HAYATI YAŞANMAYA DEĞER KILAN NEDİR?
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
“ ‘Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu
kaybeder!’ sözleriyle Montaigne, “amaçlı
yaşam”ın önemini anlatır. Modern yaşamda giderek artan nüfusun, paylaşım
yerine körüklenen aşırı tüketimin, insan gerçeğiyle ve doğayla uyumsuz
kentleşme ve teknolojinin beraberinde getirdiği yabancılaşma, amaçlı olmayı ve
anlamlı yaşamlar sürdürmeyi zorlaştırıyor, maalesef! Çeşit çeşit
anti-depresanların sıralandığı reçeteleriyle doktor ofislerinden çıkarken, o
kutularda mutluluğu bulabileceğini zanneden insanların dramının altında yatan
gerçeklik de aslında bu: Hiçleşme ve amaçsızlık!” Doç. Dr. Şafak Nakajima
Hayatı yaşanmaya değer kılan,
varlığın gelişimine ve dolayısıyla ruhun tekâmülüne hizmet ediyor olmasıdır.
Kişinin yaşamdan bu anlamda daha çok yarar sağlaması için kendisinin; gerçek
doğası haklında, yâni kendisinin esâsen ruh varlığı(enkarne durumda bir ruh
varlığı) olduğu bilincine/sezgisine sâhip olması gerekir. O zaman, kendisinin
başına gelenler, çevrede olup bitenler, yâni olduğu gibi yaşam daha çok
anlamlanır ve yaşamdan gerçek anlamda daha çok yarar sağlanır. Hayatı yaşamaya
değer gerçek amaç ve hedef de bundan başkası değildir.
Bizler esâsen tüm
dünya beşeriyeti olarak “otomatik gelişim
düzeyinin yarı idrakli”(*) varlıklarıyız.
Burada, “otomatiklik”le kastedilen, “gerçekten, ne için ve neden yaşadığını
bilmeden yaşamak”tır(**).
Bunun da nedeni, kişinin kendi gerçek doğasından habersizliği, ruh varlığı
olarak yüceliğinden habersizliği ve kendini bedenden ibaret bir organizma
sanmasıdır. Bu durumun varlıksal öneminden dolayı kendini bilmek/tanımak kavramı
tüm dinsel öğretinin ve belli başlı inisiyatik öğretilerin temel konusu
olmuştur. “Kendini tanımak”tan maksat,
beşerî egonun/nefsin tanınmasıdır. Ego/nefs ile kastedilen; beşerî kusurlar,
zaaflar, çıkarcılıklar, bencillikler, olumsuz duygular ve sahte benliklerdir.
Bunlar “reziletler” olarak inisiyatik
öğretilere geçmiştir. İşte yaşamaktan maksat; kişinin kendini tanıma
duyarlılığı içinde reziletlerden kurtulup/arınıp, faziletleri(erdemleri)
kendisinde tezahür ettirmek ve yaşama geçirmektir. “Dünya Realitesi’nde temel eylem, nefsaniyete (egoizmaya) egemen olma eylemidir. Nefsaniyeti ortadan
kaldırabilme olanakları yeryüzünde mevcut değildir ve oluşumunda da zaten
yoktur. O halde insanın, yaşayan ruhun, en büyük amacı nefsini tanıması,
kendini bilmesidir.”(Ergün Arıkdal, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER)
Toplumda tüm
kötülüklerin, haksızlıkların, bencillikleri, adâletsizliklerin,
hukuksuzlukların, kısaca erdemsizliklerin(reziletlerin) kaynağı kendinden
habersizliktir. Kişinin kendi hakkındaki bu cehaletinin giderilmesi, “otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli”
beşerî varlığının “insan”a evrilmesi
ruh varlığı olarak insanın başarabileceği en zor işlerden biridir. Einstein bu
“zorluğu”, “İnsanın değişmesi, atomun
parçalanması kadar zordur...” şeklinde sözcüklere dökmüştür. Aynı zorluğu,
Hz.Muhammed, “cihad” sözcüğüyle
kendinden habersiz beşeriyete anlatmaya çalışmıştır ve “Gerçek mücahit, kendi
nefsiyle mücadele edendir.” demiştir. Bu anlamda cihad, yaşamın gâyesi olarak; iyi bir insan olmak, bu uğurda
nefsin meşrû olmayan arzularına karşı koymak, istekler/arzular bakımından
sâdeleşmektir. Bu anlayışta, başkalarına
yönelik; baskı, şiddet ve zorlama olmaksızın yaşama uyumlanmak vardır. Bu
bağlamda, hayra, barışa ve erdemlere yönelik iş ve değerler üretmek söz
konusudur.
