Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

21 Haziran 2018 Perşembe

BEŞERİ REALİTELER


B E Ş E R İ 

R E A L İ T E L E R

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever



      Değişim, dönüşüm ve başkalaşım olarak izlediğimiz / tekamül, realiteler boyunca ilerleyen bir olgudur. Tekamül devreseldir ve lineer bir gidiş olmaktan çok, s p i r a l d i r. Bu spiral gidiş, realite dediğimiz aşamalardan geçilerek gerçekleşir. Bu spiralin bir turu, dünya tekamül okulunda 7 aşamadan / merhaleden / basamaktan oluşur.
RESİM: Realite basamakları (7 basamak bir arada...)

      Bunlar bir bakıma, idraklenme / şuurlanma aşamalarıdır, farklı farklı anlayış düzeyleridir. Enkarne varlık her bir realitede, yaşamlar boyu deneyimler edinerek, bir üst realiteye ulaşmaya çalışır. Bir realiteden, bir üstüne geçmek yaşamlar boyu sürebilir. Bir realitenin öz bilgisine (o realitede alabileceği en üst düzey bilgiye) ulaşmadan, bir üst realiteye geçilemez. Her realitede; o realitenin en üst düzey bilgisi (öz bilgisi), o realitenin ‘vicdan alt basamağı’nda alınır. Vicdan kanalıyla gelen bu idrak edilmiş bilgi alınmaksızın, bir üst realiteye geçilmiyor.
RESİM: Realite alt basamakları

      Realiteler boyunca (aynı zamanda, bir realitenin alt basamakaları boyunca) ilerleyiş sırasında, geçmiş re tamamen kopukluk sözkonusu değildir; varlık, belli bir realitede bulunurken, aynı zamanda, bir alt ve bir üst realitelerin de etkisi altındadır. BU durumda varlık; sanki, bir eliyle bir üst realiteye uzanırken, öteki eliyle de bir alt realite ile temas halindedir, bir alt realite ile bağlantısını, ‘sıfır’ anlamında, koparmamıştır / kesmemiştir; hatta bir alt realitenin özlemini bile zaman zaman duyabilir.

      Bu, aynı zamanda demektir ki, her realite basamağında; tüm öteki realiteler gizli olarak bulunur. Örneğin, şeriat realitesinde bulunurken; şeriat / koşullanmışlık başat(dominant) haldedir, ama ötki realiteler de bünyede gizli durumda vardır: Geçmiş realitenin izlenimleri / deneyimleri öz olarak bulunurken, bir üst realite de bireyde potansiyel olarak vardır. Bir üst realitenin potansiyeli idraklenme cehdi ile açığa çıkar. Burada makbul tutum, eski realitelerin özleri ile, yeni realitenin bilgilerinin bağdaştırılmasıdır.

      İşte bu bütünleşmeyi oluşturmak, ezoterik anlamda, ‘ölümsüzleşmek’tir. Esasen varlık ölümsüzdür, sürekli doğuşlar söz konusudur. Realiteler boyunca, sürekli olarak, bir üst realiteye doğularak ilerlenir. Asıl ölüm, belli bir; realitede çakılıp kalmaktır, kabuklar içinde sabitleşip kalmaktır, varlığını var etme konusunda atalete / rehavete düşmektir, teşevvüşün alışkanlığına kapılmaktır ve eski realiteden kurtulamamaktır. ‘Eski realiteden kurtulamamak’ aynı zamanda, eski realitenin öz bilgisinin alınmamışlığının ifadesidir. Bir realitenin öz bilgisinin, vicdan kanalıyla alındığını daha önce de belirtmiştik. O halde, bir üst realitede doğabilmek için, içinde bulunduğumuz realitenin gerektirdiği ‘vicdan temizliği’ne sahibolmalıyız. Evet, her realitede ‘vicdan temizliği’ farklı farklıdır: Başka türlü ifadesiyle, her realitenin vicdanı ayrı ayrıdır. ‘Vicdansızlık’ diye bir durum söz konusu değildir. Çünki, hiçbir varlık Yukarı’dan aşkın yanından(plansal yanından) literal anlamda (sözcüğün tam anlamıyla) kopuk değildir. Ayrıca, esasen enkarne durumda olan varlık, bir üst yoğunluk ortamının tezahürü, onun (belli bir ruhsal planın) tezahür uzantısıdır.

      Bir ve Tek Olan’ın, sonsuz kerre sonsuz olan o Bütünsel’in çokluk ve çeşitlilik halinde görünür duruma geldiği bu tezahürat ortamında elbetteki, realitelerin / seçimlerin / iradelerin ve isteklerin; Bir ve Tek Olan (aynı zamanda anlaşılmaz olan) o Bütünsel kadar sonsuz olan tekamül gidişi içinde, varlıklar için, ideal ve makbul olan da, Bir ve Tek Olan’ın biricik realitesine ulaşmaya çalışmaktır. Burada, o biricik realiteye ‘ulaşmaktır’ diyemiyoruz; ulaşmaya çalışmaktır ve ebediyen böyle bir cehd içinde bulunmaktır.

      İşte, zaten varlıkların (ruhsal planların tezahür uzantılarının, planlarıyla birlikte) yaptığı da; varlıksal realitelerden hareketle, çeşitli süptilitelerdeki bedenler içinde (bedenler şeklinde tezahür ederek) realite basamaklarında deneyimler kazanarak, o en yüce realiteye ulaşma cehdini ebediyen sergilemektir. İşte bu mutlak anlamdaki ebedi yolculukta, şimdi ‘dünya tekamül okulu’ dediğimiz bu varoluş kesitinde bulunan bizler (Dünya Rab Planı’nın tezahür uzantıları / saçaklanmaları olan bizler) bir bakıma, bu okulun (bu devresinin) kayıtlı öğrencileri olarak, bu okulun yedi basamaklı realite merdivenini tırmanmak durumundayız.

      Esasen bu tırmanışı, bu devrenin varlıkları olarak binlerce yıldan beri yapmaya çalışıyoruz. Bu tırmanışta, bu devre için hedef realite Sevgi Realitesidir. Bu aynı zamanda; sevginin / ilahiliğin gerçek anlamda yaşanacağı yeni insanlıktır. Bu durum, ‘merdiven’in tamamı olarak ‘Yedi Katlı Gök’ demektir. Bu gidişte, herhangi bir realiteden bir üst realiteye geçmek, o realitenin hakimiyet (egemenlik) basamağına yükselmek ile olanaklıdır. Bir realitenin ‘hakimiyet basamağı’nda bulunmak, o realiteye egemen olmuşluğun (yani, o realitenin liykatinin  kazanılmışlığının ifadesidir. Başka türlü ifadesiyle, her bir realite basamağının idraki; o basamağın ‘hakimiyet alt basamağı’nda alınır. İşte, alınan bu idrak, o realiteyle ilgili tek bir idraktir. Yani, her realite, bir üst reliteye, tek idrak ile geçer.

      Konuyla ilgili şemada da görüldüğü gibi, dünya tekamül okulunun yedi basamaklı eğitim programının / düzenlemesinin tam ortasında SEVGİ realitesi vardır ve biz şimdi, devre sonu enkarnasyonları olarak, sevgi realitesi basamağına ulaşmak durumundayız. Başka bir deyişle; sevgi realitesinde doğmak, sevgi realitesinde tezahür etmek, sevgi realitesinde varlığımızı yeniden varetmek durumundayız. Bu aynı zamanda; içinde bulunduğumuz bu devre bakımından (daha doğrusu, şu bitiş günlerinde) realitenin hakimiyet basamağına yükselmek demektir. Çünki, genel anlamda olmak üzere, bir realitede ‘hakimiyet basamağına yükselemek’ demek, o realitede varlığını yeniden varetmak demektir.

      Tekamül devreseldir ve bir devre boyunca ilerlerken, realite basamaklarından geçilir. Şimdi biz, dünya beşeri olarak, içinde bulunduğumuz devrenin realite basamaklarında ilerlerken, bireysellikten kurtulmaya çalışıyoruz. Bireysellikten kurtuluş ise; otomatizma, şeriat ve duygu realitelerini başarıyla katetmeyi gerektiriyor. Biz de, dünya beşeri olarak, 5-6 bin yıldan beri bireysellikten (nefsaniyetten,nefsin zulmünden ve nefsin güdümündeki zihinden) kurtulmak için; otomatizma, şeriat ve duygu realitelerindeki içsel geliçim ihtiyaçlarımızı gidermete ve yeni insanlık dönemi olarak da geçen SEVGİ realitesine ulaşmaya çalışıyoruz. Başka türlü ifadesiyle, şimdilik dünya beşeri için hedef; içinde (daha doğrusu ‘son günlerinde’) bulunduğumuz bu devre boyunca tüm realiteler geçildikten sonra, hepsinin özünü bünyada taşır halde, yeni devrenin ilk realite basamağına / katmanına yönelmiş olmaktır.

      Bu gidiş de, bir bakıma; realiteler arasındaki kapıların kaldırılması / açılması ve tüm realitelerin bütünselliğinin elde edilmesi sözkonusudur. Konuyla ilgili şemada da görüldüğü gibi; SEVGİ realitesinden önce üç realite bulunmaktadır. Tam ortada bulunan SEVGİ realitesi bir ‘Bilme Kapısı’dır. (Şiar Kapısı...) Kuşkusuz, her realitedeki SEVGİ basmakçığı da bu durumdadır. Bu SEVGİ basamakçığı bir üst basamaklar için ‘Bilme Kapısı’dır. Ama, bilgilerimize göre, bu durum henüz; dünyada yaygın olarak yaşanmaya başlamamıştır.

      İçinde bulunduğumuz ve öğrencileri olduğumuz dünya okulunun sınıflarına (realite basmaklarına) dağılmış durumdayız. Sanki, Dünya Rab Planı, milyarlarca ‘saçaklanma’ halinde realite basamaklarına enkarne durumdadır.
RESİM: Rab Planı’nın ‘saçaklanmması’...
 R E S İ M
Buradaki ‘saçaklanma’ ile kastedilen; Dünya Rab Planı’nın ‘roller’ ve ‘kişilik örtüleri’ şeklinde dünya tekamül ortamında (bu zaman-mekan kesitinde) çokluk ve çeşitlilik halinde tezahür etmesidir. Varlığın roller ve kişilik örtüleriyle(2) tezahür etmesini şöylece özetleyebiliriz(2): Roller: Roller, varlığın ‘varoluş biçimleri’ ve dünyayı algılama şekilleridir. Rol adlarının (rahip, bilge, savaşçı vb.) alışılmış mesleki tanımlarla ilgisi yoktur; bunlar, varlığın dünyayı algılama biçimlerini ifade eder. Runsal Plan’ın değişik frekanstaki (çokluk ve çeşitlilik halindeki) tezahür uzantıları / saçaklanmalarıdır. Savaşçı, alim,ve kral rolleri; düşük frekanslı (‘katı’)  rollerdir. Bu rollerdeki bireyler ancak gözleriyle gördüklerine inanırlar. Hizmetkarlar ve bilgeler ise ‘orta alan’ı işgal ederler. En hızlı gelişim yolu; başkalarına hizmet etmek, başkalarının gereksinmelerine öncelik tanımakla olanaklıdır. “Rahip” hariç, öteki roller; isteyerek bu işlevi sergilemekten uzak dururlar. Bu, egonun kendini başkalarına teslim etmeyi ve onlara hizmet etmeyi öğrenmeye karşı direnmesinden kaynaklanır. Özet olarak şöyle bir derlemeyle rolleri derleyelim:
Hizmetkar   :  hizmet
Sanatçı      :  yaratıcılık
Savaşçı      :  ikna edicilik
Rahip        :  şefkat
Bilge         :  ifade edicilik (eğlendirerek bilgilendirmek)
Kral          :  egemenlik, tahakküm edicilik
Alim     :  Öteki rollerin birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayıcı ve tarafsız bir  durum-
             dadır. ‘Alim’ler öteki rollerin sahipleri için çok iyi arabulucudurlar. ‘Alim’ler bilgi toplayıp, bilgiyi biriktirme eğilimindedirler. Bir durum sona erdikten sonra, neler olup bittiğini kaydetmekte, betimlemekte ve analiz etmekte ustadırlar. Tarafsız / nötr bir rol olması nedeniyle, alimler çoğunlukla seyirci ya da gözlemci konumunda bulunurlar. So derece meraklıdırlar ve hakkında birşey bilmedikleri herşeyi araştırma itiliminden kendilerini alamazlar. (Sözkonusu ‘saçaklanma’ konusunun kapsamında olan ‘kişilik örtüleri’ konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. kaynak eser (1)

      Roller ve kişilik örtüleri şklinde kendini gösteren ‘saçaklanma’nın her birini bir enkarnasyon olarak düşünürsek (ki, öyledir zaten), bu durumda; ‘bir realitede bulunmak’ demek, o realitenin titreşimleriyle rezone olmak, o realiteye uyumlanmış ve liyakatinin kazanılmış olması demektir. Belli bir realitedeki liyakat ise, o realitenin hakkı verilerek elde edilir. Belli bir realitenin hakkını vermek ise, o realitenin tek idrakine (vicdan basamağına) ulaşmak demektir. Dolayısıyla birey, çok doğal olarak, mensubu olduğu realitenin savunuculuğunu yapma durumundadır. Ayrıca bu, onun hakkıdır da... Bundan dolayı, bireyler birbirinin realitesini saygıyla karşılamak, ona anlayış göstermek; hatta, yargılamadan onu kucaklamak durumundadır. Böyle yapmak durumundayız; çünki, en yüksek noktada görüldüğü gibi, hepimiz aynı planın saçaklanmalarıyız. Bu saçaklar, küme küme değişik realitelere sabitlenmiş durumda olsalar da, sonuçta aynı Rab Planı’nın tezahür uzantılarıyız.

      Bu şekilde, belli bir realiteye sabitlenmiş durumdayken, daha önce de belirttiğimiz gibi; bünyemizde, hem geçmiş realitelerin özlerini, hem de gelecektekilerin potansiyelini taşıyoruz; gelecek realiteleri de içimizde potansiyel olarak taşıyoruz. Gelelişip, değişip, değer kazandıkça; bu potansiyel (zaman içinde) ortaya çıkmaktadır / çıkacaktır. Zayıf aya da güçlü olsun; eski realitenin bireyler üzerinde ister istemez bir vakum etkisi vardır. Başka türlü ifadesiyle, eski realiteler; sanki bir ‘vakum etkisi’yle, bireyi geri çekmeye çalışırlar. Ama, daha önce de belirttiğimiz gibi, gelecekteki realiteler de (hedef realiteler de) esintilerini sürdürüyor durumdadır. İşte burada bierey, bir seçimle karşı karşıyadır. Ne yazık ki; seçimlerimiz genellikle rastgeledir, nefsaniyet, rehavet ve sahte benlikler, bencilce çıkarlar yönündedir. Bu nedenle önce, olmaması gereken(ler)i deneyimleriz.Olmamsı gerekeni deneyimleye deneyimleye, olması gerekeni öğreniriz; daha doğrusu, öğrenmeye çalışırız: Bu cümeleden olmak üzere; önce olmaması gerekeni idrak eder,ondan sonra olması gerekenin idrakine yöneliriz. Yukarıda sözünü ettiğimiz (eski realiteye ait) ‘vakum etkisi’, büyük ölçüde, bir önceki realitede bıraktığımız ufak tefek noksanlardan kaynaklanan bir çekimdir. Başka türlü ifadesiyle, bir önceki realitede bıraktığımız noksanlar, bir üst realiteye geçildiği zaman; ilerleyiş sırasında, bireyi geri doğru çeken ‘vakum etkisi’ oluşturur.Bu vakum aslındabireyi; belli bir noksanını tamamlamaya zorlayan bir etkidir. İşte bu nedenle; ileride, içsel gelişimi yavaşlatıcı bir sorun oluşturmaması için, bulunduğumuz / sabitlendiğimiz realitede, onun (o realitenin) hakkını verme cehdi içinde olabildiğince ve en kısa zamanda,noksanlarımızı taamamlamak durumundayız. Şunu da unutmayalım ki,üstünkörü geçiştirilen realiteler(realite kusurları / noksanları) sanki birer ‘kaygan zemin’ durumundadırlar. Yer yer kaygan olan bir zeminde ilerlemenin zorluğu da herkesçe bilienen birşeydir.

      Oysaki, tekamül yolunda makbul bir gidiş, sürekli olarak; bir üst realiteye (genel olarak da asl’a rücu etmiş olarak, ileriye yönelmiş olarak) yürümektir. Zaman zaman tökezlemek (‘kaygan zemin’den dolayı), dönüp geriye bakmak, bir önceki realiteyle ilgili pürüzelerin / noksanların bulunduğunun belirtisi olabilir ki, bu aynı zamanda ‘marazi realiteler’e çanak tutmaktır. ‘Marazi / sari realite’ kavramına, konumuzun akışı içinde ve yine geleceğiz ama, şimdilik şu kadar söyleyebiliriz ki; marazi / sari realite, asıl realitemizin bilgisine tam sahibolamamışlıktan kaynaklanan ve kuşkusuz, istenmeyen bir durumdur. Marazi realite, eski realitelerin kalıntıları / kırıntılarıdır(eski realitemizle ilgili; endişelerimiz, korkularımız, sevgisizliklerimiz ve duygusallıklarımızdır). İşte bunlar bizim, asıl realitemizde ilerleyiş ivmemizi azaltan etmenlerdir(dirençler, tortular vb.).

      İşte bunlardan dolayı, içinde bulunduğumuz, mensubu olduğumuz, hatta sabitlenmeye çalıştığımız realitenin tek idrakini almaya çalışırken; zaman zaman (hatta tekrar tekrar) dönüp, arkaya bakmak, Yukarısı için güven verici, makbul bir yolalış değildir. Oysaki, asl’a rücu etmiş şekilde, bir üst realiteye doğru şuurlu ve kararlı bir gidiş; hem Yukarısı, hem de bu gidişin izleyicileri için emin bir tavırdır. Böyle bir realite mensubunun kendisi de; adımlarının kolayca görülebilir ve izlenebilir durumda olduğundan emindir. Bundan dolayı da; örneğin, “Böyle bir yol gösterici adımlarını atarken, tekrar tekrar dönüp, arkasına bakmaz; sadece emin bir şekilde ilerler. Çünki, bilir ki; adımları ışıklıdır ve iz bırakandır.”

      Yukarıdan beri sözünü ettiğimiz, asl’a rücu (yöneliş, meylediş) cehdi, idraklenme çerçevesinde sergilenen değişim cevheridir. ‘Bilginin özüne doğru yürümek’ de; aslında, bundan başka bir şey değildir. Burada, ‘Bilginin özüne doğru yürümek’, içinde bulunduğumuz realitenin payına düşen bilginin en süptil titreşimine uyumlanma cehdidir. Bu uymlanma, o realitenin vicdan alt basamağında grçekleşir ki, bu yürüyüş; bireyi bir üst realiteye götürücü bir gidiştir. Dünya beşeriyeti için bu gidiş, dinsel ve sembolik bir ifadeyle, ‘sırat üzerinde yürümek’tir.(3) Bu gidiş, daha da evrensel ve kozmik bir anlamda, yaratılışa katılmanın kaçınılmaz eylemidir.

      Aslında, yaratılışa katılmamak, değişmemek, İlahi Murad’a uymamak sözkonusu değildir. Her tekamül düzeyinde (her realitede) bulunan varlık, kendi gelişim düzeyinin gerektirdiği farkındalığa göre, tezahürata katılır. Bu katılışta, yaratılmış olan herşey birbirinin gelişim aracıdır ve herşey birbirini geliştirmek için vardır, tüm varlıklar (yaratılışın tüm birimleri etkileşim halindedir) ve etkileşerek gelişmek, değişmek sözkonusudur. Bu etkileşimde ve tezahürata katılışta, varlıkların değişik realitelerde bulunmasının bir yararı da,geliştirici etki konusunda ve gerilime sokmak bakımından  çeşni sağlamaktır, epröv zenginliği dolayısıyla bireye deneyim artırma olanağı sunmaktır. Bu bağlamda (yani, varlık varlığın gelişim aracı olması çerçevesinde) sergilenen en belirgin ve çeşitliliğe sahip etkinlik alanını, beşeri ilişkilerde görüyoruz. Beşeri ilişkiler çerçevesinde, varlık alanlarının(enkarne durumda olan bizler için bireysel alanaların) teğetleştiği noktalarda eprövler oluşur.
R  E  S  İ  M  :
T e ğ e t    ve k e s i ş e n   a l an l a r 
Bu teğetleşmenin beraberinde getirdiği ‘gerilim alanları’ aracılığıyla da haletler yaşanır. İşte, bireyden beklenen; sadece, beşeri ilişkiler ile yatayadan gelen bu etkilere değil, düşeyden gelen etkilere de bilgi ile (eski idrakleriyle) tepkide bulunamaktır.

      Dünya tekamül okulunun çeşitli realitelerine dağılmış durumda bulunan dünya beşeri; evrensel yardımlaşma ve dayanışma yasası çerçevesinde ve kıyam etme (şuurda uyanma) telaşı içinde sürekli etkileşim halinde, içinde bulundukları realitelerde olgunlaşmak ve bir üst realiteye yükselmek cehdini sergilemektedirler. Bu haliyle (ve özellikle de dinsel metinlerdeki ifadesiyle) bir mahşer görünümü sergileyen beşeriyet; aslında, hepbirlikte İlahi Murad’a hizmet etmekten başka bireşey yapmamaktadır. Bu hizmette, sisler içinde uyuyarak / uyuklayarak yürüyor görünümünde olmasına rağmen, yaptığı her şey, bir üst realitede uyanmaktan başka bir şey değildir: Herkesin önündeki ilk hedef, bir üst realitede uyanmaktır. Bu uyanış kıpırtısı, hatta telaşı içinde sergilediğimiz beşeri ilişkilerde kendimize muhatap olarak, bireyleri / şahısların / şahsiyetleri değil; realiteleri muhatap almakta (sağlıklı beşeri ilişkiler sergilemek açısından) yarar vardır.”Demek ki, böyle bir realite varmış ve ne yazık ki, bizim arkadaş da o realitedenmiş...” deyip, kendimize dönmekte; “O realite mensubunun bana yönelik (daha doğrusu benim egoma yönelik) etkisiyle benim nerem acıdı, hangi sahte benliğim incindi ve ben şimdi bu etkiye hangi bilgimle tepki vermeliyim...” şeklinde düşünemekte (içsel gelişim açısından) yarar vardır. “İşte bu tepkimin; ne kadar nefsani, ne kadar vicdani oluşu, benim genel gelişim düzeyimle ilgili bir gösterge olabilir. Karşı tarafın bana yönelik etkisinden de kendisi sorumlu...”

      Kuşkusuz, herkes kendi realite düzeyine göre, aldığı etkilere tepki verir. Ama herhalde makbul olan, realitemizin gerektirdiği ‘en üst düzeyde tepki’ vermektir. Bu ‘üst düzey tepki’de, içinde bulunduğumuz realitenin en üst düzey idrakli tepkisidir: Olabildiğince, nefsaniyetten / duygusallıktan uzak , vicdan ağırlıklı tepki... Esasen sağlıklı ilişki sergilemenin de gereği budur: Böyle bir uygulama içinde; bireylere, şahıslara, şahsiyetlere takılmadan, realiteye; sevgi, şefkat ve merhametle yönelebiliriz. Bu ifade tersinden de doğrudur, şöyle ki; sevgi, şefkat ve merhamet ile (ama realiteye yönelik olarak) hareket edebilirsek, kendi gelişimimiz açısından daha sağlıklı bir tutum sergilemiş oluruz. Unutmayalım ki, biz kendimizden sorumluyuz; karşı tarafı geliştirmekten, onun haddini bildirmekten, onu edeplendirmekten değil. Erdemli insanlara özgü bir hoşgörü ve sabır ile; karşı tarafı kendi haline bırakıp; kendimize dönmek, içsel gelişim açısından daha kazançlı sonuçlar getirir.

      Burada önemli olan, karşı tarafın (ki bu, en yakınımız da olabilir) negatif tutumu, bencilce etki karşısında, onu olduğu gibi kabul ederek, realitesine saygı göstererek; öfkelenmeden, nefret etmeden, onu bir sabır sınavı olarak kabullenerek, kendimize dönmekte yarar vardır. Bunu becerebilirsek, karşı tarafın etkisinden, içsel gelişim yönünde yararlanmış oluruz. Bize yönelik bu etkisiyle o şahıs, bizim gelişimimize, daha da güçlenmemize hizmet etmiş olur. O (nefsinin güdümündeki) zavallı istediği kadar; bizi tahakküm altına aldığını, bizi yönlendirip, yönettiğini, baskı altında tuttuğunu zannetsin dursun. Onun, kendisini ne sandığı onu ilgilendirir; benim, kendimi ne sandığım da, beni...” Ama, işte bunu başarabilmek; (yukarıda da belirttiğimiz gibi) şahıslara şahsiyetlere takılmadan, onların temsil ettikleri realitelere yönelmekle olanaklıdır. Çünkü, realiteye nefret duyulmaz, öfkelenilmez, kin beslenilmez; daha da önemlisi duygusal hezeyanlara girilmez. Bu tutum bizi,elbette ki; kusurlu ilişki sergilemekten de koruyacaktır. Bireye yönelik değil de, onun realitesine yönelik ilişki içinde bulunma titizliği sergilemek, ‘yorumsuz ve yargısız olmayı’ da beraberinde getirecektir. ‘Yorumsuzluk ve yargısızlık’ ise, her türlü çağırışıma açıklık demektir.

      Bu yazımızın ana teması olan ‘REALİTELER’le bağlantılı olarak irdelemeye çalıştığımız iletişim ve etkileşim, eher ne kadar bir yardımlaşma ve dayanışma yasası gereği gerçekleştirilen; bireylerin, birbirinin etkileşimine ve gelişimine hizmet etkinliği ise de, özellikle devre sonunun gereği olarak,bireyler arası etkileşim ve sağlıklı ilişki, ne yazık ki, giderek yozlaşmaktadır. Çünkü, herkes; kendi realitesinin gereği ve realitesinde alabileceği en üst düzey bilgiyi almak için her türlü deneyimi denemektedir.Ayrıca, herkes; sanki, şuurda uyanma cehdi ve telaşı içinde, ekendi derdine düşmüş durumda olarak, kendi realitesinin savunuculuğunu yapmaktadır.

      İşte yine aynı cehd ve telaş içinde birey, doğal olarak kendi realitesini savunurken; “En doğru / üstün realite benim realitemdir, en yüksek bilgi benimkidir / bizimkidir...” yanılgısı ve enaniyeti içinde, mensubu olduğu realitede ilerlemek yerine, o realitede çakılıp kalmak tehlikesiyle karşılaşabilir. Hatta bununla da kalmayıp, onu başkalarına empoze etme hatasına ve kusuruna düşebilir. Çevresindekilerin ille de kendisi gibi düşünmeleri, hatta kendisi gibi konuşmaları beklentisi içine girebilir. Bunu göremediği, bulamadığı zaman üzülür / kırılır, hatta (eğer gücü yetiyorsa) kendisi gibi düşünmeyenleri dışlamaya kalkabilir. Bunlar, kuşkusuz, daha çok; enaniyetten, kendini beğenmişlikten kaynaklanan kusurlu ilişkielerde anlamını bulan ‘realiteye saygısızlık örnekleri’ nden başka bir şey değildir. İşte bu etkilerden, az önce de belirttiğim gibi, içsel gelişim yönünde yararlanabilirsek, akıllıca davranmış oluruz. Unutmayalım,herkesin ne yaptığı (iyisiyle / kötüsüyle) kendinedir.

      Yukarıda değinip geçtiğimiz ‘kusurlu tutum / ilişki’ kadar, en az onun kadar sakıncalı / kusurlu bir tutum da, asıl olması; bulunması gereken realitede sabitlenmemektir. Sanki, şakülün sabitlenmemesi, hep salınım yapması ve bir türlü dengeye gelememesi gibi... Oysaki şakül, birkaç salınımdan sonra, bir noktada denge durumunda kalamalı ki, duvarcı ustası ne yapacağını bilsin...Bu örneğe benzer şekilde, bizler de başat / dominant (yani, esas) realitemiz hangisi ise, onda sabitlenmeli ve o realitenin idrakine ulaşmalıyız ki, bir sonrakine yönelme liyakatimiz oluşsun. Salınıp yapıp duran belli bir realitede sabitlenememek, içsel gelişim açısından elbetteki istenmeyen ve zaman / enerci kaybettirici bir durumdur. Bunun öteki adı ‘oynak şuur hali’dir. Bu anlamda, ‘oynak şuur hali’ne sahip olan bireyin, içinde bulunduğu realiteye de ‘oynak realite’ denebilir. Bu durumda olan bir kimse; ya ataletten dolayı, çoğunlukla eski realitesine dönüktür, ya da sırf özenti itilimiyle, bir üst realitedeymiş gibi hareket etmeye çalışır. Yani bu kimse, Mevlana Celaleddin’in ünlü özdeyişinde anlamını bulan durum ile bağdaşmayan bir uygulama ve tavırlanma içindedir.(“Ya göründüğün gibi ol; ya da olduğun gibi görün!”) Asıl mensubu olduğumuz (yaşam planımızı da ona göre hazırladığımız) realitede sabitlenememenin başka bir sakıncası da, marazi / sari realitelere davetiye çıkartmaktır ki bu kavrama daha önceki paragraflarda değinip geçmiştik.

      Birey için, kendi asli realitesinin dışındaki realiteler ‘sari realite’ durumundadır. Birey, yaşam planına göre bulunması gereken asli realitesine ‘sabitlenmiş’ olmalı ki, yukarıda değindiğimiz ‘sari realite’ tehlikesine karşı kendisini korumuş olsun. Bunun güvencesi, realitenin bilgisine sahip olmaktır. Realitemizin bilgisine sahipsek bize sari / marazi realite ulaşamaz / bulaşamaz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, marazi realite, eski realitelerden kalma kalıntılardır ve sahte benliklerle yakından ilgilidir. Çünkü, sahte benliklerin bir kısmı eski realitelerden kalmadır. Dolayısıyla, sahte benlikler de ‘marazi realite’ nitelikli nefsani oluşumlardır. Hatta, yine bu özelliklerinden dolayı, sahte benlikler marazi realitelerden beslenir. Bulaşıcı nitelikli olan marazi realiteler bize,herhangi bir sahte benliğin açık kapısından, onun zaafıyla bulaşmaya çalışır. Marazi realite genellikle cezbedicidir, binbir kılık içinde bireye yaklaşır ve onu iğva etmeye / kandırmaya çalışır. Ayrıca, az önce de ebelirttiğim gibi, sahte benlik oluşumunu kolaylaştırır, var olanları da besler. Atalet ve rehavet içinde, kendinden bi-haber (habersiz) uyurgezer birey için, marazi realite tehlikesi her zaman vardır.

      Marazi realite tehlikesi, büyük ölçüde, özdeşleşme zaafımızla ilgili bir olumsuz durumdur. İçinde bulunduğumuz formlar ortamında, herşeyin geçici olduğunu bile bile, hiç bir şyin ölümötesine götürülemeyeceğini bile bile birçok şeyle özdeşleşiriz: Formlar ortamında her şey geçicidir. Çünkü, sürekli değişim söz konusudur. Onun için hiçbir şeye bağlanmamak, hiçbir şeyle özdeşleşmemek gerek. Böyle bir bağımsızlıkla, kokularımızın çoğundan da kurtulabiliriz. Formlar ortamında her şey gelip geçicidir ve değişim kaçınılmazdır. Bir Budist bilge şöyle demiş: “Keşiş olduğumdan beri 20 yıl içinde tüm öğrendiklerimi bir cümle ile özetleyebilirim: Ortaya çıkan her şey kaybolur, işte bildiğim budur.” Bu keşişin, aslında demek istediği şey şuydu: Ben olana / olmakta olana direnmeyi hiç öğrenmedim. Şimdiki anın olmasına izin vermeyi ve her şeyin, ve koşulun geçici doğasını kabullenmeyi öğrendim ve bunda huzur buldum...

      İşte bu keşişin yaptığı gibi; Hiçbir şeyle özdeşleşmeden, idraklenme cehdi içinde olursak, kendimizi marazi realitelerden koruyabiliriz. Marazi realitelere karşı böyle bir farkındalık içinde olmak, (Kur’an’daki ifadesiyle) ‘sakınmak, sakınanlardan olmak’ tır. Bu anlamda ‘sakınma’ konusunda yeterli titizlik gösterilmezse, asıl kişiliğin realitesinde oluşan çatlaklardan marazi realite ‘bünye’ye (bedensel bene) nüfuz eder.

      Yukarıdaki paragrafların birinde de değinip geçtiğimiz gibi; birey, belli bir realitede bulunurken,bir önceki ve bir sonraki realitelere kapalı değildir. Tam tersine, bir önceki realitesiyle bir sonraki realitenin etkisi altındadır. İdraklenme cehdini sürekli kılabildiğimiz ölçüde de yönümüzü (genel gidişimizi) bir üst realiteye dönük tutabiliriz ki, makbul olan da budur.

      Bu durumda olan birey sanki; kendi asli realitesi ile, bir üst realite arasında gider-gelir durumdadır. Ancak bu durumdaki sabitlenme hali, yukarıda (şakül benzetmesiyle) sözünü ettiğimiz durumdan farklıdır. Çünkü, bu durumda olan birey, idraklenme cehdi içinde, kendi asli realitesinde sabitlenme durumunda ve yüzünü bir üst realiteye çevirmiş vaziyettedir. Birey bu pozisyonunu sürekli kıldığı sürece, eski realitesinden kaynaklanan marazi realitelere açık ekran durumunda değildir.

      Görülüyor ki, belli bir asli realitede bulunurken; gerek marazi / sari realitelere, gerekse olası teşevvüş alışkanlıklarına karşı en gerantili durum, yukarıda belirtmeye çalıştığımız sakıncalı durumlara karşı uyanıklık içinde, içsel gelişimin gereklerini göz ardı etmemektir. İşte bu çerçevede öncelikle yapılacak şey; bireyin, içinde bulunduğu asli realiteyi teşhis etmesi ve onun en üst düzey (en süptil) bilgisine ulaşma cehdini elden bırakmamasıdır. Ayrıca, eski realitenin özü ile yeni realitenin gereklerini bağdaştırma cehdi içinde olmakta yarar vardır. Bu durum, simgesel anlamda, ‘bilgiye köprü vazifesi görmek’tir. Aynı durumun başka ezoterik / simgesel ifadeleri de ‘işlek yol olmak, akışkanlığı sağlamak ve biliyor olmanın egereklerini / sorumluluğunu yerine getirmektir. Bir üst realiteye geçince de, eski realiteye kapıları kapamamak (yani onu öldürmemek, küçümsememek, o realite mensuplarını kınamamak) gerek. Çünkü, tüm realiteler (realitelerin mensuplarıyla birlikte) birarada yaşıyor ve bizim onlarla karşılaşmak, etkileşmek, birlikte epröve girmek olasılığı her zaman var. Dolayısıyla, eski realitenin öz bilgisine her zaman gereksinim duyabileceğimizi ve esasen biz o öz bilgi ile bu realiteye yükseldiğimizi unutmamalıyız. Aksi taktirde, ‘kendini beğenmiş budala kaplumbağa’nın kusurunu biz de yinelemiş oluruz...) Esasen, sağlıklı bir değişim de, tekamül realitesine yükseliş de bu şekilde oluşur. Başka türlü ifadesiyle, alınan bilgi ile, varlıksal gelişim düzeyi paralel olarak artmıyorsa, sağlıklı değişim oluşmuyor demektir. Yani, bilgi artışı ile, varlık gelişimi arasında bir paralellik olmalı, dengesizlik olmamalı.

      Bu belirttiğimiz olumlu durumun gerçekleşmesi için,özellikle bireyin; idraklenme cehdini elden bırakmaması ve eski realitenin alışkanlığından ve rehavetinden kendini kurtarması gerekir. Çünkü, bu rehavet, bir üst realiteye geçmek için ayak bağı oluşturur. Rehavete / rahata düşmeme cehdini sürekli kılmak gerek. Onun için, “Dünya rahat yeri değildir.” Rehavet halinde bulunmak, genellikle; varlıksal durumun ve yaşap planının gereklerini yapmamak ve yaşam planının gereklerini yerine getirmemek, bundan dolayı da yapılmaması / olmaması gerekenlerle meşgul olmaktır ki bu, aynı zamanda, “realite içinde yüzer halde olmak” diye adlandırılan ve içsel gelişim açısından makbul olmayan bir durumdur. ‘Realite içinde yüzer halde olmak’ asıl bulunmamız gereken realitede sabitlenememiş olmaktan dolayıdır. Söz konusu sabitlenememenin oluşturduğu olası sakıncalardan biri de ‘realite boşluğuna düşmek’tir.

      Büyük ölçüde, içinde bulunduğu realitede, bir üst realiteye geçmenin gereklerini yerine getirmemiş birey; külli tekamül gidişinin itici gücü ile karşılaştığı zaman, bir üst realitede tutunacak bir nokta bulamaz. Bu aynı zamanda da, kendi asli realitesinde de işini bitirmiş olmasından dolayı, içine düştüğü belirsizlik halinin adı, ‘realite boşluğuna düşmek’tir. Yani, içinde bulunduğu asli realitede gereğinden fazla oyalanmış ama hala bulunduğu realitenin hakkını verememiş, bir üst realiteyi de hep inkar etmiş, görmemezlikten gelmiş, gerekli hazırlılığını yapamamış. Bu arada, külli tekamül gidişinin itici gücü giderek artıyor, zaman enerjisi olgunlaşmaya / bir üst realiteye doğru zorluyor ama bireyin o üst realitede tutunacağı yer yok. İşte bu durumdaki bireyin içine düştüğü hal, ‘realite boşluğuna düşmek’ dir.

      Onun için, birey; hangi realitede bulunursa bulunsun, yönü her zaman bir üst realiteye dönük ve oraya geçme hazırlığı içinde olmalıdır; yani bir üst realitenin kisvesine bürünmede yarar vardır. Aslında, yine ezoterik ifadesiyle; eski realitenin kisvesini bırakmadan, yeni realitenin kisvesine bürünülemez. Daha doğrusu, eski realitenin rehavetinden / ataletinden çıkmak istemeyen beşer, bir üst realitenin kisvesine bürünemez. Bu durum, bir bakıma; yeni realitenin sorumluluğundan kaçış olarak da yorumlanabilir.


      Yazımızın akışı içinde yer yer; özellikle iki realite arasında bireyin, ‘teşevvüşün alışkanlığı’na düşebileceğini belirtmiştik. ‘Teşevvüşün alışkanlığı’ sanki,”küçülmüş / daralmış elbise ile dolaşmaya” benzetilebilecek istenmeyen / kusurlu bir durumdur. Bu durumda bulunan birey, (yukarıda sözünü ettiğimiz) içinde bulunduğu realitenin kisvesinden kurtulup; bir türlü, bir üst realitenin kisvesine bürünemez. Hatta, ‘dar elbise’ye o kadar alışmıştır ki, onun darlığının bile farkında değildir. Aslında, ‘elbisenin darlığını fark etmek’ demek, içinde bulunduğu realitenin artık işe yaramazlığının farkına varmak demektir. Şimdi bizler, özellikle de devre sonu beşeriyeti olarak ‘yeni insanlık elbisesi’ni giymek için, daralmış / küçülmüş elbiselerimizi üzerimizden çıkarmak durumundayız. Çünkü, bu daralmış giysiler ile yeni realitede iş görülmez.

      Bir üst realitede daha güçlü / süptil / kapsamlı ama sade bilgi ile karşılaşılır. Çünkü, realiteler yükseldikçe, sade ve güçlü bilgi ile karşılaşmak doğal ve kaçınılmazdır. Bu nedenle,şimdiki donanım ile o bilgiye muhatap olmak olanaklı değildir. Şimdi sahip olduğumuz (mecaz anlamda ‘elbise’ de dahil) tüm donanımımız da; anlayışımız, safiyetimiz, esnekliğimiz, sabrımız / tahammül gücümüz, fehim ve ferasetimiz de(3) süptilleşmelidir. Ancak, o zaman bizi,bir üst realiteye taşıyacak ‘kutsanmış bilgi’ye layık hale gelinir. ‘Kutsanmış bilgi’, bir realitede alınabilecek en süptil ve dolayısıyla da bizim bir üst realiteye geçişimizi sağlayacak olan bilgidir. Bu günlere bu şekilde geldik...

      Esasen, her zaman da söylediğimiz gibi; bir üst realitenin bilgisinin tesirini alabilecek iç temizliğe yükselme cehdi içinde olmak, içsel gelişimin gereğidir. Ancak bu şekilde bilginin tesiri alınır ve o tesiri alınan bilgi, bireyin (varlığın) kendi öz malı haline de bu şekilde gelir. Bu anlamda, bir realitenin bilgisinin tesirini almak, bireyi bir üst realitenin bilgisini almaya layık hale getirir. Kapsamı genişlemiş bir anlayışla, eski realitesinde karşılaştığı bilgileri de bu kez daha derinden anlama şansına kavuşacaktır. Çünkü, aynı bilgi realiteler değiştikçe, başka başka (yani, daha derin) anlamlar ifade eder. Biliyoruz ki, bir realitenin en süptil tesiri bireye vicdan kanalıyla gelir. Ancak, bu güzel sonuca ulaşabilmek için; bireyin, mensubu olduğu realitenin merkezin ulaştığı zaman, o ortamın / realitenin / varoluş kesitinin bilgisini almış ve bir üst realiteye geçmeye hak kazanmış demektir.

      Burada, hazır; vicdandan söz açılmışken, ‘vicdansızlık’ diye bir durumun söz konusu olmadığına da değinmek isteriz. Kuşkusuz, her realitedeki bireyin, kendine özgü bir vicdani değerlendirmesi vardır. Ayrıca, her realite basamağının da; bir, vicdan alt basamağı vardır ve o realiteye özgü temel bilginin de bu alt basmakta alındığını daha önce de belirtmiştik. Bigilerimize ve yaşamdan aldığımız gözlemlere göre, %ıoo vicdan realitesi yaşamak, bu varoluş kesitinde olanaklı değildir. Esasen bu şart ve makbul de değildir. Bundan da iyicesi ‘makul vicdan’ uygulamasıdır. Dünyada, bu koşullarda ‘makul vicdanlı’ olarak yaşamak, büyük ölçüde idrakli yaşamaktır.

      Realite konusuyla vazife kavramı arasında da çok yakın ilişki ve işlevsel bir bağlantı vardır: Çünkü, varlıklar; tekamül düzeylerine uygun olarak, çeşitli realitelere enkarne olmuş olarak vazife yapar. Yani, bir ruhsal planın tezahür uzantıları (pek çok sayıda saçaklanma halinde) birden fazla realiteye sanki konuşlanmış bir durumdadır. Her bir tezahür uzantısının (ya da ‘saçağın’) görevi / vazifesi, İlahi Murad’a yönelik olarak, planının tezini gerçekleştirmektir. Hatta, bu açıdan bakıldığında, tüm realitelerin; vazifeyi tamamlamak için (İlahi Murad’a hizmatan) var olduklarını söyleyebiliriz. Hatta daha geniş anlamda (dünya kapsamlı) baktığımızda; Dünya Rab Planı, saçaklanmalar (pek çok sayıda tezahür uzantıları) halinde beşeri realitelerin basmaklarına enkarne olmuş durumdadır.(Bkz. konuyla ilgili şema.)

      Bu nedenle; gerilik, ilerilik söz konusu değildir. Bu bilgi çerçevesinde; tüm realiteleri, birbiriyle değil, her realiteyi kendi içinde (kuşkusuz, böyle bir şey de gerekliyse...) kendi içinde değerlendirmeye tabi tutmak, daha isabetli olur. Bundan da iyicesi, tüm realitelere; hoşgörü, sevgi, temkin ile yaklaşmak ve her realiteye saygılı olmaktır. Az yukarıda, ‘realite-vazife bağlantısı’na değinirken, sözünü ettiğimiz İlahi Murad’a hizmet çerçevesinde, şimdi dünya beşeri olarak, dünya realite basamaklarının dördüncüsü olan sevgi realitesine yükselmeye çalışıyoruz. (Bkz. Dünya Beşeri Realiteleriyle ilgili şema.) Konuyla ilgili şemada da görüldüğü gibi, sevgi realite basamağının öncesinde 3, sonrasında 3 basmak vardır. Dolayısıyla sevgi realitesinde bulunan / bulunacak(4) varlıklar Yukarı’dan (bir üst realiteden) geleni reziste ve tolere etmek durumundadır. (Sanki, iki 3’lü arasında tampon...) Sevgi realite basamağının üstündekiler (vicdan, hizmet ve hakimiyet) Dünya üst realite sistemlerini oluşturur. 

      Az yukarıda, sevgi realitesi basmağındaki varlıkların; sanki,kritik bir göreve sahibolduklarını belirtmiştik. Yani, Dünya tekamül okulunun realite basamaklarından sevgi basamağında bulunanlar (ki onlara ‘kıyamet işçileri’ de deniyor); üstteki üç realiteden gelen tesirleri, alttaki üç realite basamağına yansıtmak (sanki, bu iki grup arasında bir ‘köprü’ oluşturmak) durumundadırlar. Bundan dolayı da, bunlara, ‘katalizör varlıklar’ ya da ‘katalizör şuurlar’ denilmektedir. Bu gidişle, kıyam olgusu (şuurda uyanış) tamamlandığı zaman; çeşitleme, eşitlemeye dönüşecek. Fakat her realitede bulunanlar, bir üst basamağa / realiteye yükselmiş olacaktır. Bu yükselişte, ‘kıyamet işçileri’ de denebilecek durumda olan (sevgi realitesini oluşturanlar) bu varlıkların tek tek görevleri, bir üst realiteye ulaşmak isteyenlere yardımcı olarak, sanki onlara ‘yol’ vazifesi göreceklerdir.

      ‘Kıyamet işçileri’ olarak adlandırılan bu kimseleri, bir nehrin karşı kıyısına geçebilmiş insanlar olarak düşünürsek; bunların vazifesi, son yolcuya kadar, karşı kıyıya geçebilecek durumda olanları, salimen yerine ulaştırmaktır.
..............................................

(1)       Kendini Tanıma Rehberi, AKAŞA Yayınları
(2)       Sırat’ı Müstakim = Tanrı Yolu
(3)       Fehim ve feraset:  ..................................................................
(4)       ‘Bulunacak’ diyoruz; çünkü, sevgi realitesi dünya gezegeninde tam anlamıyla henüz yaşanmamıştır.