Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

7 Mayıs 2015 Perşembe

GELECEĞİMİZDEN DOLAYI VARIZ…

GELECEĞİMİZDEN DOLAYI VARIZ…
Selman GERÇEKSEVER
Yukarıdaki başlığımıza “plan” açısından yaklaştığımız zaman; bir tezahür uzantısı olduğumuz geleceğimizle(planımızla) bütünleşmek söz konusu olduğunu düşünebiliriz.. Şimdi bunun ne demek olduğuna girişmeden önce, plan ve plansal yapılar hakkındaki bilgimizi kısaca gözden geçirelim:
Ruh varlıkları evrenlerde tek tek bulunmazlar. Seçme özgürlükleri ve irâde uygunluğu doğrultusunda plansal topluluklar (“organizasyonlar” ve “kadrolar”)oluştururlar(ayrınıtılı bilgi için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfa 240). Bu plansal yapılar içinde Yardımlaşma ve Dayanışma Yasasıyla öteki kozmik yasalar çerçevesinde kozmik vazifelerini gerçekleştirirler. Bu Vazife, Planın (Merkez’in) Kozmik Vazifesine hizmet çerçevesinde; maddenin gelişimine hizmet ve maddesel  planlar arasında iletişimi daha açık ve seçik olarak gerçekleştirmektir. Plansal bir organizasyon olan Plan, tümüyle otonom bir yapıya sahiptir. Yani her bakımdan ( kuşkusuz Kozmik İrâde Yasaları çerçevesinde ve öteki planlarla bağlantılı olarak) kendi kendine yeterlidir. Bunun için de merkez olarak, devreler boyunca katedeceği  merhaleleri belirler, ona göre tezahüratını gerçekleştirerek bu amaca ulaşır. Dolayısı ile bir planın (özellikle Merkezi için) geleceği meçhul değildir. Her devrenin başlangıcı da o devrenin sonu da (Merkez için) bellidir. Bunun en özlü söylemi İsa Peygamber tarafından, “Baş ve son benim” şeklinde ortaya konmuştur. İşte taa baştan itibaren, başta belirlenmiş olan geleceğe (Hedefe) göre her şey belirlenir. Dolayısıyla gelecek her şeyi yaratmış oluyor. Bu “yaratma”, oluşturma / organize etme ve düzenleme anlamındadır.
Aslında merkez itibarıyla geçmiş diye bir şey yoktur. Geçmiş ve geleceğin “bir”liği söz konusudur. Geçmiş-gelecek ayrımı, tezâhür âleminde bulunan biz “yarı idrakli” beşerî varlıkların, maddenin karartmasından kaynaklanan bir yanılgıdır.(“yarı idrak” kavramı için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar 50,58)
PLANSAL YAPI
Konumuza giriş olmak üzere Plan kavramımızla ilgili olarak yaptığımız açıklamadan sonra makale başlığımızda anlamını bulan “geleceğimizin bizi yaratmış olması”yla(yani, geleceğimizden dolayı var olmamızla) ilgili konumuz üzerinde birlikte düşünerek devam edebiliriz.
Sözlerimizin başında, bizim geleceğimizin planımızla bütünleşmek(“plan bünyesinde erimek”, “damlanın okyanusa yarışması”) olduğunu belirtmiştik. Aslında “Biz” diye bir şey yok; “Planımız” dediğimiz varlığın geçici plansal uzantılarıyız. Dolayısı ile “Biz”, “Planımız”ız. Yani inisiyatik öğretilerdeki ifadesiyle “Biz”, “O” ndanız. Kendi gelişimimizi, belli bir siklus içindeki değişimimizi gerçekleştirmek üzere bu zaman ve mekân kesitinde (yani şu andaki dünya) “Plansal bir yapı” olarak tezâhür etmiş bir varlığız (insan). Bedenli ruh varlığı insan olarak planımıza hizmet gereği olarak gelişimimizi gerçekleştirme çerçevesinde plansal uzantılar (ki bunların içine bitkiler ve hayvanlar âlemi de dâhildir) hâlinde, değişik var oluş ortamlarında tezahür etmiş bulunuyoruz. Şu anda bu var oluş ortamı dünya gelişim  okuludur. Burada belli bir hiyerarşik yapılanma içinde ve doğal olarak, farklı şuur düzeylerinde bulunuyoruz.
Aslında Bütünsel varlığın tümü söz konusu olduğunda, hiyerarşi söz konusu olmayıp, tam bir BİRLİK ve BÜTÜNLÜK vardır. Plan, maddenin değişik mekânlarında yapacağı uygulamaya göre ve o uygulamanın gerektirdiği şuur düzeyine göre belli bir hiyerarşik görünüm içinde tezâhür eder. Dolayısıyla hiyerarşi madde âlemindedir. Bundan dolayı, doğal olarak; bir üstte olan, bir alttakinin var oluş nedenidir. Bir alttaki, bir üsttekinden dolayı vardır. Bu satırları yazan ben, öz benliğimden ve planımdan dolayı varım. Okuyucu olarak siz de, asıl kendiniz olan, öz benliğinizden dolayı varsınız, onun tezâhür uzantısısınız.
Varlık bedenlenirken, bedenleneceği ortamdaki fraksiyonuna ve vazifesine göre şuur tezâhür ettirir. Dolayısı ile şuur, mekân ve varlık arasındaki ilişkiden doğan bir haldir. Şuurun yayıldığı, kapsadığı bir alan yani şuur alanı söz konusudur. Bu  alanın şiddeti varlığın yapacağı işe uygun miktardadır. Bu nedenle, hiçbir varlık şuursuz değildir. Bitkilerde de bizim anlayamayacağımız kadar şuur vardır. Yani onlar da kendi düzeylerinin şuuruna sahiptirler. Öyle varlıklar da vardır ki, bizim şuurumuz onlara göre bitki düzeyindedir.(Bitkiler âleminde şuur / şuurluluk için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar 77,131,193,197)
İşte, “Bütünsel Varlık” dediğimiz plan, maddenin değişik mekânlarında ve değişik şuur düzeyinde “Plansal Uzantılar” olarak tezâhür ederek, geleceğini oluşturan hedefine ulaşmaya çalışır. Dolayısıyla yazımızın başında da değindiğimiz gibi, tüm tezâhürat, geleceğiyle bütünleşmek içindir. Söz konusu tezâhürat yani bugünkü bizler “gelecekten” dolayıdır. Yani başka bir ifadeyle “Gelecek”, sanki bugün var olan her şeyi yaratmıştır. İşte bu nedenle diyoruz ki plansal bir uzantı olan “Ben”i yani şu biyolojik yapıyı, elbette ki, bağlı olduğum plan oluşturdu.(“Hedefledi” anlamında oluşturdu) Başka bir ifadeyle, şu andaki beni (bedensel beni, bu organizmayı) öz kendim olan “Gerçek Ben” oluşturdu. Tezâhür uzantısı olan bu biyolojik yapı asıl “Ben” değilim. Asıl “Ben” bütün tezâhüratın özünü oluşturan Merkez’dir. Yani planın bütünüdür. O plan da, gelecekte kendisiyle bütünleşeceğimiz realitemizdir.
İDRAKLENME SİLSİLESİ
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, aslında varlığın yaptığı; özündeki bilginin maddesel mekânlarda uygulanması ve onun kullanılabilirliğinin artırılması için realiteler boyunca ilerlerken, İdraklenme Silsilesi içinde devamlı olarak anlayışını artırmasıdır. Yapılan iş, özdeki bilginin, planın Merkez’den en uzak noktalarına kadar emilmesi ve gereğinin yapılmasıdır.
Özdeki bilginin maddeye uygulanması, varlığın maddesel mekânlardaki tezâhür uzantıları vasıtasıyla olur. Bu çerçevede bedenli varlık, özündeki bilgiyi ortaya çıkarmak ve şuurlu olarak maddeyi incelemek için çok değişik eprövler içine girer. Dünya için bunların çoğu ıstıraptır. Bunun da amacı insan olarak bizim özümüzden daha çok bilgiyi çeker duruma gelmektir. Bu şekilde, özdeki bilgi, planın en ücra köşelerine kadar iletilmiş, bu bilgiyle madde incelenmiş, maddenin gelişimi sağlanmış ve sonuç olarak “Plansal bütünlük” planın her tarafına yaygınlaştırılmıştır.
Az önce sözünü ettiğimiz; bilgi akışı, belli  bir siklus içinde, bir dizi realitenin tamamlanmasından ve idraklenme silsilesinden sonra gerçekleştirilmiş olur. Sikluslar; planın, merhaleden merhaleye ulaşırken, katettiği zaman dilimleridir. Bir siklus boyunca, plansal uzantılar realiteden realiteye geçerek en sonunda planıyla tümüyle bütünleşecek duruma(süptiliteye) gelene kadar değişip, farklılaşarak değer kazanırlar. Bu değer kazanışın, planın tümüne yaygınlaşmasıyla; plansal gelişim, toplu halde “sıçrama” şeklinde ve hep birlikte noktalanır. Bu şekilde plan olarak, öz kendimiz olarak başlangıçta seçme özgürlüğümüz doğrultusunda oluşturduğumuz geleceğimize (hedefimize) ulaşmış oluruz. Ama bu bir merhalenin bitirilmesidir, son değildir. Bu ulaşılan hedef, sonsuzluk okyanusu içinde uğrayacağımız limanlardan sâdece biridir. Bu ulaşma süreci içinde sözünü ettiğimiz realitelerden şu kritik noktalar teşevvüş halleridir. Bunlar iki realite arasındaki girişim alanlarıdır. Bir üst realiteye adaptasyon bölgeleridir. Adaptasyon ise bir üste ve dolayısı ile geleceğe uyum hazırlıkları bakımından çok önemlidir. Konumuzla bu açıdan ilgili olduğu için teşevvüş üzerinde biraz durmak istiyoruz.
TEŞEVVÜŞ VE DEJENERASYON
Varlık bir realiteden ötekine geçerken içine girdiği teşevvüş dönemini genellikle kendi isteği doğrultusunda uzatma eğilimindedir. Bu eğilim büyük ölçüde maddenin câzibesinden ve insanda oluşturduğu daralma ve kararmadan dolayıdır. Bu nedenle insanın teşevvüş döneminden çıkması (uyumamız yanı olan nefsâniyet) çok yakından ilgilidir. Varlık bu şekilde oluşan atâletle eski realitesinin rahatlığının dengesi içinde bulunmayı ve bunun süresini uzatmayı yeğler. Teşevvüş içine girmiş olan insanda ise bu denge ve rahatlık tehdit edilmiş, hattâ boğulmuş durumdadır. Bu aslında, insanın gelişimi bakımından iyi bir durum olmasına karşın, yukarıda sözünü ettiğimiz uyumsuz yanından dolayı bireyin işine gelmez. Söz konusu denge ruh varlığının madde üzerindeki egemenliğinin azalması veya çoğalması şeklinde bir dengesizliktir.
Özellikle devre sonunun teşevvüşlerinin en belirgin özelliği onların belirgin dejenerasyonlarla süslenmesidir. Dejenerasyon; değişim sürecinin normal ve en doğal bir olgusudur. Özellikle hedefe yaklaşıldığı şu bitiş günlerinde ruhsal planlar bunu doğrudan doğruya kendileri kasten yaparlar. Özellikle büyük değişimlerde dejenerasyon dediğimiz yozlaşmalar ortaya çıkar. Çünkü zemin olarak basmış olduğumuz yerin (ki o bizler için realitedir) artık bizler için bir şey ifâde etmemiş olması gerekir ki, bir üst realiteye yönelelim. Başka bir söylem ile, hedefimiz olan geleceğe bir adım daha yaklaşmış olalım. Bu nedenle eski realitenin bozulması, dejenere edilmesi, yozlaştırılması gereklidir ve bu, plansal uzantılar olan bizlerin şuurlanması için yararımıza olan bir gidiştir. Eski realite dağıtılmalıdır ki; bir üste geçmek için ondan kopulabilsin. İşte bu kopuşu genellikle bedenliler olarak beceremeyiz ve teşevvüş dönemimizi çeşitli bahânelerle kendi isteğimiz doğrultusunda uzatma eğilimi içine gireriz. Bu bakımdan söz konusu “kopuş”un iyi bir şekilde becerilmesi lazımdır. “Kopuş” becerilemezse, bu sefer “Helak” dediğimiz “toptan ortadan kaldırma” süreci içine girilir. Bunun başlangıcı “ayıklama”dır.
HELÂK ETKİSİ
Görüldüğü gibi bu durumda devre sonunda bir “helâk etkisi ” söz konusu. Bu tesir “Biz onları helâk ederiz…” diyenin, yâni çok yüksek planların işidir. “Helâk etkisi” kıyam edebilecek duruma gelenleri ötekilerden ayıran etkidir. Çünkü değişim ve başkalaşım olduğu kadar, şimdi içinde bulunduğu etki de giderek değişecektir. Çok daha yüksek frekansa bağlı olarak yaşanacak çok yüksek titreşimli(süptil) bir etki alanının yavaş yavaş dünyayı kapsaması sonunda, onun yaydığı enerjiye bizim uyum sağlamamız kaçınılmaz olacaktır. Bu uyumlanma, zamanında kendini hazırlamamışlar için ister istemez ıstıraplı oluyor.
Büyük değişimlerde dejenerasyonun bir kısmı enkarne varlıklar tarafından oluşturulur ki, bu kimseler de zâten “gemiyi terk etmek” üzere olan varlıklardır. Bu işin bir kısmı da Yukarısı tarafından yapılır. Kasten bozulur; değişimi, gelişimi hızlandırmak, planın tümünü “tekâmül sıçraması” yapacak duruma(performansa) getirmek için... Bu çerçevede günümüzde örneklerini gördüğümüz gibi, dejenerasyon çeşitli şekillerde özendirilir. Bu bir “Plan Baskısı”dır, realite atlamak için şuurlanmaya zorlayıcı (“rahman ve rahîm” olan) tesir... Aynı zamanda planlarımızın birer tezâhür uzantısı olan bizler için bu son bir olanak ve ilâhi rahmettir.. Planımızla, öz benliğimizle bütünleşmek ve toplu olarak “tekâmül sıçraması” yapabilmek için son fırsattır. Bu bakımdan bu etkiye, genel olarak “Planın, uyandırıcı, kıyama hazırlayıcı baskısı” diyoruz. Başka bir söylemle, bu planın “realite atlatıcı baskısı”dır. “Hızla eksiklerini tamamla ve aş onu !” der gibi bi rşeydir bu. Bu bakımdan, “SON YÜZYILIN BEŞERİ GİDEREK DAHA DA BİR ÇIKMAZ İÇERİSİNE, YANİ KENDİNİ BUNALIMA TERKETMİŞTİR”. Evet, “BUNALIM”da, genel teşevvüşün içinde dejenerasyonun doğal sonucu olarak karşımızda bulunmaktadır. Bakın, yıllarca süren Sadıklar Planı bu durumu gayet özlü bir şekilde nasıl sözcüklere dökmüş:  
”Menfiliğin ve şerrin zincirleri gevşetilmiştir; Sınanmak için. Menfiliğin ve şerrin ipleri uzatılmıştır; Sınanmak için
Bunun karşısında sizi kösteklenmekten ve sizi köstek olmaktan kurtarmak için müspet tesirlerin, müspet düşüncelerin hazinesi açılmıştır. İşte siz, yer ve gök arasında sürekli olarak darbelenen bir varlık olarak göğü seçmelisiniz. Çünkü biliyorsunuz ve sorumluluğunuz var…”
RUHSAL TEBLİĞLER, Sadıklar Planı, Sayfa 508 (Ruh ve Madde Yayınları)


 
Bu durumlar bir toplum için “İniş” olarak kabul edilebilir. Zaten bir “düşüş”ten başka bir şey değildir. Ama unutulmamalıdır ki, bu inişler, çıkışlara ivme vermek için mevcuttur. Bunların hepsi de planın hedefi olan gerçeğe hızlandırma, geleceği oluşturma gayretinden başka bir şey değildir. O geleceğe göre her şey ayarlanmış ve oluşturulmuştur bizler de dahil olmak üzere… Dolayısıyla “Bizi geleceğimiz yaratmıştır” diyoruz.










HEDEFİMİZ OLAN GELECEĞİMİZ….
