Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

4 Kasım 2021 Perşembe

İDRAKLENMEK İÇİN YÜZLERCE ENKARNASYON

 

İDRAKLENMEK İÇİN YÜZLERCE ENKARNASYON

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

İdrak, evrendeki sınırsız madde sistemlerini birbirine bağlayan bir kudrettir. Bu kudretin kaynağı evren dışındadır. Maddeler arasındaki ilişkiler bu kudret sâyesinde kurulur ve yürütülür. İdrak kudretinin varlıkta ortaya çıkışı varlığın ilk oluşum aşamasında başlar: Birer yüksek titreşimli enerji bileşiminden ibâret olan varlığın ortaya çıkması demek, idrak kudretinin en ilkel şekli olan iç güdülerin, belirtilen titreşimi yüksek/süptil enerji bileşimlerinde tezâhür etmeye başlaması demektir. Bir evren varlığının ortaya çıktığı andan başlayarak, Aslî Tesir’lerin yerini tâli tesirlerin aldığını biliyoruz. Bunlar evrendeki önceki gelişmiş varlıklardan gelen yardım tesirleridir. Burada, madde sistemlerini bir araya toplayan ve bir bakıma, varlığın “mayası” da olan idrak kudreti de devrededir. Varlığın ilk oluşum aşamasında, bildiğimiz hidrojen öncesi hidrojen atomunun(hidrojen nüvesinin) enerjileri öyle bir gelişim aşamasına gelmiş olurlar ki, tâli tesirlerin de yardımıyla ruhlar idrak kudretinin basit hâli olan içgüdüleri maddenin bu aşamasında kullanmaya başlarlar. Madde sistemlerini birbirine bağlayan kudret olan idrak, varlığın da mayasıdır. Evrende ilk ortaya çıkan varlık, ilk ânından başlayarak öteki daha basit madde bileşimlerini, kendisinde bulunan idrak mayasının yavaş yavaş(tedrîcen) gelişimiyle uyumlu olarak birbirine bağlamakta ve yeni yeni madde bileşimleri oluşturmaktadır(1).

 

Bilgi uygulanmadıkça idrakine varılmaz, yâni varlığın öz malı niteliği kazanmaz. Uygulamadan geçmemiş, hâleti yaşanmamış bilgi “yük” nitelikli enformasyondur. Bu yükü taşıyabilir ve başkalarıyla paylaşabilirsiniz ama “yük” sizin öz malınız değildir; varlığın kendi öz malı olan öz bilgilerinin alt yapısını oluşturmaz(2). Bu nedenle, tüm kutsal metinlerde ve ezoterizmde “amel”in önemi vurgulanmıştır(3).

“İdrak, varlıkta meydana gelen bilgi birikiminin bir çeşididir. Her birikim aksiyon halinde, yani idrak halinde tezahür etmez. İdrakli olabilmek için ille de derin düşünüş halinden aktif düşünüş haline geçmek gerekir. Derin düşünüş hali, şuuraltınızla beraber tüm insani şuurunuzun birlikte çalışmasıdır. Aktif düşünüşünüz ise, tamamen şuurunuzun yüzeyinde cereyan eden bir düşünüş şeklidir. İşte idrakli hareket edebilmek, derin düşünüş halinden cevheri nitelikteki bilgileri aktif düşünce alanına ulaştırmaktır. Bu sizin ölçülü hareket etmenizi sağlayacak bir mekanizmadır.” SADIKLAR PLANI Tebliğleri, Celse: 55 (Kademe: 6 Tarih: 30. 12. 1964)

 

Gelişimin hemen hemen esâsı olan şuurlanmak sürekli değil, idrak birikimleri sonucu oluşan makbul bir durumdur. Dolayısıyla belli miktarda idrak edilmiş görgü ve deneyim birikimleri sonucunda şuur hamleleri yapmak söz konusudur. Şuur hamleleri yapabilmek bizler için önemliyse, gelişim yolumuzda ilerlerken, önceki realitemizle ilgili araç gereci kullandıktan sonra, onlarla özdeşleşip zamanında terk edememişsek, ilerlememiz zor olacaktır. “Yük” ne kadar hafif ise, yürüyüş o kadar kolay olur. Gelişimde sâdeleşmek, sâde olarak yaşamak, şuurlanmada başarının ve insanlaşmanın önemli koşullarından biridir. Sâdeleşmek, (bizler için çok önemli olan bilgiler de dâhil) elimizdeki her şeyin yenilenmesidir. Bunun için, öncekilerin, özleri alınıp zamanında bırakılmış olmaları gerekir. Bunlar, idraklenmenin, dolayısıyla da idraklenmeyle gelen şuurlanmanın önündeki engellerdir.

 

Ruh varlığının öz bilgilerinin alt yapısını oluşturan görgü ve deneyim birikimi; gelişip şuurlanmanın da gereği olan, kendini tanıma duyarlılığı içinde idraklenme cehtinin bir ürünüdür. İdraklenme cehtini ve dolayısıyla görgü ve deneyim birikimini başarıyla sürdürmek için bilgi gereklidir ama tek başına bilgi yeterli değildir. “Doğru olan”a göre hareket etmek ve uygulama yapmak ister. Burada “doğru olan”, bireyden bireye göre değişir ama her realitenin bir doğrusu vardır ve birey kendi realitesinin gereği olan doğrusunu uygulamak durumundadır; bu doğrunun (bir üst realiteye göre yanlış da olsa) uygulamasını yapmalıdır. Çünkü birey ancak, yanlış da olsa; kendi doğrularını uygulaya uygulaya kusurunu anlar ve bir üst realitenin doğrusuna aday olur. Uygulama yapmadan; sağlıklı gözlemlerle(4), iyi bir empati ile, ve de olup bitenlerden ibretlik dersler çıkararak bu başarıya ulaşmak da olanaklıdır ama bunu yapanımız çok azdır. Otomatik gelişim düzeyinin yarı idraklileri(5) olarak genellikle; tüm uyarılara, öğütlere ve bilgilere karşın önce olmaması gerekeni deneyimleriz. Belkide “gelişim açısından olmaması gereken” her ne ise bunu öğrenmenin ve idrak etmenin en iyi yolu, önce olmaması gerekeni deneyimlemektir. Ancak, varlık idraklenip şuurlandıkça; bir şeyleri idrak etmek için olmaması gerekeni deneyimlemelerin sayısı giderek azalır ve giderek gelişim açısından gerçekten ne/nasıl yapması gerektiği konusunda fehim ve feraseti artar ki bu da idraklenmeyle gelen şuurlanma arttıkça gelişimin ivmesinin artılığının işaretlerinden birisidir.

.......................................

(1)    İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 116,117.

(2)   “öz bilgiler” kavramı için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 112 ve devamı, 128 ve devamı.

(3)   KUR’AN’ da “amel” kavramı; NİSA 124 - YUNUS 26 - KEHF 110 - MÂİDE 9- HAC 50 - YUNUS 9 - BAKARA 217- KEHF 49.

(4)   SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, sayfalar 62,262.

(5)   İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar; 3,50,58,60,77,101,180,197.

 

 

ÖZ BENLİK ve ENKARNASYON

 

ÖZ BENLİK ve ENKARNASYON

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

Her türlüsüyle maddesel ortamlar(madde formları) biz ruh varlıkları(öz benlikler) için birer gelişim alanıdır. Âlemleri dolduran sonsuz/sınırsız sayıdaki bu ortamlara(o ortamların özelliklerine, titreşim düzeylerine ve koşullarına) uygun bedenler “alarak” enkarne oluruz. Öz benlikler olarak bundan amaç; gelişip, idraklenip, şuurlanarak vazife planındaki etkinlerde yer alabilecek liyakate yükselmektir. Tüm bunlardan amaç da, evrendeki tezahür uzantısı ve hizmetinde olduğumuz (evren ötesi) ruhlara hizmettir. Bu varlıksal ve evrensel hizmet varlıksal ve evrensel bir sorumluluktur.  Ruhların evrendeki tezâhür uzantıları ve tekâmül araçları olan varlıklar(özbenlikler); deneyim ve görgü birikimlerine, liyakat ve gelişim düzeyleriyle uzmanlık alanlarına göre çok çeşitli organizasyon sistemleri oluşturarak Aslî İlke’nin gerekleri(icaplar) doğrultusunda İlâhi Murad’ın gerçekleşmesine hizmet ederler.”   (İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar:112,116,144,111,45,311,315,191,53,54,92,311,64) Ruh varlıkları, ruhların evrendeki tezâhür uzanlıları olarak; Aslî İlke’nin gerekleri(icapları) doğrultusunda gerçekleşen olaylar içinde (ki bunlardan birisi de enkarnasyondur) görgü ve deneyim birikimlerini  artırarak  vazife planına adaylar haline gelmeye çalışırlar. Yeniden yeniden bedenlenişler silsilesi içinde, yaşamlar boyu maddenin derinliklerindeki gelişim ortamlarında(uzaysal objelerde ve onların spatyomlarında) geçirdiğimiz deneyimler sonucu, öz benliğimize yansıyanın; dünyasal realiteler olmadığını, bunların dünyasal realitelerin gelişim yönünde değerlendirilmesiyle oluşan süptil madde bileşimleri olduğunu biliyoruz. Bu süptil madde bileşimleri öz benliğimizde birtakım formasyonlara ve transformasyonlara neden olur. Bunun sonucunda, çok yüksek madde sentezleri içinde, dünyadaki görünüşlerinden bambaşka şekilde değerlenerek zenginleşen ince bileşimler ortaya çıkar. Bunlar, ruhun işine yarayan ve tekâmülüne hizmet eden gerçek öz bilgilerdir ki ruh için gerçek tekâmül değerleri bunlardır(İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.111).

Ruhların evrenden yararlanmaları bir evren varlığı olan öz benliğin öz bilgileri("tekâmül değerleri") ile olur. Öz benliğin öz idrakinin oluşumu ve öz benliğin gelişim aracı da öz bilgilerdir. Öz idrak, ruh varlığının(öz benliğin) evren boyunca(Ünite’ye kadar) uzanan gerçek idrakidir. Öz bilgilerin de hammaddesi, dünyada ve benzeri uzaysal objelerde(gelişim ortamlarında) çeşitli realiteler boyunca elde ettiğimiz görgü ve deneyim birikimidir (İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 112). Tekâmül etmemek diye bir şey söz konusu olmadığına göre, öz benlikler(ruh varlıkları) olarak buna karar verdik ve bunu bile bile enkarne olduk. Dahası, bu kararlılığımızı bedende tezâhür ettirmek, ahdimizi yerine getirmek durumundayız. Aslında sâdece yakın çevremizde değil, tüm algılama alanımızda(radyo, TV, internet medya vb.) tüm olup bitenler ve her gün başka bir saçmalık ve erdemsizlikle insâni değerleri yaralayan siyasal ve toplumsal aktörler yeni realiteye geçme ve gerçek şahsiyetlerimize bürünme konusunda bizler için birer ibretlik malzeme oluşturuyor. Onların ve herkesin yaptığı kendine… Biz ne yapıyoruz, bu önemli… Çünkü gelişim konusunda her varlık kendinden sorumludur.

Algılama alanımızda bulunan öteki varlıkları yapıp ettikleri(bize yönelik olsun/olmasın) sadece bir etkidir. Bu etkiye bizim ne tepki verdiğimiz önemlidir. Esasen toplu halde yaşamaktan amaç ve hikmet de budur; karşılıklı iletişim ve etkileşim hâlinde gelişmek. Konumuz olan enkarnasyonun amaçlarından biri de, şimdi bizler için; dünya maddesinin etkisini tanımak ve bu maddesel etki ile çok değişik haller ve hâletler deneyimleyerek kendi güç alanımızı güçlendirmektir. Bundan da amaç, deneyim ve görgü birikimiyle öz benliğimizin(asıl kendimizin) özbilgilerine katkıda bulunmaktır. Aslında ‘gerçek benlik’ asıl kendimizdir, öz benliğimiz, plansal yanımızdır; ama enkarnasyon nedeniyle sahte benlik örtüleriyle kat kat örtülerek ‘altlarda bir yerlerde’ kalmıştır. Öz benliğin, bedensel bende tezahür etmesine elverişli koşulları oluşturmak, toplumun gelişim yönünda  sağladığı olanaklardan yararlanlam  ve onu olabildiğince insanî değerleri(erdemleri) ortaya çıkarmak, tüm inisiytik öğretilerin ve ruhçuluğun  ana hedefini oluşturmuştur.  

Genel gelişim sürecinde, Uyum ve esneklik bütün benliğimizde sonsuz enkarnasyonlar boyunca ulaşılması gerekli olan bir hedeftir. Her gelişim merhalesinin, ulaşıldıkça genişleyen varlıksal mekânların zaman ve mekân koşullarına ve gerekliliklerine uyum sağlamak ve bunun için de her yönüyle esneklik gösterebilmek gerçek bir yok oluştur. Esâsen gelişim bunsuz olmamaktadır: Varlık enkarne olacağı ortama önce uyum sağlar, bedenlenmeden önce bunun hazırlıklarını yapar, enkarne olacağı ortamın (kendi yaşam planına uygu) zaman-mekân koşullarının oluşmasını bekler. Enkarnasyonlar  boyu sürüp giden bu oluşum kapsamında, şimdi sâhibi olduğumuz ve görünen fizik beden aracılığıyla öz benliğimize(asıl kendimize) hizmet ediyoruz; öz benlik olarak da, hizmetinde bulunduğumuz ruha…” (İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 112). 

Ebedî gelişim süreci içinde beşerî realiteler boyunca elde ettiğimiz görgü ve deneyim birikimimizi spatyomda değerlendirdikten sonra; öz bilgilere, öz bilgiler de öz idrake ve öz benlik düzeyindeki realitelere dönüşüyor ve öz benliğin realiteleri böyle oluşuyor. Varlığın öz bilgileri, ruhun tekâmül değerlerini oluşturur. Varlığın öz bilgi birikimi, onun şuuraltında saklıdır. (İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 112+142+144)

Varlıktaki özbilgiler öz idrak kanalıyla ruha yansır. Varlığın öz idrak, öz bilgi birikimine paralel olarak artar (İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 112). Ruh varlığının öz bilgi ve öz idrakiyle ilgili bu birkaç nottan sonra yeniden konumuza dönerek ilerleyelim: Enkarnasyon ile nefsaniyet ortaya çıkar. Nefsâniyet, vicdan birim dualitesinin maddeye dönük öğesidir, dolayısıyla vicdanın tam zıttıdır. Enkarnasyonla birlikte nefsâniyet, vicdânın karşısında olmasaydı, belki gelişmek ve insanlaşmak için varlık idraklenme cehtine ve zahmetine girmek istemez ve varlık bunun için yerinden bile kıpırdamazdı… Enkarne varlığın nefsâniyet-vicdan mücadelesindeki başarısı, onun daha yüksek gelişim aşamalarına(realitelere) liyakat artışını belirliyor. Bu anlamda bir liyakat oluşmadıkça da, üstün realitelere adaylık söz konusu değil. Dolayısıyla nefsâniyet ve onun vicdan ile mücadelesi olmalı ki, içinde bulunduğumuz realiteden bir üst realiteye geçebilmemiz gerçekleşsin.

Easas olan, realiteden realiteye geçerek gelişmek/insanlaşmak ve vazife planına doğru ilerlemektir. Bu konuda ve bu anlayışla idraklenme cehti sergilemek, gelecek gelişim aşamalarının bilgilerini ve onların öz benliğe mâl edilmelerini sağlamayı berâberinde getirecektir.(İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.185). Zaman ve mekân ile kaim olan(var olan) realite, varlıktaki kudretlerin yansımalarından/görünümlerinden biri olup, ötekiler;  vicdan, idrak, bilgi ve sevgidir. Enkarne varlığın görgü ve deney birikimi, realitelerin öz varlıkta bilgi olarak birikmiş izlenimlerinden ibârettir(İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.109).

Öz benlikteki öz bilgi birikiminin alt yapısını, hammaddesini oluşturan görgü ve deneyim birikimini enkarne durumda yaparken, farklı şuur halleri deneyimleriz; uyanıklık şuur hâlimiz ile uyku şuur hâlimiz, meditasyon/dua şuur hâlimiz, belli bir konu üzerinde çalışırkenki ve hatta şiddetli bir deneyimden geçerkenki şuur hallerimiz başka başkadır. Aslında bunlar da birer enkarnasyondur. Siz bu satırları okurken ya da bir konferansı pür dikkat dinlerken, bir filmi pür dikkat izlerken ona enkarne durumdasınız. Bunların hepsi enkarnasyondur, hattâ enkarnasyon içinde enkarnasyondur. Dolayısıyla, SADIKLAR PLANI öğretisinde gördüğümüz gibi, enkarnasyon sadece bedenlenmek(“ete kemiğe bürünmek” – Yunus Emre) değildir. Bakın ne diyor “SADIKLAR”. Enkarnasyon, bir şuur halinden başka bir şuur haline dönüşmektir ki, zorunlu olarak o şuur halinin gerektirdiği koşullara bürünme şeklinde ortaya çıkar. Bu koşullardan biri de insan şeklinde olmak veya başka bir kalıba girmektir. Başka kalıp, evrimin daha geri düzeylerindeki kalıplar olabileceği gibi, sahip olduğunuz kalıptan çok daha duygulu, çok daha ince tesire sahip kalıplar da olabilir.”  (Sadıklar Plânı Tebliğleri, celse 119) 

 

Ayrıca, Kur’an’daki, “Biz sizi halden hâle sokarız...” mealindeki âyet de bunu çağrıştırmaktadır(İnşikak 19, Zuhruf 14). Enkarne varlık, söz konusu haller içinde yaşam/enkarnasyon koşullarını deneyimlerken, gelişmişlik düzeyine bağlı olarak bilerek ya da  bilmeyerek vazife bilgisine doğru idraklenmeye çalışır. Enkarne varlığın başına gelen olaylar onu otomatizmadan kurtarmaya yönelik duygusal ve nefsânî ögeleri içerir. Dünya okulu söz konusu olanaklarıyla; bitkileri hayvan, hayvanları beşer düzeyine çeşitli otomatizmalarla hazırladığı gibi, beşerî varlıkları da vazife bilgisi ve organizasyon sistemleri sezgisine hazırlar. Dünya gezegeni bu bakımdan; olanakları, koşulları ve gelişim araçları bakımından enkarne varlıklar için çok zengin bir gelişim okuludur. Dahası, dünya beşerini ‘organizasyon ve vazife disiplini’ne hazırlamak dünya yaşamının esas işlevlerinden biridir ve evrende yapacağı işlerin sorumluluğunu benimsemiş olanlar dünya ile ilgilerini kesebilirler.” (Kaynak: İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 72+73) Enkarne varlık tüm bunları deneyimlerken, öz benlik-beden ilişkisi olarak (yukarıda da belirttiğimiz gibi) 7/8 oranında bir şuur yoğunluğuyla dünyaya yönelik durumdadır. Yâni bir bebek dünyaya geldiği sırada, öz benlik olarak tesirlerinin büyük bir kısmı ile dünya bedenine bağlanmış durumdadır ve ancak küçük bir kısmı “serbest” haldedir.