B E Ş E R İ N
VE
BEŞERİYETİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
DERLEYEN:
Selman GERÇEKSEVER
“Yapabilmek”
ve “yapmak” fiilleri sadece sözden ibarettir. Yani bu fiiller aslında kök
olarak bireyin kendi iradesinden kaynaklanmıyor. Bunlar onda, başka iradelerden
kendisine empoze edilmiş bir takım koşullandırmalara , ilcalara ve iç güdülere
bağlı olmak üzere ortaya çıkıyor. Kişi, kendi iç güdüsünün, kendi kudretinin
sahibi değildir. Bizler, olmakta olanlara yön veremeyiz ama verdiğimizi
sanabiliriz. Maksatlı bir şekilde başımızdan çeşitli psikolojik hallerin
geçmesine sebep olamayız, maksatlı bir şekilde bedenimize bile egemen olamayız.
Kısacası, beşer varlığı kendi iradesiyle, ne psikolojisine ne de, bedenine
egemendir. Örneğin, başı ağrıdığı zaman,
“Ne ağrısıymış o!” dediğinde, ağrı o anda hemen geçmiyor. Üzüntüsünün,
öfkesinin, nefretinin, tutkusunun, aşkının ve sevgisinin önüne geçemiyor.
Öylece onlarla birlikte yürümek, koşmak, onların içerisinde halli hamur olmak
zorunda kalıyor. Mekanik ve uyur gezer bireyin; yani, dünya beşerinin tipik ve
en belirgin özelliğidir bu…(*)
Uykuda
olan makine beşerin en büyük özelliklerinden bir tanesi onun egoist olmasıdır.
Dünya beşeri nefsani bir varlıktır. Buna bağlı olarak onun ikinci özelliği de gurur/kibir
sahibi olmasıdır. Bu iki büyük kusurunu gidermek için tekrar tekrar doğarız
yeryüzüne; bu kusurlarımızı giderip te uyanmak ve beşeri ikilikten kurtulmak
için. İşin garip yanı, birey kendisinin şuurlu birtakım işler yaptığını
zanneder. Bu beşeri ve illüzyonel bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Kişi
bir çok işleri daha çok otomatik ve mekanik bir şekilde, toplumsal ve dünyasal
koşullandırmalar altında yapar. Ama uyur durumda kendinden habersiz olduğu için
onları kendinin yaptığını ve hatta her şeye egemen olduğunu zanneder.
“Günümüz modern insanı uykuda yaşamaktadır;
o, uykuda doğar ve uykuda ölür.” diyor büyük inisiye Gurdjieff(*). Uyuyan
bir kimsenin ne bilgisi olabilir? Bunun hakkında düşünür ve bu anlamda
uykunun bizim varlığımızın başlıca özelliği
olduğunu anımsarsanız, gerçekten bilgi
istiyorsak; önce nasıl uyanacağımızı,
yani varlığımızı nasıl değiştireceğimiz hakkında düşünmemiz gerektiği
kolayca açıklığa kavuşacaktır.
Dış
görünüş olarak dünya beşerinin pek çok
farklı yönü vardır: Etkinlik ya da atalet , doğruculuk ya da yalancılık
eğilimi, samimiyet ya da samimiyetsizlik, cesaret ya da korkaklık, kendi
kendini kontrol, ahlaksızlık, titizlik, alınganlık, egoizm, kendini fedaya hazır bulunma, gurur/kibir, kendi kendini
sevme, çalışkanlık, tembellik, ahlaklılık vb. Tüm bunlar ve daha pek çok şey
beşeri varlığı oluşturur. Ama tüm bunlar kendinden habersiz bireyde tümüyle
mekanik durumdadır. Yalan söylüyorsa, yalan söylemekten kendini alıkoyamıyor
demektir. Doğruyu söylüyorsa, doğruyu
söylemekten kendini alıkoyamıyor demektir. Her şeyde böyledir. Her şey beşeri
iradenin dışında kendiliğinden cereyan eder; yani, vaki olur…
B.Pascal
(17.ci y.y. düşünürü) “DÜŞÜNCELER” adlı eserinin bir yerinde dünya beşerinin
durumuyla ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapar: “Bu kadar biçare, bu derece aciz bir durumda bulunan şu insanların, hiç
aldırış etmeden yaşayıp gitmelerine şaşıyorum. Tiryakisi oldukları , gönül
bağladıkları cazibeli oyuncaklar buluyorlar kendilerine. Şahsen, böyle cazibeli
oyuncaklara aldanıp, onlarla oyalanmayı hiçbir zaman beceremedim…”
Aklınca,
toplumsal bir düzen getirmek için, dünya beşerinin kendi elleriyle oluşturduğu
yasalar bugün kendi ayaklarına köstek olmuş durumdadır. Bu durumu düzeltmek
için yeni yeni oluşumla da, çözümden çok yeni yeni sorunlar ortaya çıkarıyor:
Yanlışı, yanlışla düzeltmeye çalışmak… Yanlışlara sebep olan da “uykuda”,
yanlışları düzeltmeye çalışan da… Toplumca uykuda olmanın ve kendinden habersiz
yaşamanın doğal sonucu olarak ve de kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkan; geçimsizlik,
terör ve savaş, ilgili toplumlarda bulunan bireylerin dejeneratif
gereksinimlerinin sağlanmasıyla ilgilidir. Bu gereksinimlerin giderilmesi
sonunda, savaşlar ancak sona erebilir. Bir savaş ortamı doğrudan doğruya; o
yöreye enkarne olmuş ve dejeneratif ihtiyaçlarla bezeli uyuyan varlıkların bir etkinlik alanıdır. Bir savaş ortamındaki
varlıklar, söz konusu durumda doyuma ulaşacak kadar bir uygulama içinden
geçtikten sonra belki uykuda olduklarının (hiç değilse bazıları) farkına varır.
Savaş
alanından gelelim okulara; buralarda öğretilenler de, (içsel değerlerin ve
erdemlerin değil de) maddesel değerlerin ağırlıklı olarak nasıl elde edileceği
yönündedir: Daha rahat pozisyonda (daha garantili bir zihinsel/bedensel konfor
içinde) yaşama olanağına kavuşmak için… Hemen hemen hiçbir genç, üniversitenin
kendisine tanıyacağı büyük manevi ufku, büyük kültürel ve insani değerleri,
kendine olan güveni ve tüm insanlarla bağlanabilme gücünü elde etmek için
üniversiteye gitmiyor. Bu durumda da üniversiteyi bitirebiliyor ama çoğu kez
içsel bir olgunluktan yoksun olarak… Üniversiteye de uykuda başlıyoruz, uykuda
bitiriyoruz.
Günümüzde
dünya, tüm konforu ve teknolojik harikalarıyla beraber bireyleri tam bir içsel
miskinliğe/atalete sevk etmiş durumdadır. Uyanmak şöyle dursun, uykular daha da
derinleştiriliyor. Günümüz medeniyeti ve olduğu gibi beşeri düzen, zaten uykuda
olan bireyin daha da derin uyumasına sebep
olarak; onu, gerçek hedefine (aslına, özüne, öz kendisine) ilerleme
cehtinden alıkoymuştur. Maddeci bilim, beşeri; yapay hedefler ve ihtiyaçlar
peşinde koşmaya koşullandırarak atalet içinde kalmasını sağlamıştır.
Reklam
ve moda sektörleri aracığıyla korkunç bir telkin ve koşullandırma
mekanizmasının bireyler üzerinde çok çeşitli etkisi altında bırakılmak
suretiyle kendimizle meşgul olmaktan alı konmuş durumdayız. O kadar ki, kişiler
artık kendileriyle meşgul olmayı (içsel gelişim açısından kendilerine
yönelmeyi) artık bir zul telakki eder hale gelmiştir; kendisiyle uyraşmayı
(yani, uyanmaya çalışmayı), sahte benliklerini kontrol altına alıp, nefsine
karşı muhalefet gücü kazanmayı bir tür kendi kendine eziyet olarak telakki eder
hale gelmiştir. Bundan dolayı da sürekli olarak kendi duyularının ve
duygularının doyurulması peşinde… Oysa
ki, makbul olan, duygusallıyı doyurmak değil, kontrol altında tutmak ve
duygusal karmaşadan kurtulmaktır.
Bu
durumda, genel dünya toplumu olarak beşeriyet; egosunun doyumu peşinde
koşmaktan, egosu aracılığıyla yakalandığı maddesel cazibenin etkisi altında,
giderek kendinden (asıl kendisinden) uzaklaşmakta ve dolayısıyla uyanma şansını
/ fırsatını kaçırmaktadır. Esas olan ve makbul olan, varlığın; bedeninden
başlayarak, madde üzerindeki egemenlik derecesini artırmasıdır. Ama bu gücü
kazanmak ve esas konuda başarılı olmak için, önce kişinin uyanması ve
nefsaniyetine karşı güç kazanması gerek. Oysa ki, olmakta olan, bedensel ve zihinsel
konfora yönelik; daha fazla maddesel olanak, daha fazla yapay icap ve ihtiyaç,
maddeye karşı doyurulamayan bir aç gözlülük görüyoruz.
Uykuda
olan ve belki en fazla uyanmaya çalışan beşeri varlıklar olarak sefaletlerimiz
karşısında bizi teselli eden biricik şey, eğlenip oyalanmadır ve yine de
sefaletlerimizin en büyüğü budur. Çünkü bizi kendimiz hakkında düşünmekten
alıkoyan ve anlaşılmaz bir biçimde yok oluşa götüren şeylerin en başında o
vardır. Fakat çoğu zaman (belli etmesek de iç huzurundan yoksun olduğumuz ve) canımız
sıkıldığı için ve bu can sıkıntısı bizi daha sağlam kaçış vesileleri aramaya
yönelttiği için, eğlenip oyalanmakla geçiririz ömrümüzü. Bu eğlencelerin;
farkına bile varmadan, bizi götürüp bıraktığı durak ise şudur: Ö l ü m …
Evet,
bu şekilde kısa kısa, değişik açılardan dünya beşerimizin genel görünümünü
gözden geçirdik: Bireysel, toplumsal, eğitsel açılardan… Dinsel açıdan bakmadık
ama herhalde artık buna gerek kalmadı; çünkü uykuda olan kendini beğenmiş
makine bireyin maneviyatının da ne olabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek…
Uyurgezer dünya beşeri uykudan uyansın ve makinelikten kurtulsun diye kendisine
yüce alemden indirilmiş bulunan bilgi külliyatı olan vahyi de kendisine
benzetmeye çalışmıştır. Bakın bu konuda ünlü ilahiyatçı düşünür B.Pascal ne
demiş “DÜŞÜNCELER” adlı eserinde: “Kendi
acziyetini tanımadan; ALLAH’ı tanımaya kalkanlar, ALLAH’ı değil, kendilerini
yüceltir…”
Dünya Beşerinin Andromeda’dan
Görünümü
Andromeda galaksisi’nden dünyamızı
ziyaret eden LYA adlı varlığın beşeriyetin durumu hakkında izlenimleri ve
yorumu.(**)
- Dünyada bugün en
tehlikeli silahın ne olduğunu soruyorsunuz ama şimdilik sizin için en
tehlikeli silah, dünyalıların birbirine duydukları nefrettir. Nefret duygusu ruhunuzu yavaş yavaş tahrip ediyor.
- Üzülerek
belirtiyorum ama, dünyalıların dejenere olmaya büyük eğilimleri var; yine
de çoğunluk, bir geçiş dönemi yaşıyor: Yani, değişim ya da metamorfoz.
Galaktik toplum sizleri sadece gözlemliyor. Kendi sorunlarınızı yalnızca
kendiniz çözüme kavuşturabilirsiniz. Buna kimse karışmaz; bu, özgür
iradeye saygıdır, kendi iradenize göre hareket etme hakkına saygıdır, bir
yaşam biçimine saygı göstermektir. Ama toplumunuz için, umduklarımızın
aksine olarak bir çöküş başladı ve zeki varlıklar olarak türünüz, bu çöküş
illetine tutuldu. Son yüz yılda gezegeninizin değişik yerlerinde yaptığınız nükleer denemelerle;
beşeriyeti, gelecek 2oo yıl boyunca radyoaktif artıklara maruz bıraktınız.
Ozon tabakanızı yitirmekte oluşunuzun en önemli nedenlerinden biri ne
yazık ki budur. Bu da, güneş ışınlarının; tüm canlı organizmaların
moleküllerini, en üst düzeye kadar uyarmasına neden olacak. Bu durum bir
yandan da, dünyadaki canlılara zarar veren virüslerin en üst düzeyde
direnç kazanmalarına neden olmaktadır. Ama daha da kötüsü; bunun, beyin
nöronları üzerinde yapacağı uyarıdır. Böyle bir uyarılma da,
nevro-fiziksel değişiklikleri hızlandırır. Beyinle ilgili olarak, en önce
etkilenecek olanlar, bellek ve zeka ile ilgili olan bölgelerdir. Bu ve
benzeri değişiklikler kısa zamanda giderek daha da belirginleşecektir.
Nevrotik hastalıkların sayısı hissedilir derecede artacaktır. Bunun sonucu
olarak, saldırganlık günden güne çoğalacak, beşeri zaaflar daha da
belirginleşecek, zeka düzeyi artacak ama bu uyaranlar kişide genel bir
çöküntüye neden olacaktır. Tüm bunlara bağlı olarak; her türlü dejeneratif
hastalık baş gösterecek ve “hilkat garibesi” denilebilecek vak’aların oranı
artacaktır. Bu da DNA’nızın mutasyona uğramasının belirgin işareti
olacaktır. Hayvanların bir kısmı sadece mutasyona uğramakla kalmayacak, bir
çok tür de yok olacak; hatta bazı türler de özelliklerini yitirecek. Tüm
bunlarda sizlere; sorumsuzca yaptığınız nükleer denemeler ve
suyunuzu/havanızı kirleten zehirler yüzünden beşeriyetin mutasyona
uğradığını göstermiş olacaktır. Dünyanın kadim zamanlarında da, büyük
beşeri trajedilerin çoğu, onları yaratan koşulların bir zamanlar zararsız
görülmesinden kaynaklanmadı mı? Dünyada bilim adına yapıldığı iddia edilen
bir çok deneme beşeriyetin var oluşunu tehdit etmiştir. Nükleer
reaktörlerinizde ortaya çıkmış olan ve ileride de çıkabilecek olan
kazalar, ozon kaybına yol açmaktadır. Nükleer enerjiyi sorunsuz ve tehlikesiz
biçimde kullanmayı hala bilmiyorsunuz.
Dünyadaki iki süper güç, şimdiye dek dünyada
görülmemiş derecede öteki ülkelere kimyasal silah satıp duruyor. Sanki dünyanız
kendi kendini yok etmek için büyük bir telaş içinde… Bu kimyasallar canlıların
sinir sistemlerini devre dışı bırakabileceği gibi, bitkisel gıdalarınızı da
berbat edebilecek etkilere sahiptir. Akarsularınız kimyasal silahlarla zehir
akıntısı haline gelebilir ve bunu kimin yaptığı da çoğu kez bulunamaz. Bu gidiş
sonunda dejenere olmanın daha kötü bir şekli de DNA’larınızdaki asal
partiküllere yapılan saldırı olduğunu yakında anlayacaksınız. Bu, hepinizi “mutasyona uğramış bir ırk” durumuna düşürebilir. Dünyanızda
kimyasalların rast gele kullanılışı şimdiden deri hücrelerinizde
bozulmalara neden olmaktadır. Benzer
şekilde sadece kan dolaşımınızı yer yer etkilemekle kalmıyor, kalp krizlerine
ve beyin kanamalarına da neden oluyor. Bu kimyasalları II.ci Dünya Savaşı’nda
zaten kullanmıştınız; ancak, şimdikilerin daha da geliştirilmiş ve etkinleştirilmiş
olduklarını unutmayın. Dünya beşeri, ne yazık ki; kendi kavgacı karakterinden
ve bunun kendisini nerelere götürmekte olduğundan habersiz görünüyor.
Dünyalılar korku ile dopdolu; sadece acı çekmekten ve ölümden değil, yaşamaktan
bile korkuyorsunuz. Bencilce ve bu korku nedeniyle ürettiğiniz kimyasal
silahlar, sadece onlara hedef olma şanssızlığına uğrayanlara değil, henüz
doğmamış kuşaklara bile şimdiden ölüm getirmiş durumda…
Dünya beşeri, çarpık da olsa, bunca teknolojik
ilerlemesine, olanca zekasına ve gezegeni çevreleyen atmosferin dışına çıkmak
için önüne dikilen engelleri yıkmakta gösterdiği kararlılığına rağmen, kendi
yok oluşunun yolunda ilerlemektedir: Yalnızca gezegeninizde değil, tüm
evrenlerde bulunan ve en kusursuz şekilde var olan “su” dediğiniz o değerli
sıvıyı dünya insanı bozmuş, gezegeni kirletmiş ve binlerce canlıyı yok
etmiştir. Bırakalım öteki canlıları, dünyalılar; kendi kendilerine bile saygılı
olmayı beceremediler. Kendi kendine ve başkalarına saygısı olmayan bir kimsenin
sevgisi de yoktur. Çünkü sevgi; insanlara saygı duyabilmek için gelişmesi
gereken bir duygudur ve gerçek beşeri saygının başlangıcıdır. Sizlere,
uygarlığınızı ve dünya üzerindeki canlılığı tehdit eden bu tehlikeleri
anlatmamak ve susmak size ihanet olurdu.
- Bu bencilce
uygulamalardan dolayı, son yıllarda dünya atmosferinin özellikleri
öylesine değişti ki, uzmanlar bu değişiklikleri açıklayabilmek için artık uluslar
arası düzeyde teoriler üretmek ve araştırmada bulunmak zorundadır. Değişikliklerin başlangıç noktasını
bulabilmek için yeni parametreler geliştirmek zorunda kaldılar. Hemen
hemen tüm ülkelerde iklim değişti. Afet şekline dönüşen yağmurlar
akarsularınızı taşırmakta; sadece göllerinizi değil, barajlarınızı da
sular altında bırakmaktadır. Bu iklimsel değişiklikler sadece karaları
değil, havayı da soğutmuştur. Sıcaklıklar kontrol edilemeyecek derecede
iniş çıkış göstermeye başlamıştır. Nükleer denemeleriniz, güneşin zararlı
ışınlarına karşı koruyucu bir kalkan oluşturan ozon tabakasını etkisiz
hale getirmiştir.
- Yeryüzündekilere
ek olarak, atmosferinizin dışında uydularınızla ve onların bozulan
parçalarıyla oluşmuş bulunan bir kirlilik daha var. Bizim, uzaydaki bu tür
(eskimiş, bozulmuş uydular vb. gibi) artıkları toplamak için çok duyarlı temizlik
sistemlerimiz bulunmaktadır. Bu temizlik yapılmazsa, atmosferin
dışında muazzam miktarda artık
birikir. Dünyalılar bu temizliği şimdiye kadar ihmal ettikleri için, gezegenin
çevresindeki kuşak, her türden cismi kendisine çeken(ve bu nedenle de
giderek büyümekte olan) bir mıknatısa dönüşmüş durumdadır. Bu tür
birikintiler gaz halinde de olabilir, organik maddeler de, hatta
mineraller de… Bir zaman sonra, bu kirliliği ortadan kaldırmak olanaksız
hale gelecek!
………………………………
(*) İNSANIN GERÇEĞİ, KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde Yayınları
(**) ANROMEDA’dan GELEN UFO, Akaşa Yayınları