Bu bilgilerimizin ışığında; sözlerimizin giriş kısmında hep birlikte hatırladığımız “BAŞ VE SON BENİM” söylemi “SON”, plansal uzantılar olan bizler için şimdi içinde bulunduğumuz dönemin/merhalenin sonu, yâni hedefimiz olan geleceğimizdir. “BAŞ” ve “SON” ile bunların arasındakiler; ruh varlığının (yani “BİR”.. olanın) tezâhüründen, başka bir ifadeyle “merkez, yada koninin tepesi” tarafından oluşturulan plansal uzantılardan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla, geleceğimiz olan değişmiş+gelişmiş ve farklılaşmış+değer kazanmış ruh varlığı, yâni kendimiz, şimdiki plansal uzantılar (halının saçakları/püskülleri) olan bizleri ve tüm tezahüratı yaratmıştır. Bunu, baştaki (ezeldeki) muradını gerçekleştirmek üzere yapmıştır. Aslında bunu yapan yüce varlık (planın bütünü) için “baş” ve “son” ayrımı yoktur. “Baş” ve “Son”un “BİR” liği söz konusudur. “Baş” ve “Son” arasında (bize göre) geçen zamana egemen olan O’dur. İşte bu zaman içinde mekân kaplayan tezâhürat olarak bizler ve her şey bu murâda, yani ezelde aldığımız karara hizmet ediyor, o ezelde kullanıma/uygulamaya koyduğumuz Seçme Özgürlüğü’müzün gereğini yerine getiriyoruz. Başka bir deyişle, söz konusu Seçme Özgürlüğü’müzü kullanarak ve bir seçimle oluşmuş bulunan “geleceğimizi” oluşturma süreci içindeyiz. Seçme Özgürlüğümüze göre oluşmuş bulunan geleceğimiz (hedefimiz), ona giden yol üzerindeki her şeyin oluşmasına neden olmuştur. O geleceğe giden yol üzerindeki her şey ve şimdiki bizler O’ndan dolayı varız. Burada “O” dediğimizde “Baş ve son benim!” diyenin ta kendisidir. Yâni öz kendimiz (öz benliğimiz)…
SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ GELECEĞİMİZİ YARATTI
Konunun daha iyi anlaşılması ve öneminin vurgulanması bakımında bu son söylemlerimizdeki “Seçme Özgürlüğü” ve “Geleceğimizin Oluşturulması” kavramlarımızı biraz daha açmak istiyoruz:
Bildiğiniz gibi, “Seçme Özgürlüğü” Varlıksal ilkelerden birisidir. Varlıkların özünde bulunan temel ilkelerden biridir ve başka bir ilke olan “Varlıksal Eşitlik” ilkesinin doğal bir sonucudur(VARLIKSAL İLKELER, Ruh ve Madde Yayınları). Seçme Özgürlüğüne sâhip varlıklar yaradan karşısında eşitseler, Seçme Özgürlüğü ve Seçme Özgürlüğünü kullanımı bakımından da eşittirler. Yani varlıklar, “Plansal Organizasyonlar” şeklinde en müteal (aşkın) vazifelerini gerçekleştirmek üzere, her gelişim merhalesinin sonu için değişik gelecek (hedefler) seçmekte serbesttirler. İşte bu merhale için seçtikleri hedefe (geleceğe) göre, o hedefe giden yol üzerindeki araç – gereci oluştururlar. Tüm bunlar o merhalenin sonundaki hedefe (geleceğe) göre oluşturduğu için “gelecek onları oluşturmuş” oluyor ya da “gelecek”ten dolayı onlar vardır, diyoruz.
Dolayısıyla şimdiki bizleri oluşturmuş olan, geleceğimizdir (aşkın hedefimizdir). Ama bu geleceğimizi de oluşturan, ezeldeki seçimimizdir. Seçme özgürlükleri ve irâde benzerliği çerçevesinde aynı planı oluşturan varlıkların seçtikleri merhale ve hedef aynı olduğu için, bunların irâdeleri de birbirine benzer demektir. Yani bir plan içinde irâde uygunluğu/benzerliği söz konusudur. Başka bir söylem ise; “Seçme” ile “İrâde” arasında oldukça yakın bir ilgi ve bağlantı var. Çünkü seçtiğimiz şey, irâde beyanında bulunduğumuz şeydir(ahdimiz). Ya da irâdemizi yönettiğimiz obje/hedef seçimimizi oluşturur.
Varlık bu şekilde, kendi irâdesiyle dilediği merheleyi, dolayısıyla o merhele sonundaki hedefi (geleceği) seçer. O gelecek yönünde ilerlerken, karşısına çıkan koşullara uyum sağlama gayreti içinde anlayışını ve şuur alanını sürekli olarak geliştirerek/etkinleştirerek “gelecek” ten “gelecek”e, “hedef” ten “hedef” e doğru ilerler durur. Bu ilerleyiş sırasında, seçimi yönünde (gelecek) herşey onun için “olanak” hâlinde oluşur. Yani varlık seçtiği geleceğe (merhaleye) göre olanakları da kendi oluşturur: hem giden hem de kendi demiryolunu oluşturan tren gibi. Bu, dönüşü olmayan ve ebedîyen müteal (aşkın) ve hiçbir zaman ulaşılamayacak olan MERKEZ’e doğru giden yoldur.
Plansal bir yapı hâlinde ve ezeldeki seçme özgürlüğümüz doğrultusunda “geleceğimizi oluşturma süreci” içinde olduğumuzu söylemiştik. Bu süreç; devamlı olarak değişik aşamalara uyum sağlama  ve bunun paralelinde olmak üzere devamlı bir şekilde anlayışın artması olarak sürer gider. Bu süreç içinde varlık tüm kozmik yasaların etkisi altında, ama özellikle konumuz olan “gelecek” bakımından Sebep-Sonuç Yasası’nın etkisi altındadır. Varlık hiç durmadan işleyip durmakta olan bu yasanın sürekli olarak uymak zorundadır, ezelde seçtiği hedefe/“geleceğe” isabetli vuruş yapmak için.
İşte bu çerçevede; tezâhür uzantısı varlıklar olarak, realiteye geçerken, “şimde” de geleceği yaşarız. Derneğimiz vasıtasıyla yayınlanan bilgilerin bir kısmı bizim gelecek yaşamımızla ilgili bilgilerdir. Bu bilgilerle, şimdiden geleceği imajinatif, hattâ mantal olarak yaşayarak onu, şimdiden oluşturmaya çalışıyoruz. Ezeldeki seçimimize göre belirlediğimiz geleceğin (hedefin) tezahüratı olan bizler bugünkü yaşamımızla O’nu oluşturuyoruz. Bizim geleceğimiz ezelde mantal olarak vardı. Yakın gelecekte fizik olarak realize edilecek. Zaten ilke olarak her şey önce mentalde oluşur, sonra fiziğe yansır ve fizikte realize/materyalize olur. Bu bir “geleceği oluşturma süreci”dir. “Gelecek”teki halimiz, o zamanki duruma yani devre sonundaki durumuna ulaşmak üzere şimdiki bizleri (Plansal uzantılar) yaratmış/oluşturmuş vaziyettedir. Bu bakımdan; geleceğimiz “şimdiyi”/”anı” yaratmış durumdadır. Hedef yoksa (ki bu olanaksız) tezahür de yoktur.
GELECEĞİN KOŞULLANDIRILMASI
Taa ezeldeki başlangıçtan itibâren gelecek (HEDEF) bize olan görünmeyen etkisiyle bizi sürekli olarak koşullandırmaktadır. Düşüncelerimizi, işlerimizi, teknolojimizi hattâ toplumsal düzenlemelerimizi geleceğe göre yapmıyor muyuz? Araştırmalar ve bilimsel incelemeler hep gelecek için değil mi? Çocuklarımız, “Geleceğin güvencesidir” diye yetiştirmiyor muyuz? Görüldüğü gibi her şeyimizle sanki geleceğe kilitlenmiş durumdayız.. Gelecekten sürekli olarak etkilenir durumdayız. Bu etkilenişte sanki gelecekle koşullandırılmış durumdayız. Gelecek taa baştan itibaren bizi kendisine koşullandırmış ve bağlamış bulunuyor. Geleceğe göre koşullanıyoruz. Sanki o bizi yönetiyor. Her şey bunun için bahâneden/araçtan başka bir şey değil. Muhteşem tekâmül kervanı bedenli insanın tüm atâletine rağmen, sanki gelecek (hedef) tarafından çekilircesine o yönde ilerlemektedir.
Plansal bir yapılanma içinde son hedeften hedefe(hakikatten hakikate…) etap etap (tedrîcen) ya da “ara hedef”lere uğrayarak ilerliyoruz. Bunların hepsi bizi son hedefe ulaştıracak olan “ara alanlar”dır. Aslında sonsuz gelişim ve tekâmül gidişinde “son hedef” diye bir şey olmaz ama belli bi merhalenin sonu olabilir ki, o gelişim düzeyi varlık için “son” hedeftir. İşte dünyada da ara alanlardan hareketle dünyadaki son hedefe doğru ilerlenir. Ara alanlar/hedefler, ana alana uyum sağlayacak şekilde tanzim edilmişlerdir. Ara alanlardan geçiş; uyum ve esenlik gerektirir.
HEDEF ALANI
Her ara alan kendisinden öncekinden daha düzeyli ve daha kapasite artırıcıdır. Planların tezâhür uzantıları kürenin çeperinden Merkez’e doğru olan ilerleyişlerinde sürekli olarak, birinden ötekine uyum sağlayarak geçerler. Uyum sağlamak, zaten varlığın ezeli ve ebedî evrensel işidir. Bu gidiş ve uyum süreci sonunda düşünülen “Hedef Alanına” ulaşılması için ara hedefler oluşturmuşuzdur. Söz konusu “ara hedefler” bizi en son hedefe hazırlayan ara alanlardır. Bunlar hedeften dolayı vardır. Dolayısıyla geleceğimiz olan hedef yaratmıştır onları.
Enkarne varlıklar “LİDER BİLGİ”nin, notere bırakıldığı günden başlayarak, 2013 baharında gün yüzüne çıkana kadar, “kıyam ettirici etkisi”ni yayıp durmuştu. Bu etki altında bir kısım enkarne varlıklar her türlü esnekliği ve büzülüp dürülmeyi hızla yaşamadılar. Bundan amaç, bu bilginin ayan beyan ortaya çıkmasına elverişli şuursal ve mantal, hem de fiziksel zeminin hazırlanmasıdır ve bir uyum hareketidir. Devre sonunda, söz konusu kutsalların kutsalı olan “LİDER BİLGİ”nin asıl sâhibinin, yani dünya “RAB PLANI”nın en tepesinin/tam merkezinin sözü geçerlidir. O’nun taa ezelde saptadığı “SON ”a hızla yaklaşıyoruz dünya beşeriyeti olarak. Dolayısıyla, devre sonunda O’nun realitesi geçerlidir. Bu realiteye uyum sağlamak ve hep birlikte “tekamül sıçraması”nı gerçekleştirmekten başka seçeneğimiz yoktur. Taa ezelde bunu kendimize hedeflemiş varlıklar olarak O’nunla bütünleşeceğiz. YÜCE IŞIK BİLGİ, LİDER BİLGİ O’nun bilgisidir. Taa başından beri, ezelden beri en arkada/ en tepede/ tam merkezde duran gerçek liderin/”Asıl Sâhip” in bilgisidir. O’nun verdiği bilgi ile insanlık en son ve (bu devre için) en aşkın olan yaşamsal hamlesini yapacaktır. Bu şekilde Gerçek LİDER’in / “asıl sahip” in İlâhî Muradı gerçekleşmiş olacaktır.
Plansal tezâhürler için söz konusu ara alanlar geleceğe/hedefe doğru adım tırmanan basamaklardır. Bu yapıda her basamağın talebi bir aşağı sızar, bir sonraki de bir altı yaratmış olur. Planlar ezelde yapıldığına göre; en “son hedefe ” varmak için, bizi en son hedefe hazırlayan ara alanlar/basamaklar oluştururlar. Bu basamakların mevcudiyetleri hedeften/”geleceğimiz ”den dolayıdır. Bu yapılanma içinde dünya insanlığı bütün içtenliğiyle gayret etmek zorundadır. Devre sonunun şuurda uyanmaya zorlayıcı etkisine uyum sağlamak zorundadır, kıyam etmek ve gelecekle yani öz-kendisiyle bütünleşmek için. Bu şekilde varlık geleceği, gelecek de O’nu hazırlıyor.
Şu andaki bizler (yani tüm insanlık) için YÜCE IŞIK BİLGİ ile kıyam etmek söz konusuysa, kıyam ile belirlenen hedef (gelecek) YÜCE IŞIK BİLGİ’yi oluşturmuş olmaktadır. Bu bakımdan ruh varlığı için ne YÜCE IŞIK BİLGİ, nede onun hemen ardında bulunan hedef (bu merhale için “gelecek”) en son ve en aşkın hedef değildir; Sadece bir merhalenin sonu, ama yeni ve daha üstün olan başka bir merhalenin başlangıcıdır. Ama şu anda bu merhale “LİDER IŞIK BİLGİ”nin(İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT Kitabının içerdiği bilgi külliyatı) ve kuşkusuz onun sâhibinin hükmü altındadır.

KAYNAK ESER: DEĞİŞİME DOĞRU, Ergün Arıkdal (Ruh ve Madde Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder