UYKU(*)
Sıradan yaşamda gelip geçici
şuursuzluk hallerinden biri de uykudur. Mâdem ki dünyaya bir takım deneyimler
geçirmek için geliyoruz ve bu deneyimlere şuur ve irademizle girişmek
durumundayız; o halde, neden dünya âtıl şuursuz ve “ölü” gibi bazı haller
başımızdan geçiyor? Bu durumlar sırasında dünya deneyimlerinden geçmiyor muyuz,
tamâmen kullanılmaz durumda mıyız? Araya neden bu şuursuzluk halleri, sanki “boşluklar”
giriyor? Ayrıca, uyku durumu tekrardoğuş fikrine aykırı mıdır, değil midir gibi
bu durumda var…
Her şeyden önce şunu anımsatmak
isteriz ki, ruhun maddesel esâretten kurtulmuş ya da hiç olmazsa, spatyomda
ortaya çıkmış olan “serbest şuur” hâli; kitabımızda “bağlı şuur” olarak
ifadeye koyduğumuz dünya maddelerinin olanakları ve baskıları arasında tezahür
eden sıradan şuur hâlinden bambaşka bir şeydir, denecek kadar geniş
kapsamlıdır.
Şimdiye kadar kitabımızın değişik
kısımlarında, sırası geldikçe söylendiği gibi; beyin gibi, dünya maddelerinin
her an değişebilen ve herhangi küçük bir olay ile arızalanan / rahatsızlanan
fâni, sabit olmayan elemanlarıyla ilgili ”bağlı şuur” hâli, ruhun ebedi
varlığıyla sürüp giden genel şuur durumuna hiçbir zaman ölçü olamayacağı gibi,
herhangi bir rahatsızlıktan dolayı bağlı şuur” da oluşacak değişmeler
de “serbest
şuur” üzerinde etkili olamaz. Şunu da anımsamak gerekir ki, bir kez
madde dünyasına adımını atmış olan varlık, bu ilk adımından başlayarak
kesintisiz bir şekilde sürüp giden deneyimlerine başlamış bulunur. Bu
deneyimlerin kesilmesi, onun dünyadan ayrılacağı ana kadar sürer gider.
Yeryüzünde enkarne bir varlığın
geçirdiği hiçbir dakika boş değildir. İster uyusun, ister çocuk hâlinde
bulunsun ya da deli olsun, hasta olsun, o; sürekli bir şekilde çevresinden
tesirler alır ve bu tesirler onun ruhunda görünen / görünmeyen birçok
izlenimler oluşturur. Bu konuda psikoloji bilim dalı pek çok örneklerle
doludur. Esasen biz de, kitabımızın daha önceki kısımlarında (degajman ve
unutma kavramları karşısında) bu durumla ilgili bazı örnekler vermiştik. Şimdi
konunun ayrıntılarına girmeden önce “doğal uyku” durumu üzerinde biraz
duralım:
Doğal Uyku
Görünüşte ruhun tüm maddesel
etkinlikleri, durmuş gibi görünen doğal / normal uykuda; birçok ruhsal
melekeler, hattâ bazen uyanık durumdakinden fazla olarak etkinleşir. Bu konuda
yapılmış dikkate değer ve göz ardı edilmemesi gereken deneyler vardır. Bu
deneylere değinmeden önce herkesin bildiği bir olayı burada anımsatmak isterim:
Genellikle insanlar istedikleri saatte uyuyabilir. Bir istatistiğe göre,
insanlar ortalama 12 dakikalık bir hatâ ile bu işi başarıyla
yapabilmektedirler. Bu hatâ sürekli olarak her zamanki saatten erken uyanma
şeklinde görünmektedir. Doğrudan doğruya kendim yapmış olduğum denemelerim (celselerim)
sırasında bu noktayla ilgili bazı bakımlardan çok dikkate değer biz gözlem ile
karşılaştım. Ruhun değişik melekelerinin uyku sırasındaki etkinliğini gösteren
bu gözlem bence çok öğreticidir:
Bundan birkaç yıl önce (1940’lı
yılların ilk yarısı) Devlet Demir Yolları’nda görevim vardı. Bilecik’teydim.
Bir gün İstanbul’da bulunmamı gerektiren önemli bir işim çıktı. Bu işimi
görebilmek için, o gece İstanbul’a doğru saat 3’te geçecek olan ekspres trene
yetişmeliydim. Yalnızdım ve beni o saatte uyandıracak güvenilir bir kimse de
yoktu. Böyle durumlarda ara sıra yaptığım gibi, saat 2’de (trenin hareketinden
bir saat önce) uyanmak kararıyla, her zaman olduğu gibi 22’de yattım. O zamana
kadar yapmış olduğum denemelerin sonuçlarına güvenerek, kesinlikle zamanında uyanacağıma
emin bulunuyordum. Derhal uyumuşum. Bir rüya görmeye başlıyorum: Rüyamda,
uyandığım zaman saat 3 olmuş. Aklıma dün akşamki kararım ve bugün İstanbul’da
görülmesi gereken önemli işim altüst olduğu fikri geliyor. “Eyvah!” diyorum. “Treni
kaçırdım. Dünkü telkinlerim beni aldattı. Trene rahatça yetişmek için saat 2’de
uyanmaya karar vermiştim. Oysa ki, şimdi bir saat geç uyanmış bulunuyorum. Tam
trenin gelme zamanı. Ama neyleyim, ben kalkıp hazırlanıncaya kadar o gelip
gidecek…” Yatakta başımı kaldırıp, pencereden dışarı bakıyorum(**). Tren istasyondan
ayrılmak üzeredir. Fena halde canım sıkılıyor. Bir telkinle uyanabileceğime dâir
olan kuvvetli inancım yüzünden, benim için yaşamsal bir önemi olan
İstanbul’daki işimi kaçırdım, diye üzülüyorum. Öfke ve ümitsizlikle karışık bir
takım sıkıcı duygular içinde tekrar uyumaya karar veriyorum. Fakat tam bu
sırada kim olduğunu bilemediğim ve çok iyi tanıdıklarımdan, hattâ dostlarımdan
biri olduğunu sandığım birisi ortaya çıkıyor ve bana şunları söylüyor:
“Üzülme ve uyuma. Hiçbir şey
yitirmiş değilsin. Tren bir saat sonra gelecek, onunla gidersin ama seni o
trene almayacaklar. Bununla beraber, sen gizlice arkadan bir vagonun içine
gireceksin ve karanlık dar bir yerde gideceksin.”
Bu sözlere inanmıyorum ve kendi kendime şunları söylüyorum: “Bu dost her kimse beni
üzüntüden kurtarmak için böyle anlamsız saçma tesellilere kalkışıyor. Çünkü bu
son trendir. Bundan sonra gelecek olan 7 treni benim işimi görmez. Ayrıca, ben
bu kurumun görevlilerindenim; her trenin neresine olursa olsun binmek benim
hakkımdır. Kim beni trene almamazlık yapabilir” diyor ve uyumak üzere gözlerimi kapatıyorum.
İşte tam bu sırada gerçekten uyandım.
Gördüğüm rüyamın canlı ayrıntıları ve etkisi o kadar içime nüfuz etmiş ki, ilk
zamanda rüya görmüş olduğuma ya da şimdi uyandığıma inanamadım. Kendimi kontrol
ettim; şimdi gerçekten uyanık bulunuyordum. Hemen saatime baktım 2’ye beş
vardı. Derin bir nefes aldım; demek ki işlerimin doğurduğu heyecanla ben bu
gece bir kâbus geçirmiştim ve bu kâbusta olduğu gibi akşamki telkinlerim hiç de
boşuna gitmemişti. Treni kaçırmamıştım. Çünkü onun gelmesine daha bol bol bir
saat vardı. Henüz bu düşüncelerim bitmemişti ki, odam birden aydınlandı ve
istasyona olanca gürültüsüyle bir tren girdi. “Herhalde bu sık sık gelip geçen
marşandizlerden biri. Bol zamanım var…” düşüncesinden dolayı tembel
tembel başımı kaldırıp istasyona doğru baktım. Bir de ne göreyim; istasyonda
duran tren yolcu treni değil mi! Oysa ki, bu saatlerde ancak bir tren vardır, o
da benim beklediğim ekspres. Hemen deli gibi yataktan fırladım ama henüz
giyinmeye başlarken, tren hareket etti ve İstanbul’a doğru bizim istasyonu terk
etti.
Ne olmuştu, nasıl oldu da 3’te
kalkması gereken bu tren bir saat önce, yani 2’de hareket etti? Çok geçmeden
durumu kendi kendime açıkladım: O sıralarda saatimin yelkovanı gevşemiş
bulunuyordu; ara sıra biraz ileri, biraz geri kalıyor ve umulmadık zamanlarda,
zamanı yanlış gösterirdi. Demek gene bu mel’un yelkovan bir saat geri
fırlamıştı ve 3 yerine 2’yi gösteriyordu. Ola ki ben akşamki telkini de bu
yanlış ayara göre verdiğim için ona göre uyanmıştım. Yani bu saate göre tam
zamanında uyanmıştım ama gerçekte bir saat geç kalmış bulunuyorum. Bu kez canım
gerçekten çok sıkıldı ve şimdi işlerimin cidden alt üst olduğunu düşündükçe, rüyamdayken
ortaya çıkan ve hâla üzerimden tesiri silinmemiş bulunan üzüntüm bir kat daha
arttı ve sanki saatimi parçalayacak gibi oldum. Fakat artık is işten geçmiş ve
her şey olup bitmişti. İstemeye istemeye saatimi düzelttim yani 3 yaptım ve
yattım.
Artık sabaha kadar deliksiz bir
uykuyla uyuyarak, iyice gerilmiş olan sinirlerimi yatıştırmak gerekiyordu.
Uyuyabilmek için kafamdan tüm parazit fikirleri kovdum ve uyudum. Ne kadar
zaman geçtiğini bilmiyorum. Uykunun içindeyken sanki birisi beni uyandırmak
için dürter gibi oldu. Bu duygu ile uyandım ve çevreme baktım, kimse yoktu. Hiç
de yeri olmayan bu uyanış, henüz yatışmamış olan sinirlerimin gerginliğini
arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Fakat gene nedensiz bir duygu ile pencereden
dışarı baktım. Demir yolunun görünen sonlarına doğru gözüm kayıverdi. Uzaktan, istasyona
ve dolayısıyla İstanbul yönüne doğru gelmekte olan bir trenin ışığı
görünüyordu. Acaba bu gelen bir marşandiz miydi diye düşündüm. Sonra otomatik
bir şekilde istasyona baktım. Birkaç yolcu görünüyordu ve saat 3:55’ti. Artık
ne olursa olsun hiçbir şey düşünmeden yataktan fırladım, yarım yamalak
giyindim. Esasen akşamdan hazırlamış olduğum çantamı kaptığım gibi kendimi
istasyona attım.
Fakat ben tüm bu işleri yapıncaya
kadar; inen inmiş, binen binmiş ve tren ağır ağır hareket etmeye başlamıştı.
Bu, benim beklemekte olduğum trenin ta kendisiydi. Hemen vagonlardan birinin
basamağına atladım. Kapısı kilitliydi. Oradan hızla indim ve başka bir vagona
yöneldim ama onun da kapısı kilitliydi. Gece olduğu için de ortalıkta kimse
görünmüyordu. Hava soğuktu ve ben böyle basamakta, bir saatlik uzaklıkta olan
bir sonraki istasyona kadar gidemezdim. Bu sırada tren istasyondan çıkmıştı ve
giderek hızlanmaya başlamıştı. Tekrar yere indim, güçbela ve tehlikeli bir
şekilde en sondaki vagonlardan rastgele birinin basamağına kendimi atabildim.
Eğer bunun kapısı kilitli olmuş olsaydı ve tekrar yere atlayamayacak ve orada
gitmeye mecbur kalacaktım. Çünkü tren iyiden iyiye hızlanmıştı. Bereket versin
ki bu basamağın kapısı kilitlenmemişti. Derin bir nefes aldım ve içeri daldım.
İçerideydim ama burası vagon sahanlığı
idi ve iç kapıları kilitliydi. Dar ve karanlık olan bu sahanlıkta gitmek dışarıda
basamakta gitmekten elbette çok daha konforlu olduğundan, buna canım sıkılmadı.
Çok geçmeden, bulunduğum bu vagonun lokanta vagonu olduğunu fark ettim.
Kondüktörler buraya uğramadığından, ve ben de ara istasyonlarda çok az duran
trenin bu kısa duruşları sırasında, inerek tekrar tehlikeli bir oyuna girişmek
istemediğimden, tren büyücek bir istasyona gelinceye kadar orada yolculuğu göze
aldım. Tren sabaha karşı İzmit’e yaklaşınca, lokantanın garsonları uyandı, ben
de bu dar yerden kurtuldum.
Daha sonra durum anlaşıldı: Benim
saatim doğruydu ve sandığım gibi yelkovan geri gitmemişti. Ancak akşam saat
19:00’da Bilecik’ten geçmesi gereken bir yolcu treni kaza sonucu rötar yapmış
ve saat 2’de gelebilmişti. İşte benim ekspres sandığım ve gereksiz yere
saatimin ayarını onun gelişine göre değiştirdiğim tren buydu… Asıl ekspres de
tam zamanında gelmiş bulunuyordu. Demek ki ben daha önceden de rötardan
haberdar olmuş bulunsaydım, saat 2’de ilk uyandığım zaman, tam zamanında
davranacak ve hiçbir telaşa gerek kalmadan, rahat rahat trene yetişecektim.
Bunun tersine olarak da, eğer ilk tren geçtiği zaman, onu kaçırdım diye hiç
uyanmadan yatmış olsaydım, hiç yoktan ekspresi kaçırmış olacaktım. Şimdi birçok
bakımdan dikkate değer bu olayın bazı noktaları üzerinde durmak isterim.
1- Akşam yatarken vermiş olduğum karar
gereğince, saat 2’den beş dakika önce uyandım. Bu durum, şimdiye dek yapılmış
olan birçok gözleme uygundur. 2- Uyandığım zaman, yataktan kalkıp, hazırlanmam
gerekirken, gecikmiş bir yolcu treninin tam o dakika da gelişine aldanarak,
şuuraltımla dosdoğru yapmış olduğum bir işi dünya şuuruyla (uyanıklık şuurunla)
bozmuş ve saatimin de yanlışlığına hükmederek yeniden uyumaya karar vermiştim.
Buraya kadar olan şeylerde o kadar bir sıra dışılık yoktur. Bununla birlikte ,
burada da açıklama isteyen konular yok değildir. örneğin, akşamdan belli bir
saatte uyanmak üzere yapılan telkinle insan, hangi psikolojik otomatizmanın
etkisi altında o saatte uyanabiliyor? Eğer uyku sırasında kişi âtıl ve cansız
gibi duruyorsa, bu etkinlik nereden geliyor? İkinci olarak, burada hiç şaşmadan
zamanı belirleyen kimdir ve bu nasıl olur?
Bundan önceki konularımızı anımsayan
okuyucularıma bu konudaki durumlar yabancı gelmeyecektir. Fakat burada şu
noktayı, öneminden dolayı kesin olarak vurgulamayı zorunlu görüyorum: Bu konu,
ruhun varlığını ve sürekli etkinliğini tanımayan bir fikir sâhibi için
açıklanabilir türden değildir. Çünkü burada yalnız bitkisel bir şekilde yaşayan
bedenin atâletine karşılık, beşerî yaşamın tüm zorunluluklarını en ince
ayrıntısına dek izleyen ve gerçekleştirmeye çalışan bir etkinlik / aktiflik söz
konusudur. Bu etkinlik dünya işlerinin önem ve zorunluluğunu bilen ve uyumayan
bir varlıkla ilgilidir ki, bu da ruh varlığıdır. Ruh varlığının bedenle
ilişkisi, her zamankinden kuşkusuz daha kudretlidir. Nasıl ki, bu örnekte ben
sürekli olarak saate bakmama karşın; gene de yanılmaktan kurtulamadığım halde,
uyku durumundaki etkinliğimle bu işi daha kusursuz yapmış bulunuyorum.
Bununla birlikte şimdi ortaya
koyacağım noktalar bu örneği daha gizemli bir görünüme sokmaktadır: 3- Akşam
yatarken, 2’de uyanmam konusunda vermiş olduğum telkinin gerçekleşmesi, yani
benim uygun saatte uyanabilmem eğer bir otomatizma ile olmuş olsaydı, yeniden
uyuduktan sonra ve özellikle de sabaha dek deliksiz bir uyku ile uyumak
konusunda vermiş olduğum karar üzerine trenin hareketinden altı dakika önce uyanmamam gerekirdi. Klasik
gözlemlere uygun olan bu durum burada otomatik bir hareketi değil, belirli bir
amaç uğrunda sarf edilmekte bulunan bir cehti gösterir. Bu cehit, benim o
sıradaki bağlı şuurumun ters yönde cereyan etmekteydi. Çünkü benim her şeyden
ümidimi kesmiş ve uyumaya karar vermiş bağlı şuurumun bu hareketine karşılık
gene ben de bulunan ve trene beni yetiştirmeye çalışan bir varlığın etkinliği
sürmektedir. Bu durum, insanın uykusu sırasında âtıl olmadığını ve çevresiyle
ilişkileri hakkında bilgi sahibi bulunduğunu ve hatta bir takım etkinlikler
gösterdiğini kanıtlar.
4) Arada
geçen rüya olayında ayrıca bir öneme sahiptir. Olduğu gibi gerçekleşen başka
rüyalar görmüşümdür. Fakat bu kadar canlı ve ayrıntılı bir rüya ile
karşılaşmadım. Bu rüyanın bazı özelliklerini ayrıca belirtmek istiyoruz.
a) Gerçekten, aynen rüyada gördüğüm gibi ilk treni
kaçırdım.
b) Bu rüyada birisi başka bir trenin geleceğini be
ona yetişebileceğimi söylüyor, ben ise ikinci trenin olmadığına emin bulunarak
buna inanmıyorum. Oysa ki, gerçekte; her zamankinin tersine bu durum da
gerçekleşiyor. Hatta bu durum, o zaman bence o kadar olasılık dışı bulunuyor
ki, ben saatimi bile değiştirmek gereğini duyuyor, rüyaya önem vermiyor ve “Uyuma!”
diye yapılan uyarıya da kulak asmayarak, uykuya dalıyorum.
c) Rüyamda trene alınamayacağım, arkada karanlık ve
dar bir yerde yolculuk edeceğim de bildiriliyor.
O zaman ortada buna hiçbir neden göremediğim için,
buna da kulak asmıyorum. Fakat gerçekten de bir saat sonra, hiç beklemediğim
bir şekilde, trenin bütün kapıları kapalı bulunuyor; birnbir güçlükle ve
tehlikeler içinde, kendimi arka vagonlardan birine atabiliyor ve karanlık, dar
bir yerde uzunca bir süre yolculuk etmek zorunda kalıyorum.
Bu olaylarda ortaya çıkıp belirginleşen nokta,
bağlı şuurumuzun dışında etkinlik gösteren basiretli bir varlığın ifadesidir.
Görülüyor ki, uykuda insan, dışarıdan görüldüğü gibi ölü gibi âtıl durumda
değildir. Uykuda olan bir kimse (hatta gelecektekiler de dahil olduğu halde)
olaylar karşısında,uyanık durumdakinden daha duyarlı bir hal içindedir. Kısaca
bizler uyurken dünyada olup bitenlerden bağımsız ve onlara duyarsız değiliz.
Doğrudan doğruya kendimin deneyimlediği bu örnekten
sonra, başka araştırmacılar tarafından toplanmış ve incelenmiş / irdelenmiş bu
konuyla ilgili başka örnekler de vermek isterim: Bunlar uyku sırasında, beden
organizmamızda yapılan tesirlerin asıl varlığımızda oluşturduğu izlenimleri ve
hatta imajları içermektedir. Bu durum uykudaki bir kimsenin dünya
titreşimlerinden etkilenmekte olduğu nu açıkça göstermektedir:
I) Uyumakta olan bir süjenin bir tüy parçası ile
burnuna ve dudaklarına dokunuluyor ve süje şöyle bir rüya görmeye başlıyor:
Onun yüzüne ziftten bir maske geçirmişler. Yüzüne iyice yapışmış olan bu
maskeyi birden bire çekip çıkarıyor fakat maskeyle birlikte dudaklarının,
burnunun ve olduğu gibi tüm yüzünün derisi de kalkıyor.
II) Uyuyan birisinin ensesini hafifçe
çimdikliyorlar. Bu sırada süje rüyasında, çocukluğunda kendisini tedavi eden
bir doktorun ensesine “pehlivan yakısı” yapıştırmakta
olduğunu görüyor.
III)
Uyumakta olan süjenin kulağının dibinde, çelik bir bıçak ile demir maşa
birbirine sürtülerek, hafif bir ses çıkartılıyor. Süjenin rüyası şöyle: Çanlar
çalmakta ve kendisini 1848 Haziran olaylarında yaşamakatadır. O, bu olayın tüm
ayrıntısını görmektedir.
IV) Burnuna
bir kolonya şişesi yaklaştırıldığı zaman uyanan bir süje kendisini Mısır’da
Kahire’de bir lavantacı dükkânında görüyor ve orada bir dizi maceralar
geçiriyor.
V) Bu gruba
sokulabilecek benim de bir rüyam vardır: Bundan 19 yıl önce Kastamonu’da
bulunurken bir gece, birinci dünya savaşının acı günlerinden birini rüyamda
görüyordum: Davullar çalıyor ve 314’lülerin askere alındıklarını duyuruluyor.
Fakat bu davul sesi bana o kadar acı geliyor ki, onu sanki beynimin içinde
gümbürdüyor sanıyorum. Bizi palas pandıras yakalıyorlar ve burada ayrıntısına
da gerek görmediğim birçok maceralar içinde savaş alanına götürüyorlar. Fakat
tüm bu hengamede davulun sesi susmuyor. Bundan başka, savaş alanına geldiğim
zaman, bu berbat ses top sesine dönüşüyor. Bu ses savaş alanının öteki tüm
gürültülerine egemen. Sonunda bu baş belası sesin azâbı içinde uyanıyorum fakat
uyanırken ve uyandıktan sonra da o sesin aynı ritimle sürüp gittiğini
duyuyorum. Yalnız bu kez, o ne bir davul sesidir, ne de top sesi. Sadece, sadece tokmağı ile vurulmakta
olan kapının sesidir.
Bu rüyalar
basit oldukları kadar, konumuzu aydınlatıcı içeriktedirler. Fakat bunların
yanında daha karışık öyle rüyalar vardır ki, bunlar bizi bilgi alanında daha
ilerilere götürürler. Bunları incelediğimiz zaman, fikir gibi bir takım yüksek
titreşimli etmenlerin de uyumakta olan kimseler üzerinde izlenimler ve imajlar
oluşturabildiklerini anlarız. Aşağıdaki rüya buna güzel bir örnektir.
Bunu, Paris
Hastanesi cerrahlarından (operatörlerinden) Dr. Aimé Guimard şöyle
anlatıyor:”Bir eylül akşamı her zanabki gibi yatağa girmiştim. Saat onbire
doğru, dayanılmaz bir diş ağrısı başladı ve bu durum sabahın ikisine kadar
sürdü. O günlerde, mide kanseri ameliyatı hakkında yazmakta olduğum bir kitabın
son bölümüyle ilgili planı da bu ağrılar ara sıra ağrının şiddetlenmesiyle
kesintiye uğruyor ve o zaman, yarın sabah erkenden komşum olan diş hekimi Dr.
Martial Lagrange’e gidip, dişimi çektirmeyi düşünüyordum. İşte tüm uykusuzluğum
boyunca düşüncem bu ili nokta üzerinde gidip geliyordu.
Sabah saat
ona doğru diş hekimi arkadaşımın bekleme salonuna girdim. O beni görünce “İşte
bu garip!” diye bağırdı ve ekledi. “Bütün gece seni rüyamda gördüm.”
Ben gülerek karşılık verdim: Rüyanız inşallah benim araya karışmamla rahatsız
edici ve usandırıcı olmamıştır. Yanıtladı: “Gördüğüm rüya rüya değil, tam bir
kabustu: Rüyamda mide kanseri olmuşum; sen de sürekli olarak benim karnımı
yarmakla meşguldün.” Doktor, uzun zamandır bu diş hekimi arkadaşı ile
görüşmediğini ve onun bu kitapla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını da ekliyor.
Bu örnekte
operatör doktorun kafasından geçen ameliyat vetiresiyle ilgili fikirler, ister
istemez dişçiye yansımıştır. O sırada bedeni uyuşuk ve uykuda bulunan diş
hekiminin yarı serbestleşen perispirisi bu fikirlerin kolaylıkla tesiri altında
kalmıştır. Biz bu tür tesirlerin beden üzerindeki tezahürlerine o kadar
inanırız ki; eğer bu koşullar altında gönderilen fikirler biraz daha usulünce
yönlendirilmiş olsalardı ve süje de daha derin bir degajman durumunda
bulunsaydı, diş hekiminin midesinde gerçekten birtakım marazi durumlar bile
belirebilirdi, diyebiliriz. Çünkü metapsişik araştırmalar kapsamında yapılmış
başka denemeler bu durumun daha kuvvetli örneklerini bize göstermiştir. Nasıl
ki, tahayyülün yaratıcı kâbiliyetleri ve dedüblümanın ilk bakışta doğal
değilmiş gibi çeşitleri hakkında daha önce ifadeye koyduğumuz sözler de bu
fikirlerle bizi doğrulamaya yaramıştır sanırız. Böylece, bazı rüyaların
incelenmesiyle, insanın uyku durumunda da gündüz ki işleriyle meşgul olduğunu
daha iyi anlamış oluruz. Bu tür rüyalardan da bir kaçını okurlarıma sunuyorum.
1.
Yıllar önce
Hudson’da büyük ve güzel bir evi olan bir dostum tarafından davet edilmiştim.
Bir aralık, orada bulunan başka misafirlerle beraber bir kır gezintisine
çıktık. Kırlarda epeyce dolaştık. Gezi yaklaşık bir saat kadar sürmüştü. Eve
döndüğümüz zaman, bence değerli bir anısı olan altın kol düğmelerimden
birisinin gezi sırasında düştüğünü fark ettim. Bunun ne zaman ve nerede
yitirdiğimi elbette bilmiyorum. Hava kararmıştı. Mevsim de sonbahar olduğundan,
yerler kuru yapraklarla örtülüydü. Bu yüzden kayıp kol düğmemi aramaya gerek
görmedim. O gece rüyamda, bir duvar kenarındaki asmanın üzerinde kurumuş bir
salkım üzüm görüyorum. Asmanın altındaki toprağın üzeri kuru yapraklarla örtülü
ve bu yaprak örtüsünün altında kol düğmem sanki bana göz kırpıyor . ertesi gün
uyandığım zaman, dünkü gezintimiz sırasında, böyle asmalı bir duvarın yanından
geçmiş olduğumuzu anımsayamadım. Arkadaşlara sorduğumda, onlar da bunu
anımsayamadılar. Kimseye bir şey söylemeden, birgün önce dolaştığımız yerleri
yeniden görmek için dışarı çıktım. Dosdoğru gidiyordum. Karşıma bir duvar
çıktı. Bu duvarın üzerinde bir asma ağacı yaslanmıştı ve manzarası da tıpkı
rüyamdaki gibiydi. Altında, aynen rüyamdaki gibi kurumuş yaprak örtüsü vardı.
Pozitif düşünen kafamla; kendimi gördüğüm rüyaya göre hareket eden bir budala
yerine koymuştum. Bunun için sanki kendimden utana utana yapraklara eğildim ve
onları biraz karıştırdım. Çok geçmeden altın kol düğmemin parlaklığı gözümü
aldı: O, rüyada gördüğüm gibi yaprak örtüsünün altında duruyordu.
2.
Borockelbank
çakısını yitiriyor, her yanı arıyor ama bulamıyor. Rüyasında, çakısının
bulunduğu pantolonunu ve cebini görüyor. Sonunda çakı orada bulunuyor.
3.
Dante’nin
oğlu Jaques Alighieri; babasının “Di Comediae” adlı eserinin parçalarını
toplarken, bu parçalarla ilgili onüç şarkının yitirildiğini görüyor ve onları
bir türlü bulamıyor. Bu duruma çok üzülen Jaques bir gece gerçekten çok güzel
bir rüya görüyor. Bu rüyada babası beyazlar giyinmiş ve başı da son derece
aydınlanmış (nurlanmış) olduğu halde kendisine görünüyor ve oradaki gizli bir
dolapta aranılan şarkıların bulunduğu yeri ona gösteriyor. Ertesi gün Jacques
rüyada gördüğü yere bakıyor ve kendi eliyle koymuş gibi buluyor.
4.
1870 yılında köprüleri ve anayolları incelemekle
görevlendirilmiştim. Arasıra bu yörede olan su baskınları köprülerin durumunu
tehlikeye sokuyordu. Yıllardan beri bu işlere bakmaya o kadar alışmıştım ki, bu
yüzden bende oluşan kendine güven duygusundan kuşkulanmıyordum. Bununla
birlikte bir gece köprülerden birinin son derece açık, seçik ve canlı bir tablosunu
görüyordum. Bir ses bana rüyamda şunları söylüyordu: “Git ve o köprüyü incele” Bunu üç kez yinelemişti. Ertesi sabah at
sırtında yaklaşık 6 mil kadar uzakta bulunan o köprüye vardım. Köprünün durumunda hiçbir anormallik yoktu. Fakat
rüyamın, üzerindeki etkisi o kadar güçlüydü ki, bu durum beni dikkatli bir
şekilde köprüyü incelemeye zorladı. Suyun içine girdim ve hayretle gördüm ki,
su içindeki temeller akan suyun etkisiyle aşınmış ve iyice incelmiş. Hemen o
günden başlayarak onarıma başlattım. Şurası muhakkak ki, eğer ben o rüyayı
görmeseydim, köprünün onarımı yapılamayacaktı. Çünkü öteki köprüler arasında bu
köprünün temellerinin bu duruma geldiği aklımın kıyısından bile geçmemişti.
Uyku
sırasında ruhun dünya işlerine yönelik ilgisi ve etkinlikleri bazı koşullar
altında o kadar ileri gidebilir ki, bunları uyanık halde iken, ancak
metapsişikte kullanılan yöntemlerle ve telestezik(***) becerilerinin yardımıyla gözlemlemek
olasıdır. Ruhun bu etkinlikleriyle ilgili olarak elimizde pek çok örnek
bulunmaktadır. Bu etkinlikler bağlı şuurda, geleceğe yönelik olayları önceden
bildirici rüyalar şeklinde ortaya çıkar. Bu yolda çalışan bilim insanları bu
tür rüyalara “telepatik rüyalar” demiştir. Hepsini aktarmak bu kitabın kapsamı
dışına taşacağından, örneklerden sadece bir tanesini aktarmakla yetineceğiz:
“1895 yılı
başlarında Rus Donanması’nda yüksek rütbeli bir subayın hanımı madam Lukawski, bir
gece kocasının inlemeleriyle uyandı. Kocası uykusunda şöyle bağırıyordu: “İmdaaat,
beni kurtarın!”aynı zamanda da boğulmak üzere çırpınan bir kimse gibi
çırpınıyordu. Besbelli ki, rüyasında berbat bir deniz kazası görüyor ve bunu
sanki yaşıyordu. Uyandıktan sonra, karısına anlattı: Büyük bir geminin
güvertesindeymişim. Bu gemi birdenbire çarparak batıyormuş. Kendisinin birden
denize fırlattığını görmüş ve bir yolcuyla birlikte canını kurtarmaya
çalışıyormuş ama giderekte dalgalara yeniliyormuş. Karısına bu rüyasını
anlattıktan sonra, şunu da ekliyor: “Ben şimdi inandım ki, benim ölümüm denizde
olacak…” O buna o kadar inanmıştır ki, sanki son günleri gelmiş bir
kimse gibi, işlerini bu olasılığa göre düzenlemeye bile başlamıştı. Aradan iki
ay geçti, rüyanın etkisi zayıflamaya başladı. Bununla birlikte Karadeniz’e
gitmesi için bakanlıktan gelen bir emir bu etkiyi yeniden canlandırdı.
Petersburg
Garı’nda karısıyla vedalaşırken, Lukawski şunları söyledi: “Rüyayı anımsıyor musun?” Karısının
yanıtı şöyle oldu: “Allah aşkına, niçin onu bana soruyorsun!” “Çünkü
ben geri dönmeyeceğimden ve tekrar görüşemeyeceğimizden eminim.” Madam
Lukawski eşini yatıştırmaya, sakinleştirmeye çalıştı ama o, sesindeki derin bir
hüzünle şunları söylemekten kendini alamamıştı: “Sen ne dersen de, kanaatim ve
hissiyatım değişmeyecek ve sonumun yakın olduğunu biliyorum. Bunu kimse
engellemeyecek. Evet, ben gemiyi, güverteyi, çarpışmayı ve sonumu görüyorum.
Bunların hepsi yine aynen rüyamdaki gibi gözümün önünde” Kısa bir
sessizlikten sonra ekledi: “Benim ölüm haberim geldiği ve sen mâtem
(yas) giysini giydiğin zaman, nefret ettiğim o uzun siyah peçeyi koymamanı rica
ederim.” Madam Lukawski tepki vermeye gücü yetmedi ve hıçkırmaya
başladı. Tren düdüğünü haykırarak hareket zamanını haber verdi, Lukawski
karısını sevgiyle kucakladı ve tren istasyonundan ağır ağır uzaklaştı
gitti.
“Madam
Lukawski iki haftalık sonsuz gibi gelen bir endişenin ardından Karadeniz’de
Wladimir ve Sinens adında iki geminin çarpıştığını gazetelerden öğrendi. Ümitsizlik
içinde Odesa’daki amiral Zelenoi’ye kocasından bir haber almak için telgraf
çekti ve şu yanıtı aldı: “Kocanızdan şimdiye kadar hiçbir haber
alınmadı. Fakat şurası kesin ki O, Wladimir’deydi.” Bundan bir hafta
sonra kocasının ölüm haberi geldi: Kaza sonrası Wladimir’de M.Henicke adında
bir yolcu, bir cankurtaran simidiyle/ yeleğiyle denize atlamıştı. O sırada
M.Lukawski’de suya düşmüştü cankurtaran simidine doğru yöneldi ama Henicke onu
görünce “iki kişiyi kaldırma, ikimiz de
boğuluruz!”diye haykırmıştı. Fakat buna rağmen Lukawski simide
saldırır ve yüzme bilmediğini söyler. Bunun üzerine Henicke, “o
halde tutunun, ben iyi yüzücüyüm. Kendimi kurtarabilirim” dedi. Fakat
tam bu sırada büyük bir dalga geldi ve onları birden bire ayırdı. M. Henicke
kendini kurtarabildi fakat Lukawski mukadderatına doğru yürüdü.”
Bu rüyalar
insan varlığının uyku sırasında da dünya işleriyle, hattâ uyanık durumdakinden
daha basiretli bir şekilde ilgilendiğini açıkça gösteriyor. Demek ki, enkarne
varlık uyurken de dünyada yaşamaktadır ve dünya deneyimlerinden ayrılmış
değildir. Fakat bu durum, uyanıklıkla karşılaştırıldığında, başka bir düzende
olmaktadır. Bununla birlikte, şunu da unutmayalım ki, uyku durumu dünya
deneyimlerinin selameti için başka bir bakımdan zorunludur. Doğal uykudaki
durumu bu şekilde gördükten sonra, biraz da yapay uykudan söz edelim:
Bu konuda
yapılan denemeler (celseler / seanslar) konumuzun irdelenmesine yarayacak
değerli çalışmalardır. Hipnoz durumundayken süjeye verilen telkinlerin daha
sonra süjenin durumu ve hareketleri üzerinde ne kadar etkili roller oynadığına
yönelik daha önceki kısımlarda (****) bazı örnekler vermiştik. Burada birkaç örnek daha vererek
onları desteklemek istiyoruz. Bunları öncekilerle karşılaştırarak yeniden
gözden geçirmekte yarar olabilir. Çünkü önceki örnekler şimdiki konumuzu da
aydınlatıcı niteliktedir.
Doğal
uykuda olduğundan daha çok ileride bir beceri ile hipnoz durumundaki süjeler
uykularının birçok aşamasında dışarıdan değişik tesirler alırlar ve o
tesirlerin izlenimlerini ruhlarında taşıdıklarıyla ilgili bazı tezahürler
gösterirler.
1)
Mile
Ce’line bir bilim kurulu karşısında somnambül durumuna getiriliyor. Bu
durumdayken o, tıpkı bir hekimin yaptığı gibi, asistanlardan birçoklarını
muayene ediyor, rahatsızlıklarının tanısını koyuyor ve etyolojileri, tedavileri
hakkında açıklamalar yapıyor. Elbette somnabül durumundayken, bazı kimselerin
sıra dışı işler yaptığını çoğumuz bilir. Bunlardan da vereceğimiz birkaç örnek
işimize yarayacaktır:
2)
Bir
hizmetçi olan Gassendi gece karanlıkta, üstü sürahi ve bardaklarla dolu bir
tepsiyi başının üstüne koyarak son derece dar bir merdivenden hiçbir arızaya
uğramaksızın inip çıkardı.
3)
Bir
somnambül, gözleri kapalı olduğu halde yazı yazardı. Fakat onun bu yazıyı
görebilmesi için mutlaka şamdanını yakmaya ihtiyacı vardı. O da öteki iyice
aydınlatılmış olduğu halde bile o (yazabilmek için) gene de şamdanını
yakmalıydı. Çevresinde bu olayı izleyenler yazısını yazarken şamdanını
söndürdü. Somnambül göremez oldu ve yazısını yazamadı. Ancak şamdan yeniden
yakıldıktan sonra, yazmayı sürdürebildi. Unutulmasın ki, tüm bunlar olup
biterken, onun gözleri kapalıydı.
4)
Başka bir
somnambül gece yarısı yatağından kalkıyor, sadece birkaç kolon ile ayakta duran
tehlikeli yüksek duvarlardan ibaret bir harabeye gidiyor ve bu yüksek
duvarların üzerinde, sanki geniş bir caddede geziyormuş gibi güvenle dolaşıyor.
5)
Yirmidört
yaşında bir genç kadın şiddetli bir sinir krizi sonunda hastalanıyor. Bu
hastalıktan sonra kendisinde doğal bir somnamnülizma durumu oluşuyor. Marazî
uykusunun her başlangıcında önce şiddetli çırpınmalar geçiriyor. Bir süre sonra
da somnambülizma durumu başlıyor. Fakat bu durum başlayınca o tamamen değişiyor
ve hareketli bir yaşama giriyor. O ıstıraplı çırpınmalar da sona eriyor. Bu
durumdayken; kitap okuyor, iş yapıyor ve özellikle hayret edilecek hızda dikiş
dikiyor. Tüm bunları yaparken gözleri yarı kapalıdır. O, değişik bir hal içinde
bulunduğunu o zaman biliyor ve bu sıra dışı durumun ne kadar süreceğini, bir
sonraki durumun ne zaman başlayacağını ve o zaman kendisine karşı nasıl hareket
edilmesi gerektiğini doğru olarak söylüyor. Bu sıra dışı durumlar; bazen birkaç
saat, bazen de bir gün boyunca sürüyordu. Ama her seferinde uyandıktan sonra bu
bayan hiçbir şey anımsamıyordu.
6)
Somnambül
eczacının durumu metapsişikte klasik bir örnek olarak kabul edilir. Bu şahıs,
uykudayken; gündüzmüş gibi işlerini görmekte ve reçetelere bakarak ilaçlar
hazırlamaktaydı. Hattâ bir gün doktor, eczacının durumundan kuşkulanmış ve
kasten zararlı bir reçete yazarak, öteki reçetelerin arasına karıştırır. Kendi
de eczanenin bir yerinde gizlenerek, eczacının bu reçeteye nasıl bir tepki
vereceğini gözlemeye koyulur. Eczacı her zamanki gibi gene uyku durumunda
olduğu halde, eczaneye gelir ve reçetelere bakarak birer birer ilaçlarını
hazırlamaya başlar. Sıra o reçeteye gelince, hayretle durur ve kendi kendine, “Acayip
, bunu doktor nasıl yazmış olabilir… Yarın bunu doktora göstermeliyim”
diyerek onu yan tarafa bırakır.
Tüm bu
örnekler incelenirse, görülür ki; uyku yalnız bedenle ilgilidir ve gerçekte ruh
“uyanık”
durumdadır ve hatta bazı koşullar altında; bedeni, tıpkı uyanık durumdaki gibi
de kullanır. Burada insanı aldatan nokta şudur: Uyku durumundayken yapılan
işlerden ve alınan izlenimlerden kimsenin haberi olmaz ve bunlar sonunda ve
bazı koşullar altında belli belirsiz ve çok kez dikkat çekmemiş bir rüya
şeklinde normal şuura yansımış olsalar bile, akademik düşüncelere kurban
giderek, gerçek değerleriyle bir inceleme konusu olmak hakkını yitirmiş
bulunurlar.
Bununla
birlikte, unutmanın doğal bir vetire olduğunu ve hatta dünya deneyimleri için
gerekli bulunduğunu bilen bir metapsişikçi başka türlü düşünür. Onun bu
düşünüşünü destekleyen kuvvetli nedenlerde vardır ki, bunların bir an önce
akademik birer konu olmasını o, tüm samimiyetiyle diler. Kısaca, uyku
durumunun, dünyadaki deneyimleri geçirmek fikriyle uyuşamayacağını düşünemeyiz.
Çünkü uyku durumu da, dünyasal deneyimler içinde ve başka bir düzende cereyan
eden ruhsal etkinliğin ortaya çıkışından başka bir şey değildir. (RUH ve
KAİNAT, Cilt III, sayfalar 745-765’ten güncel Türkçe’ye çeviren : Selman
Gerçeksever)
-----------------------------------------------------
(*) Bedri
RUHSELMAN’ın RUH ve KÂİNAT adlı eserinin 745-765 sayfalarından güncel Türkçe’ye
uyarlanmıştır (Selman GERÇEKSEVER)
(**) Yattığım
odanın pencereleri tren istasyonuna bakıyordu ve burada, uzaktan trenin
gelişini bile görebiliyordum.
(***)
telestezi: olayları uzktan agılayabilme. Telesteziye giren psişik yetenekler:
Durugörü, duruişiti,önsezi vb. Bu yeteneklerin hepsinin genel adı…
(****) Bu
konuda kitabımızın şu bölümlerine başvurulabilir: “Hipnozun fenomenik tezahürleri” ,
“Geçmiş yaşamları anımsamak gerekli değildir.”, “ Dedübluman olayının deneye dayalı gözlemleri”