Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

13 Mart 2023 Pazartesi

DOĞAL ÂFETLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 DOĞAL ÂFETLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Hazırlayan: Selman GERÇEKSEVER

Genel anlamda gelişim ve değişim devreseldir. Bizler şimdi dünya beşeriyeti olarak da 6-7 bin yıllık(kabaca Sümerliler’den beri) bir devrenin son yıllarındayız. Devre sonları; sıra dışı olayların ortaya çıktığı değişimleri hızlandığı, yerkürenin manyetik alanının ve iklimlerin değişmeye başladığı, bunlara bağlı olarak da doğa olaylarının felâket şiddetinde âfetlere dönüşerek ve can kayıplarına neden olduğu görülmektedir. Ancak, bu olup bitenlerin fizik dayanakları beşerî bilimin ilgili dalları tarafından; ayrıca, spiritüel dayanaklarının da dinsel öğreti ve inisiyatik öğretilerle beşeriyete anlatılmıştı.

Aslî İlke’nin gerekleri ve İlâhî İrade Yasaları kapsamında yeryüzünün kendi doğal gelişiminin ve değişiminin doğal sonuçları olan bu olaylardan; insanların, hayvanların ve bitkilerin etkilenmemesi elbette düşünülemez ama bu etkilenme de rastgele değil; dünyanın görülüp, gözetilmesi veeğitilmesiyle ilgili ruhsal planın(dünya Rabbi RİM’in) kontrolü altındadır. Dünya Rabb Planı’nın kontrolü ve yönlendirmesi kapsamında, her türden toplumsal ve doğal olaylarla(özellikle de doğal âfetlerle) ilgili vazifeli varlıklar tarafından senkronize edilerek, olaylar çok yönlü olarak değerlendirilir. Dolayısıyla hidrojen âleminde (vazife planına geçiş kapısı olması bakımından) önemli bir gelişim ortamı olan dünyada bireysel ve toplumsal ve hatta küresel düzeyde her ne olursa olsun, Rabb Palanımız olan RİM’in kontrolunun yanı sıra, O’nun rahman ve rahim olan kıyam ettirici(şuurda uyandırıcı) tesirliliği altındadır.

“Hiç de iç açıcı olmayan bir dünya hayatının giderek sıklaşan sarsıcı tesirlerinin hem de somut tesirlerinin insanlığı birçok yönden taciz ettiğini görüyoruz. Ruhçuluk anlayışına göre, insanlık sarsıntı devrini yaşamaktadır. İnsanların doğa ile olan ilişkilerinden doğan şuurlanma ve uyanma sürecinin hızlanması için kasıtlı ıstırap temrinlerinin çeşitli boyutlarda düzenlenmeleri ile karşı karşıyayız. İster bireysel ister toplumsal her türlü sarsıcı olaya karşı göstereceğimiz mâkul sabır, yönlendirilen kasıtlı ıstırap, sürecinin hedefini oluşturur. Istırabın amacı insanda irade gücünü artırmak, daha doğrusu kullanılması gerektiği gibi kullanma melekesini geliştirmektir.” Ergün Arıkdal, DEVRE SONU – Syf:31,33

Evrende rastgelelik/tesadüf olmadığına göre; dünyada, özellikle de devre sonlarında, tekamül bakış açısından, bir seleksiyon, bir tahrik ve vicdani kaynaşma, maksat olarak ele alınmıştır. Söz konusu “vicdanî kaynaşma”yı doğal âfetlerde ibretle izliyoruz. Bu durum bireyler için gelişim açısından büyük sınanmadır. Herhangi bir nedenle ortaya çıkan ve algılama alanımıza girmiş olan bir olay genel anlamda bunu algılayan/izleyen herkes için bir etkidir. Burada olayın kendisinden daha önemli olan, bireylerin etkiye verecekleri tepkidir. Çünkü insan varlığı her şeyden daha önemlidir. Bu tepkinin türü o bireylerin genel gelişim düzeyleri hakkında ipuçları içerir. Çünkü herkes aldığı bir tepkiye idrak kapasitesine ve gelişmişlik düzeyine göre tepki verir. Kimisi algılamaz, kimisi algılar ama aldırış etmez, başka biri de derinden etkilenir. Bu konuda Sadıklar Planı’na kulak verelim; “…Dünyanızda meydana gelen her hadise, ancak o hadiseye sahne olan yer ve o yerin varlıkları ile vicdanı ve sempatik alakalar duyabilen insanlar için bir kıymet taşır. Bu hadiselerde, muhakkak ki, tekamül nokta-i nazarından bir seleksiyon, bir tahrik ve vicdani kaynaşma, maksat olarak ele alınmıştır. Bu üç nokta üzerinde düşündüğünüz zaman bir takım meseleleri kolaylıkla izah edebilirsiniz.”(celse 138)

Bu şeklindeki açıklamalar; deprem ve benzeri doğa olaylarının görünmeyen nedenlerini anlamaya çalışan ve fikir çilesi çeken bizler için önemli ipuçları içerir, “bakar kör” olmamayı ve Kur’an âyetlerine hedef hâline gelmemeyi bizlere sağlar.(*) Biliyoruz ki, esâsen olup biten her şey ve dünyanın tüm olanakları enkarne varlıkların gelişimleri, idraklenip şuurlanmları içindir. Rabb Planı’nın yüce vazifelileri tüm bunlardan ve doğal âfetlerden yararlanarak, afetler ile gelişim ihtiyaçlarımızı eşzamanlı duruma getirerek bizlere gece gündüz yardım etmeye çalışyor. Bu ilâhî teveccühün ve yardımın değerini bilip, şükr hâli içinde yararlanmaya ve bu konuda liyakatimizi artırmaya çalışalım. Bunun da yolu, kendini bilme duyarlılığı içinde idraklenme cehtimizi sürekli kılmak ya da başka türlü ifadesiyle vicdan birim düalitemizin (vazife planına yönelik) olumlu öğesinde değerler biriktirme duyarlılığı ve uygulaması içinde olmak.

Deprem olur, kaza olur, sel olur, ama bunların hepsi, ASLÎ İLKE’nin GEREKERİ kapsamında ve İLÂHÎ İRADE YASALARI içinde ortaya çıkarlar ve varlıkların yararınadır, onları “cezalandırmak” için asla değildir. Vazife Planı’nın yüce varlıklarında ve hele Aslî İlke’den böyle bir şey beklenemez, bunu

düşünmek bile abestir, ayıptır. Doğal afetlerle gelen yıkımı kadere bağlamak ve ALLAH’a fatura etmek, temelinde kendini ve haddini bilmezlik olan dinci cahil zihniyete özgü edepsizliktir. Depremleri fırsat bilip, masum insanları ALLAH ile korkutmak da; ne yaptıklarının ayırdında olmayan dinci cahillerin birbirlerini ALLAH ile aldatmalarıdır. Yazımızın akışı içinde geldiğimiz bu noktada Ergün Arıkdal’a kulak verelim: (Doğal afetler kastedilerek) “Bu olaylar insanların ağlaması için değildir. Bu olaylar insanların vicdanlarının harekete geçmesi içindir, gözyaşları için değil. Bu tip olayların ortaya çıkması insanlara zulüm olsun diye de değildir. Aksine, kendi kendilerine yaptıkları zulümden kurtulmaları içindir. Kendilerine artık zulmetmekten vazgeçsinler, vicdanlarının sesini dinlesinler diye bu olaylar ortaya çıkıyor.” (ANADOLU MİSYONU, Ergün Arıkdal, syf.124)

Yukarıdaki özdeyişte, “bireyin kendi kendine zulmetmesi”nden kasıt, dinsel öğreti ve inisiyasyonlarla gelen tüm uyarılara rağmen nefsin heva-hevesi yönünde hareket edip, vicdan sesine kulak tıkamasıdır; daha teknik ifadeyle, vicdan birim düalitesinin dünya maddesine dönük olumsuz öğesinde değerler biriktiriyor olmasıdır. Bu birey elbette ziyandadır ve kendisi için sürekli olarak, zamanı geldiğinde telâfi etmek zorunda kalacağı negatif karma biriktirmektedir. ALLAH zulmetmez, insan kendi kendine zulmeder.(**) “ALLAH insanları, işledikleri suçlar yüzünden cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı.” (Kur’an, Fâtır 45)(***)

............................................

(*) “gören gözler için çevreniz âyetlerle dolu” mealindeki âyetler: Neml 52, Fussilet 53, Secde 26, Naziat 26, Bakara 171, Rûm 21+22+23+24, Casiye 3+4+13.

(**) “Allah zulmetmez” mealindeki âyetler: Yûnus 44, Bakara 185, Nahl 61+118, Ali İmran 118, Nisa 40+147, Tevbe 70, Hûd 101, Fussilet 46, Tûr 18, Rûm 9, Hac 10.

(***) “İnsan kendi kendine zulmeder” mealindeki âyetler: Nisa 64, A’raf 160, Kehf 35, Ali İmran 11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder