşte bu keşişin yaptığı gibi;
Hiçbir şeyle özdeşleşmeden, idraklenme cehdi içinde olursak, kendimizi marazi
realitelerden koruyabiliriz. Marazi realitelere karşı böyle bir farkındalık
içinde olmak, (Kur’an’daki ifadesiyle) ‘sakınmak, sakınanlardan olmak’ tır. Bu
anlamda ‘sakınma’ konusunda yeterli titizlik gösterilmezse, asıl kişiliğin
realitesinde oluşan çatlaklardan marazi realite ‘bünye’ye (bedensel bene) nüfuz
eder.
Yukarıdaki paragrafların
birinde de değinip geçtiğimiz gibi; birey, belli bir realitede bulunurken,bir
önceki ve bir sonraki realitelere kapalı değildir. Tam tersine, bir önceki
realitesiyle bir sonraki realitenin etkisi altındadır. İdraklenme cehdini
sürekli kılabildiğimiz ölçüde de yönümüzü (genel gidişimizi) bir üst realiteye
dönük tutabiliriz ki, makbul olan da budur.
Bu durumda olan birey sanki;
kendi asli realitesi ile, bir üst realite arasında gider-gelir durumdadır.
Ancak bu durumdaki sabitlenme hali, yukarıda (şakül benzetmesiyle) sözünü
ettiğimiz durumdan farklıdır. Çünkü, bu durumda olan birey, idraklenme cehdi
içinde, kendi asli realitesinde sabitlenme durumunda ve yüzünü bir üst
realiteye çevirmiş vaziyettedir. Birey bu pozisyonunu sürekli kıldığı sürece,
eski realitesinden kaynaklanan marazi realitelere açık ekran durumunda
değildir.
Görülüyor ki, belli bir asli
realitede bulunurken; gerek marazi / sari realitelere, gerekse olası teşevvüş alışkanlıklarına
karşı en gerantili durum, yukarıda belirtmeye çalıştığımız sakıncalı durumlara
karşı uyanıklık içinde, içsel gelişimin gereklerini göz ardı etmemektir. İşte
bu çerçevede öncelikle yapılacak şey; bireyin, içinde bulunduğu asli realiteyi
teşhis etmesi ve onun en üst düzey (en süptil) bilgisine ulaşma cehdini elden
bırakmamasıdır. Ayrıca, eski realitenin özü ile yeni realitenin gereklerini
bağdaştırma cehdi içinde olmakta yarar vardır. Bu durum, simgesel anlamda,
‘bilgiye köprü vazifesi görmek’tir. Aynı durumun başka ezoterik / simgesel
ifadeleri de ‘işlek yol olmak, akışkanlığı sağlamak ve biliyor olmanın
egereklerini / sorumluluğunu yerine getirmektir. Bir üst realiteye geçince de,
eski realiteye kapıları kapamamak (yani onu öldürmemek, küçümsememek, o realite
mensuplarını kınamamak) gerek. Çünkü, tüm realiteler (realitelerin
mensuplarıyla birlikte) birarada yaşıyor ve bizim onlarla karşılaşmak,
etkileşmek, birlikte epröve girmek olasılığı her zaman var. Dolayısıyla, eski
realitenin öz bilgisine her zaman gereksinim duyabileceğimizi ve esasen biz o
öz bilgi ile bu realiteye yükseldiğimizi unutmamalıyız. Aksi taktirde, ‘kendini
beğenmiş budala kaplumbağa’nın kusurunu biz de yinelemiş oluruz...)
Esasen, sağlıklı bir değişim de, tekamül realitesine yükseliş de bu şekilde
oluşur. Başka türlü ifadesiyle, alınan bilgi ile, varlıksal gelişim düzeyi
paralel olarak artmıyorsa, sağlıklı değişim oluşmuyor demektir. Yani, bilgi
artışı ile, varlık gelişimi arasında bir paralellik olmalı, dengesizlik olmamalı.
Bu belirttiğimiz olumlu durumun
gerçekleşmesi için,özellikle bireyin; idraklenme cehdini elden bırakmaması ve
eski realitenin alışkanlığından ve rehavetinden kendini kurtarması gerekir.
Çünkü, bu rehavet, bir üst realiteye geçmek için ayak bağı oluşturur. Rehavete
/ rahata düşmeme cehdini sürekli kılmak gerek. Onun için, “Dünya rahat yeri
değildir.” Rehavet halinde bulunmak, genellikle; varlıksal durumun ve yaşap
planının gereklerini yapmamak ve yaşam planının gereklerini yerine getirmemek,
bundan dolayı da yapılmaması / olmaması gerekenlerle meşgul olmaktır ki bu,
aynı zamanda, “realite içinde yüzer halde olmak” diye adlandırılan ve içsel
gelişim açısından makbul olmayan bir durumdur. ‘Realite içinde yüzer halde
olmak’ asıl bulunmamız gereken realitede sabitlenememiş olmaktan dolayıdır. Söz
konusu sabitlenememenin oluşturduğu olası sakıncalardan biri de ‘realite
boşluğuna düşmek’tir.
Büyük ölçüde, içinde bulunduğu
realitede, bir üst realiteye geçmenin gereklerini yerine getirmemiş birey; külli
tekamül gidişinin itici gücü ile karşılaştığı zaman, bir üst realitede
tutunacak bir nokta bulamaz. Bu aynı zamanda da, kendi asli realitesinde de
işini bitirmiş olmasından dolayı, içine düştüğü belirsizlik halinin adı,
‘realite boşluğuna düşmek’tir. Yani, içinde bulunduğu asli realitede gereğinden
fazla oyalanmış ama hala bulunduğu realitenin hakkını verememiş, bir üst
realiteyi de hep inkar etmiş, görmemezlikten gelmiş, gerekli hazırlılığını
yapamamış. Bu arada, külli tekamül gidişinin itici gücü giderek artıyor, zaman
enerjisi olgunlaşmaya / bir üst realiteye doğru zorluyor ama bireyin o üst
realitede tutunacağı yer yok. İşte bu durumdaki bireyin içine düştüğü hal,
‘realite boşluğuna düşmek’ dir.
Onun için, birey; hangi
realitede bulunursa bulunsun, yönü her zaman bir üst realiteye dönük ve oraya
geçme hazırlığı içinde olmalıdır; yani bir üst realitenin kisvesine bürünmede
yarar vardır. Aslında, yine ezoterik ifadesiyle; eski realitenin kisvesini
bırakmadan, yeni realitenin kisvesine bürünülemez. Daha doğrusu, eski
realitenin rehavetinden / ataletinden çıkmak istemeyen beşer, bir üst
realitenin kisvesine bürünemez. Bu durum, bir bakıma; yeni realitenin
sorumluluğundan kaçış olarak da yorumlanabilir.
Yazımızın akışı içinde yer yer;
özellikle iki realite arasında bireyin, ‘teşevvüşün alışkanlığı’na
düşebileceğini belirtmiştik. ‘Teşevvüşün alışkanlığı’ sanki,”küçülmüş /
daralmış elbise ile dolaşmaya” benzetilebilecek istenmeyen / kusurlu bir
durumdur. Bu durumda bulunan birey, (yukarıda sözünü ettiğimiz) içinde
bulunduğu realitenin kisvesinden kurtulup; bir türlü, bir üst realitenin
kisvesine bürünemez. Hatta, ‘dar elbise’ye o kadar alışmıştır ki, onun
darlığının bile farkında değildir. Aslında, ‘elbisenin darlığını fark etmek’
demek, içinde bulunduğu realitenin artık işe yaramazlığının farkına varmak
demektir. Şimdi bizler, özellikle de devre sonu beşeriyeti olarak ‘yeni
insanlık elbisesi’ni giymek için, daralmış / küçülmüş elbiselerimizi üzerimizden
çıkarmak durumundayız. Çünkü, bu daralmış giysiler ile yeni realitede iş
görülmez.
Bir üst realitede daha güçlü /
süptil / kapsamlı ama sade bilgi ile karşılaşılır. Çünkü, realiteler
yükseldikçe, sade ve güçlü bilgi ile karşılaşmak doğal ve kaçınılmazdır. Bu
nedenle,şimdiki donanım ile o bilgiye muhatap olmak olanaklı değildir. Şimdi
sahip olduğumuz (mecaz anlamda ‘elbise’ de dahil) tüm donanımımız da;
anlayışımız, safiyetimiz, esnekliğimiz, sabrımız / tahammül gücümüz, fehim ve ferasetimiz
de(3) süptilleşmelidir. Ancak, o zaman bizi,bir üst realiteye taşıyacak
‘kutsanmış bilgi’ye layık hale gelinir. ‘Kutsanmış bilgi’, bir realitede
alınabilecek en süptil ve dolayısıyla da bizim bir üst realiteye geçişimizi
sağlayacak olan bilgidir. Bu günlere bu şekilde geldik...
Esasen, her zaman da
söylediğimiz gibi; bir üst realitenin bilgisinin tesirini alabilecek iç
temizliğe yükselme cehdi içinde olmak, içsel gelişimin gereğidir. Ancak bu
şekilde bilginin tesiri alınır ve o tesiri alınan bilgi, bireyin (varlığın)
kendi öz malı haline de bu şekilde gelir. Bu anlamda, bir realitenin bilgisinin
tesirini almak, bireyi bir üst realitenin bilgisini almaya layık hale getirir.
Kapsamı genişlemiş bir anlayışla, eski realitesinde karşılaştığı bilgileri de
bu kez daha derinden anlama şansına kavuşacaktır. Çünkü, aynı bilgi realiteler
değiştikçe, başka başka (yani, daha derin) anlamlar ifade eder. Biliyoruz ki,
bir realitenin en süptil tesiri bireye vicdan kanalıyla gelir. Ancak, bu güzel
sonuca ulaşabilmek için; bireyin, mensubu olduğu realitenin merkezin ulaştığı
zaman, o ortamın / realitenin / varoluş kesitinin bilgisini almış ve bir üst
realiteye geçmeye hak kazanmış demektir.
Burada, hazır; vicdandan söz açılmışken,
‘vicdansızlık’ diye bir durumun söz konusu olmadığına da değinmek isteriz.
Kuşkusuz, her realitedeki bireyin, kendine özgü bir vicdani değerlendirmesi
vardır. Ayrıca, her realite basamağının da; bir, vicdan alt basamağı vardır ve
o realiteye özgü temel bilginin de bu alt basmakta alındığını daha önce de
belirtmiştik. Bigilerimize ve yaşamdan aldığımız gözlemlere göre, %ıoo vicdan
realitesi yaşamak, bu varoluş kesitinde olanaklı değildir. Esasen bu şart ve
makbul de değildir. Bundan da iyicesi ‘makul vicdan’ uygulamasıdır. Dünyada, bu
koşullarda ‘makul vicdanlı’ olarak yaşamak, büyük ölçüde idrakli yaşamaktır.
Realite konusuyla vazife
kavramı arasında da çok yakın ilişki ve işlevsel bir bağlantı vardır: Çünkü,
varlıklar; tekamül düzeylerine uygun olarak, çeşitli realitelere enkarne olmuş
olarak vazife yapar. Yani, bir ruhsal planın tezahür uzantıları (pek çok sayıda
saçaklanma halinde) birden fazla realiteye sanki konuşlanmış bir durumdadır.
Her bir tezahür uzantısının (ya da ‘saçağın’) görevi / vazifesi, İlahi Murad’a
yönelik olarak, planının tezini gerçekleştirmektir. Hatta, bu açıdan
bakıldığında, tüm realitelerin; vazifeyi tamamlamak için (İlahi Murad’a
hizmatan) var olduklarını söyleyebiliriz. Hatta daha geniş anlamda (dünya
kapsamlı) baktığımızda; Dünya Rab Planı, saçaklanmalar (pek çok sayıda tezahür
uzantıları) halinde beşeri realitelerin basmaklarına enkarne olmuş
durumdadır.(Bkz. konuyla ilgili şema.)
Bu nedenle; gerilik, ilerilik
söz konusu değildir. Bu bilgi çerçevesinde; tüm realiteleri, birbiriyle değil,
her realiteyi kendi içinde (kuşkusuz, böyle bir şey de gerekliyse...) kendi
içinde değerlendirmeye tabi tutmak, daha isabetli olur. Bundan da iyicesi, tüm
realitelere; hoşgörü, sevgi, temkin ile yaklaşmak ve her realiteye saygılı
olmaktır. Az yukarıda, ‘realite-vazife bağlantısı’na değinirken, sözünü
ettiğimiz İlahi Murad’a hizmet çerçevesinde, şimdi dünya beşeri olarak, dünya
realite basamaklarının dördüncüsü olan sevgi realitesine yükselmeye
çalışıyoruz. (Bkz. Dünya Beşeri Realiteleriyle ilgili şema.) Konuyla ilgili
şemada da görüldüğü gibi, sevgi realite basamağının öncesinde 3, sonrasında 3
basmak vardır. Dolayısıyla sevgi realitesinde bulunan / bulunacak(4) varlıklar
Yukarı’dan (bir üst realiteden) geleni reziste ve tolere etmek durumundadır.
(Sanki, iki 3’lü arasında tampon...) Sevgi realite basamağının üstündekiler
(vicdan, hizmet ve hakimiyet) Dünya üst realite sistemlerini oluşturur.
Az yukarıda, sevgi realitesi
basmağındaki varlıkların; sanki,kritik bir göreve sahibolduklarını
belirtmiştik. Yani, Dünya tekamül okulunun realite basamaklarından sevgi basamağında
bulunanlar (ki onlara ‘kıyamet işçileri’ de deniyor); üstteki üç realiteden
gelen tesirleri, alttaki üç realite basamağına yansıtmak (sanki, bu iki grup
arasında bir ‘köprü’ oluşturmak) durumundadırlar. Bundan dolayı da, bunlara,
‘katalizör varlıklar’ ya da ‘katalizör şuurlar’ denilmektedir. Bu gidişle,
kıyam olgusu (şuurda uyanış) tamamlandığı zaman; çeşitleme, eşitlemeye
dönüşecek. Fakat her realitede bulunanlar, bir üst basamağa / realiteye
yükselmiş olacaktır. Bu yükselişte, ‘kıyamet işçileri’ de denebilecek durumda
olan (sevgi realitesini oluşturanlar) bu varlıkların tek tek görevleri, bir üst
realiteye ulaşmak isteyenlere yardımcı olarak, sanki onlara ‘yol’ vazifesi
göreceklerdir.
‘Kıyamet işçileri’ olarak
adlandırılan bu kimseleri, bir nehrin karşı kıyısına geçebilmiş insanlar olarak
düşünürsek; bunların vazifesi, son yolcuya kadar, karşı kıyıya geçebilecek
durumda olanları, salimen yerine ulaştırmaktır.
..............................................
(1)
Kendini Tanıma Rehberi, AKAŞA Yayınları
(2)
Sırat’ı Müstakim = Tanrı Yolu
(3)
Fehim ve feraset: ..................................................................
(4)
‘Bulunacak’ diyoruz; çünkü, sevgi realitesi dünya gezegeninde tam anlamıyla
henüz yaşanmamıştır.