YAŞAM
KÜLTÜRÜ
KOŞULLARI
ve İRADEMİZ
DERLEYEN
Selman GERÇEKSEVER
Seçme
ve irâde özgürlüğünün bir tanımı da; bağlanmamış ağız, körelmemiş göz ve
tıkanmamış kulaktır. Ağzımız bağlanmış değil ama, nelerle koşullanmış ve bizce
neler doğru ise onları o şekilde konuşuyoruz. Gözlerimiz köreltilmiş değil ama,
fehim ve ferâset yeteneğimiz oranında görebiliyoruz.(1)
Kulaklarımız
tıkanmamış ama nelerle koşullanmış ve özdeşleşmiş ya da takıntı düzeyine
getirmiş isek, onları yani “işimize gelenler, realitemize uygun olanları) işitiyoruz.
O halde, konuşmamızı, görmemizi ve işitmemizi engelleyen etmenler, öz kişisel
özgürlüğün önündeki engeller olmaktadır.
Bu
engeller genel anlamda; sâdece hilkatin (yaratılışın) gerekliliklerinden değil,
yaşam kültürünün koşulları ve koşullandırmalarından da oluşur. Bireyin doğum
öncesi ve ölüm sonrası yaşamını da kapsayan öz kişisel yaşamıyla ilgili
seçimlerinin ve irâdesinin özgürleşmesi ile, içinde bulunduğu koşullar arasında
sıkı ilişki vardır. Bir bakıma, bu koşullardan etkilenmeyecek düzeye gelmek öz kişisel
yaşamın özgürleşmesi olmaktadır. Vicdâni
ölçülerin günlük yaşama uygulanması demek olan vicdan özgürlüğü de, içinde
bulunduğumuz koşullar ile kendi aramızdaki etkileşimle yakından ilintilidir.
İçine
enkarne olduğumuz koşulları doğmadan önce biz oluşturmuş değiliz. İçinde
bulunduğumuz yaşam kültürüne enkarne olmadan önce, herkes için zâten var olan
koşulları yeğledik ve onların içine doğduk. Dünya gelişim okulu tüm beşeriyet
içindir. Gelişim ihtiyaçlarımızı gidermek için belli zaman – mekân
koşullarına(astrolojik durumlar da dâhil) ihtiyacımız vardı. Dolayısıyla,
bedensel ben olarak, şimdi bizim elimizde olmayan pek çok şeye (koşula) bağlıyız;
hattâ bunların bazılarıyla özdeşleşerek, onları bağımlılık hâline getirmişiz. Bu
cümleden olmak üzere, yaşam planımıza göre; doğuştan sahip olduğumuz becerilerimiz
bile elimizde değil. Bazı becerilere yatkın doğuyoruz, yaşam planımız ve vazifemiz
gereği. Ama (Yüksek ben / asıl kendimiz olarak) yaşam planımızı da kendimiz
belirledik ve belli vazifelere tâlip olduk. Aslında yaşam planımızı kendimiz
yaptık ama, bunda da tamamen özgür değildik; çünkü her yaşam planı geçmiş
yaşamların ve karmik birikimin zorunlu ama doğal bir sonucudur.
Her
neyse, öyle ya da böyle; yukarıda sözünü ettiğimiz belirli beceri ve
özelliklere göre yaşamak zorundayız. Bunun gibi, kalıtımla gelen genetik yapı
da (bedensel ben olarak)bizim elimizde değil. Tüm bunlar bizi (enkarne
durumumuzu) belirleyen, seçimlerimizi ve davranışlarımızı sâdece etkileyen
değil, aynı zamanda yönlendiren etmenlerdir. Bunun gibi, sayılamayacak kadar
çok beşerî koşulun sonucu ve bu koşullar tarafından, bir bakıma güdümlenir
durumdayız. Bu koşullar kararlarımızı, seçimlerimizi belirliyor ve elbette ki,
irâdemizi de yönlendiriyor. Bu nedenle, “Ben
bunu kendi özgür irademle seçtim.” demek biraz abes olmuyor mu?
Seçimlerimizi
belirleyen ve dolayısıyla bizleri yönlendiren koşullara biraz daha yakından
bakalım ve pek çok sayıdaki koşuldan sâdece 3 ‘ünü ele alarak bir örnek
verelim: Aynı iş yerinde çalıştığınız ama fazla tanımadığınız biri olsun. Sâdece
biliyorsunuz ki, sizin şirkette çalışıyor. İş günlerinden bir gün; örneğin,
Cuma... Şunu da biliyorsunuz ki, o kimsenin mesâi bitiminde binadan ayrılmasını
engelleyecek bir neden yok ortada. O kimse, o gün iş bitiminde binadan
ayrılacak mı? Elbette ki, bu üç nedenden dolayı ayrılacak. Sâdece üç koşulu ya
da doneyi bilmekle o kimsenin o gün de, mesai bitiminde işyerini terk edeceğini
öngörebiliriz. Hattâ o çalışanın özgür irâdesini de işin içine katarak, “İster gider, ister gitmez…” olasılığı da aklımıza gelebilir ama, onun o gün
işten çıkıp gideceğini %95 kesinlikle söyleyebilirsiniz. O kimse hakkında pek
çok şey bilmediğimiz (yani, onun etkisi altında olduğu pek çok koşulu
bilmediğimiz) halde, sâdece üç koşula dayanarak onun o gün %95 olasılıkla mesai
bitiminde işten çıkıp gideceğini düşünebiliriz. Ama o kişinin, etkisi altında olduğu 3 değil de; örneğin,
3oo koşulunu bilseydik, onun ne yapacağını daha kuvvetli / isabetli tahmin
edebilirdik.
Bunun
gibi, kişinin biraz sonra neye karar vereceğini ve ne yapacağını; kendi “özgür” irâdesinden çok, dış koşullar
belirliyor. Birkaç koşul bile bizi yönlendirmeye yeterli. Şöyle bir örnek ile
konuyu biraz daha açmaya çalışalım: Bir kimsenin 1oo milyar koşulunu bilgisayara
yüklesek, bu koşullar içinde (ya da belli koşullarda) o kişinin biraz sonra ne yapacağını
bilgisayardan alabiliriz. Bu durumda, bireyin etkisi etkisi altında olduğu
koşullar değişmedikçe ve mevcut koşullara bir başkası eklenmedikçe, bireyin
verdiği / vereceği tepki, yani seçimi değişmez. Eğer bir koşul değişirse,
olması gereken olguyu da değiştirebilir. Bir ve Tek Olan Bütünsel’ in çokluk ve
çeşitlilik hâlinde tezâhür ettiği bu illüzyonel dualite ortamında bizler, her
an bizi etkileyen koşulların tamamının etkisi altında seçimimizi yaparız. Bu,
özgür bir seçim midir? Örneğin, yorulmuş isem ve biraz dinlenmeyi seçmiş isem; beni
yoran koşulların zorlayıcı etkisinin sonucudur bu seçimim. Dolayısıyla, benim
dinlenmemi belirleyen de, kendi özgür seçimim değil, etkisi altında olduğum
koşullardır. Her şeyi yapmak elimde iken, bana dinlenmeyi yeğleten, içinde
bulunduğum yorucu koşullardır. Bir şeye karar vermeden önce, o kararı verme
aşamasındaki koşullar beni belli bir kararı vermeye zorlar. İçinde bulunduğum
koşullar bizi belli bir kararı veremeye zorlar. Yani, yukarıdaki örnekte bana,
içinde bulunduğum koşullar dinlenmeyi istetiyor. Gerçek bu olmasına karşın;
egomuz bize, “Onu ben kendi özgür
irademle istedim / seçtim.” dedirtir. İşte, yaşam kültürü içinde bize bir
çok şey bu şekilde “istetiliyor”, “ister duruma” getiriliyoruz.
Elbette
ki, asıl kendimiz (Yüksek ben) olarak, enkarne olacağımız ortamı (belli
koşullardaki ortamı, yaşam planımıza en uygun koşulları, hatta kişilik
özelliklerimizi(*) seçiyoruz ama enkarnasyondan sonra (bedensel ben olarak) o
koşulların etkisi altına hareket etmekten (hattâ bir ömür boyu öyle yaşamaktan)
başka çâremiz de kalmıyor. Daha da kötüsü, söz konusu koşulların tesirliliği
altında ve güdümünde, onlarla özdeşleşmemiz durumunda, yaşam planımızı gereği
gibi uygulayamadan, geldiğimiz yere dönmek gibi bir tâlihsizlik de ortaya
çıkabiliyor. Bu talihsizliğin ortaya çıkmaması, bedenli yaşam nimetinin hebâ
edilmemesi bağlamında; sâdece kutsal vahy tarafından değil, seçkin inisiyatik öğretiler
tarafından da pek çok uyarının, öğüdün ve anımsatmanın yazılı metinler olarak
beşeriyete verilmiş olduğunu biliyoruz.
Durum
bu olduğuna göre, hiç kimse; içinde bulunduğu (içinde bulunduğu yaşam
kültürüyle ve kendi özkişisel özelikleriyle ilgili) koşulların gerektirdiğinden başka bir şey yapamaz ve
seçmekte olduklarından başka bir şey
seçemez. Bu nedenle, bir kimse için; “O
bunu böyle yaptı ama daha iyisini yapabilirdi.”
demek çok isâbetli bir değerlendirme ve yargılama değildir. Hattâ, “Ben onun yerinde olsam şöyle yapardım…”
demek de abestir. Bu ancak, o kimsenin o anda etkisi altında olduğu tüm
koşulların aynen etkisi altında olsaydık, onun gibi hareket etme / seçme
olasılığını yakalayabilirdik ki bu olasılık bile çok kuvvetli değildir. Zaten,
o durumda; bir bakıma o olmuş olurduk ki bu da olanaklı değildir…Kişi aynı
koşullar altında hep aynı şeyi yapar ama koşullar değiştiği ve biz de tekamül
olgusu içinde gelişip değişip farklılaştığımız için, aynı etki altında hep aynı
şeyi yapmayız. Bu nedenle, “Şimdiki aklım olsaydı, 10 yıl önceki o seçimi yapar
mıydım…” demek de abestir. O zamanki koşullar şimdikilerle aynı değildi ki…
Tüm
bunlardan dolayı, aslında özgür olmamak doğaldır ve içinde bulunduğumuz tekâmül
düzeyinin gereğidir. Çünkü en genel anlamda hilkat(yaratılış)
yasaları(Sünnetullah) ve koşullarıyla sınırlıyız. Örneğin, belli bir galaksinin
içinde bulunan (“güneş” adını
verdiğimiz) sıradan bir yıldızın çevresinde belli bir hızda dönen ve belli
astrofizik özelliklere sâhip (“dünya”
adını verdiğimiz) şu uzaysal objenin üzerinde yaşamak ve onun belli oranlardaki
gazlardan oluşan atmosferini solumak zorundayız. Üzerinde yaşamak zorunda
olduğumuz bu yer kürenin tüm fizik ve jeofizik özelliklerine uymak ve onun sunduğu
yaşam olanaklarıyla yetinmek zorundayız. İçinde bulunduğumuz toplumun
yaptırımlarını da bunlara eklersek, ne kadar az özgür olduğumuz açıkça ortaya
çıkar. Hareketlerimizde, yaşayışımızda ve düşünce / tasavvur kapasitemizde daha
pek çok hilkat koşuluyla sınırlı olduğumuzu da aklımızdan çıkarmayalım, irâdemizin
bunlarla da sınırlı olduğunu unutmayalım. İrâdemizin dışında olan,
sayılamayacak kadar çok koşulun güdümündeyiz. Burada özgür irâde nerede?
İçinde
bulunduğumuz; sâdece yaşam kültürünün koşulları değil, öz kişisel
özelliklerimiz de bizleri belirli şeyleri istemeye zorlar. Daha kısa bir söylem
ile, belirli şeyleri istemeye bizi, içinde bulunduğumuz koşullar zorlar. Bu
koşullar bize belirli şeyleri istetir, onları etkisiyle belirli şeyleri ister
hale geliriz ama onları yeğlediğimiz zaman (sözüm ona) “özgür” irâdemizle hareket ettiğimizi sanırız. Kıkarcı emperyalizmin
bir maşası durumunda olan reklam sektörü de bu beşerî
özelliğimizden/zaafımızdan yararlanarak kârına kâr katarak palazlanmaktadır, bu
da ayrı bir konu… Yanlış ya da kusurlu da olsa, yaptıklarımızı, eğilimlerimizi
bizim; görgümüz, bilgimiz, terbiyemiz, realitemiz, sabır ve dayanma gücümüz
belirlemektedir. Özgür irâdemizle herhangi bir şeyi yapmış ya da istemiş gibi
görünsek de, onu yapmamak / istememek zâten ve hemen hemen elimizde değildir.
Ama Yüksek Benimiz (asıl kendimiz) bizim
burada (bu maddesel ortamda) zâten başka bir şey yapamayacağımızı, (gelişip,
değişip, değer kazanmadıkça) bu koşulların ve koşullandırmaların etkisinden
kurtulamayacağımızı elbette ki çok iyi bilir. Hattâ bu koşullar içinde
(değişmediğimiz sürece) biraz sonra ve daha sonra ne yapacağımızı da çok iyi
bilir. TANRI o ki, tüm varlıkların içinde bulundukları tüm koşulları biliyor ve
her an, bir an sonraki (kendi “özgür” iradeleriyle) neyi
seçeceklerini biliyor.(2)
Bu
durumda, şu soru gelebilir akla: Madem ki irâdemiz var ama kullanamıyoruz, hiç
olmasaydı daha iyi olmaz mıydı? Koşulların güdümünde birer kukla mıyız? Elbette
ki değiliz. Dikkat edilirse, koşullar belirlenmiş ama seçim bize bırakılmış.
Dolayısıyla irâdemizi kullanmamız söz konusu ve hattâ irademizi (iyi yönde,
içsel gelişim yönünde, Bütün’ ün hayrı ve kendi hayrımız için) kullanmamız
önerilmiş tüm inisiyatik ve kutsal öğretilerde. Bu durum elbette ki bir
kuklalık değildir. Özgür irâdemizle, “Bir
şeyi ister yaparım, ister yapmam…” duygusu bizde olduğu sürece bizler kukla
değiliz. Ama bu duyguyu kullanış şeklimiz, içsel gelişim yolunda ilerleyişimizi
(hatta karmik yükümüzü) belirlemektedir. Dolayısıyla, seçimlerimizin (yani, irâdemizi
kullanma şeklimizin) sorumluluğu bize aittir. Koşullar belirlenmiş ama seçim
bize bırakılmıştır. Elbette ki, aynı koşullar içinde olmak üzere; erdemli bir
kişinin irâdesini kullanma şekli ile, kendini bilmeyen nefsâni/hodkâm bir
kişinin irâdesini kullanma şekli farklıdır. Dolayısıyla bir kişinin gelişmişlik
düzeyi ile, içinde bulunduğu koşullara karşı tavrı arasında sıkı ilişki
bulunmaktadır.
Evet,
her şey İlâhi Murad yönünde planlanmış ve Bir ve Tek Olan Bütünsel; çokluk ve
çeşitlilik hâlinde tezâhür etmiştir ama varlıklara da seçme özgürlüğü
verilmiştir. O halde, kukla değiliz. Kukla olsaydık, hareketlerimizden (hatta
düşüncelerimizden bile) sorumlu olur muyduk? Dolayısıyla, “Her davranışımız belirlenmiştir
ve biz buna uymak zorundayız.” söylemi yanlıştır. Bunun doğrusu ise şöyle
olabilir: “Davranışlarımız bizim
tarafımızdan seçilir. Ama başkasını da seçme olanağı yoktur, içinde
bulunduğumuz koşullardan ve o sıradaki tekâmül düzeyimizden dolayı…” Başka
türlü bir deyişle, “Önümde / çevremde
bulunan bir çok seçenek içinden ben istediğimi seçerim ama o andaki isteğim ve
arzum da başka türlüsünü bana seçtirmez.” Dolayısıyla ve besbelli ki, içsel gelişim
yönünde isâbetli seçimler yapmak, isteklerimin inceliğine ya da kabalığına
bağlıdır. Bu nedenle, isteklerin ve arzuların içsel gelişim yönünde
iyileştirilmesi, onların olabildiğince sâdeleştirilmesi ve arındırılması; başta
Budizm olmak üzere, tüm inisiyatik öğretilerde ve kutsal metinlerde hep vurgulanmıştır.(3)
Hilkatin
ve İlâhi İrade Yasları’nın(Sünnetullah) sınırlayıcı ve koşullandırıcı
etkilerinden (ki onların hepsi aslında şuurda uyandırıcı rahmetler
topluluğudur, bu etkilerden) elbetteki kurtulamayız ama içinde bulunduğumuz
zaman mekân koşullarıyla, yaşam kültürünün koşullandırmaları ile nefsin
iğvasından ve beşerî koşullandırmalardan idraklenme cehti içinde kurtulabilir,
bu şekilde özgür irâdemizin daha çok tezâhürüne olanak sağlamış olabiliriz.
………………………….
(*) Kişilik özellikleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. KENDİNİ
TANIMA REHBERİ, Akaşa Yayınları
(1) Fehim ve feraset= Anlayış keskinliği, görüş derinliği
(2) ALLAH’ın her şeyi bilici oluşu isim sıfatı à el-Basir
(3) Arzularla / isteklerle ilgili; kutsal ve inisiyatik öğretilerden
alıntılar:
* “Kibir ve kinin başlangıcı aç
gözlülüktür.” (aç gözlülük= kontroldan çıkmış ve doymak bilmeyen arzular)
– Mevlana Celaleddin, Mesnevi, 3458.
* “Sizden hiç biriniz kendi
nefsiniz için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe, müslüman
olamazsınız.”-Hadis (Kaynak: İSLAM’ a GİRİŞ, Prof.Dr. Muhammed HAMİDULLAH)
* “İnsanların en iyisi,
başkalarına iyilik edendir.” –Kur’an, 59/9 (Yani, istekleri, başkalarına
iyilik yönünde ve Bütün’ ün hayrı için olan birey kastediyor.
* “Mutlu olmanın iki yolu vardır:
Ya isteklerimizi azaltmak, ya da
olanaklarımızı çoğaltmaktır.”-Benjamin Franklin.
* “Sahip olmadığı şeylere
üzülmeyen (yani, onları istemeyen) ve sahibolduklarına sevinen kimse
akıllı bir kişidir.”
-Epikteos.
* Eğer tüm arzularımız
gerçekleşseydi, sıkıntılarımız iki kat artardı.” –Amerikan Atalar Sözü
* “Nefsin isteklerini ayaklar
altına almak…” –Sufi deyimi
* “Nefsini susturanın (istekleri
en aza indirenin) ruhu konuşur. ‘Nefsi
susturmak’ oruçtur.” –Sufizm
* “Dünyada(n) oruç tutmazsanız (istekleri
/ arzuları kontrol altıana alamazsanız), Melekutu bulamayacaksınız.”
-Barnba
İncili
* Boş arzularla
özdeşleşmek, ALLAH’ın nimetlerine nankörlük, azgınlık / zulüm ve bilgisizlik;
“kalbin mühürlenmesi” ne yol açan yanlış tutum ve eğilimlerdir. –Kur’an
öğretisi (Burada; isteklerin / arzuların kontrolsüzlüğü, “kalbin
mühürlenmesi” nin nedenlerinden biri olmaktadır.
* Kur’an’ daki; “kalbin
mühürlenmesi / kalp körlüğü” (Bakara 7 ve 1o) à İncil’ de “kulakları olan işitsin” ifadesinin karşılığı olmaktadır. (Burada
da, “kulakların işitmez halde olması” ile, “kalp körlüğü” hemen hemen aynı
ifadelerdir.
YARARLANILAN
ESERLER:
- Kur’an’ı
Kerim
- Barnaba
İncili
- KURGU
Dergisi, Yaşambimin İşlevleri, Prof.İnal Cem AŞKUN
- Konferans
Notları, Işık YAZAN
- KENDİNİ
TANIMA REHBERİ, Akaşa Yayınları