Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

3 Temmuz 2013 Çarşamba

B E Ş E R İ N VE BEŞERİYETİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

B E Ş E R İ N
VE
BEŞERİYETİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
DERLEYEN: Selman GERÇEKSEVER

“Yapabilmek” ve “yapmak” fiilleri sadece sözden ibarettir. Yani bu fiiller aslında kök olarak bireyin kendi iradesinden kaynaklanmıyor. Bunlar onda, başka iradelerden kendisine empoze edilmiş bir takım koşullandırmalara , ilcalara ve iç güdülere bağlı olmak üzere ortaya çıkıyor. Kişi, kendi iç güdüsünün, kendi kudretinin sahibi değildir. Bizler, olmakta olanlara yön veremeyiz ama verdiğimizi sanabiliriz. Maksatlı bir şekilde başımızdan çeşitli psikolojik hallerin geçmesine sebep olamayız, maksatlı bir şekilde bedenimize bile egemen olamayız. Kısacası, beşer varlığı kendi iradesiyle, ne psikolojisine ne de, bedenine egemendir.  Örneğin, başı ağrıdığı zaman, “Ne ağrısıymış o!” dediğinde, ağrı o anda hemen geçmiyor. Üzüntüsünün, öfkesinin, nefretinin, tutkusunun, aşkının ve sevgisinin önüne geçemiyor. Öylece onlarla birlikte yürümek, koşmak, onların içerisinde halli hamur olmak zorunda kalıyor. Mekanik ve uyur gezer bireyin; yani, dünya beşerinin tipik ve en belirgin özelliğidir bu…(*)

Uykuda olan makine beşerin en büyük özelliklerinden bir tanesi onun egoist olmasıdır. Dünya beşeri nefsani bir varlıktır. Buna bağlı olarak onun ikinci özelliği de gurur/kibir sahibi olmasıdır. Bu iki büyük kusurunu gidermek için tekrar tekrar doğarız yeryüzüne; bu kusurlarımızı giderip te uyanmak ve beşeri ikilikten kurtulmak için. İşin garip yanı, birey kendisinin şuurlu birtakım işler yaptığını zanneder. Bu beşeri ve illüzyonel bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Kişi bir çok işleri daha çok otomatik ve mekanik bir şekilde, toplumsal ve dünyasal koşullandırmalar altında yapar. Ama uyur durumda kendinden habersiz olduğu için onları kendinin yaptığını ve hatta her şeye egemen olduğunu zanneder.

Günümüz modern insanı uykuda yaşamaktadır; o, uykuda doğar ve uykuda ölür.” diyor büyük inisiye Gurdjieff(*). Uyuyan bir kimsenin ne bilgisi olabilir? Bunun hakkında düşünür ve bu anlamda uykunun  bizim varlığımızın başlıca özelliği olduğunu anımsarsanız,  gerçekten bilgi istiyorsak; önce nasıl uyanacağımızı,  yani varlığımızı nasıl değiştireceğimiz hakkında düşünmemiz gerektiği kolayca açıklığa kavuşacaktır.

Dış görünüş olarak dünya beşerinin  pek çok farklı yönü vardır: Etkinlik ya da atalet , doğruculuk ya da yalancılık eğilimi, samimiyet ya da samimiyetsizlik, cesaret ya da korkaklık, kendi kendini kontrol, ahlaksızlık, titizlik, alınganlık, egoizm, kendini fedaya  hazır bulunma, gurur/kibir, kendi kendini sevme, çalışkanlık, tembellik, ahlaklılık vb. Tüm bunlar ve daha pek çok şey beşeri varlığı oluşturur. Ama tüm bunlar kendinden habersiz bireyde tümüyle mekanik durumdadır. Yalan söylüyorsa, yalan söylemekten kendini alıkoyamıyor demektir.  Doğruyu söylüyorsa, doğruyu söylemekten kendini alıkoyamıyor demektir. Her şeyde böyledir. Her şey beşeri iradenin dışında kendiliğinden cereyan eder; yani, vaki olur…

B.Pascal (17.ci y.y. düşünürü) “DÜŞÜNCELER” adlı eserinin bir yerinde dünya beşerinin durumuyla ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapar: “Bu kadar biçare, bu derece aciz bir durumda bulunan şu insanların, hiç aldırış etmeden yaşayıp gitmelerine şaşıyorum. Tiryakisi oldukları , gönül bağladıkları cazibeli oyuncaklar buluyorlar kendilerine. Şahsen, böyle cazibeli oyuncaklara aldanıp, onlarla oyalanmayı hiçbir zaman beceremedim…”

Aklınca, toplumsal bir düzen getirmek için, dünya beşerinin kendi elleriyle oluşturduğu yasalar bugün kendi ayaklarına köstek olmuş durumdadır. Bu durumu düzeltmek için yeni yeni oluşumla da, çözümden çok yeni yeni sorunlar ortaya çıkarıyor: Yanlışı, yanlışla düzeltmeye çalışmak… Yanlışlara sebep olan da “uykuda”, yanlışları düzeltmeye çalışan da… Toplumca uykuda olmanın ve kendinden habersiz yaşamanın doğal sonucu olarak ve de kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkan; geçimsizlik, terör ve savaş, ilgili toplumlarda bulunan bireylerin dejeneratif gereksinimlerinin sağlanmasıyla ilgilidir. Bu gereksinimlerin giderilmesi sonunda, savaşlar ancak sona erebilir. Bir savaş ortamı doğrudan doğruya; o yöreye enkarne olmuş ve dejeneratif ihtiyaçlarla bezeli uyuyan varlıkların  bir etkinlik alanıdır. Bir savaş ortamındaki varlıklar, söz konusu durumda doyuma ulaşacak kadar bir uygulama içinden geçtikten sonra belki uykuda olduklarının (hiç değilse bazıları) farkına varır.

Savaş alanından gelelim okulara; buralarda öğretilenler de, (içsel değerlerin ve erdemlerin değil de) maddesel değerlerin ağırlıklı olarak nasıl elde edileceği yönündedir: Daha rahat pozisyonda (daha garantili bir zihinsel/bedensel konfor içinde) yaşama olanağına kavuşmak için… Hemen hemen hiçbir genç, üniversitenin kendisine tanıyacağı büyük manevi ufku, büyük kültürel ve insani değerleri, kendine olan güveni ve tüm insanlarla bağlanabilme gücünü elde etmek için üniversiteye gitmiyor. Bu durumda da üniversiteyi bitirebiliyor ama çoğu kez içsel bir olgunluktan yoksun olarak… Üniversiteye de uykuda başlıyoruz, uykuda bitiriyoruz.

Günümüzde dünya, tüm konforu ve teknolojik harikalarıyla beraber bireyleri tam bir içsel miskinliğe/atalete sevk etmiş durumdadır. Uyanmak şöyle dursun, uykular daha da derinleştiriliyor. Günümüz medeniyeti ve olduğu gibi beşeri düzen, zaten uykuda olan bireyin daha da derin uyumasına sebep  olarak; onu, gerçek hedefine (aslına, özüne, öz kendisine) ilerleme cehtinden alıkoymuştur. Maddeci bilim, beşeri; yapay hedefler ve ihtiyaçlar peşinde koşmaya koşullandırarak atalet içinde kalmasını sağlamıştır.

Reklam ve moda sektörleri aracığıyla korkunç bir telkin ve koşullandırma mekanizmasının bireyler üzerinde çok çeşitli etkisi altında bırakılmak suretiyle kendimizle meşgul olmaktan alı konmuş durumdayız. O kadar ki, kişiler artık kendileriyle meşgul olmayı (içsel gelişim açısından kendilerine yönelmeyi) artık bir zul telakki eder hale gelmiştir; kendisiyle uyraşmayı (yani, uyanmaya çalışmayı), sahte benliklerini kontrol altına alıp, nefsine karşı muhalefet gücü kazanmayı bir tür kendi kendine eziyet olarak telakki eder hale gelmiştir. Bundan dolayı da sürekli olarak kendi duyularının ve duygularının  doyurulması peşinde… Oysa ki, makbul olan, duygusallıyı doyurmak değil, kontrol altında tutmak ve duygusal karmaşadan kurtulmaktır.

