DEVRE SONUNDA ÇATIŞMALAR ve VİCDAN BİRİM DÜALİTESİ
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İçinde, hattâ sonlarında bulunduğumuz devrenin şu
günlerinde, zaman enerjisinin yoğunlaştığını, gelişimin ve değişimin temposunun
hızlandığını biliyoruz. Genel gelişmişlik
düzeyimiz bu hıza uyum sağlayabilecek donanımda ve kapasitede değilse,
çeşitli derecelerde teşevvüş ve hattâ çatışmalar deneyimleyebiliyoruz. Söz
konusu esneklik ve uyum yoksunluğundan kaynaklanan çatışma ve hattâ şiddet
içerikli haberleri medyada çok sık okur/görür/izler olduk.
Beşerî ilişkilerde kişiler birbirleriyle iletişime
(dolayısıyla etkileşime) girdikleri zaman; farklı düşüncelerin, farklı bakış
açılarının ve farklı beklentilerin ortaya çıkması doğaldır, bundan dolayı
problem yaşanması da çatışmaların yaşanması da… Gelişim yolunda ilerlerken
önümüze çıkanları, hedefimize ulaşmamızı engelleyici olarak algılamamız sonucu
da çatışmalar doğması doğaldır. Yaşam yolunda amaçlarımıza ulaşmada karşı
tarafın(başka bireylerin, etmenlerin) müdahelesi olduğunu algılamamız durumunda
çatışma/sürtüşme olması da doğaldır. Düşüncelerde, bakış açılarında ve
beklentilerde farklılığın doğal karşılanması; herkesin farklı bir realitede
olmasından, farklı kişilik özelliklerine sâhip olmasından kaynaklanan ve
insanın gerçek doğasına çok uygun bir durumdur. Esâsen bu farklılıklar, bizlere
çokluk ve çeşitlilik hâlinde görgü ve deneyim kazanmamız için gelişim ve
uygulama fırsatlarıdır.
Evrensel ve varlıksal nitelikli gelişimin ve değişimim
zorunluluğundan, hele hele devre sonunun gelişime ve şuurda uyanmaya(kıyam)
zorlayıcı rahman ve rahîm olan etkisinden dolayı, birey; içinde bulunduğu
realitede “pişip”, bir üst realiteye aday olabilmesi için kendi realitesini ve
kendi doğrularını savunmak durumundadır. Bu durum elbette herkes için
geçerlidir. Esâsen içinde bulunduğumuz realiteden bir üst realiteye, hattâ daha
da üstüne yükselmek üzere enkarne olmuş varlıklarız. Durum böyle olunca, beşerî
ilişkilerde ortaya çıkan; iletişim, etkileşim ve hattâ çatışmalar; kendimizi
sınamamız, esneklik ve uyum kapasitemizi artırmamız, sabrımızı güçlendirmemiz
için fırsat ve sınanmalardır. Gelişim yolunda ilerlerken karşılaştıklarımızın
hepsi birer etkidir(tesir) ve bizlerin bu etkilere nasıl bir tepki verdiğimiz
önemlidir.
Yaşamın gereği olarak içinde bulunduğumuz sürekli
tesir bombardımanı altında; ne yaptığımız, nasıl yaptığımız ve ne niyetle
yaptığımız önemlidir. Zâten karşılaştıklarımız da bizim lâyık olduklarımız ve
bunların çoğu da evrensel Sebep-Sonuç yasasına göre önceki edimlerimizin, genel
karmik birikimimizin sonucudur. Dolayısıyla etkinin, çatışmanın
kaynağından/nedeninden çok, bizim ona verdiğimiz tepkinin niteliği önemlidir ve
bu tepki genel gelişim düzeyimizin bir göstergesidir de… Daha açık bir
söylemle, aldığımız etkilere verdiğimiz tepkilerin; ne kadar diğerkâmca, ne
kadar hodkâmca, ne kadar bencilce/egoistçe, ne kadar fedakârca, ne kadar
gaddarca, hattâ zâlimce olup olmadığı önemlidir. İnsanın insanla sınanması da bu
etkileşimlerde saklıdır.
Aldığımız etkilere verdiğimiz tepkiler; ne kadar bencillikten uzak, ne
kadar insânî değerler yönünde ve ne kadar vicdanî ise, gelişmişlik açısından o
kadar iyi durumdayız demektir. Bu makbul
durum aynı zamanda, vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına pozitif değerler
yüklüyoruz demektir. Gelişim açısından vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına
pozitif değerler yükleyebildiğimiz oranda insanız, yaşarken gelişim açısından “doğru
yolda”yız demektir. Beşeriyete indirilmiş en büyük ruhsal ve kutsal
tebliğ olan Kur’an’da da “doğru yol”da olmamız defalarca
anımsatılmıştır.(1) Esâsen bunun için enkarne olduk, yaşamın amacı da bundan
başkası değil. İçinde bulunduğumuz bu etkileşim ve zaman zaman çatışma
(egoların çatışması) ortamında/arenasında, vicdan birim düalitesinin olumlu
zıddına pozitif değerler yüklemek her zaman olası değildir; vicdan birim
düalitesinin olumsuz zıddına da(ve hatta çoğunlukla bu tarafa) değerler
yükleriz ki bu daha anlaşılır ve yaygın söylemiyle nefsaniyeti beslemektir.
Vicdan mekanizmasının bu işleyişinden de anlıyoruz ki, sürekli etkisi altında
bulunduğumuz tesirlere verdiğimiz/vereceğimiz tepkinin türü, niteliği(yâni
vicdânî ya da nefsânî oluşu) çok önemlidir, gelişim açısından… Aldığımız
etkilere/uyaranlara ne kadar çok vicdânî tepki verebiliyorsak, başka bir
söylemle, vicdan birim dualitesinin olumlu zıddına ne kadar fazlaca değer
yüklemişsek, “idraksel vazife bilgisi”ne(2) o kadar yakın değilsek bile, oraya yönelik
durumdayız demektir. Bu olumlu gidişi sürekli kılabildiğimiz oranda Vazife
Planı’ndaki “tekâmül dualitesi”ne(3)
yönelmişiz demektir. “Tekâmül dualitesi”, şu andaki bizde
bulunan vicdan dualitesinin Vazife Planı’ndaki adıdır.
Görülüyor ki, enkarne varlığın gelişim ve “insanlaşmak” açısından,
başarılı bir yaşam geçirmesi için, kendisinin biricik rehberi ve asıl kendisi olan öz benliğiyle
bağlantısını sağlayan vicdanın yüksek realitelerinden ayrılmamış olması
gerekiyor. Böyle yapmakla birey; hem “doğru yol”un dışına çıkmamış, hem de
vicdanın daha ileri gelişimini sağlamış oluyor(94). Bildiğimiz gibi, “doğru
yolda olmak” Kur’an’ın da
önemle üzerinde durduğu kavramlardan olup, İlâhî Kelâm’da “ALLAH’ın ipi” olarak
ifâdesini bulmuştur(Bkz. Bakara 256, Âli İmran 103, Fetih 2, Mâide 105, En’am
153, Nûr 54. Ayrıca, “doğru yol”da olanlar (yine Kur’an’a
göre), “ALLAH’ın kılavuzluk ettikleri”(Bakara 143), bir bakıma “insanlaşma”
yolunda olanlar olmaktadır. Çünkü bu gibiler, ALLAH’ın beşeriyete hitap
şekillerinden biri olan Kur’an’ı daha iyi anlarlar.
…………………………………………………
(1)
“Doğru yolda olanlar ve sapanlar” konulu âyetlerden birkaçı; NECM 30 -
ZÜMER 18 - EN'AM 82+117 – EN’AM 39 –
ALAK 19 – İSRA 34 – MAİDE 59+105 – A’RAF 165 – TÖVBE 96 - - NİSA 44 - MÂİDE 108
- MÂİDE 49 - SÂD 24 – MÜ’MİN 37 – ALİ İMRAN 82 – ZÜMER 41.
(2)
İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 103
(3)
age. syf. 181