KABUKLARIMIZ
Derleyen : Selman GERÇEKSEVER
Bizim (ruh varlıkları olarak) hareketlerimizi engelleyen bu “k a b u k l a r” nelerdir? Enkarnasyon ile zaten belli bir kapanma içine giriyoruz. Bir de bu atıl haldeyken, bizi statik hale getiren, bağımsızlığımızı tehlikeye düşüren ve üstelik maddeye bağımlısı yapan bu “kılıflar / kabuklar” nelerdir? Aslında bunlar hiç bilmediğimiz şeyler değil; kendini bilmeyen, uyur gezer dünya beşerine özgü beşeri zaaflarımızdan başkası değil.
Örneğin;
- Dogmatik ve ön yargılı bir kimse ne kadar özgür düşünebilir, anlayışı ne kadar geniş olabilir?
- Tutucu bir bilim adamı ya da din görevlisi, kendi branşının ve anlayış kapasitesinin dışında ene kadar küresel ve realitelere saygılı düşünebilir?
- Duygularının güdümünde olan bir kişi ne kadar özgür sayılabilir?Duydusal karmaşa ve çalkantılar içinde bulunan bir dostumuza ne kadar güvenebiliriz?
- Esneklik, uyum özürlü ve sabırsız bir insan olayların sınayıcı etkisine ne kadar dayanabilir?
- Gururlu / kibirli bir tutum ile çevresindekileri küçümseyen, hep kendi bildiğinin ve ağzından çıkanın doğru olduğunu savunan bir kimse, çevresinde ne kadar sevilebilir?
Bunlar ve benzeri tüm beşeri zaaflarımızın genel simgesi “kabuklar” olmaktadır. Evet, bu yazımızda kısaca “kabuklar” simgesi altında beşeri zaaflarımızdan, nefsimizin / nefsaniyetimizin değişik veçhelerinden , sahte benliklerimizden ve “örtüler”den söz edeceğiz.
İsterseniz, önce tüm bunları biraz kapsamlı bir tanım içinde tanım içinde toparlayalım, yani “kabuk” un tanımını yapalım:
Belirli bir mekan eve zamanda gerçekten bulunuş
amacımıza ulaşmamızı engelleyen (ya da yavaşlatan);
kendi içimizdeki hakikati bulma çabamızı engelleyerek,
yaratılış (tezahürat) sürecine, gerçek tekamül düzeyimizin
gerektirdiği ölçüde katılmamızı sekteye uğratan, dolayısıyla
İlahi İrade Yasaları’ na şuurlu olarak katılmamızı engelleyen
(ya da ağırlaştıran) her şey ” kabuk” tur.
|
Ruhun tanımında da görüldüğü gibi, “kabuklarımız” la ilgili sorunları-
mız enkarnasyondan sonra (hatta enkarnasyon ile) başlıyor: Evet, ruh
varlığı olark, irademiz ve iktidarımız sayesinde (içsel gelişim ihtiyaç-
larımız ve karmik birikimimizle) değişik tekamül ortamlarına uyum
sağlıyoruz, enkarne oluyoruz (oralarda tezahür ediyoruz) ama (tanımda
söz konusu edilen)yasalara ve icaplara uymaktaki başarımız, büyük ölçüde
“kabuklarımız” a bağlı: “Kabuklarımız” ne kadar ince, ya da az ise, bu uyum o kadar kolay gerçekleşiyor.
Ayrıca, yine tanımda geçen “bilgi ve uygulama için” plan düzenleyip, onu realize etmek de; “kabukla” kavramında anlamını bulan beşeri zaaflarımızla (tutkularımız, özdeşleşmelerimizle, tutuculuğumuzla, enaniyetimizle vb.) ilgilidir. Çünkü bilgi uygulamasının ve dolayısıyla idraklenmemizin önündeki en büyük engel de yine kendimiz olmaktayız. Buradan da anlaşılıyor ki, (ruhun tanımının son kısmında geçen) “maksatlı ve tesirlilik sahibi şuurlu bir varlık” olmanın (yani, kısacası şuurlanmanın) önündeki en büyük engel de yine “kabuklarımız” olmaktadır.
Beşeri ve dünyasal koşullandırmalar da “kabuk” oluşumunun başka bir şeklidir: Doğumla birlikte; toplumsal etmenlerin (örf, adet, gelenek, görenek ve inanç şekilleri...) koşullandırmalarına sanki kat kat “örtüler” halinde bürünürüz ki, bunlar da “kabuk” sembolizminde anlamını bulan ve elbette ki içsel gelişimi engelleyen etmenlerdir. (1) Sahte kişilik / benlik örtülerinden soyunmak ve gerçek kişilik özelliklerimizi(2) bedensel bende tezahür ettirmek, yani içsel gelişimimizi hızlandırmak için; “Bilgilenmek, doğru bildiğimizi uygulamak, bilgi üzre hareket etmek şarttır...” diyoruz ama bunu başarabilmek de söz konusu örtülerden arınmaya bağlıdır. Ancak bu konuda sergilenen kararlılığın “kabuk inceltmeye” (“örtüler”den birer birer kurtulmaya) büyük yardımı olduğu ortadadır: Yani, esas olan; kendini tanıma cehti içinde, önce “kabuklar”dan kurtulmak, sonra da eprövler içinde bilgi uygulamasıyla idraklenmek ve şuurlanmaktır. “Önce kabuklardan kurtulmak” diyoruz; çünkü idraklenme cehti de dahil, her türlü içsel gelişim etkinliğinin önündeki en önemli engel “kabuk” simgesiyle ifade edilmeye çalışılan; nefsaniyetin değişik veçhelerini oluşturan sahte benliklerimizdir.
Şimdi bu vardığımız noktanın doğal bir uzantısı olarak diyebiliriz ki, “kabuklar” giderilmesi gereken, (hiç değilse, en aza indirilmesi gereken ve olabildiğince kendimizden uzaklaştırılması gereken dirençlerdir. Bu cümleden olmak üzere de; bildiğimiz her şeyin, genel anlamda bilgilerimizin de “kabuklaşıp” bize ayak bağı ve köstek olmaması için onlar (doğru bildiklerimizi) yaşama uygulayarak ve başkalarının da yararına sunarak haletlerinin yaşanması ve idrak edilmesi gerek. Sürekli idraklenme cehti içinde olmak, bilginin “kabuklaşmasını” önleyen en güzel tutumdur.Birey bunda başarılı olduğu oranda yeni bilgilere ve bir üst realiteye açık ve hazır hale gelecektir. Bu durum, bağlı olduğumuz ruhsal plana daha iyi hizmet eder hale gelmek demektir.
Görüldüğü gibi, “bilginin kabuklaşmasını önleme cehti” bile, bireyi hemen şuurlanmaya yönelik durumlara getiriveriyor. Ancak, böyle güzel bir tutum içine girmenin ilk baştaki adımı ve “olmazsa olmaz” ı bunun farkına varmak ve kendimizde “kabuklaşma” durumuna gelmiş olan eskimiş (yani, gerekli idraklenme çağrışımlarıyla benzerlerine bağlayamadığımız, yeterli işleme tabi tutamadığımız) bilgilerimizin de olabileceğini kabul etmek ve böyle bir duyarlılık içinde olmaktır.
Farkına varılmayan bir şeyin üzerine gidilemez, bu nedenle de varlığı kabul edilemeyen bir kusur düzeltilemez. Eğer bir bilgiyi, idrak etme çağrışımları oluşturacak şekilde irdeleyemiyorsak (ve merkezlerde sirküle edip, devinime tabi tutamıyorsak)(3) onu “kabuklaşmaya” terk etmişiz demektir. İnançlarımız da aynı şekilde; onların özündeki anlama / bilgiye nüfuz etmeden, kuru kuruya izliyorsak, onlar da zaman içinde kabuklaşır ve biz verimsiz ve otomatik bir uygulama içine girmiş oluruz.
Aslında ve genellikle farkında değilizdir ama inançlarımız en kalın ve giderilmesi belkide en zor “kabuklarımız” dır. Çünkü inançta, bireyi içeriden saran bir etki vardır.Bu nedenle inançlarımızı oldukları gibi kabul ederiz ve derinlerine inmeye cesaret etemek bir yana, onları sorgulamayız bile... Bu nedenle “kabuklaşmalar” oluşur ve giderek artar. Böyle olumsuz bir oluşumu daha başında engellemek için, inançlarımıza karşı, en azından onları ayıklayabilmmek gücünü sergilemekte yarar vardır. Olduğu gibi değil de, olması gerektiği gibi (şimdiki şimdik,idrak düzeyimizle ele alarak) onları yeniden tanzim etmekte yarar vardır.”İnanç kabuklaır” ndan olumsuz yönde etkilenmemek böyle olasıdır. Örneğin, Tanrı “bir” dir ama herkesin de kendisine göre bir tanrısı, bir tanrı anlayışı vardır.Bunun nedeni, herkesin kendine özgü “inanç kabukları” dır. Algılama anlayış ve inançlarına karşı tutumuna göre, Tanrı kavramı inancı, hatta imajı bireyden bireye değişir.
Tüm bunlardan dolayı; eskimiş, yıpranmış, içindeki özünü tamamen yitirmiş her türden inanç kabuklarını inceltmek, eski / orijinal özüne kavuşturmak artık olanaksız hale gelmiştir. Bu durumu iyi anlayarak, sanki yakıtı bitmiş ocağı yeniden canlandırıp, alevlendirme gayretlerinin işe yarar bir sonuca ulaştırmayacağını son kez de saptamak ve gereğini yapmakta, sadeleşmek açısından yarar vardır. Bunun için her inancımızı ayrıntılı olarak ele incelemeye almalı ve kabuklaşmış inançlardan uzaklaşma yollarını niyetlerimizde canlı tutmalıyız. Bu şekilde, beşeriyet olarak sahip olduğumuz tüm inançların özündeki bilgiye nüfuz ederek, onlarla aramızdaki bağları giderek ama biraz da hızla gevşetmekte, hatta azami derecede bu gevşekliği oluşturmakta yarar vardır. Esasen Yeni İnsanlık Dönemine hazırlanmanın en emin ve etkili yolu da bu olsa gerek: Katılaşmış anlayış ve inançları yumuşatmak ve onlarla olan bağları gevşetmekten başka çare yoktur. Enkarne durumda belki “kabuksuzluk” söz konusu olmayabilir ama; çok daha ince, ışığı geçirebilecek kadar saydam kabuklara sahip olabilmek için, sadeleşerek, esneklik becerimizi artırmakta yarar vardır.
Canlı bir küre olarak kabul ettiğimiz dünya gezegeni, gördüğümüz kadarıyla, kabuğunu değiştirme hedefine iyice yaklaşmış durumdadır. Bu değişimin maddesel ve manevi sarsıntılarını yaşıyoruz, Zaten, genel dejenerasyonun temelinde olan da budur. Çünkü her dejenerasyonun arkasından bir re-jenerasyon gelir: Yepyeni bir düzen, görülmemiş bir yenileşme dönemine girilecektir; aynen, cumhuriyetin kuruluşu gibi...
O halde, her şeye olduğu gibi, bilgilerimizin “kabuklaşmaları” na karşı da farkındalık içinde bulunmalıyız. Hep aynı bilgilerle yetinmek, en doğrusunu bizim bildiğimizi sanmak, en derin bilgilerin bizim elimizde bulunduğunu zannetmek, enaniyet sergilemekten başka bir şey değildir.
Zaman zaman çevremizde izlediğimiz gibi; “En doğru bizim hoca bilir, en yüksek planlarla bizim medyum bağlantı kurabiliyor ve bilgi alıyor,” gibi sahte benlik ve ince nefsaniyet oyunlarına gelmek değişik “kabuklaşmalar” ın belirtileridir. En iyisi, her türlü realiteye olduğu gibi, her türlü bilgiye de açık olmak, ne kadar süfli ve kaba olursa olsun, her şeyin (ve her bilginin) özündeki anlamı sezinlemeye çalışmak her halde en akıllıca yol olsa gerek.
Kendisi gibi düşünmeyenleri, “en doğru benim bilgimdir” ön yargısıyla dışlamak, yine “kabuklar” içinde olmanın başka bir görünümüdür. Bu tutumun, besbelli ki, hoş görüyle, anlayışla ve realiteye saygı ile ilgisi yoktur ki bunlar da (yani,hoş görüsüzlük, anlayışsızlık, saygısızlık) çeşitli beşeri zaaflarımızdan kaynaklanan “kabuklar” ımızdır.
Son birkaç paragrafta paylaştıklarımızı kısaca derleyip toparlayacak olursak, şunları söyleyebiliriz:
A) Genel (evrensel / varlıksal) anlamda olmak üzere; ruh varlığı olarak madde cevheriyle temasa geçtiğimiz andan itibaren(4) ağırlaşıyoruz, yoğunlaşıyoruz ve sanki “kabuk üstüne kabuk” kaplanıyoruz(5) Bu durum son derece doğal ve işin gereği bu; yani maddesel ortamda tezahür etmek başka türlü olmuyor. Maddeye dalmanın ve onun içinde onunla bilgi uygulaması yapmanın yolu bu. Durum böyle olunca da, yine bir bakıma; maddeye dalmanın, onun katmanlarında ilerlemenin araçları oluyor bu “kabuklar”... Örneğin, şimdi sahip olduğumuz fizik bedenimiz de böyle bir araç; maddesel ortamda bu deden ile (“beden” dediğimiz “kabuğa” / “zırha” bürünerek) bulunabiliyoruz.
B) Özel anlamda (beşeri düzeyde) ise dünya denen bu tekamül ortamında, dünyaya özgü beşeri / toplumsal “kabuklara” bürünürüz (inançlarımız, adet, örf, gelenek, görenek vb.)Bu toplumsal / beşeri “kabuklar” ın yanı sıra, enkarnasyonla ilgili bir kabuklaşmamız da var: O da enkarnasyonla içine girdiğimiz şuur kararması / kapanması ve daralmasıdır.(6) Çünkü enkarne durumda iken % 100 irade, iktidar ve şuura sahip değiliz. Bu melekelerimizin ancak ¼ kadarı şu dünya bedenini canlandırmaya ve şuurlandırmaya yetiyor. Şuur daralması ya da kapanmasıyla ortaya çıkan ego, duygular, tutkular, bağımlılıklar, özdeşleşmeler, arzular, yapay ihtiyaçlar, inançlar, koşullanmalar vb. “kabuk üstüne kabuk” oluşturuyor. Zaten inisiyasyonların ortak hedefi de, müritlerinin bu “kabuklar”dan kurtulmalarına yardımcı olmaktır. Çünkü idraklenmek ve şuurlanmak bununla olasıdır ve her şey buna araçtır. İşte burada en çok dikkat edilecek husus, aracı amaç edinmemektir. Tutku ve ihtiras haline getirilen her şey dünyada kısa zamanda “kabuklaşmaya” neden olur.
Dünya beşerine özgü ve çoğunun enkarnasyon nedeni olan “kabuklarımız” dan biri de duygusallıktır.Duygusallık kabuğumuzu inceltmek ve ondan ondan kurtulmak için kim bilir kaç kez enkarne olduk Dünya gezegeni için, “duygular hapishanesi” denmesi boşuna olmasa gerek. Duygusallık büyük ölçüde; duyguların tanınmamasından, duyguların kontrolsüzlüğünden ve nefsi okşayan bir niteliğinin, hatta tesirliliğinin bulunmasından kaynaklanır.
Duygusallıktan niçin sakınmamız gerekir? Çünkü duygusallık, bizim gerçeğe yönelmemizi engeller.(7) Çeşitli konulardaki duygusallıklarımız derece derece nefsin katmanlarıdır / veçheleridir. Duygusallıkta bilgi olmadığı gibi, duygusallıkla yapılan uygulama da (içsel gelişim açısından) pek verimli değildir. Ayrıca, duygusalık bizden tesir çıkışını da engeller.Dışarıya tesir yansıtsak bile, bu tesir; duygusallık ile kirlenmiş olduğu için, geliştirici etkisini yitirmiş demektir. Bu şekilde, enkarne ruh varlığının iletgenlik / geçirgenlik işlevi kösteklenmiş ya da lekelenmiş olur.(8) ayrıca, ruh varlığı olarak; Yukarı’dan aldığımız tesire de yanıt (feedback) vermek zorundayız. Bunda başarı, duygusallıktan arınmakla olasıdır. Çünkü duygusallığın kaynağı astral kirliliktir. Varlıksal yapımızda(9) bulunan bedensel ben ile yüksek ben (asıl kendimiz) arasındaki bu tabaka ne kadar temiz ve geçirgen olursa, asıl kendimiz olan yüksek benliğimiz bu bedende(biyolojik yapıda) o kadar çok tezahür eder ki, bu da “beden içinde ruhsal yaşam sürmek” tir. “Beden içinde ruhsal yaşam sürmek” önemli ölçüde “kabuklar”dan arınmışlığın ifadesidir. Kuşkusuz, her realitenin kendine özgü bir duygusallığı (duygusallık alt basamağı) vardır.(10) Ama burada önemli olan, hangi realitede olursak olalım: duygusallıkla ilgili kabuklardan arınıp, realitemizin bilgisini hazmedip, bir üst realiteye yönelmektir.
Görüldüğü gibi, yukarıdan beri sözünü ettiğimiz evrensel / varlıksal işlevimizi yerine getirmek ve tekamülde hızlanmak için; “kabukları” (dirençleri ) azaltmak, arınmak ve berraklaşmak gerek (11). Aksi taktirde, erdemli insanlara özgü hizmet ve vazife disiplini içinde kalamayız. İçinde bulunduğumuz grupta / birimde hiyararşik bir işbirliği de sergileyemeyiz. Yardımlaşma ve dayanışma şevkimiz duygusallık ile kırılır. Bunlar, duygusallık “kabuğu” nun neden olduğu engellemelerdir. Çünkü duygusallık “kabuğumuz” bir bakıma, dünya maddesine özgü kalın “perde” ya da “perdeler” den başka bir şey değildir; çünkü o sadece görüşümüzü değil, sezgilerimizi de engeller. Kontrolden çıkmış duygular, bu niteliklerinden dolayı; tekamül yolunda (spiralinde) istikrarlı bir şekilde (planımıza güven verir bir şekilde) ilerlememizi engeller.
Kontrolden çıkmış duygular aynı zamanda “nefsaniyet çalısı” nın dikenleri gibidir. Başkalarına her an batacak ve onların canlarını yakacak görünüm ve niteliktedir. Duygusal çalkantı içinde olan kimseler, başkalarına güven vermekten uzaktırlar. Çevremizdeki bu gibi kimselerin yanında kendimizi rahat hissetmeyiz.
Ayrıca, duygusallık neyin değerli / değersiz olduğunu anlamamazı da engeller. Bu nedenle, duygusal kabuklar içinde bulunan bir kimsenin sahte / oyalayıcı değerlere kapılması ve takılması çok olasıdır.Her şeyin cazibe odağı halinde bulunduğu şu günlerde duygularını kontrol altına alamamış bir kimsenin ayrıntılar (gereksiz / yapay icap ve ihtiyaçlar) içinde kaybolması, kolaylıkla kandırılması, olur olmadık (uyutucu) şeylerle koşullandırılması son derece kolaydır.
İşte bundan dolayı, derece derece duygusal varlıklar olan bizler için de her zaman dikkat etmemiz gereken bir husus ortaya çıkıyor: Yanılmamak için; duyguları da, değerleri de fantezi ve abartmalardan soyutlayarak ele almak... Çünkü esas olan; sade olana, özde olana ve içte olana yönelmektir. Bu durumla ilgili olarak şu vecizeler de, aynı esaslara dikkat çekmektedir:
· “En büyük erdem, tutkulardan arınmaktır.” –Zenon
· “Yer yüzünde kendisinı abad edeen, gök yüzünde berbad olur.” – Sufi Vecizesi
· “Dışını bezeyip süsleme! Dış mamurluğu iç haraplığından gelir.” – Sufi Vecizesi
· “Neden hep çanağın dışını parlatmaktasınız? Dışı yaratan, içi de yaratmadı mı?”-Hz.İsa
Tüm bunlardan sonra; bireye “kbuklar” açısından da yaklaşıldığında, esası sadeleşmekten başka bir şey olmayan kendini tanımanın önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır: Burada, sadeleşmenin kapsamına girenler, doğrudan doğruya “kabuklarımız” dır ki, onların da; (az yukarıda aktardığımız ünlü filozofun öz deyişindeki) tutkular başta olmak üzere; bağımlılıklar, özdeşleşmeler, ön yargılar, gereksiz yapay icap ve ihtiyaçlardır. Burada, “sadeleşmek” ten kasıt (yukarıdakilere ek olarak) tüm sahte kişilik örtülerimiz de dahil; giyimde / kuşamda, yemede / içmede, düşünmede / konuşmada, (kısacası, içsel gelişime katkısı olmayan her şeyde) sadeleşmektir.
Yukarıda sadeleşme kapsamında önerdiklerimizden çıkarılabilecek başka bir sonuç da (yani, “kabuk” oluşumuna, “kabuklaşmaya” elverişli başka bir etmen de) sadelikten uzak bir yaşam şeklidir: İcaplar, ihtiyaçlar, arzular ve beşeri koşullandırmalar içinde boğulmuş, insanın gerçek doğasına uygun olmayan ve daha çok sürü zihniyetiyle, kaale alınma tutkusuyla sürdürülmeye çalışılan bir yaşam tarzı... Sadelik içinde ve çokluktaki birliğe yönelik bir yaşam şekli en büyük zenginlik ve erdemli insanlara özgü bir yaşam şekli olsa gerek.
Tüm bu hususlar (duygusallık, sadeleşmek, “kabuklar” vb.) içinde bulunduğumuz devre sonunun şu bitiş günlerinde daha özel bir önemi haizdir. Çünkü değişmekte olan dünyaya, zamana ve giderek içine girilmekte olan Yeni İnsanlık Dönemi’ ne uyum sağlamak zorunluluğu giderek belirginleşmektedir. Kısacası, yeni döneme uyum için ve dolayısıyla daha az ıstırapla şu kritik günleri atlatmak için, bünyemizde “kabuk” nitelikli her şeyin en aza indirilmesinde yarar vardır.
Bunun için de; sadeleşmek, “kabuklar içinde sabitleşip kalmamak” ve “terk” şarttır. Burada, “terk” in kapsamına giren şeyler nefsaniyetin veçheleridir. Yani bireyi gerçek kurtuluşa erdirecek ve gerçek zenginliğe kavuşturacak olan, nefiste fakirleşmektir. Bu “terk” konusu zaman zaman yanlış olarak da algılandığından, yeri gelmişken üzerinde biraz durmak istiyoruz: Unutmayalım ki, kabuklaşmanın başka bir nedeni de, bu anlamda olmak üzere “terk edememek”tir. Zamanında terk edemediklerimiz, şimdi bünyelerimizde kat kat “kabuklar” halinde birikmiş durumdadır. Gelişim hareketimizi / hızlanmamızı engelleyenler de bu gereksiz birikintiler ve tortular değil midir?
Bilgilerimiz ve anlayış şekillerimiz de dahil; kullandıktan sonra atamadıklarımız, bunlar da yetmiyormuş gibi, ardı arkası kesilmeyen yapay icap ve ihtiyaçlar ile bencilce (sahte benliklerden kaynaklanan) arzular, doymaz bir aç gözlülükle topladıklarımız ve hep kendimiz için biriktirdiklerimiz, başkalarıyla paylaşamadıklarımız... İşte tüm bunlar “kabuklar içinde sabiteleşip kalmamıza”, hareket edemez hale gelmemize neden olan tortulardır. O halde, kişiyi batıran, biriktirdiklerinden başkası değildir. Bu nedenle, birikimimiz yerde ya da yersel değil, gökte ya da göksel olmalıdır. Burada ister istemez Hz.İsa’ nın sözünü anımsıyoruz:”Hazineleriniz nerede ise, gönlünüz oradadır.”
Görülüyor ki, içsel gelişimde yol almak ve hızlanmak “kabukların” terki ile olasıdır. Kurtuluş, “kabuklarda fakirleşmek” ile olasıdır: Sevgi, şefkat, fedakarlık gayreti ve çabası içinde “kabuklar” ın pul pul dökülmesi ve de yeni “kabuklaşmaların” önlenmesi gerekmektedir. Buna isterseniz “kabuksuzlaşma operasyonu” da diyebiliriz.
Son olarak “kabuk” ve dejenerasyon arasındaki bağlantıya da değinerek, yazımızı sonlandırmak istiyoruz: Bizlerin dejenerasyona maruz kalmamızın, ya da ondan kolayca etkilenmemizin nedenlerinden biri de; çeşitli zamanlarda oluşumuna göz yumduğumuz kabuklar, kendi manevi vücudumuzda (mantalitemizde) bulunan bu dirençlerimizdir. Kendini bilmeyen bir kimse için, bu “kabukların” kaldırılması, yok edilmesi yönünde etkili bir araçtır dejenerasyon.Çünkü her bir dejenerasyon, her bir yozlaştırıcı şey,bir “kabuğun” ucundan tutup, kaldırmaktan ibarettir. “Kabuklarını”, kendini tanıma cehti içinde maksatlı ıstırap ile kaldıramayan birey, dejenerasyon içinde o kabuklardan bilmeyerek kurtulmaya çalışır (varlık olarak)...”Işık”ın (süptil tesirlerin) içeri nüfuz etmesi ancak böyle olasıdır. Dünya yaşamı içinde çeşitli nedenlerle bir takım özdeşleşmelere girmişiz, kendimize bazı putlar edinmişizdir. Bir şeyleri hep kendimize mal ederek, onları putlaştırmış, bünyemizde “kabuklaşarak” kalmalarına neden olmuşuzdur. Bunlar çoğaldığı zaman birey, tekamül yolunda hareket edemez hale gelir. Bu durumda birey, ufkunu genişletecek bir yürüyüş olanağını yitirmiş demektir. En iyisi, bu “kabuklaşmaya” zamanında müdahele etmek gerek. Çünkü ilerlemekten, yürümekten başka çaremiz yoktur. Durmak gerilemek demektir. “Kabuklar” da en durdurucu kösteklerdir. Ayağımızda bu kösteklerle dejenerasyonun oyuncağı olmak yerine, zamanında uyanık davranarak, “kabuklaşmaya” meydan vermemek en akıllıca yol olsa gerek. Özellikle çocuklarımızı bu yönde uyanık tutmalıyız. Aksi taktırde, sadece “kabuklar içinde sabitleşip kalmakla” kalmayız özgürlüğümüzü de yitiririz. Çünkü gerçek özgürlük, içsel gelişime yönelik sadeleşme (“kabuklardan” arınma) ile gelen özgürlüktür. Gerçek özgürlük, toplum bilimin ve hukukun tanımladığı ve hatta anayasalarda tanımlanan özgürlük değildir. Gerçek özgürlük; bizim kendi iç değişmemize engel olan barikatları / dirençleri ortadan kaldırabilecek iradeye sahip olmaktır.
.................................
(1) Enkarne olmadan önce hazırladığımız yaşam planına göre “gerçek kişilik örtüleri” ne bürünürüz. Enkarne olduktan sonra, bu örtüler / özellikler içinde yaşam planını uygulamak makbuldur. Ama enkarne olduktan sonra, dünyasal ve beşeri koşullandırmalarla bir çok sahte kişilik özelliklerine / örtülerine de bürünürüz. Bu örtüler, bu yazımızın konusunu oluşturan “kabuklarımız” dır. İşte burada makbul olan ve bizi yaşam planımızda başarıya götürecek olan, sahte kişilik örtülerinden arınıp, asıl kişilik örtülerimizi bedende tezahür ettirmektir. (Şema ve ayrıntılı bilgi için bkz. PARAPSİKOLOJİ ve Ruhsal Arş.Dergisi:, sayılar: 57+58.)
(2) Ayrıntılı bilgi ve “ÖRTÜLER TABLOSU” için bkz. KENDİNİ TANIMA REHBERİ (Akaşa Yayınları) ve PARAPSİKOLOJİ ve RUHSAL ARŞ. DERGİSİ, sayı: 58, sayfa: 13.
(3) “Bilginin merkezlerde sirküle edilmesi ve devinime tabi tutulması” için bkz. PARAPSİKOLOJİ ve Ruhsal Arş. Dergisi (sayı:50, sayfa-24)
(4) Ruhu maddeden ayıran en önemli özellik, onun tesirlilik gücüdür. Ruh, bu gücünün gelişmişliği oranında, maddeleri kullanır. Fakat bu tesirliliğin maddeler üzerinde gerçekleşmesi gene maddeler aracılığıyla olur. Ruh , bir maddeye, ancak o maddeyle ilgisi bulunan başka maddeleri kullanarak etki eder. Bu araçların başında, ruhtan asla ayrılmayan ve ruhun madde evreninde geliştirdiği perispirisi gelir.RUH VE KAİNAT, Bedri Ruhselman (Cilt-I, sayfa: 166)
(5) “Ruh varlığı küreden küreye düşerken, gitgide ağırlaşan bedenlere bürünür. Bu düşüş dünya zindanına varıncaya kadar sürer. Gitgide maddeye daha çok bağanmanın verdiği sarhoşlukla manevi kökenlerinin anısını unutur.” -Hermes
(6) Şuur “daralması” ve “kapanması”: Varlıklar üç şuur türünden biriyle enkarne durumdadırlar: Açık şuur, dar şuur, kapalı şuur. Bunlardan “açık” ve “kapalı” şuurlar planlarını öyle yapmış, yaşam planları bunu gerektiriyor. Ama “dar” şuur, (ataletten ve kendinden habersizlikten dolayı) “açık“ şuurun daralmış şekli olmaktadır.
(7) Duygusallık konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. PARAPSİKOLOJİ ve Ruhsal Arş. Dergisi (sayı: 55, sayfa-9)
(8) Oysaki, enkarne varlığın en temel görevi; içinde maddesel olarak tezahür ettiği alem ile ruhsal alem arasında “ara plan” işlevi görmektir. Ama duygusallık ve astral kirlilik bu işlevin önündeki en büyük engeldir (“kabuktur”).
(9) Varlıksal yapımızla ilgili şema için bkz. PARAPSİKOLOJİ ve Ruhsal Arş. Dergisi (sayı: 50 )
(10) Beşeri realitelerle ilgili şema için bkz. PARAPSİKOLOJİ ve Ruhsal Arş. Dergisi (sayı: 52 )
(11) Kalp temizliği: Kalp çakrasının açık, temiz ve normal çalışıyor olması.