Bu durumda, genel dünya toplumu olarak beşeriyet; egosunun doyumu peşinde koşmaktan, egosu aracılığıyla yakalandığı maddesel cazibenin etkisi altında, giderek kendinden (asıl kendisinden) uzaklaşmakta ve dolayısıyla uyanma şansını / fırsatını kaçırmaktadır. Esas olan ve makbul olan, varlığın; bedeninden başlayarak, madde üzerindeki egemenlik derecesini artırmasıdır. Ama bu gücü kazanmak ve esas konuda başarılı olmak için, önce kişinin uyanması ve nefsaniyetine karşı güç kazanması gerek. Oysa ki, olmakta olan, bedensel ve zihinsel konfora yönelik; daha fazla maddesel olanak, daha fazla yapay icap ve ihtiyaç, maddeye karşı doyurulamayan bir aç gözlülük görüyoruz.

Uykuda olan ve belki en fazla uyanmaya çalışan beşeri varlıklar olarak sefaletlerimiz karşısında bizi teselli eden biricik şey, eğlenip oyalanmadır ve yine de sefaletlerimizin en büyüğü budur. Çünkü bizi kendimiz hakkında düşünmekten alıkoyan ve anlaşılmaz bir biçimde yok oluşa götüren şeylerin en başında o vardır. Fakat çoğu zaman (belli etmesek de iç huzurundan yoksun olduğumuz ve) canımız sıkıldığı için ve bu can sıkıntısı bizi daha sağlam kaçış vesileleri aramaya yönelttiği için, eğlenip oyalanmakla geçiririz ömrümüzü. Bu eğlencelerin; farkına bile varmadan, bizi götürüp bıraktığı durak ise şudur: Ö l ü m …

Evet, bu şekilde kısa kısa, değişik açılardan dünya beşerimizin genel görünümünü gözden geçirdik: Bireysel, toplumsal, eğitsel açılardan… Dinsel açıdan bakmadık ama herhalde artık buna gerek kalmadı; çünkü uykuda olan kendini beğenmiş makine bireyin maneviyatının da ne olabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek… Uyurgezer dünya beşeri uykudan uyansın ve makinelikten kurtulsun diye kendisine yüce alemden indirilmiş bulunan bilgi külliyatı olan vahyi de kendisine benzetmeye çalışmıştır. Bakın bu konuda ünlü ilahiyatçı düşünür B.Pascal ne demiş “DÜŞÜNCELER” adlı eserinde: “Kendi acziyetini tanımadan; ALLAH’ı tanımaya kalkanlar, ALLAH’ı değil, kendilerini yüceltir…”



Dünya Beşerinin Andromeda’dan Görünümü

Andromeda galaksisi’nden dünyamızı ziyaret eden LYA adlı varlığın beşeriyetin durumu hakkında izlenimleri ve yorumu.(**)