Ruh varlığının gelişip, değişip, değer kazanması(kısaca “insanlaşması”) yeniden yeniden
bedenlenişler silsilesi içinde olur. Bu nedenle tekrardoğuş olgusu varlık için
ilâhî bir nimettir. Tekrardoğuş olanağı varlığa gelişim yönünde çokluk ve
çeşitlilik hâlinde deneyimlerden ve yaşam sınavlarından geçme, uygulama ile
idraklenme ve şuurlanma olanağı sağlar. Yaşam
sınavları(eprövler); idraklenip şuurlanmamız, dolayısıyla beşerî zaaflardan
kurtulup insanlaşmamız için İlâhî Adâlet kapsamında ve Sebep-Sonuç Yasası'na
göre önümüze ilâhî bir lütuf olarak çıkarılan fırsatlardır. Ayrıca, gördüğümüz/görmediğimiz her şey bu
varlıksal hedef için birer araçtır. Ancak, bu araçlardan şuurlanma yönünde
yararlanma yerine, kendini bilmemezlikten kaynaklanan beşeri bir zaaf ile;
onlarla özdeşleşip biriktiriciliğe kalkışırsak, sıkıntılı eprövlerle telâfi
edilecek yeni ek uğraşlara girmek zorunda kalırız. Çünkü madde ve maddesel
birikim gelişim için amaç değil, araçtır. İşte bu gerçeği anlayıp, duyumsayabildiğimiz
oranda yaşam sınavlarımızda başarımızın artmasının yanı sıra gelişim hızımız da
ivme kazanır…
Görüldüğü gibi, önce kişinin kendisinin gerçekten ne
olduğunu merak etmesi, kendinin gerçek doğasının (öz benliğinin, asıl kendinin)
esâsen beden ötesinde olduğunu sezinlemesi
ya da bu konuda bir duyarlılığa sâhip olmasıdır. Başka türlü bir
söylemle, “Kendini bilmek ve bulmak
için, ruhun beden üzerinde kurtarıcı bir güç kazanabilmesi için; önce, ruhun
beden üzerindeki nüfuz ve egemenliğine inanmak, sonra da tasavvur gücünü güzele
doğru çevirerek irâdeyi kuvvetlendirip, arttırıp islâh etmek gerek.” (RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER, Ergün ARIKDAL Ruh ve Madde Yayınları, Baskı
1991, sayfa 105)
Öz benlik olarak
ruh varlığının dünya bedeni(organizma) üzerindeki bağlantı gücü yaklaşık “%80”dir(İLÂHİ
NİZAM ve KÂİNAT) Bu rakam, öz benlik ile bedensel ben arasındaki bağlantı
oranıdır. Ancak varlığın beden üzerinde kurtarıcı güç kazanabilmesi, yâni bu
%80’lik(7/8’lik) gücün tamamen bedende tezâhür etmesi) idraklenip şuurlanma ile
ortaya çıkan varlıksal bir kazanımdır ve hayatı tüm zorlukları ve
sıkıntılarıyla yaşanmaya değer kılan da budur. Bu kazanım, aynı zamanda maddî
ve mânevî özgürlüğe gerçek anlamda kavuşmak ve kendini tanımaktır. Bu cümleden
olmak üzere, “Tüm yersel ve göksel bilgi kaynaklarının en önemli işlevleri,
beşeriyeti; mekanik, duygusal ve entelektüel esâretten yavaş yavaş kurtararak,
insanın kendini ve özünü tanımasına yardım etmek ve onu özgür hâle getirmektir.
Dünyanın her türlü câzibesinden
kurtulmaya namzet hâle gelebilen bir beşeriyetin durumu kıyâmetin(şuurda
uyanmanın) nedenini oluşturur. Her türlü esâretin ortadan kalkacağı, BİR’lik ve
küresellik yaşamının deneyimleneceği, eş koşmaların zar kadar inceleceği
zamanlara hazırlanan beşeriyetin önünde, oldukça zorlu ve ıstıraplı liyakat
sınavları bulunmaktadır.” (Ergün ARIKDAL, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER,
syf.126)
..........................................................
(*) İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.
(**) a.ge. 180
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder