Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

15 Aralık 2019 Pazar

YARI İDRAKLİ OTOMATİK GELİŞİM DÜZEYİNDE ALIŞKANLIKLARIN YÖNETİLMESİ


YARI İDRAKLİ OTOMATİK GELİŞİM DÜZEYİNDE ALIŞKANLIKLARIN YÖNETİLMESİ
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT bilgilerine göre, “Otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli”(1) varlıklarıyız ama beşerî alışkanlıklarımızla yakından ilgisi olan otomatizmadan kurtulmamız gerektiğini de genel ruhçuluk bilgilerimizden biliyoruz. Çünkü otomatizmanın verdiği rehavet ve rahatlıkla gelişim yolunda ilerlemek yerine bir yerlerde çakılıp kalırız. Buna “kabuklar içinde sâbitleşip kalmak” da denmektedir ki, bir enkarne için hiç de makbul bir durum değildir. Çünkü bu durum atâleti de beraberinde getirir, hattâ atâletin sonucudur. Bu nedenle, eğer bizler için kendini tanıma duyarlılığı içinde idraklenip şuurlanmak önemliyse, alışkanlıklarımıza karşı bir duyarlılığımız da olmalı…
Alışkanlıklar, yaşamımız boyunca kazandığımız yinelenen ve koşullanılmış davranışlardır. Bu alışkanlık tanımında geçen “koşullanmışlık” kavramı da gelişim açısından duyarlı olunması gereken bir durum. Çünkü gelişim yolunda gidişimizi ağırlaştıran etmenlerden biri de beşerî, toplumsal ve ve maddesel koşullanmışlıklarımızdır. Çocukluktan, hatta bebeklikten başlayarak pek çok şeyle koşullanırız/koşullandırılırız, hattâ koşullandıklarımızla özdeşleşiriz. Oysa, her şey gelişim için kullanılıp terk edilmesi gereken birer araçtır, özdeşleşilecek/putlaştırılacak bir değer değil. Yaşımız ilerleyip de aklımız başımıza gelince; yaşam, gözlemlerimiz ve okuduklarımız bize alışkanlıklarımızla gelen koşullanmışlıkların terk edilmesi gereken safralar olduğunu öğretir. Sonra bunlardan kurtulmaya çalışırız ama çok zor…
Burada “alışkanlık” derken sâdece kötü alışkanlıkları kastetmiyoruz. İyi denebilecek alışkanlıklarımızı da değişime tâbi tutarak daha iyilerini bulmaya çalışmalıyız. Kötü alışkanlıklardan ise çok küçük yaşlardan başlayarak uzak durmalı ve uzak durulması gerektiğini çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çünkü “kötü” dediğimiz alışkanlık bireyi içten içe kemiren bir rahatsızlığa benzer bir musibettir ve kişinin benliğinde bir kez kök salınca, kişi onu bırakmak istese de; o, kişiyi bırakmamakta direnir. Bu durumda bireyin irâdesinin çok güçlü olması ve belki de psikolojik yardım alması gerekir. Bu nedenle, iş işten geçmeden önlem almakta yarar vardır. Burada anımsamakta yarar olabilecek bir özdeyişi de yeri gelmişken satırlarımıza katıyoruz; “…Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür, değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür ve karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.”(Mahatma Gandhi)
Kötü alışkanlıklardan uzak durmanın bir çâresi de atâlete/tembelliğe düşmemek ve gelişim yönünde etkinlikler içinde bulunmaktır. Ünlü düşünür Voltaire demişti ki, “Çalışmak bizi şu üç büyük beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.” Bizler, İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’ta gördüğümüz gibi, “otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli” beşerî varlıklarıyız(1). Bu gelişim düzeyinde olan bizler için;  aklı çalıştırmayıp, inanç / imân durumunda kalmak, atâlet sözcüğünde anlamını bulan tembelliktir ki, câhillik (câhiliye) döneminden kalma Araplar, Peygamberin tüm uyarılarına karşın atalarından kendilerine aktarılmış bulunan bilgileri onları irdelemeden, doğruluk derecelerini anlama zahmetine girmeden uygulamakta ısrar etmişler ve sonunda kaybeden kendileri olmuştur.(2) Bu arada, eğitmemiz, edeplendirmemiz ve yönlendirmemiz gereken yanımız olan nefs, alışkanlıkları çok sever ve atâlete bayılır. Nefsin yap dediğini yapmamak, kendini tanıma duyarlılığı içinde ve kendi gerçek doğasını önemseyen birey için uygulamaya konabilecek en akıllıca tutumdur.
Tüm bunlardan dolayı çocuklarımıza çok küçük yaşlardan başlayarak iyi alışkanlıklar kazandırmak; aklı başında, sağ duyu sâhibi her ana-bananın sorumluluğu ve görevidir. Bu kısa yazımızı, “atâlet” kavramını da içine alan ve atâlete duyarlılığın devre sonundaki önemini de vurgulayan, değerli hocamız Ergün Arıkdal’ın bir özdeyişiyle sonlandıralım: “Devre sonunun,  giderek yoğunlaşan ve tesirliliği artan tesirlerinden dolayı teşevvüş yaşanması doğaldır. Zamanında(devre boyunca) gelişim, idraklenme ve şuurlanma bağlamında atâlete ve rehâvete düşmemiş, vicdan sesine kulak tıkamamış olanlar devre sonunun rahman  ve rahîm olan tesirlerine kolayca uyum sağlayıp yükseliş kazanırlar. Bunun tersi durumda olanlar ise derece derece derîn teşevvüşlere girer çıkarlar.”(3)
…………………………………………………..
(1)     İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, Bedri Ruhselman (sayfalar; 3,50,58,60,77,101,135,180,197)
(3)     RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER, Ergün Arıkdal (sayfalar; 161,162)

22 Kasım 2019 Cuma

KURTULUŞ VE İYİLİKLERE GÜZELLİKLERE ÇAĞRI


KURTULUŞ VE İYİLİKLERE GÜZELLİKLERE ÇAĞRI

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İnsanları hayra çağırmak, iyilikleri işaret etmek ve önermek, kötülükleri dikkat çekip  uyarılarda bulunmak; sağduyu sâhibi erdemli bilge insanın tavrıdır. Aslında insanın yüceliğine yaraşan ve ALLAH’ın bizden istediği de bundan başkası değildir(1). Tüm dinsel öğretilerle, seçkin inisiyatik  bilgilerin temel amacı olan bu durum,  sayısız enkarnasyonlar boyunca; bitkilik ve hayvanlık düzeylerinden geçip, beşerî düzeye gelmiş bir varlık  için gerçek anlamda kurtuluştur. Bu kurtuluş, en kaba anlamda; maddenin câzibesinden ve toplumsal koşullandırmalardan özgürleşmektir. Bu kurtuluşun kapsamına giren bireysel olumsuzluklar; kendini bilme duyarlılığı içinde, yaşam sınavlarından geçerek en aza indirilecek sahte benlikler(ki bunlar nefsin değişik yüzleridir), kontrol altına alınması ve yönetilmesi gereken duygusallıklar, olumsuz duygular, özdeşleşmeler, atâlet, tembellik vb.dir.
Görünen o ki; İnsanları hayra çağırabilecek, iyilikleri işaret edip onları önerebilecek, kötülükleri işaret edip onlardan uzak durulmasına dikkat çekebilecek duruma gelmesi için önce kişinin kendisinin belli bir gelişmişlik düzeyine gelmesi gerekir. İnsanlaşma yönünde ilerlemenin ve bu düzeye ulaşmanın yolu da kendini tanıma ve bilme duyarlılığı içinde idraklenme ve şuurlanma cehtini elden bırakmamaktır. Şuurlanmak, idraklenme birikimleri sonunda ortaya çıkan ve varlıksal gelişimin esâsı olan bir olgudur. Yâni şuurlanmanın alt yapısını idraklenme cehtinin sürekli kılınması oluşturuyor. İdraklenme cehti ise, her şeye rağmen; olabildiğince doğru bildiğini uygulamak, yâni içinde bulunulan bireysel realitenin gereğini yapmak ve o realitenin vicdan basamağına yükselmektir. Çünkü belli bir realitenin bilgisi vicdan basamağında alınır.
İdraklenme cehti kapsamında birey, kendi yaşam planı gereği pek çok hallerden(sıkıntılar, mutluluklar vb.)geçerek görgü ve deneyim birikimini artırır. Varlığın(öz benliğin) öz bilgilerinin(2) hammadesini oluşturan bu değerli birikim(uyku sırasında) şuurdışına(3) aktarılır, ölüm dediğimiz geçişten sonra da bunların değerlendirilmeleri ve muhasebesi yapılarak, en azından bir kısmı varlığın varlıksal ve evrensel kazanımı olan öz bilgilerine katılır. 
Görülüyor ki, bir enkarne varlığın; İnsanları hayra çağırabilecek, iyilikleri işaret edip onları önerebilecek, kötülükleri işaret edip onlardan uzak durulmasına dikkat çekebilecek duruma gelmesi; önce idraklenmeyi, şuurlanmayı ve bunun için tekrar tekrar bedenlenmeyi gerektiren bir insanlaşma sürecinin sonunda ulaşılan makbul bir düzeydir ve şimdilik bizler için gerçek “kurtuluş” da bundan başkası değildir.
……………………………………………
(1) Kur’an, Ali İmran 104
(2)”öz bilgiler” için bkz. İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 112 ve devamı
(3)”şuurdışı” için bkz. İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT, syf.141 ve devamı


4 Ağustos 2019 Pazar

BEŞERÎ ANLAYIŞSIZLIK


BEŞERÎ ANLAYIŞSIZLIK
"Söylesen de anlamazlar…"
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Enkarne varlıklar gelişmişlik düzeylerine göre ve yaşam planlarının da gereği olarak beşerî realitelerin basamaklarına dağılmış durumdadır. Herhangi bir realite basamağında bulunan bir enkarne bir üst basamağın gerçeklerini(âyetleri), kanıtlı da olsa bilgi ve belgelerini anlayacak, akıl edecek ve hattâ düşünecek durumda bile değildir. Bunlar bir üst basamaktan bir bilgiyle/gerçekle(kanıtlı da olsa) karşılaştıkları zaman, kabullenmekte zorlanmak bir yana; düşünmek, irdelemek ve akıl erdirmeye çalışmak zahmetine girmez, görmemezlikten/duymamazlıktan gelirler, ya gülüp geçerler, ya alay ederler ya da inatla reddederler. Kadîm zamanlardan beri “yeni olan”a karşı, fehim ve ferasetten yoksun, fikir çilesi çekmemiş anlayışsız beşerî tepki hep bu şekilde sergilene gelmiştir. Bu çok doğaldır çünkü bu gibi nasipsizlerin o gerçeklerle, realiteleri ve yaşam planları gereği bir ilgileri olmadığı gibi, onlara henüz gelişim açısından gereksinimleri de yoktur.

Bu gibilerle ilgili olarak, "söylesen de anlamazlar…" meâlinde Kur'an âyetleri vardır(1) Bu âyetlere konu olan bireyler Peygamber'den kanıt ve mucize talep etmekle de kalmamış; onu yalanlamaya, büyücülükle suçlamaya, tartışmaya ve kabalık etmeye kalkışmışlardır. Bu nedenle bu kimseler için zaman zaman mucizeler sergilenmişse de çok yarar sağlamamış; "mucize" dediğimiz o paranormal olaylar ancak gelişmişlik düzeyi uygun olanlar için ibretlik ve îman tazeleyici birer işlev görmüştür. Âyetleri(gerçekleri/kanıtları/bilgi ve belgeleri) kabullenemeyenlerin ve hattâ reddedenlerin (yadsıyanların) bu durumu; yine Kur'an'da "…gözlerinin gördüğünü kalpleri yalanlayanlar…"(Necm 11) olarak ifadesini bulmuştur. Gözler, yalın halleriyle optik organlardır ve onlar sâdece görmek içindir. Gördüğünü anlayıp anlamamak bireyin içsel gelişimi ve realitesinin durumuyla ilgilidir. Anlayışsız, duyarsız, fikir çilesinden nasipsiz ve işlevsel aklı olmayan  bireyler için Kur’an’da “körlük” sözcüğü uygun görülmüştür. Ayrıca, “…gözleri var görmez, kulakları var işitmez…” meâlinde âyetler de bulunmaktadır(A’raf 179, Enbiya 45). Bu durumun kalp temizliğiyle de ilgisi vardır. Şöyle ki, “kalp temizliği”, îman ve vicdan  kavramlarıyla da bağlantılı olan gelişmişlik açısından da makbul bir durumdur. Kalp temizliğinin ileri durumları “gönül” sözcüğü ile ifâdeye konmuştur tasavvufta. Yunus Emre de bu makbul durumu, “Dostun evi gönüllerdedir.” şeklinde dizelerinde yer vermiştir. Gözün gördüğünün doğruya en yakın şekilde anlamlandırabilmek için böyle bir gelişmişlik düzeyinde olmak gerek.  
Tüm bu açıklamadan sonra anlaşılacağı gibi âyetteki "yalanlayanlar" sözcüğü ile kastedilen; kalp temizliği belli bir düzeye gelmemiş olanlar, yâni realiteleri uygun olmayanlar, gelişmişlik düzeyi ve yaşam planları buna yeterli olmayanlardır. Bireyin idrak kapasitesi ve şuur kapsamı belli bir düzeyde bulunmuyorsa, göz (optik bir cihaz gibi) görür ama gördüğü şeyin derin anlamlarına(nedenine, nasılına) nüfuz edemez. Yâni “bakar körlük” söz konusudur. Bu anlamdaki “körlük” ile, bizlerin ilgi alanı olan insanın gerçek doğası(ruhçuluk) ile evrende zeki hayat ve dünya dışı canlılık vb. konularıyla ilgili pek çok gerçek yıllarca reddedilmiş, görmemezlikten gelinmiş, hattâ yadsınmıştı(inkâr edilmişti). Bu nedenle, söz konusu “yetersizliğin” insanlaşma yönünde giderilmesi dinsel öğretide ve seçkin inisiyatik öğretilerde ana temayı oluşturmuştur.  Bu "yetersizlik", İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT bilgileri açısından; vicdan birim düalitesinin(2)  olumlu zıddında yeterli değerler biriktirememiş olanlar kastedilmektedir. Vicdan birim düalitesi/mekanizması alt ve üst öğelerden/zıtlardan  oluşmuş bir görünüm arz eder. Üst öğeler, üst realitelere ve vazife sezgisine yönelik olumlu zıt iken; alt öğeler nefsaniyet içerikli olumsuz zıttır. Önemli olan; idrak ve irâdenin, vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına yönelmesini sağlamak ve başarmaktır(105).(3)
 …………………………………………………
(1) Âyetler; En’am 91+111, Enbiya 45
(2) Sayfalar; 102 ve devamı, 113,114,115,135,180,181,186,203,206.
(3) “Vicdan birim düalitesi” konusunda kısa bir yazımız için bkz. http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/newage/ink14.htm


17 Haziran 2019 Pazartesi

DEVRE SONUNDA ÇATIŞMALAR ve VİCDAN BİRİM DÜALİTESİ


DEVRE SONUNDA ÇATIŞMALAR ve VİCDAN BİRİM DÜALİTESİ
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İçinde, hattâ sonlarında bulunduğumuz devrenin şu günlerinde, zaman enerjisinin yoğunlaştığını, gelişimin ve değişimin temposunun hızlandığını biliyoruz. Genel gelişmişlik  düzeyimiz bu hıza uyum sağlayabilecek donanımda ve kapasitede değilse, çeşitli derecelerde teşevvüş ve hattâ çatışmalar deneyimleyebiliyoruz. Söz konusu esneklik ve uyum yoksunluğundan kaynaklanan çatışma ve hattâ şiddet içerikli haberleri medyada çok sık okur/görür/izler olduk.
Beşerî ilişkilerde kişiler birbirleriyle iletişime (dolayısıyla etkileşime) girdikleri zaman; farklı düşüncelerin, farklı bakış açılarının ve farklı beklentilerin ortaya çıkması doğaldır, bundan dolayı problem yaşanması da çatışmaların yaşanması da… Gelişim yolunda ilerlerken önümüze çıkanları, hedefimize ulaşmamızı engelleyici olarak algılamamız sonucu da çatışmalar doğması doğaldır. Yaşam yolunda amaçlarımıza ulaşmada karşı tarafın(başka bireylerin, etmenlerin) müdahelesi olduğunu algılamamız durumunda çatışma/sürtüşme olması da doğaldır. Düşüncelerde, bakış açılarında ve beklentilerde farklılığın doğal karşılanması; herkesin farklı bir realitede olmasından, farklı kişilik özelliklerine sâhip olmasından kaynaklanan ve insanın gerçek doğasına çok uygun bir durumdur. Esâsen bu farklılıklar, bizlere çokluk ve çeşitlilik hâlinde görgü ve deneyim kazanmamız için gelişim ve uygulama fırsatlarıdır.
Evrensel ve varlıksal nitelikli gelişimin ve değişimim zorunluluğundan, hele hele devre sonunun gelişime ve şuurda uyanmaya(kıyam) zorlayıcı rahman ve rahîm olan etkisinden dolayı, birey; içinde bulunduğu realitede “pişip”, bir üst realiteye aday olabilmesi için kendi realitesini ve kendi doğrularını savunmak durumundadır. Bu durum elbette herkes için geçerlidir. Esâsen içinde bulunduğumuz realiteden bir üst realiteye, hattâ daha da üstüne yükselmek üzere enkarne olmuş varlıklarız. Durum böyle olunca, beşerî ilişkilerde ortaya çıkan; iletişim, etkileşim ve hattâ çatışmalar; kendimizi sınamamız, esneklik ve uyum kapasitemizi artırmamız, sabrımızı güçlendirmemiz için fırsat ve sınanmalardır. Gelişim yolunda ilerlerken karşılaştıklarımızın hepsi birer etkidir(tesir) ve bizlerin bu etkilere nasıl bir tepki verdiğimiz önemlidir.
  Yaşamın gereği olarak içinde bulunduğumuz sürekli tesir bombardımanı altında; ne yaptığımız, nasıl yaptığımız ve ne niyetle yaptığımız önemlidir. Zâten karşılaştıklarımız da bizim lâyık olduklarımız ve bunların çoğu da evrensel Sebep-Sonuç yasasına göre önceki edimlerimizin, genel karmik birikimimizin sonucudur. Dolayısıyla etkinin, çatışmanın kaynağından/nedeninden çok, bizim ona verdiğimiz tepkinin niteliği önemlidir ve bu tepki genel gelişim düzeyimizin bir göstergesidir de… Daha açık bir söylemle, aldığımız etkilere verdiğimiz tepkilerin; ne kadar diğerkâmca, ne kadar hodkâmca, ne kadar bencilce/egoistçe, ne kadar fedakârca, ne kadar gaddarca, hattâ zâlimce olup olmadığı önemlidir. İnsanın insanla sınanması da bu etkileşimlerde saklıdır.
Aldığımız etkilere verdiğimiz tepkiler; ne kadar bencillikten uzak, ne kadar insânî değerler yönünde ve ne kadar vicdanî ise, gelişmişlik açısından o kadar iyi durumdayız demektir.  Bu makbul durum aynı zamanda, vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına pozitif değerler yüklüyoruz demektir. Gelişim açısından vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına pozitif değerler yükleyebildiğimiz oranda insanız, yaşarken gelişim açısından “doğru yolda”yız demektir. Beşeriyete indirilmiş en büyük ruhsal ve kutsal tebliğ olan Kur’an’da da “doğru yol”da olmamız defalarca anımsatılmıştır.(1) Esâsen bunun için enkarne olduk, yaşamın amacı da bundan başkası değil. İçinde bulunduğumuz bu etkileşim ve zaman zaman çatışma (egoların çatışması) ortamında/arenasında, vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına pozitif değerler yüklemek her zaman olası değildir; vicdan birim düalitesinin olumsuz zıddına da(ve hatta çoğunlukla bu tarafa) değerler yükleriz ki bu daha anlaşılır ve yaygın söylemiyle nefsaniyeti beslemektir. Vicdan mekanizmasının bu işleyişinden de anlıyoruz ki, sürekli etkisi altında bulunduğumuz tesirlere verdiğimiz/vereceğimiz tepkinin türü, niteliği(yâni vicdânî ya da nefsânî oluşu) çok önemlidir, gelişim açısından… Aldığımız etkilere/uyaranlara ne kadar çok vicdânî tepki verebiliyorsak, başka bir söylemle, vicdan birim dualitesinin olumlu zıddına ne kadar fazlaca değer yüklemişsek, “idraksel vazife bilgisi”ne(2)  o kadar yakın değilsek bile, oraya yönelik durumdayız demektir. Bu olumlu gidişi sürekli kılabildiğimiz oranda Vazife Planı’ndaki “tekâmül  dualitesi”ne(3) yönelmişiz demektir. “Tekâmül dualitesi”, şu andaki bizde bulunan vicdan dualitesinin Vazife Planı’ndaki adıdır.
Görülüyor ki, enkarne varlığın gelişim ve “insanlaşmak” açısından, başarılı bir yaşam geçirmesi için, kendisinin biricik  rehberi ve asıl kendisi olan öz benliğiyle bağlantısını sağlayan vicdanın yüksek realitelerinden ayrılmamış olması gerekiyor. Böyle yapmakla birey; hem “doğru yol”un dışına çıkmamış, hem de vicdanın daha ileri gelişimini sağlamış oluyor(94). Bildiğimiz gibi, “doğru yolda olmak” Kur’an’ın da önemle üzerinde durduğu kavramlardan olup, İlâhî Kelâm’da “ALLAH’ın ipi” olarak ifâdesini bulmuştur(Bkz. Bakara 256, Âli İmran 103, Fetih 2, Mâide 105, En’am 153, Nûr 54. Ayrıca, “doğru yol”da olanlar (yine Kur’an’a göre), “ALLAH’ın kılavuzluk ettikleri”(Bakara 143), bir bakıma “insanlaşma” yolunda olanlar olmaktadır. Çünkü bu gibiler, ALLAH’ın beşeriyete hitap şekillerinden biri olan Kur’an’ı daha iyi anlarlar.
…………………………………………………
(1) “Doğru yolda olanlar ve sapanlar” konulu âyetlerden birkaçı; NECM  30  - ZÜMER 18  - EN'AM 82+117 – EN’AM 39 – ALAK 19 – İSRA 34 – MAİDE 59+105 – A’RAF 165 – TÖVBE 96 - - NİSA 44 - MÂİDE 108 - MÂİDE 49 - SÂD 24 – MÜ’MİN 37 – ALİ İMRAN 82 – ZÜMER 41.
(2) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 103
(3) age. syf. 181