Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

21 Ekim 2014 Salı

UYKU(*)

UYKU(*)
Sıradan yaşamda gelip geçici şuursuzluk hallerinden biri de uykudur. Mâdem ki dünyaya bir takım deneyimler geçirmek için geliyoruz ve bu deneyimlere şuur ve irademizle girişmek durumundayız; o halde, neden dünya âtıl şuursuz ve “ölü” gibi bazı haller başımızdan geçiyor? Bu durumlar sırasında dünya deneyimlerinden geçmiyor muyuz, tamâmen kullanılmaz durumda mıyız? Araya neden bu şuursuzluk halleri, sanki “boşluklar” giriyor? Ayrıca, uyku durumu tekrardoğuş fikrine aykırı mıdır, değil midir gibi bu durumda var…

Her şeyden önce şunu anımsatmak isteriz ki, ruhun maddesel esâretten kurtulmuş ya da hiç olmazsa, spatyomda ortaya çıkmış olan “serbest şuur” hâli; kitabımızda “bağlı şuur” olarak ifadeye koyduğumuz dünya maddelerinin olanakları ve baskıları arasında tezahür eden sıradan şuur hâlinden bambaşka bir şeydir, denecek kadar geniş kapsamlıdır.

Şimdiye kadar kitabımızın değişik kısımlarında, sırası geldikçe söylendiği gibi; beyin gibi, dünya maddelerinin her an değişebilen ve herhangi küçük bir olay ile arızalanan / rahatsızlanan fâni, sabit olmayan elemanlarıyla ilgili ”bağlı şuur” hâli, ruhun ebedi varlığıyla sürüp giden genel şuur durumuna hiçbir zaman ölçü olamayacağı gibi, herhangi bir rahatsızlıktan dolayı bağlı şuur” da oluşacak değişmeler de “serbest şuur” üzerinde etkili olamaz. Şunu da anımsamak gerekir ki, bir kez madde dünyasına adımını atmış olan varlık, bu ilk adımından başlayarak kesintisiz bir şekilde sürüp giden deneyimlerine başlamış bulunur. Bu deneyimlerin kesilmesi, onun dünyadan ayrılacağı ana kadar sürer gider.

Yeryüzünde enkarne bir varlığın geçirdiği hiçbir dakika boş değildir. İster uyusun, ister çocuk hâlinde bulunsun ya da deli olsun, hasta olsun, o; sürekli bir şekilde çevresinden tesirler alır ve bu tesirler onun ruhunda görünen / görünmeyen birçok izlenimler oluşturur. Bu konuda psikoloji bilim dalı pek çok örneklerle doludur. Esasen biz de, kitabımızın daha önceki kısımlarında (degajman ve unutma kavramları karşısında) bu durumla ilgili bazı örnekler vermiştik. Şimdi konunun ayrıntılarına girmeden önce “doğal uyku” durumu üzerinde biraz duralım:

Doğal Uyku
Görünüşte ruhun tüm maddesel etkinlikleri, durmuş gibi görünen doğal / normal uykuda; birçok ruhsal melekeler, hattâ bazen uyanık durumdakinden fazla olarak etkinleşir. Bu konuda yapılmış dikkate değer ve göz ardı edilmemesi gereken deneyler vardır. Bu deneylere değinmeden önce herkesin bildiği bir olayı burada anımsatmak isterim: Genellikle insanlar istedikleri saatte uyuyabilir. Bir istatistiğe göre, insanlar ortalama 12 dakikalık bir hatâ ile bu işi başarıyla yapabilmektedirler. Bu hatâ sürekli olarak her zamanki saatten erken uyanma şeklinde görünmektedir. Doğrudan doğruya kendim yapmış olduğum denemelerim (celselerim) sırasında bu noktayla ilgili bazı bakımlardan çok dikkate değer biz gözlem ile karşılaştım. Ruhun değişik melekelerinin uyku sırasındaki etkinliğini gösteren bu gözlem bence çok öğreticidir:
Bundan birkaç yıl önce (1940’lı yılların ilk yarısı) Devlet Demir Yolları’nda görevim vardı. Bilecik’teydim. Bir gün İstanbul’da bulunmamı gerektiren önemli bir işim çıktı. Bu işimi görebilmek için, o gece İstanbul’a doğru saat 3’te geçecek olan ekspres trene yetişmeliydim. Yalnızdım ve beni o saatte uyandıracak güvenilir bir kimse de yoktu. Böyle durumlarda ara sıra yaptığım gibi, saat 2’de (trenin hareketinden bir saat önce) uyanmak kararıyla, her zaman olduğu gibi 22’de yattım. O zamana kadar yapmış olduğum denemelerin sonuçlarına güvenerek, kesinlikle zamanında uyanacağıma emin bulunuyordum. Derhal uyumuşum. Bir rüya görmeye başlıyorum: Rüyamda, uyandığım zaman saat 3 olmuş. Aklıma dün akşamki kararım ve bugün İstanbul’da görülmesi gereken önemli işim altüst olduğu fikri geliyor. “Eyvah!” diyorum. “Treni kaçırdım. Dünkü telkinlerim beni aldattı. Trene rahatça yetişmek için saat 2’de uyanmaya karar vermiştim. Oysa ki, şimdi bir saat geç uyanmış bulunuyorum. Tam trenin gelme zamanı. Ama neyleyim, ben kalkıp hazırlanıncaya kadar o gelip gidecek…” Yatakta başımı kaldırıp, pencereden dışarı bakıyorum(**). Tren istasyondan ayrılmak üzeredir. Fena halde canım sıkılıyor. Bir telkinle uyanabileceğime dâir olan kuvvetli inancım yüzünden, benim için yaşamsal bir önemi olan İstanbul’daki işimi kaçırdım, diye üzülüyorum. Öfke ve ümitsizlikle karışık bir takım sıkıcı duygular içinde tekrar uyumaya karar veriyorum. Fakat tam bu sırada kim olduğunu bilemediğim ve çok iyi tanıdıklarımdan, hattâ dostlarımdan biri olduğunu sandığım birisi ortaya çıkıyor ve bana şunları söylüyor:

“Üzülme ve uyuma. Hiçbir şey yitirmiş değilsin. Tren bir saat sonra gelecek, onunla gidersin ama seni o trene almayacaklar. Bununla beraber, sen gizlice arkadan bir vagonun içine gireceksin ve karanlık dar bir yerde gideceksin.” Bu sözlere inanmıyorum ve kendi kendime şunları söylüyorum: “Bu dost her kimse beni üzüntüden kurtarmak için böyle anlamsız saçma tesellilere kalkışıyor. Çünkü bu son trendir. Bundan sonra gelecek olan 7 treni benim işimi görmez. Ayrıca, ben bu kurumun görevlilerindenim; her trenin neresine olursa olsun binmek benim hakkımdır. Kim beni trene almamazlık yapabilir”  diyor ve uyumak üzere gözlerimi kapatıyorum.

İşte tam bu sırada gerçekten uyandım. Gördüğüm rüyamın canlı ayrıntıları ve etkisi o kadar içime nüfuz etmiş ki, ilk zamanda rüya görmüş olduğuma ya da şimdi uyandığıma inanamadım. Kendimi kontrol ettim; şimdi gerçekten uyanık bulunuyordum. Hemen saatime baktım 2’ye beş vardı. Derin bir nefes aldım; demek ki işlerimin doğurduğu heyecanla ben bu gece bir kâbus geçirmiştim ve bu kâbusta olduğu gibi akşamki telkinlerim hiç de boşuna gitmemişti. Treni kaçırmamıştım. Çünkü onun gelmesine daha bol bol bir saat vardı. Henüz bu düşüncelerim bitmemişti ki, odam birden aydınlandı ve istasyona olanca gürültüsüyle bir tren girdi. “Herhalde bu sık sık gelip geçen marşandizlerden biri. Bol zamanım var…” düşüncesinden dolayı tembel tembel başımı kaldırıp istasyona doğru baktım. Bir de ne göreyim; istasyonda duran tren yolcu treni değil mi! Oysa ki, bu saatlerde ancak bir tren vardır, o da benim beklediğim ekspres. Hemen deli gibi yataktan fırladım ama henüz giyinmeye başlarken, tren hareket etti ve İstanbul’a doğru bizim istasyonu terk etti.

Ne olmuştu, nasıl oldu da 3’te kalkması gereken bu tren bir saat önce, yani 2’de hareket etti? Çok geçmeden durumu kendi kendime açıkladım: O sıralarda saatimin yelkovanı gevşemiş bulunuyordu; ara sıra biraz ileri, biraz geri kalıyor ve umulmadık zamanlarda, zamanı yanlış gösterirdi. Demek gene bu mel’un yelkovan bir saat geri fırlamıştı ve 3 yerine 2’yi gösteriyordu. Ola ki ben akşamki telkini de bu yanlış ayara göre verdiğim için ona göre uyanmıştım. Yani bu saate göre tam zamanında uyanmıştım ama gerçekte bir saat geç kalmış bulunuyorum. Bu kez canım gerçekten çok sıkıldı ve şimdi işlerimin cidden alt üst olduğunu düşündükçe, rüyamdayken ortaya çıkan ve hâla üzerimden tesiri silinmemiş bulunan üzüntüm bir kat daha arttı ve sanki saatimi parçalayacak gibi oldum. Fakat artık is işten geçmiş ve her şey olup bitmişti. İstemeye istemeye saatimi düzelttim yani 3 yaptım ve yattım.

Artık sabaha kadar deliksiz bir uykuyla uyuyarak, iyice gerilmiş olan sinirlerimi yatıştırmak gerekiyordu. Uyuyabilmek için kafamdan tüm parazit fikirleri kovdum ve uyudum. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Uykunun içindeyken sanki birisi beni uyandırmak için dürter gibi oldu. Bu duygu ile uyandım ve çevreme baktım, kimse yoktu. Hiç de yeri olmayan bu uyanış, henüz yatışmamış olan sinirlerimin gerginliğini arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Fakat gene nedensiz bir duygu ile pencereden dışarı baktım. Demir yolunun görünen sonlarına doğru gözüm kayıverdi. Uzaktan, istasyona ve dolayısıyla İstanbul yönüne doğru gelmekte olan bir trenin ışığı görünüyordu. Acaba bu gelen bir marşandiz miydi diye düşündüm. Sonra otomatik bir şekilde istasyona baktım. Birkaç yolcu görünüyordu ve saat 3:55’ti. Artık ne olursa olsun hiçbir şey düşünmeden yataktan fırladım, yarım yamalak giyindim. Esasen akşamdan hazırlamış olduğum çantamı kaptığım gibi kendimi istasyona attım.

Fakat ben tüm bu işleri yapıncaya kadar; inen inmiş, binen binmiş ve tren ağır ağır hareket etmeye başlamıştı. Bu, benim beklemekte olduğum trenin ta kendisiydi. Hemen vagonlardan birinin basamağına atladım. Kapısı kilitliydi. Oradan hızla indim ve başka bir vagona yöneldim ama onun da kapısı kilitliydi. Gece olduğu için de ortalıkta kimse görünmüyordu. Hava soğuktu ve ben böyle basamakta, bir saatlik uzaklıkta olan bir sonraki istasyona kadar gidemezdim. Bu sırada tren istasyondan çıkmıştı ve giderek hızlanmaya başlamıştı. Tekrar yere indim, güçbela ve tehlikeli bir şekilde en sondaki vagonlardan rastgele birinin basamağına kendimi atabildim. Eğer bunun kapısı kilitli olmuş olsaydı ve tekrar yere atlayamayacak ve orada gitmeye mecbur kalacaktım. Çünkü tren iyiden iyiye hızlanmıştı. Bereket versin ki bu basamağın kapısı kilitlenmemişti. Derin bir nefes aldım ve içeri daldım.

İçerideydim ama burası vagon sahanlığı idi ve iç kapıları kilitliydi. Dar ve karanlık olan bu sahanlıkta gitmek dışarıda basamakta gitmekten elbette çok daha konforlu olduğundan, buna canım sıkılmadı. Çok geçmeden, bulunduğum bu vagonun lokanta vagonu olduğunu fark ettim. Kondüktörler buraya uğramadığından, ve ben de ara istasyonlarda çok az duran trenin bu kısa duruşları sırasında, inerek tekrar tehlikeli bir oyuna girişmek istemediğimden, tren büyücek bir istasyona gelinceye kadar orada yolculuğu göze aldım. Tren sabaha karşı İzmit’e yaklaşınca, lokantanın garsonları uyandı, ben de bu dar yerden kurtuldum.

Daha sonra durum anlaşıldı: Benim saatim doğruydu ve sandığım gibi yelkovan geri gitmemişti. Ancak akşam saat 19:00’da Bilecik’ten geçmesi gereken bir yolcu treni kaza sonucu rötar yapmış ve saat 2’de gelebilmişti. İşte benim ekspres sandığım ve gereksiz yere saatimin ayarını onun gelişine göre değiştirdiğim tren buydu… Asıl ekspres de tam zamanında gelmiş bulunuyordu. Demek ki ben daha önceden de rötardan haberdar olmuş bulunsaydım, saat 2’de ilk uyandığım zaman, tam zamanında davranacak ve hiçbir telaşa gerek kalmadan, rahat rahat trene yetişecektim. Bunun tersine olarak da, eğer ilk tren geçtiği zaman, onu kaçırdım diye hiç uyanmadan yatmış olsaydım, hiç yoktan ekspresi kaçırmış olacaktım. Şimdi birçok bakımdan dikkate değer bu olayın bazı noktaları üzerinde durmak isterim.

1- Akşam yatarken vermiş olduğum karar gereğince, saat 2’den beş dakika önce uyandım. Bu durum, şimdiye dek yapılmış olan birçok gözleme uygundur. 2- Uyandığım zaman, yataktan kalkıp, hazırlanmam gerekirken, gecikmiş bir yolcu treninin tam o dakika da gelişine aldanarak, şuuraltımla dosdoğru yapmış olduğum bir işi dünya şuuruyla (uyanıklık şuurunla) bozmuş ve saatimin de yanlışlığına hükmederek yeniden uyumaya karar vermiştim. Buraya kadar olan şeylerde o kadar bir sıra dışılık yoktur. Bununla birlikte , burada da açıklama isteyen konular yok değildir. örneğin, akşamdan belli bir saatte uyanmak üzere yapılan telkinle insan, hangi psikolojik otomatizmanın etkisi altında o saatte uyanabiliyor? Eğer uyku sırasında kişi âtıl ve cansız gibi duruyorsa, bu etkinlik nereden geliyor? İkinci olarak, burada hiç şaşmadan zamanı belirleyen kimdir ve bu nasıl olur?

Bundan önceki konularımızı anımsayan okuyucularıma bu konudaki durumlar yabancı gelmeyecektir. Fakat burada şu noktayı, öneminden dolayı kesin olarak vurgulamayı zorunlu görüyorum: Bu konu, ruhun varlığını ve sürekli etkinliğini tanımayan bir fikir sâhibi için açıklanabilir türden değildir. Çünkü burada yalnız bitkisel bir şekilde yaşayan bedenin atâletine karşılık, beşerî yaşamın tüm zorunluluklarını en ince ayrıntısına dek izleyen ve gerçekleştirmeye çalışan bir etkinlik / aktiflik söz konusudur. Bu etkinlik dünya işlerinin önem ve zorunluluğunu bilen ve uyumayan bir varlıkla ilgilidir ki, bu da ruh varlığıdır. Ruh varlığının bedenle ilişkisi, her zamankinden kuşkusuz daha kudretlidir. Nasıl ki, bu örnekte ben sürekli olarak saate bakmama karşın; gene de yanılmaktan kurtulamadığım halde, uyku durumundaki etkinliğimle bu işi daha kusursuz yapmış bulunuyorum.

Bununla birlikte şimdi ortaya koyacağım noktalar bu örneği daha gizemli bir görünüme sokmaktadır: 3- Akşam yatarken, 2’de uyanmam konusunda vermiş olduğum telkinin gerçekleşmesi, yani benim uygun saatte uyanabilmem eğer bir otomatizma ile olmuş olsaydı, yeniden uyuduktan sonra ve özellikle de sabaha dek deliksiz bir uyku ile uyumak konusunda vermiş olduğum karar üzerine trenin hareketinden altı dakika önce uyanmamam gerekirdi. Klasik gözlemlere uygun olan bu durum burada otomatik bir hareketi değil, belirli bir amaç uğrunda sarf edilmekte bulunan bir cehti gösterir. Bu cehit, benim o sıradaki bağlı şuurumun ters yönde cereyan etmekteydi. Çünkü benim her şeyden ümidimi kesmiş ve uyumaya karar vermiş bağlı şuurumun bu hareketine karşılık gene ben de bulunan ve trene beni yetiştirmeye çalışan bir varlığın etkinliği sürmektedir. Bu durum, insanın uykusu sırasında âtıl olmadığını ve çevresiyle ilişkileri hakkında bilgi sahibi bulunduğunu ve hatta bir takım etkinlikler gösterdiğini kanıtlar.

4) Arada geçen rüya olayında ayrıca bir öneme sahiptir. Olduğu gibi gerçekleşen başka rüyalar görmüşümdür. Fakat bu kadar canlı ve ayrıntılı bir rüya ile karşılaşmadım. Bu rüyanın bazı özelliklerini ayrıca belirtmek istiyoruz.
a) Gerçekten, aynen rüyada gördüğüm gibi ilk treni kaçırdım.
b) Bu rüyada birisi başka bir trenin geleceğini be ona yetişebileceğimi söylüyor, ben ise ikinci trenin olmadığına emin bulunarak buna inanmıyorum. Oysa ki, gerçekte; her zamankinin tersine bu durum da gerçekleşiyor. Hatta bu durum, o zaman bence o kadar olasılık dışı bulunuyor ki, ben saatimi bile değiştirmek gereğini duyuyor, rüyaya önem vermiyor ve “Uyuma!” diye yapılan uyarıya da kulak asmayarak, uykuya dalıyorum.
c) Rüyamda trene alınamayacağım, arkada karanlık ve dar bir yerde yolculuk edeceğim de bildiriliyor.
O zaman ortada buna hiçbir neden göremediğim için, buna da kulak asmıyorum. Fakat gerçekten de bir saat sonra, hiç beklemediğim bir şekilde, trenin bütün kapıları kapalı bulunuyor; birnbir güçlükle ve tehlikeler içinde, kendimi arka vagonlardan birine atabiliyor ve karanlık, dar bir yerde uzunca bir süre yolculuk etmek zorunda kalıyorum.
Bu olaylarda ortaya çıkıp belirginleşen nokta, bağlı şuurumuzun dışında etkinlik gösteren basiretli bir varlığın ifadesidir. Görülüyor ki, uykuda insan, dışarıdan görüldüğü gibi ölü gibi âtıl durumda değildir. Uykuda olan bir kimse (hatta gelecektekiler de dahil olduğu halde) olaylar karşısında,uyanık durumdakinden daha duyarlı bir hal içindedir. Kısaca bizler uyurken dünyada olup bitenlerden bağımsız ve onlara duyarsız değiliz.
Doğrudan doğruya kendimin deneyimlediği bu örnekten sonra, başka araştırmacılar tarafından toplanmış ve incelenmiş / irdelenmiş bu konuyla ilgili başka örnekler de vermek isterim: Bunlar uyku sırasında, beden organizmamızda yapılan tesirlerin asıl varlığımızda oluşturduğu izlenimleri ve hatta imajları içermektedir. Bu durum uykudaki bir kimsenin dünya titreşimlerinden etkilenmekte olduğu nu açıkça göstermektedir:
I) Uyumakta olan bir süjenin bir tüy parçası ile burnuna ve dudaklarına dokunuluyor ve süje şöyle bir rüya görmeye başlıyor: Onun yüzüne ziftten bir maske geçirmişler. Yüzüne iyice yapışmış olan bu maskeyi birden bire çekip çıkarıyor fakat maskeyle birlikte dudaklarının, burnunun ve olduğu gibi tüm yüzünün derisi de kalkıyor.
II) Uyuyan birisinin ensesini hafifçe çimdikliyorlar. Bu sırada süje rüyasında, çocukluğunda kendisini tedavi eden bir doktorun ensesine “pehlivan yakısı” yapıştırmakta olduğunu görüyor.

III) Uyumakta olan süjenin kulağının dibinde, çelik bir bıçak ile demir maşa birbirine sürtülerek, hafif bir ses çıkartılıyor. Süjenin rüyası şöyle: Çanlar çalmakta ve kendisini 1848 Haziran olaylarında yaşamakatadır. O, bu olayın tüm ayrıntısını görmektedir.
IV) Burnuna bir kolonya şişesi yaklaştırıldığı zaman uyanan bir süje kendisini Mısır’da Kahire’de bir lavantacı dükkânında görüyor ve orada bir dizi maceralar geçiriyor.
V) Bu gruba sokulabilecek benim de bir rüyam vardır: Bundan 19 yıl önce Kastamonu’da bulunurken bir gece, birinci dünya savaşının acı günlerinden birini rüyamda görüyordum: Davullar çalıyor ve 314’lülerin askere alındıklarını duyuruluyor. Fakat bu davul sesi bana o kadar acı geliyor ki, onu sanki beynimin içinde gümbürdüyor sanıyorum. Bizi palas pandıras yakalıyorlar ve burada ayrıntısına da gerek görmediğim birçok maceralar içinde savaş alanına götürüyorlar. Fakat tüm bu hengamede davulun sesi susmuyor. Bundan başka, savaş alanına geldiğim zaman, bu berbat ses top sesine dönüşüyor. Bu ses savaş alanının öteki tüm gürültülerine egemen. Sonunda bu baş belası sesin azâbı içinde uyanıyorum fakat uyanırken ve uyandıktan sonra da o sesin aynı ritimle sürüp gittiğini duyuyorum. Yalnız bu kez, o ne bir davul sesidir, ne de top  sesi. Sadece, sadece tokmağı ile vurulmakta olan kapının sesidir.
Bu rüyalar basit oldukları kadar, konumuzu aydınlatıcı içeriktedirler. Fakat bunların yanında daha karışık öyle rüyalar vardır ki, bunlar bizi bilgi alanında daha ilerilere götürürler. Bunları incelediğimiz zaman, fikir gibi bir takım yüksek titreşimli etmenlerin de uyumakta olan kimseler üzerinde izlenimler ve imajlar oluşturabildiklerini anlarız. Aşağıdaki rüya buna güzel bir örnektir.
Bunu, Paris Hastanesi cerrahlarından (operatörlerinden) Dr. Aimé Guimard şöyle anlatıyor:”Bir eylül akşamı her zanabki gibi yatağa girmiştim. Saat onbire doğru, dayanılmaz bir diş ağrısı başladı ve bu durum sabahın ikisine kadar sürdü. O günlerde, mide kanseri ameliyatı hakkında yazmakta olduğum bir kitabın son bölümüyle ilgili planı da bu ağrılar ara sıra ağrının şiddetlenmesiyle kesintiye uğruyor ve o zaman, yarın sabah erkenden komşum olan diş hekimi Dr. Martial Lagrange’e gidip, dişimi çektirmeyi düşünüyordum. İşte tüm uykusuzluğum boyunca düşüncem bu ili nokta üzerinde gidip geliyordu.
Sabah saat ona doğru diş hekimi arkadaşımın bekleme salonuna girdim. O beni görünce “İşte bu garip!” diye bağırdı ve ekledi. “Bütün gece seni rüyamda gördüm.” Ben gülerek karşılık verdim: Rüyanız inşallah benim araya karışmamla rahatsız edici ve usandırıcı olmamıştır. Yanıtladı: “Gördüğüm rüya rüya değil, tam bir kabustu: Rüyamda mide kanseri olmuşum; sen de sürekli olarak benim karnımı yarmakla meşguldün.” Doktor, uzun zamandır bu diş hekimi arkadaşı ile görüşmediğini ve onun bu kitapla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını da ekliyor.
Bu örnekte operatör doktorun kafasından geçen ameliyat vetiresiyle ilgili fikirler, ister istemez dişçiye yansımıştır. O sırada bedeni uyuşuk ve uykuda bulunan diş hekiminin yarı serbestleşen perispirisi bu fikirlerin kolaylıkla tesiri altında kalmıştır. Biz bu tür tesirlerin beden üzerindeki tezahürlerine o kadar inanırız ki; eğer bu koşullar altında gönderilen fikirler biraz daha usulünce yönlendirilmiş olsalardı ve süje de daha derin bir degajman durumunda bulunsaydı, diş hekiminin midesinde gerçekten birtakım marazi durumlar bile belirebilirdi, diyebiliriz. Çünkü metapsişik araştırmalar kapsamında yapılmış başka denemeler bu durumun daha kuvvetli örneklerini bize göstermiştir. Nasıl ki, tahayyülün yaratıcı kâbiliyetleri ve dedüblümanın ilk bakışta doğal değilmiş gibi çeşitleri hakkında daha önce ifadeye koyduğumuz sözler de bu fikirlerle bizi doğrulamaya yaramıştır sanırız. Böylece, bazı rüyaların incelenmesiyle, insanın uyku durumunda da gündüz ki işleriyle meşgul olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Bu tür rüyalardan da bir kaçını okurlarıma sunuyorum.
1.    Yıllar önce Hudson’da büyük ve güzel bir evi olan bir dostum tarafından davet edilmiştim. Bir aralık, orada bulunan başka misafirlerle beraber bir kır gezintisine çıktık. Kırlarda epeyce dolaştık. Gezi yaklaşık bir saat kadar sürmüştü. Eve döndüğümüz zaman, bence değerli bir anısı olan altın kol düğmelerimden birisinin gezi sırasında düştüğünü fark ettim. Bunun ne zaman ve nerede yitirdiğimi elbette bilmiyorum. Hava kararmıştı. Mevsim de sonbahar olduğundan, yerler kuru yapraklarla örtülüydü. Bu yüzden kayıp kol düğmemi aramaya gerek görmedim. O gece rüyamda, bir duvar kenarındaki asmanın üzerinde kurumuş bir salkım üzüm görüyorum. Asmanın altındaki toprağın üzeri kuru yapraklarla örtülü ve bu yaprak örtüsünün altında kol düğmem sanki bana göz kırpıyor . ertesi gün uyandığım zaman, dünkü gezintimiz sırasında, böyle asmalı bir duvarın yanından geçmiş olduğumuzu anımsayamadım. Arkadaşlara sorduğumda, onlar da bunu anımsayamadılar. Kimseye bir şey söylemeden, birgün önce dolaştığımız yerleri yeniden görmek için dışarı çıktım. Dosdoğru gidiyordum. Karşıma bir duvar çıktı. Bu duvarın üzerinde bir asma ağacı yaslanmıştı ve manzarası da tıpkı rüyamdaki gibiydi. Altında, aynen rüyamdaki gibi kurumuş yaprak örtüsü vardı. Pozitif düşünen kafamla; kendimi gördüğüm rüyaya göre hareket eden bir budala yerine koymuştum. Bunun için sanki kendimden utana utana yapraklara eğildim ve onları biraz karıştırdım. Çok geçmeden altın kol düğmemin parlaklığı gözümü aldı: O, rüyada gördüğüm gibi yaprak örtüsünün altında duruyordu.

2.    Borockelbank çakısını yitiriyor, her yanı arıyor ama bulamıyor. Rüyasında, çakısının bulunduğu pantolonunu ve cebini görüyor. Sonunda çakı orada bulunuyor.

3.    Dante’nin oğlu Jaques Alighieri; babasının “Di Comediae” adlı eserinin parçalarını toplarken, bu parçalarla ilgili onüç şarkının yitirildiğini görüyor ve onları bir türlü bulamıyor. Bu duruma çok üzülen Jaques bir gece gerçekten çok güzel bir rüya görüyor. Bu rüyada babası beyazlar giyinmiş ve başı da son derece aydınlanmış (nurlanmış) olduğu halde kendisine görünüyor ve oradaki gizli bir dolapta aranılan şarkıların bulunduğu yeri ona gösteriyor. Ertesi gün Jacques rüyada gördüğü yere bakıyor ve kendi eliyle koymuş gibi buluyor.

4.    1870  yılında köprüleri ve anayolları incelemekle görevlendirilmiştim. Arasıra bu yörede olan su baskınları köprülerin durumunu tehlikeye sokuyordu. Yıllardan beri bu işlere bakmaya o kadar alışmıştım ki, bu yüzden bende oluşan kendine güven duygusundan kuşkulanmıyordum. Bununla birlikte bir gece köprülerden birinin son derece açık, seçik ve canlı bir tablosunu görüyordum. Bir ses bana rüyamda şunları söylüyordu: “Git ve o köprüyü incele”  Bunu üç kez yinelemişti. Ertesi sabah at sırtında yaklaşık 6 mil kadar uzakta bulunan o köprüye vardım. Köprünün  durumunda hiçbir anormallik yoktu. Fakat rüyamın, üzerindeki etkisi o kadar güçlüydü ki, bu durum beni dikkatli bir şekilde köprüyü incelemeye zorladı. Suyun içine girdim ve hayretle gördüm ki, su içindeki temeller akan suyun etkisiyle aşınmış ve iyice incelmiş. Hemen o günden başlayarak onarıma başlattım. Şurası muhakkak ki, eğer ben o rüyayı görmeseydim, köprünün onarımı yapılamayacaktı. Çünkü öteki köprüler arasında bu köprünün temellerinin bu duruma geldiği aklımın kıyısından bile geçmemişti.

Uyku sırasında ruhun dünya işlerine yönelik ilgisi ve etkinlikleri bazı koşullar altında o kadar ileri gidebilir ki, bunları uyanık halde iken, ancak metapsişikte kullanılan yöntemlerle ve telestezik(***) becerilerinin yardımıyla gözlemlemek olasıdır. Ruhun bu etkinlikleriyle ilgili olarak elimizde pek çok örnek bulunmaktadır. Bu etkinlikler bağlı şuurda, geleceğe yönelik olayları önceden bildirici rüyalar şeklinde ortaya çıkar. Bu yolda çalışan bilim insanları bu tür rüyalara “telepatik rüyalar” demiştir. Hepsini aktarmak bu kitabın kapsamı dışına taşacağından, örneklerden sadece bir tanesini aktarmakla yetineceğiz:
“1895 yılı başlarında Rus Donanması’nda yüksek rütbeli bir subayın hanımı madam Lukawski, bir gece kocasının inlemeleriyle uyandı. Kocası uykusunda şöyle bağırıyordu: “İmdaaat, beni kurtarın!”aynı zamanda da boğulmak üzere çırpınan bir kimse gibi çırpınıyordu. Besbelli ki, rüyasında berbat bir deniz kazası görüyor ve bunu sanki yaşıyordu. Uyandıktan sonra, karısına anlattı: Büyük bir geminin güvertesindeymişim. Bu gemi birdenbire çarparak batıyormuş. Kendisinin birden denize fırlattığını görmüş ve bir yolcuyla birlikte canını kurtarmaya çalışıyormuş ama giderekte dalgalara yeniliyormuş. Karısına bu rüyasını anlattıktan sonra, şunu da ekliyor: “Ben şimdi inandım ki, benim ölümüm denizde olacak…” O buna o kadar inanmıştır ki, sanki son günleri gelmiş bir kimse gibi, işlerini bu olasılığa göre düzenlemeye bile başlamıştı. Aradan iki ay geçti, rüyanın etkisi zayıflamaya başladı. Bununla birlikte Karadeniz’e gitmesi için bakanlıktan gelen bir emir bu etkiyi yeniden canlandırdı.    
Petersburg Garı’nda karısıyla vedalaşırken, Lukawski şunları söyledi: “Rüyayı anımsıyor musun?” Karısının yanıtı şöyle oldu: “Allah aşkına, niçin onu bana soruyorsun!” Çünkü ben geri dönmeyeceğimden ve tekrar görüşemeyeceğimizden eminim.” Madam Lukawski eşini yatıştırmaya, sakinleştirmeye çalıştı ama o, sesindeki derin bir hüzünle şunları söylemekten kendini alamamıştı: “Sen ne dersen de, kanaatim ve hissiyatım değişmeyecek ve sonumun yakın olduğunu biliyorum. Bunu kimse engellemeyecek. Evet, ben gemiyi, güverteyi, çarpışmayı ve sonumu görüyorum. Bunların hepsi yine aynen rüyamdaki gibi gözümün önünde” Kısa bir sessizlikten sonra ekledi: “Benim ölüm haberim geldiği ve sen mâtem (yas) giysini giydiğin zaman, nefret ettiğim o uzun siyah peçeyi koymamanı rica ederim.” Madam Lukawski tepki vermeye gücü yetmedi ve hıçkırmaya başladı. Tren düdüğünü haykırarak hareket zamanını haber verdi, Lukawski karısını sevgiyle kucakladı ve tren istasyonundan ağır ağır uzaklaştı gitti.   

“Madam Lukawski iki haftalık sonsuz gibi gelen bir endişenin ardından Karadeniz’de Wladimir ve Sinens adında iki geminin çarpıştığını gazetelerden öğrendi. Ümitsizlik içinde Odesa’daki amiral Zelenoi’ye kocasından bir haber almak için telgraf çekti ve şu yanıtı aldı: “Kocanızdan şimdiye kadar hiçbir haber alınmadı. Fakat şurası kesin ki O, Wladimir’deydi.” Bundan bir hafta sonra kocasının ölüm haberi geldi: Kaza sonrası Wladimir’de M.Henicke adında bir yolcu, bir cankurtaran simidiyle/ yeleğiyle denize atlamıştı. O sırada M.Lukawski’de suya düşmüştü cankurtaran simidine doğru yöneldi ama Henicke onu görünce “iki kişiyi kaldırma, ikimiz de  boğuluruz!”diye haykırmıştı. Fakat buna rağmen Lukawski simide saldırır ve yüzme bilmediğini söyler. Bunun üzerine Henicke, “o halde tutunun, ben iyi yüzücüyüm. Kendimi kurtarabilirim” dedi. Fakat tam bu sırada büyük bir dalga geldi ve onları birden bire ayırdı. M. Henicke kendini kurtarabildi fakat Lukawski mukadderatına doğru yürüdü.”
Bu rüyalar insan varlığının uyku sırasında da dünya işleriyle, hattâ uyanık durumdakinden daha basiretli bir şekilde ilgilendiğini açıkça gösteriyor. Demek ki, enkarne varlık uyurken de dünyada yaşamaktadır ve dünya deneyimlerinden ayrılmış değildir. Fakat bu durum, uyanıklıkla karşılaştırıldığında, başka bir düzende olmaktadır. Bununla birlikte, şunu da unutmayalım ki, uyku durumu dünya deneyimlerinin selameti için başka bir bakımdan zorunludur. Doğal uykudaki durumu bu şekilde gördükten sonra, biraz da yapay uykudan söz edelim:
Bu konuda yapılan denemeler (celseler / seanslar) konumuzun irdelenmesine yarayacak değerli çalışmalardır. Hipnoz durumundayken süjeye verilen telkinlerin daha sonra süjenin durumu ve hareketleri üzerinde ne kadar etkili roller oynadığına yönelik daha önceki kısımlarda (****) bazı örnekler vermiştik. Burada birkaç örnek daha vererek onları desteklemek istiyoruz. Bunları öncekilerle karşılaştırarak yeniden gözden geçirmekte yarar olabilir. Çünkü önceki örnekler şimdiki konumuzu da aydınlatıcı niteliktedir.
Doğal uykuda olduğundan daha çok ileride bir beceri ile hipnoz durumundaki süjeler uykularının birçok aşamasında dışarıdan değişik tesirler alırlar ve o tesirlerin izlenimlerini ruhlarında taşıdıklarıyla ilgili bazı tezahürler gösterirler.
1)    Mile Ce’line bir bilim kurulu karşısında somnambül durumuna getiriliyor. Bu durumdayken o, tıpkı bir hekimin yaptığı gibi, asistanlardan birçoklarını muayene ediyor, rahatsızlıklarının tanısını koyuyor ve etyolojileri, tedavileri hakkında açıklamalar yapıyor. Elbette somnabül durumundayken, bazı kimselerin sıra dışı işler yaptığını çoğumuz bilir. Bunlardan da vereceğimiz birkaç örnek işimize yarayacaktır:
2)    Bir hizmetçi olan Gassendi gece karanlıkta, üstü sürahi ve bardaklarla dolu bir tepsiyi başının üstüne koyarak son derece dar bir merdivenden hiçbir arızaya uğramaksızın inip çıkardı.
3)    Bir somnambül, gözleri kapalı olduğu halde yazı yazardı. Fakat onun bu yazıyı görebilmesi için mutlaka şamdanını yakmaya ihtiyacı vardı. O da öteki iyice aydınlatılmış olduğu halde bile o (yazabilmek için) gene de şamdanını yakmalıydı. Çevresinde bu olayı izleyenler yazısını yazarken şamdanını söndürdü. Somnambül göremez oldu ve yazısını yazamadı. Ancak şamdan yeniden yakıldıktan sonra, yazmayı sürdürebildi. Unutulmasın ki, tüm bunlar olup biterken, onun gözleri kapalıydı.
4)    Başka bir somnambül gece yarısı yatağından kalkıyor, sadece birkaç kolon ile ayakta duran tehlikeli yüksek duvarlardan ibaret bir harabeye gidiyor ve bu yüksek duvarların üzerinde, sanki geniş bir caddede geziyormuş gibi güvenle dolaşıyor.
5)    Yirmidört yaşında bir genç kadın şiddetli bir sinir krizi sonunda hastalanıyor. Bu hastalıktan sonra kendisinde doğal bir somnamnülizma durumu oluşuyor. Marazî uykusunun her başlangıcında önce şiddetli çırpınmalar geçiriyor. Bir süre sonra da somnambülizma durumu başlıyor. Fakat bu durum başlayınca o tamamen değişiyor ve hareketli bir yaşama giriyor. O ıstıraplı çırpınmalar da sona eriyor. Bu durumdayken; kitap okuyor, iş yapıyor ve özellikle hayret edilecek hızda dikiş dikiyor. Tüm bunları yaparken gözleri yarı kapalıdır. O, değişik bir hal içinde bulunduğunu o zaman biliyor ve bu sıra dışı durumun ne kadar süreceğini, bir sonraki durumun ne zaman başlayacağını ve o zaman kendisine karşı nasıl hareket edilmesi gerektiğini doğru olarak söylüyor. Bu sıra dışı durumlar; bazen birkaç saat, bazen de bir gün boyunca sürüyordu. Ama her seferinde uyandıktan sonra bu bayan hiçbir şey anımsamıyordu.
6)    Somnambül eczacının durumu metapsişikte klasik bir örnek olarak kabul edilir. Bu şahıs, uykudayken; gündüzmüş gibi işlerini görmekte ve reçetelere bakarak ilaçlar hazırlamaktaydı. Hattâ bir gün doktor, eczacının durumundan kuşkulanmış ve kasten zararlı bir reçete yazarak, öteki reçetelerin arasına karıştırır. Kendi de eczanenin bir yerinde gizlenerek, eczacının bu reçeteye nasıl bir tepki vereceğini gözlemeye koyulur. Eczacı her zamanki gibi gene uyku durumunda olduğu halde, eczaneye gelir ve reçetelere bakarak birer birer ilaçlarını hazırlamaya başlar. Sıra o reçeteye gelince, hayretle durur ve kendi kendine, “Acayip , bunu doktor nasıl yazmış olabilir… Yarın bunu doktora göstermeliyim” diyerek onu yan tarafa bırakır.

Tüm bu örnekler incelenirse, görülür ki; uyku yalnız bedenle ilgilidir ve gerçekte ruh “uyanık” durumdadır ve hatta bazı koşullar altında; bedeni, tıpkı uyanık durumdaki gibi de kullanır. Burada insanı aldatan nokta şudur: Uyku durumundayken yapılan işlerden ve alınan izlenimlerden kimsenin haberi olmaz ve bunlar sonunda ve bazı koşullar altında belli belirsiz ve çok kez dikkat çekmemiş bir rüya şeklinde normal şuura yansımış olsalar bile, akademik düşüncelere kurban giderek, gerçek değerleriyle bir inceleme konusu olmak hakkını yitirmiş bulunurlar.

Bununla birlikte, unutmanın doğal bir vetire olduğunu ve hatta dünya deneyimleri için gerekli bulunduğunu bilen bir metapsişikçi başka türlü düşünür. Onun bu düşünüşünü destekleyen kuvvetli nedenlerde vardır ki, bunların bir an önce akademik birer konu olmasını o, tüm samimiyetiyle diler. Kısaca, uyku durumunun, dünyadaki deneyimleri geçirmek fikriyle uyuşamayacağını düşünemeyiz. Çünkü uyku durumu da, dünyasal deneyimler içinde ve başka bir düzende cereyan eden ruhsal etkinliğin ortaya çıkışından başka bir şey değildir. (RUH ve KAİNAT, Cilt III, sayfalar 745-765’ten güncel Türkçe’ye çeviren : Selman Gerçeksever)    
-----------------------------------------------------
(*) Bedri RUHSELMAN’ın RUH ve KÂİNAT adlı eserinin 745-765 sayfalarından güncel Türkçe’ye uyarlanmıştır (Selman GERÇEKSEVER)
(**) Yattığım odanın pencereleri tren istasyonuna bakıyordu ve burada, uzaktan trenin gelişini bile görebiliyordum.
(***) telestezi: olayları uzktan agılayabilme. Telesteziye giren psişik yetenekler: Durugörü, duruişiti,önsezi vb. Bu yeteneklerin hepsinin genel adı…
(****) Bu konuda kitabımızın şu bölümlerine başvurulabilir: “Hipnozun fenomenik tezahürleri” , “Geçmiş yaşamları anımsamak gerekli değildir.”, “ Dedübluman olayının deneye dayalı gözlemleri” 
 


6 Ekim 2014 Pazartesi

HOTKÂMLIK ve DİGERKÂMLIK

İlâhi Nizam ve Kâinat’ta
HOTKÂMLIK ve DİGERKÂMLIK
DERLEYEN: Selman GERÇEKSEVER
Giriş
Bedenlenmiş her dünya insanında bulunan vicdan ve idrak, diğerkâmlık ve hodkâmlık kavramlarımızla yakından ilgilidir. Dünya insanının, ıstıraplı ve çetin olan dünya gelişim okulunu başarıyla bitirebilmesi için, vicdanın üst değerleriyle olan realitelerini (ki bunlardan biri de diğerkâmlıktır) hazmetmesinin önemi büyüktür. “Aydınlanma” ve “kurtuluş” olarak da ifade edilmiş olan bu makbul durum vicdanın alt değerlerinden (ki bunlardan birisi de hodkâmlıktır) kurtulmakla olasıdır. Bunun da başarılması ancak; feragat, fedakârlık ve vazife sevgisiyle gösterilecek / gösterilen idraklenme cehtine bağlıdır. Yazımızın akışı içinde ayrıntılarına gireceğimiz “iyi ve kötü ayrımı” ve bu konuda duyarlılığın gelişmedi de, idraklenme cehti içinde, hodkâmlık başta olmak üzere vicdanın alt değerlerinden unsurlarından arınmakla olasıdır. Vicdanın başta diğerkâmlık olmak üzere, olumlu elemanları / değerleri arttıkça, birey hodkâmlık nefsaniyetini yenmek için gerekli olan idraklenme cehti içine girebilecektir. Bu da uygulama ile olacak bir iştir çünkü ancak idrak edilmiş bilgi, bireyi harekete geçirir. Vicdan olumlu ve olumsuz elemanlarıyla tam bir birim düalite olarak enkarne varlığın idrakini vazife bilgisine yaklaştıran kudretli bir mekanizmadır. Vicdan mekanizmasında nefsâniyet elemanlarının (parçalarının, değerlerinin) çok aşağılarındakilerden biri hodkâmlıktır. Bir birim düalite olan vicdan mekanizmasının üst değerlerinde bulunan diğerkâmlık duygusu ve duyarlılığı ise dünyanın (ve dolayısıyla hidrojen âleminin ötesindeki hedefimiz olan) Vazife Planı’na yaklaştırıcı bir üst değerdir. Vicdan, söz konusu bu olumlu / olumsuz yanlarıyla tam bir birim düalite (1) olarak enkarne varlığın idrakini vazife bilgisine yaklaştıran kudretli bir mekanizmadır.

Enerji Yoğunlaşmaları
Dünya bedeni organizmanın hâmisi durumunda olan evren varlığı da dâhil, her şey maddedir. Dolayısıyla, beşeri duygular / duygulanmalar, sevgi, feragat, fedakârlık, diğerkâmlık, hodkâmlık vb.vb. gibi kavramlar da değişik titreşim düzeyli enerji yoğunlaşmalarıdır. Bunlar da kendi aralarında değer farklanmalarına sahiptir. Örneğin, bunlardan hodkâmlık, dünya insanının gelişmişlik düzeyine (realitesine) bağlı olarak farklı kabalık düzeylerinde ortaya çıkar. Yani hodkâmlık da derece derecedir. Örneğin, sevginin hodkâmlık ile bir arada bulunan cepheleri özellikle beşeriyetin ilk devrelerinde yaygındır. Kişinin realitesi yükseldikçe (“insanlaştıkça”) sevgi; hodkâmlıktan arınır / ayrılır. Onun yerine, sevgide; feragat, fedakârlık, diğerkâmlık, şefkat egemen olur. Bunlar gelişimi yükseltici ince madde bileşimlerinin tezahürleridir.

Sevgi, olumlu yolda; diğerkâmlık cephesiyle, vicdanın vazifeye yönelik elemanlarının desteklerken ( ve dolayısıyla gelişimde hızlı ve idrakli yürüyüşü sağlarken); hodkâmlık cephesiyle de, nefsâniyetin çeşitli veçhelerini uyararak gelişimin temposunu ağırlaştırır. Bu ağırlaşmanın sonucunda; ıstıraplı gelişim koşulları ortaya çıkar. Hodkâmlığın (kaba çıkarcılık, “hep bana hep bana”) değişik tür ve görünümlerine göre birey ıstırap eprövlere ( yaşam sınavlarına) girer çıkar. Hodkâmlığın değişik türleri, beşeri yaşam ve ortamlarda ; genel anlamdaki beşeri çıkarcılığın (menfaatperestliğin) değişik görünümleri olarak ortaya çıkar. Bu durumlar hodkâmlık nefsaniyetimizi kontrol altına almak ve yenmek için bizlere sunulan ilâhi fırsatlardır. Birey “hodkâmlık nefsaniyeti” ni yenmek için gerekli olan samimi cehti sergileyebildiği oranda diğerkâmlık ortaya çıkacaktır / çıkmaktadır.

Beşeri gelişim düzeyi ne kadar aşağılarda ise, o düzeydeki sevgiye karışan hodkâmlık malzemeleri ve titreşimleri de o kadar fazla olur. Aksine, gelişim düzeyi (realitesi) ne kadar vicdan mekanizmasının üst denge düzeylerinde ise, sevgi elemanı da o oranda saf ve fazilet titreşimleriyle zenginleşmiş bulunur. Bu makbul durumun sürdürülebilmesi sonucunda vicdan mekanizmasının / birim düalitesinin nefsâniyetle ilgili elemanları / realiteleri hodkâmlıktan sıyrılıp, diğerkâmlık yollarında yürümeye başlar. Vicdan mekanizmasının değerleri artık diğerkâmlığın “yüksek” ve idrakli alanlarında oluşmaya başlar. Bu olumlu gidiş, bireydeki sevginin “vazife sevgisi” niteliği kazanıyor olmasının işaretidir.

Kıyâsın İdrakine Varmak
Hodkâmlık nefsâniyetinin yenilmesinde kıyas bilgilerinin önemi büyüktür. Birey beşeri gelişimde kendisine bir ilerleme sağlatmayacak, aksine; vebal yükletecek bir kusur işlemişse, bu uygulamanın kıyas bilgisine kendi idrakiyle varacak durumda değildir. Bu durumlarda birey söz konusu kıyasın idrâkine varabilmesine katkı sağlayacak dış yardımlara lâyık olur. Belli bir konuda “kıyasın idrâkine varabilmesi” için dış müdaheleler ona ulaşmaya başlar. Birey belli bir konudaki kıyasın idrâkine varabildiği oranda hodkâmlık nefsaniyetini yenmesi için gerekli olan gayret içine girebilecektir. Çünkü ancak idrak edilmiş bilgi bireyi harekete geçirir.

Bu cümleden olmak üzere, kusurlarımızın ıstıraplı sonuçlarıyla karşılaştıkça çektiğimiz sıkıntılara neden olan etmenin ne olduğunu ancak kıyas bilgileriyle anlayabiliyoruz. Bu ilerleme de ancak, olaylarla (“âyetlerle”le) gelen bilgilerden yararlanma becerisiyle oluyor. Aklımızı yeterince ( daha doğrusu vicdan mekanizmasının üst değerleri yönünde) işletmeyip, olaylarla gelen fırsatlardan (içsel gelişim olanaklarından) yararlanmazsak, benzer durumla ama bu kez daha kaba / şiddetli bir olayla (hattâ olaylar dizisiyle) karşılaşırız (olayların “eprövleşerek” gelmesi). O zaman canımız daha çok yanacağı için, kıyas bilgisi elde etme olasılığımız yükselecektir. Kıyas bilgisine varamamaktan dolayı, olayların; şiddetlerini artırarak (“eprövleşerek”)gelmesinin bir yararı da, geçmiş eprövlerin anılarını kıyasen yaşamaktır ki, bu da birey için kıyas bilgisine ulaşma olanağıdır. Ulaşılan her kıyas bilgisi belli bir konuda kişiyi idrake götürür. İdrak edilen bilgi bireyi eyleme ve yeni ( daha üst düzey) uygulamalara zorlar. Bu olumlu gidişin sürekliliği, hodkâmlık nefsâniyetini de giderek “eritir”

Kısaca diyebiliriz ki, yine kendi yapıp ettiklerimizin sonucu olan ıstıraplı eprövlerle karşılaşmak, bizleri kıyas bilgilerine ve bu kıyaslarımızın idrâkine zorlar. Bu idrakler bizleri sâdece hodkâmlıktan sıyrılıp, diğerkâmlığa doğru yöneltmekle kalmaz, varlığı özbilgi birikimine de katkı sağlar. Başka türlü ifadesiyle, idraklendiğimiz oranda hodkâmlıktan tamamen kurtulmasak da, hodkâmlığımızın kabalığı azalır. Hodkâmlık ne kadar azalırsa, diğerkâmlık o kadar ortaya çıkar.

Hodkâmlık nefsâniyetinde olumluya doğru gidişin bir başka görünümü de bireysel çıkarcılıktan sıyrılıp, başkalarının ve toplumun çıkarlarıyla ilgilenmeye başlamaktır. Bireysel hodkâmlıktan toplumsal hodkamlığa doğru yöneliş… İçsel gelişim bakımından bu olumlu yöneliş önce; aile, ortak ilgi grupları, dernek, vakıf vb. gibi topluluklardan başlar. Hodkâmlık nefsâniyetini inceledikçe; dernek ve vakıftan cemaate, ulusa, beşeriyete ve hatta tüm varlıklara doğru artarak genişler ki, artık ona hodkâmlık değil, diğerkâmlık demek gerekir. Bununla birlikte, gene o varlık, kendisinden (bir üst realite varlığına göre) nefsaniyet durumunda kalır.

Bir ulusun bireyleri yalnız kendi şahsi çıkarlarını hedef edinerek, öteki bireylerin aleyhinde hodkâmca çalışır, görevlerini / sorumluluklarını kötüye kullanırlarsa; her şeyden önce, o ulusta bedenlenmiş olmalarının kendilerine sağlayacağı gelişimle / insanlaşmakla ilgili kazançları elde etme şansını yitirmiş olurlar. Böylece hodkâmlık nefsaniyetinde, vicdan dengelerinin alt düzeylerine / değerlerine takılıp kalarak, yeni bir takım ıstıraplı eprövlere muhtaç durumda dünyayı hüsran içinde terk etmek zorunluluğuyla karşılaşırlar.

İyilik ve Kötülük Duyarlılığı
Dünya insanının ıstıraplı ve çetin olan dünya gelişim okulundan başarıyla ayrılabilmesi için, yapılacak şey; vicdan mekanizmasının diğerkâmlığa, vazife sevgisine bağlı olan realitelerini hazmetmeye ve nefsâniyetinin etkisiyle bırakmak istemediği hodkâmlık arzu ve açgözlülüklerinin güçlü bağlarından kendini idrakli bir şekilde kurtarma mücadelesidir. Bunun da başarısı ancak; feragat, fedakarlık ve vazife sevgisiyle gösterilecek idraklenme cehtine bağlıdır. Bu mücadelede güvenli bir gidiş, iyi ile kötünün ayırt edilmesiyle olasıdır; İyilik, vicdanın üst realitelerini; kötülük ise, vicdanın alt realitelerini ilgilendiren durumdadır. İyi olan ile kötü olan birbirinden sağlıklı bir şekilde ayırt edilebilirlerse, idraklenme için vicdan yürüyüşünü düzenlemek kolay olur.

Bu bağlamda, yapılan her işin aynı anda; hem “aşağıya”, hem “yukarıya” zarar vermemesi gerekir ve kıstas budur: Örneğin “alt taraf”a iyilik yapayım derken, “üst taraf” azarar vermek kötülüktür. Benzer şekilde, “üst taraf”a iyilik yaparken, “alt tarafı” zarara sokmak gene kötülüktür. Bu durumların ikisi de vicdan mekanizmasının dengeleriyle ilgili sorumluluk yükler bireye (Açıklayıcı örnek için bkz. İLAHİ NİZAM ve KÂİNAT, sayfa 201)     

-------------------------------
(1)      Birim düalite : Âlemde her şey bir birim düalite dir. Her birim düalitenin iki zıt kutbu vardır. Bir birim dualitenin hareketlenmesi , birim düalitedeki dengenin bozulmasıyla olasıdır. Dengenin bozulması (ve hareketin ortaya çıkması) zıtlardan birinin tesir yüklenmesiyle olur. Bu değişiklik, aynı zamanda değer farklanmasıdır. İşte vicdan birim dualitesinde (mekanizmasında) korunmuş olan diğerkamlığa fazla değerin yüklenmesi dengenin olumlu yönde bozulması; hodkâmlığa fazla değer farklanmasını ve hareketi / etkinliği/ eylemi ortaya çıkarır.   

KAYNAK ESER :

İLAHİ NİZAM ve KÂİNAT, Bedri RUHSELMAN 

GÖRGÜ ve DENEYİM

“İlâhî Nizam ve Kâinat” ta

GÖRGÜ ve DENEYİM
DERLEYEN: Selman GERÇEKSEVER

İdrakin, bireyin; çevresinde olup bitenleri (ki bunların pek çoğunda kendisi layık ya da müstahak olmuştur) gözlemlenmesi ve gerekli uygulamaları yapmasıyla ilerlediğini / arttığını biliyoruz. İşte idrakin bu yolla kullanılışında ve artışında en etkili etmenlerden biri kişinin görgü ve deneyim birikimidir. Hem sağlıklı gözlem (1) yapılmasında, hem de olup bitenlerin içsel gelişim yönünden değerlendirilmesinde bireyin görgü ve bilgi birikiminin önemi / katkısı büyüktür. Enkarne varlığın, sağlıklı gözlem becerisi ve deneyim birikimiyle yaptığı bu anlamdaki değerlendirme ve uygulamalar idrak kapsamının genişlemesine katkı sağlar (127).

Sağlıklı gözlem + deneyim birikimi +  olayların ve eprövlerin (yaşam sınavlarının) derinlemesine değerlendirilmesi sonucunda idrakin artış temposu yavaş yavaş hızlanır. Bu hızlanışla gelen liyakat kapsamında yeni yeni olaylar, yaşam sınavları ve gözlem olanakları da artar. Gelişi açısından bu olumlu ve makbul gidiş, beraberinde doğal olarak idrak artışını getirecektir. İdrak birikiminin, varlıktaki ( varlığın şuur altında) (144) özbilgi birikimine katkı sağladığını ve özidrakin varlıkta oluştuğunu; ayrıca varlığın özbilgi birikiminin özidrak kanallarıyla ruha yansıdığını biliyoruz (128).

şekil-1.jpgGörüldüğü gibi, varlığın şuuraltında depolanan özbilgilerin birikimini hızlandıran ve besleyen mekanizmanın dünyadaki ucunda görgü ve deneyim birikimi bulunuyor. Bedenli yaşamda, sadece epröv, gözlem be kıyas bilgisi artışı değil; idrak artışı da, görgü ve deneyim birikimiyle varlığın daha çok işine yarayacak şekilde değerlendiriliyor. İçsel gelişim açısından bu olumlu ve makbul durum, yaşam planının başarıyla uygulanması yaşamın en iyi şekilde değerlendirilmesi anlamına geliyor. Görgü ve deneyim birikiminin ve buna bağlı olarak idrak artışının bireye sağladığı bir kazanım da; yaşamın, vicdan birim düalitesinin olumlu zıtlarında geçirilmesidir (129). Çünkü vicdana egemen durumda olan idraktir (117).

Deneyim ve Özgürlük
Şekil 1
 
Enkarne varlığın deneyim ve görgü birikiminin başka bir yan ürünü de özgürlüklerinin artışıdır: Elbette ki idraklenme cehtinin sürekliliğine bağlı olarak, görgü ve deneyim artışı özgürlüklerin artışını da beraberinde getirir.
Artık deneyimli ve görgülü varlık kendi gelişim mekanizmalarını doğrudan doğruya kendi (ya da ufak tefek yardımlarla kendi) ayarlayabilecek duruma gelmiştir. Bu deneyim birikimi, varlık için; daha az dış yardım ve müdahale ile kendi ayakları üzerinde durabilecek duruma gelmiş olmak bakımından birey için olumlu ve makbul bir puandır (165).

şekil - 2.jpgTesirler ve Deneyim Birikimi
Şekil 2
 
Varlık, sâdece dünya planında değil, dünya ötesi alanda da iki temel tesirin altında sürekli olarak bulunur: Bunlar yatay ve düşey tesirlerdir. (Şekil 2) Özellikle enkarne varlığın sürekli tesir altında bulunmasının gereklerinden biri, şimdiki konumuz olan deneyim kavramıyla ilintilidir. Birey, idraklenme cehti içinde, deneyim birikimi artırmakla ve bu birikimle (yaşam planı gereği) değişik epröv ve bilgi uygulamalarında bulunabilme kapasitesini / performansını arttırır. Enkarne varlık olan bireyin yatay / düşey tesirler altında yaşıyor olmasının öteki gerekleri de (şimdi bu derlememizin konusu olmayan) kendi yaşam sınavları, gözlemleri ve öteki varlıkların gelişimine katkı (yani hizmet) kapsamında yapıp ettikleridir. Varlığın dünyadaki bedenli yaşamıyla ilgili çizilmiş olan mukadderat planının gereklerini yerine getirmek için beden organizmasına inen tüm tesirler üst planların sürekli kontrol ve gözetimi altındadır. Bu tesirlerin en zayıflarından en güçlüsüne kadar hiçbiri rastgele anlamsız ve gereksiz değildir. Bunların hepsi, varlığın yaşam
planı gerekleri ve zorunlulukları kapsamında olan
işlerdir (186).

Realite – Deneyim Bağlantısı
Enkarne varlıklar olan bizler için içsel gelişimin, realiteden realiteye doğru bir gidiş içinde olduğunu biliyoruz. Şimdi esas konumuz olan deneyim ve görgü birikimi de dâhil, bu kavramlarla bağlantılı tüm öteki kavramlar (idrak, gözlem, uygulama vb.) içinde bulunduğumuz realite içinde olup bitiyor ve tüm bunlar bizi bir üst realiteye hazırlıyor. Belirli bir realitede, o realitenin getirdiği idrak düzeyini tutturmak için deneyimden deneyime geçerek görgüsünü arttırmaya çalışan bireyin o realiteyle ilgili bilgi birikimi kendi özvarlığında “öz bilgi birikimi” olarak toplanır.

Realiteler, özvarlıkta sonuçlandırdıkları bilgi birikimi bakımından düşünülünce, onların (realitelerinin) birbirlerini tamamladıkları da unutmamak gerekir. Bu bakımdan, her realite, bir üst realiteyi hazırlayarak, varılması gereken noktaya kadar zincirleme giden bir bütünün parçasıdır. Esâsen dünya insanının görgü ve deneyimi de, beşeri realitelerin öz varlığında (asıl kendisinde) bilgi olarak birikmiş izlenimlerinden ibarettir. Yani geçmiş bir realite, bir sonraki realiteyi hazırlarken; gelecek realitenin özbilgileri içinde o geçmiş realitenin de izlenimi bulunur. Böylece, gelecek realiteler, geçmiş realitelerin sonuçlarını içine ala ala genişler ve varlığın görgü ve deneyim birikiminin artmasına neden olan (109). Derlememiz sonlarına doğru, enkarne varlığın deneyim ve görgü birikiminde etkili olan etmenlerden söz edelim. Bunlar obsesyon ve sevgi şeklinde yaşayan eprövlerdir:

Obsesyon Deneyimi
Enkarne varlığın genel görgü ve deneyim birikiminin artmasında önemli etmenlerden biri, bireyin obsesyonla karşılaşmasıdır: Varlığın gelişiminin gerektirdiği çeşitli nedenlerden dolayı obsesyonla karşılaşması oldukça kaba bir deneyim ve ağır bir yaşam sınavıdır. Her şeyden önce obsesyonu yapacak varlığım çok “geri” ve dünyanın yoğun beşeri tabakalarına en yakın durumda olması gerekir. Böyle bir varlığın; idraki çok dar, tepeden tırnağa hodkâm, hırsları çok aşırı ve engel tanımaz durumdadır. Böyle “geri” düzeydeki bir varlıkla ortaklaşa deneyim geçirme durumunda olan bir varlığın doğrudan doğruya şuur üstü (bkz. Şekil 1) obsesif tesirlerin hedefi durumundadır. Bu nazik operasyon Yüksek İcaplar’ın kapsamında vazifeli rehberlerin yardımı ile oluşur ve gerektiği kadar sürer.

Obsesyon deneyimi geçiren varlığın şuurüstüne gelen obsesif tesirler, oradan şuurdışı kanalıyla şuur alanına inince, beyin organına egemen olur. Bu egemenliğin ileri aşamasında, obsesif tesirler şuurüstüne kadar yayılır ve obsedör varlık şuurüstü alanını da tamamen elegeçirmiş olur, onun yerine geçer. Bu durumda obsesyona tutulmuş bireyin kendi özvarlığından gelen tesirler hemen hemen kesilir, onların yerine obsedör varlığın kaba tesirleri geçer. Obsede olan kimse; obsedörü, kendi özvarlığıymış gibi algılamaya başlar (Obsesyonla ilgili daha fazla bilgi için İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’ın 157+158+159+139+149. Sayfalarına bakılabilir) (157). Obsedör ile obsesyona tutulan birey arasında geçen bu ortaklaşa epröv, her iki tarafa da deneyim birikimi açısından çok verimlidir. Enkarne varlığım genel görgü ve deneyim birikiminin artmasında önemli etmenlerden biri de sevgidir:
Sevginin Deneyimlenmesi
Evrensel câzibe etkisi olan sevgi, bedenin çok ince bir kısım madde bileşimlerinin yaydıkları yüksek frekanslı titreşimlerin tezâhüründen ibarettir. Böyle bir yüksek titreşim oluşumunun bileşenlerinden biri de bireyin deneyim ve görgü birikimidir. (Söz konusu öteki etmenler ise; varlığın özbilgi birikimi, plan uygulamalarının gerekleri ve sonuçları, vazifeli varlıkların araya girmeleriyle beyin organının belirli kısımlarında oluşturulan madde bileşimleridir. Bu bileşimler şimdiki derlememizin konusu olmadığı için; onları başka bir çalışmamıza bırakarak satırlarımızı sonlandırıyoruz.

-----------------------------------------
(1)     Sağlıklı gözlem konusunda bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, sayfalar 26+62+262+281 (Ruh ve Madde Yayınları)