  • Dünyada bugün en tehlikeli silahın ne olduğunu soruyorsunuz ama şimdilik sizin için en tehlikeli silah, dünyalıların birbirine duydukları nefrettir. Nefret duygusu ruhunuzu yavaş yavaş tahrip ediyor.
  • Üzülerek belirtiyorum ama, dünyalıların dejenere olmaya büyük eğilimleri var; yine de çoğunluk, bir geçiş dönemi yaşıyor: Yani, değişim ya da metamorfoz. Galaktik toplum sizleri sadece gözlemliyor. Kendi sorunlarınızı yalnızca kendiniz çözüme kavuşturabilirsiniz. Buna kimse karışmaz; bu, özgür iradeye saygıdır, kendi iradenize göre hareket etme hakkına saygıdır, bir yaşam biçimine saygı göstermektir. Ama toplumunuz için, umduklarımızın aksine olarak bir çöküş başladı ve zeki varlıklar olarak türünüz, bu çöküş illetine tutuldu. Son yüz yılda gezegeninizin değişik yerlerinde  yaptığınız nükleer denemelerle; beşeriyeti, gelecek 2oo yıl boyunca radyoaktif artıklara maruz bıraktınız. Ozon tabakanızı yitirmekte oluşunuzun en önemli nedenlerinden biri ne yazık ki budur. Bu da, güneş ışınlarının; tüm canlı organizmaların moleküllerini, en üst düzeye kadar uyarmasına neden olacak. Bu durum bir yandan da, dünyadaki canlılara zarar veren virüslerin en üst düzeyde direnç kazanmalarına neden olmaktadır. Ama daha da kötüsü; bunun, beyin nöronları üzerinde yapacağı uyarıdır. Böyle bir uyarılma da, nevro-fiziksel değişiklikleri hızlandırır. Beyinle ilgili olarak, en önce etkilenecek olanlar, bellek ve zeka ile ilgili olan bölgelerdir. Bu ve benzeri değişiklikler kısa zamanda giderek daha da belirginleşecektir. Nevrotik hastalıkların sayısı hissedilir derecede artacaktır. Bunun sonucu olarak, saldırganlık günden güne çoğalacak, beşeri zaaflar daha da belirginleşecek, zeka düzeyi artacak ama bu uyaranlar kişide genel bir çöküntüye neden olacaktır. Tüm bunlara bağlı olarak; her türlü dejeneratif hastalık baş gösterecek ve “hilkat garibesi” denilebilecek vak’aların oranı artacaktır. Bu da DNA’nızın mutasyona uğramasının belirgin işareti olacaktır. Hayvanların bir kısmı sadece mutasyona uğramakla kalmayacak, bir çok tür de yok olacak; hatta bazı türler de özelliklerini yitirecek. Tüm bunlarda sizlere; sorumsuzca yaptığınız nükleer denemeler ve suyunuzu/havanızı kirleten zehirler yüzünden beşeriyetin mutasyona uğradığını göstermiş olacaktır. Dünyanın kadim zamanlarında da, büyük beşeri trajedilerin çoğu, onları yaratan koşulların bir zamanlar zararsız görülmesinden kaynaklanmadı mı? Dünyada bilim adına yapıldığı iddia edilen bir çok deneme beşeriyetin var oluşunu tehdit etmiştir. Nükleer reaktörlerinizde ortaya çıkmış olan ve ileride de çıkabilecek olan kazalar, ozon kaybına yol açmaktadır. Nükleer enerjiyi sorunsuz ve tehlikesiz biçimde kullanmayı hala bilmiyorsunuz.
Dünyadaki iki süper güç, şimdiye dek dünyada görülmemiş derecede öteki ülkelere kimyasal silah satıp duruyor. Sanki dünyanız kendi kendini yok etmek için büyük bir telaş içinde… Bu kimyasallar canlıların sinir sistemlerini devre dışı bırakabileceği gibi, bitkisel gıdalarınızı da berbat edebilecek etkilere sahiptir. Akarsularınız kimyasal silahlarla zehir akıntısı haline gelebilir ve bunu kimin yaptığı da çoğu kez bulunamaz. Bu gidiş sonunda dejenere olmanın daha kötü bir şekli de DNA’larınızdaki asal partiküllere yapılan saldırı olduğunu yakında anlayacaksınız. Bu, hepinizi “mutasyona uğramış bir ırk”  durumuna düşürebilir. Dünyanızda kimyasalların rast gele kullanılışı şimdiden deri hücrelerinizde bozulmalara  neden olmaktadır. Benzer şekilde sadece kan dolaşımınızı yer yer etkilemekle kalmıyor, kalp krizlerine ve beyin kanamalarına da neden oluyor. Bu kimyasalları II.ci Dünya Savaşı’nda zaten kullanmıştınız; ancak, şimdikilerin daha da geliştirilmiş ve etkinleştirilmiş olduklarını unutmayın. Dünya beşeri, ne yazık ki; kendi kavgacı karakterinden ve bunun kendisini nerelere götürmekte olduğundan habersiz görünüyor. Dünyalılar korku ile dopdolu; sadece acı çekmekten ve ölümden değil, yaşamaktan bile korkuyorsunuz. Bencilce ve bu korku nedeniyle ürettiğiniz kimyasal silahlar, sadece onlara hedef olma şanssızlığına uğrayanlara değil, henüz doğmamış kuşaklara bile şimdiden ölüm getirmiş durumda…
Dünya beşeri, çarpık da olsa, bunca teknolojik ilerlemesine, olanca zekasına ve gezegeni çevreleyen atmosferin dışına çıkmak için önüne dikilen engelleri yıkmakta gösterdiği kararlılığına rağmen, kendi yok oluşunun yolunda ilerlemektedir: Yalnızca gezegeninizde değil, tüm evrenlerde bulunan ve en kusursuz şekilde var olan “su” dediğiniz o değerli sıvıyı dünya insanı bozmuş, gezegeni kirletmiş ve binlerce canlıyı yok etmiştir. Bırakalım öteki canlıları, dünyalılar; kendi kendilerine bile saygılı olmayı beceremediler. Kendi kendine ve başkalarına saygısı olmayan bir kimsenin sevgisi de yoktur. Çünkü sevgi; insanlara saygı duyabilmek için gelişmesi gereken bir duygudur ve gerçek beşeri saygının başlangıcıdır. Sizlere, uygarlığınızı ve dünya üzerindeki canlılığı tehdit eden bu tehlikeleri anlatmamak ve susmak size ihanet olurdu.
  • Bu bencilce uygulamalardan dolayı, son yıllarda dünya atmosferinin özellikleri öylesine değişti ki, uzmanlar bu değişiklikleri açıklayabilmek için artık uluslar arası düzeyde teoriler üretmek ve araştırmada bulunmak zorundadır.  Değişikliklerin başlangıç noktasını bulabilmek için yeni parametreler geliştirmek zorunda kaldılar. Hemen hemen tüm ülkelerde iklim değişti. Afet şekline dönüşen yağmurlar akarsularınızı taşırmakta; sadece göllerinizi değil, barajlarınızı da sular altında bırakmaktadır. Bu iklimsel değişiklikler sadece karaları değil, havayı da soğutmuştur. Sıcaklıklar kontrol edilemeyecek derecede iniş çıkış göstermeye başlamıştır. Nükleer denemeleriniz, güneşin zararlı ışınlarına karşı koruyucu bir kalkan oluşturan ozon tabakasını etkisiz hale getirmiştir.
  • Yeryüzündekilere ek olarak, atmosferinizin dışında uydularınızla ve onların bozulan parçalarıyla oluşmuş bulunan bir kirlilik daha var. Bizim, uzaydaki bu tür (eskimiş, bozulmuş uydular vb. gibi) artıkları toplamak için çok duyarlı temizlik sistemlerimiz bulunmaktadır. Bu temizlik yapılmazsa, atmosferin dışında  muazzam miktarda artık birikir. Dünyalılar bu temizliği şimdiye kadar ihmal ettikleri için, gezegenin çevresindeki kuşak, her türden cismi kendisine çeken(ve bu nedenle de giderek büyümekte olan) bir mıknatısa dönüşmüş durumdadır. Bu tür birikintiler gaz halinde de olabilir, organik maddeler de, hatta mineraller de… Bir zaman sonra, bu kirliliği ortadan kaldırmak olanaksız hale gelecek!

………………………………
(*) İNSANIN GERÇEĞİ, KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde Yayınları

(**)  ANROMEDA’dan GELEN UFO, Akaşa Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder