GELECEĞİMİZDEN DOLAYI VARIZ…
Selman GERÇEKSEVER
Yukarıdaki başlığımıza “plan” açısından yaklaştığımız zaman;
bir tezahür uzantısı olduğumuz geleceğimizle(planımızla) bütünleşmek söz konusu
olduğunu düşünebiliriz.. Şimdi bunun ne demek olduğuna girişmeden önce, plan ve
plansal yapılar hakkındaki bilgimizi kısaca gözden geçirelim:
Ruh varlıkları evrenlerde tek tek bulunmazlar. Seçme
özgürlükleri ve irâde uygunluğu doğrultusunda plansal topluluklar (“organizasyonlar”
ve “kadrolar”)oluştururlar(ayrınıtılı bilgi için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT,
sayfa 240). Bu plansal yapılar içinde Yardımlaşma ve Dayanışma Yasasıyla öteki
kozmik yasalar çerçevesinde kozmik vazifelerini gerçekleştirirler. Bu Vazife,
Planın (Merkez’in) Kozmik Vazifesine hizmet çerçevesinde; maddenin gelişimine
hizmet ve maddesel planlar arasında
iletişimi daha açık ve seçik olarak gerçekleştirmektir. Plansal bir
organizasyon olan Plan, tümüyle otonom bir yapıya sahiptir. Yani her bakımdan (
kuşkusuz Kozmik İrâde Yasaları çerçevesinde ve öteki planlarla bağlantılı
olarak) kendi kendine yeterlidir. Bunun için de merkez olarak, devreler boyunca
katedeceği merhaleleri belirler, ona
göre tezahüratını gerçekleştirerek bu amaca ulaşır. Dolayısı ile bir planın
(özellikle Merkezi için) geleceği meçhul değildir. Her devrenin başlangıcı da o
devrenin sonu da (Merkez için) bellidir. Bunun en özlü söylemi İsa Peygamber
tarafından, “Baş ve son benim” şeklinde ortaya konmuştur. İşte taa baştan
itibaren, başta belirlenmiş olan geleceğe (Hedefe) göre her şey belirlenir.
Dolayısıyla gelecek her şeyi yaratmış oluyor. Bu “yaratma”, oluşturma /
organize etme ve düzenleme anlamındadır.
Aslında merkez itibarıyla geçmiş diye bir şey yoktur. Geçmiş
ve geleceğin “bir”liği söz konusudur. Geçmiş-gelecek ayrımı, tezâhür âleminde
bulunan biz “yarı idrakli” beşerî varlıkların, maddenin karartmasından
kaynaklanan bir yanılgıdır.(“yarı idrak” kavramı için bkz. İLÂHÎ
NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar 50,58)
PLANSAL YAPI
Konumuza giriş olmak üzere Plan kavramımızla ilgili olarak
yaptığımız açıklamadan sonra makale başlığımızda anlamını bulan “geleceğimizin
bizi yaratmış olması”yla(yani, geleceğimizden dolayı var olmamızla)
ilgili konumuz üzerinde birlikte düşünerek devam edebiliriz.
Sözlerimizin başında, bizim geleceğimizin planımızla bütünleşmek(“plan
bünyesinde erimek”, “damlanın okyanusa yarışması”) olduğunu
belirtmiştik. Aslında “Biz” diye bir şey yok; “Planımız”
dediğimiz varlığın geçici plansal uzantılarıyız. Dolayısı ile “Biz”,
“Planımız”ız.
Yani inisiyatik öğretilerdeki ifadesiyle “Biz”, “O” ndanız. Kendi
gelişimimizi, belli bir siklus içindeki değişimimizi gerçekleştirmek üzere bu
zaman ve mekân kesitinde (yani şu andaki dünya) “Plansal bir yapı” olarak
tezâhür etmiş bir varlığız (insan). Bedenli ruh varlığı insan olarak planımıza
hizmet gereği olarak gelişimimizi gerçekleştirme çerçevesinde plansal uzantılar
(ki bunların içine bitkiler ve hayvanlar âlemi de dâhildir) hâlinde, değişik var
oluş ortamlarında tezahür etmiş bulunuyoruz. Şu anda bu var oluş ortamı dünya gelişim okuludur. Burada belli bir hiyerarşik yapılanma
içinde ve doğal olarak, farklı şuur düzeylerinde bulunuyoruz.
Aslında Bütünsel varlığın tümü söz konusu olduğunda,
hiyerarşi söz konusu olmayıp, tam bir BİRLİK ve BÜTÜNLÜK vardır. Plan, maddenin
değişik mekânlarında yapacağı uygulamaya göre ve o uygulamanın gerektirdiği
şuur düzeyine göre belli bir hiyerarşik görünüm içinde tezâhür eder.
Dolayısıyla hiyerarşi madde âlemindedir. Bundan dolayı, doğal olarak; bir üstte
olan, bir alttakinin var oluş nedenidir. Bir alttaki, bir üsttekinden dolayı
vardır. Bu satırları yazan ben, öz benliğimden ve planımdan dolayı varım.
Okuyucu olarak siz de, asıl kendiniz olan, öz benliğinizden dolayı varsınız,
onun tezâhür uzantısısınız.
Varlık bedenlenirken,
bedenleneceği ortamdaki fraksiyonuna ve vazifesine göre şuur tezâhür ettirir.
Dolayısı ile şuur, mekân ve varlık arasındaki ilişkiden doğan bir haldir.
Şuurun yayıldığı, kapsadığı bir alan yani şuur alanı söz konusudur. Bu alanın şiddeti varlığın yapacağı işe uygun
miktardadır. Bu nedenle, hiçbir varlık şuursuz değildir. Bitkilerde de bizim
anlayamayacağımız kadar şuur vardır. Yani onlar da kendi düzeylerinin şuuruna
sahiptirler. Öyle varlıklar da vardır ki, bizim şuurumuz onlara göre bitki
düzeyindedir.(Bitkiler âleminde şuur / şuurluluk için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve
KÂİNAT, sayfalar 77,131,193,197)
İşte, “Bütünsel Varlık” dediğimiz plan,
maddenin değişik mekânlarında ve değişik şuur düzeyinde “Plansal Uzantılar” olarak
tezâhür ederek, geleceğini oluşturan hedefine ulaşmaya çalışır. Dolayısıyla yazımızın
başında da değindiğimiz gibi, tüm tezâhürat, geleceğiyle bütünleşmek içindir.
Söz konusu tezâhürat yani bugünkü bizler “gelecekten” dolayıdır. Yani başka
bir ifadeyle “Gelecek”, sanki bugün var olan her şeyi yaratmıştır. İşte bu
nedenle diyoruz ki plansal bir uzantı olan “Ben”i yani şu biyolojik
yapıyı, elbette ki, bağlı olduğum plan oluşturdu.(“Hedefledi” anlamında
oluşturdu) Başka bir ifadeyle, şu andaki beni (bedensel beni, bu organizmayı) öz
kendim olan “Gerçek Ben” oluşturdu. Tezâhür uzantısı olan bu biyolojik yapı
asıl “Ben” değilim. Asıl “Ben” bütün tezâhüratın özünü
oluşturan Merkez’dir. Yani planın bütünüdür. O plan da, gelecekte kendisiyle
bütünleşeceğimiz realitemizdir.
İDRAKLENME SİLSİLESİ
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, aslında
varlığın yaptığı; özündeki bilginin maddesel mekânlarda uygulanması ve onun
kullanılabilirliğinin artırılması için realiteler boyunca ilerlerken,
İdraklenme Silsilesi içinde devamlı olarak anlayışını artırmasıdır. Yapılan iş,
özdeki bilginin, planın Merkez’den en uzak noktalarına kadar emilmesi ve
gereğinin yapılmasıdır.
Özdeki bilginin maddeye uygulanması, varlığın maddesel
mekânlardaki tezâhür uzantıları vasıtasıyla olur. Bu çerçevede bedenli varlık, özündeki
bilgiyi ortaya çıkarmak ve şuurlu olarak maddeyi incelemek için çok değişik
eprövler içine girer. Dünya için bunların çoğu ıstıraptır. Bunun da amacı insan
olarak bizim özümüzden daha çok bilgiyi çeker duruma gelmektir. Bu şekilde,
özdeki bilgi, planın en ücra köşelerine kadar iletilmiş, bu bilgiyle madde
incelenmiş, maddenin gelişimi sağlanmış ve sonuç olarak “Plansal bütünlük” planın
her tarafına yaygınlaştırılmıştır.
Az önce sözünü ettiğimiz; bilgi akışı, belli bir siklus içinde, bir dizi realitenin tamamlanmasından
ve idraklenme silsilesinden sonra gerçekleştirilmiş olur. Sikluslar; planın,
merhaleden merhaleye ulaşırken, katettiği zaman dilimleridir. Bir siklus
boyunca, plansal uzantılar realiteden realiteye geçerek en sonunda planıyla
tümüyle bütünleşecek duruma(süptiliteye) gelene kadar değişip, farklılaşarak
değer kazanırlar. Bu değer kazanışın, planın tümüne yaygınlaşmasıyla; plansal gelişim,
toplu halde “sıçrama” şeklinde ve hep birlikte noktalanır. Bu şekilde plan
olarak, öz kendimiz olarak başlangıçta seçme özgürlüğümüz doğrultusunda
oluşturduğumuz geleceğimize (hedefimize) ulaşmış oluruz. Ama bu bir merhalenin
bitirilmesidir, son değildir. Bu ulaşılan hedef, sonsuzluk okyanusu içinde
uğrayacağımız limanlardan sâdece biridir. Bu ulaşma süreci içinde sözünü
ettiğimiz realitelerden şu kritik noktalar teşevvüş halleridir. Bunlar iki
realite arasındaki girişim alanlarıdır. Bir üst realiteye adaptasyon bölgeleridir.
Adaptasyon ise bir üste ve dolayısı ile geleceğe uyum hazırlıkları bakımından
çok önemlidir. Konumuzla bu açıdan ilgili olduğu için teşevvüş üzerinde biraz
durmak istiyoruz.
TEŞEVVÜŞ VE DEJENERASYON
Varlık bir realiteden ötekine geçerken içine girdiği
teşevvüş dönemini genellikle kendi isteği doğrultusunda uzatma eğilimindedir.
Bu eğilim büyük ölçüde maddenin câzibesinden ve insanda oluşturduğu daralma ve
kararmadan dolayıdır. Bu nedenle insanın teşevvüş döneminden çıkması (uyumamız
yanı olan nefsâniyet) çok yakından ilgilidir. Varlık bu şekilde oluşan atâletle
eski realitesinin rahatlığının dengesi içinde bulunmayı ve bunun süresini
uzatmayı yeğler. Teşevvüş içine girmiş olan insanda ise bu denge ve rahatlık
tehdit edilmiş, hattâ boğulmuş durumdadır. Bu aslında, insanın gelişimi
bakımından iyi bir durum olmasına karşın, yukarıda sözünü ettiğimiz uyumsuz
yanından dolayı bireyin işine gelmez. Söz konusu denge ruh varlığının madde
üzerindeki egemenliğinin azalması veya çoğalması şeklinde bir dengesizliktir.
Özellikle devre sonunun teşevvüşlerinin en belirgin özelliği
onların belirgin dejenerasyonlarla süslenmesidir. Dejenerasyon; değişim
sürecinin normal ve en doğal bir olgusudur. Özellikle hedefe yaklaşıldığı şu
bitiş günlerinde ruhsal planlar bunu doğrudan doğruya kendileri kasten
yaparlar. Özellikle büyük değişimlerde dejenerasyon dediğimiz yozlaşmalar ortaya
çıkar. Çünkü zemin olarak basmış olduğumuz yerin (ki o bizler için realitedir)
artık bizler için bir şey ifâde etmemiş olması gerekir ki, bir üst realiteye
yönelelim. Başka bir söylem ile, hedefimiz olan geleceğe bir adım daha
yaklaşmış olalım. Bu nedenle eski realitenin bozulması, dejenere edilmesi,
yozlaştırılması gereklidir ve bu, plansal uzantılar olan bizlerin şuurlanması
için yararımıza olan bir gidiştir. Eski realite dağıtılmalıdır ki; bir üste
geçmek için ondan kopulabilsin. İşte bu kopuşu genellikle bedenliler olarak
beceremeyiz ve teşevvüş dönemimizi çeşitli bahânelerle kendi isteğimiz
doğrultusunda uzatma eğilimi içine gireriz. Bu bakımdan söz konusu “kopuş”un
iyi bir şekilde becerilmesi lazımdır. “Kopuş” becerilemezse, bu sefer “Helak” dediğimiz “toptan
ortadan kaldırma” süreci içine girilir. Bunun başlangıcı “ayıklama”dır.
HELÂK ETKİSİ
Görüldüğü gibi bu durumda devre sonunda bir “helâk
etkisi ” söz konusu. Bu tesir “Biz onları helâk ederiz…” diyenin,
yâni çok yüksek planların işidir. “Helâk etkisi” kıyam edebilecek duruma
gelenleri ötekilerden ayıran etkidir. Çünkü değişim ve başkalaşım olduğu kadar,
şimdi içinde bulunduğu etki de giderek değişecektir. Çok daha yüksek frekansa
bağlı olarak yaşanacak çok yüksek titreşimli(süptil) bir etki alanının yavaş
yavaş dünyayı kapsaması sonunda, onun yaydığı enerjiye bizim uyum sağlamamız
kaçınılmaz olacaktır. Bu uyumlanma, zamanında kendini hazırlamamışlar için ister
istemez ıstıraplı oluyor.
Büyük değişimlerde dejenerasyonun bir kısmı enkarne
varlıklar tarafından oluşturulur ki, bu kimseler de zâten “gemiyi terk etmek” üzere
olan varlıklardır. Bu işin bir kısmı da Yukarısı tarafından yapılır. Kasten
bozulur; değişimi, gelişimi hızlandırmak, planın tümünü “tekâmül sıçraması”
yapacak duruma(performansa) getirmek için... Bu çerçevede günümüzde örneklerini
gördüğümüz gibi, dejenerasyon çeşitli şekillerde özendirilir. Bu bir “Plan
Baskısı”dır, realite atlamak için şuurlanmaya zorlayıcı (“rahman ve
rahîm” olan) tesir... Aynı zamanda planlarımızın birer tezâhür uzantısı olan
bizler için bu son bir olanak ve ilâhi rahmettir.. Planımızla, öz benliğimizle
bütünleşmek ve toplu olarak “tekâmül sıçraması” yapabilmek için
son fırsattır. Bu bakımdan bu etkiye, genel olarak “Planın, uyandırıcı, kıyama
hazırlayıcı baskısı” diyoruz. Başka bir söylemle, bu planın “realite
atlatıcı baskısı”dır. “Hızla eksiklerini tamamla ve aş onu !”
der gibi bi rşeydir bu. Bu bakımdan, “SON YÜZYILIN BEŞERİ GİDEREK DAHA DA BİR
ÇIKMAZ İÇERİSİNE, YANİ KENDİNİ BUNALIMA TERKETMİŞTİR”. Evet, “BUNALIM”da,
genel teşevvüşün içinde dejenerasyonun doğal sonucu olarak karşımızda
bulunmaktadır. Bakın, yıllarca süren Sadıklar Planı bu durumu gayet özlü bir
şekilde nasıl sözcüklere dökmüş:
|
Bu durumlar bir toplum için “İniş” olarak kabul
edilebilir. Zaten bir “düşüş”ten başka bir şey değildir. Ama
unutulmamalıdır ki, bu inişler, çıkışlara ivme vermek için mevcuttur. Bunların
hepsi de planın hedefi olan gerçeğe hızlandırma, geleceği oluşturma gayretinden
başka bir şey değildir. O geleceğe göre her şey ayarlanmış ve oluşturulmuştur
bizler de dahil olmak üzere… Dolayısıyla “Bizi geleceğimiz yaratmıştır”
diyoruz.
HEDEFİMİZ OLAN GELECEĞİMİZ….
Bu bilgilerimizin ışığında; sözlerimizin giriş kısmında hep
birlikte hatırladığımız “BAŞ VE SON BENİM” söylemi “SON”,
plansal uzantılar olan bizler için şimdi içinde bulunduğumuz dönemin/merhalenin
sonu, yâni hedefimiz olan geleceğimizdir. “BAŞ” ve “SON” ile bunların
arasındakiler; ruh varlığının (yani “BİR”.. olanın) tezâhüründen, başka
bir ifadeyle “merkez, yada koninin tepesi” tarafından oluşturulan plansal
uzantılardan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla, geleceğimiz olan değişmiş+gelişmiş ve
farklılaşmış+değer kazanmış ruh varlığı, yâni kendimiz, şimdiki plansal
uzantılar (halının saçakları/püskülleri) olan bizleri ve tüm tezahüratı
yaratmıştır. Bunu, baştaki (ezeldeki) muradını gerçekleştirmek üzere yapmıştır.
Aslında bunu yapan yüce varlık (planın bütünü) için “baş” ve “son”
ayrımı yoktur. “Baş” ve “Son”un “BİR” liği söz konusudur.
“Baş”
ve “Son”
arasında (bize göre) geçen zamana egemen olan O’dur. İşte bu zaman içinde mekân
kaplayan tezâhürat olarak bizler ve her şey bu murâda, yani ezelde aldığımız karara
hizmet ediyor, o ezelde kullanıma/uygulamaya koyduğumuz Seçme Özgürlüğü’müzün
gereğini yerine getiriyoruz. Başka bir deyişle, söz konusu Seçme Özgürlüğü’müzü
kullanarak ve bir seçimle oluşmuş bulunan “geleceğimizi” oluşturma süreci
içindeyiz. Seçme Özgürlüğümüze göre oluşmuş bulunan geleceğimiz (hedefimiz),
ona giden yol üzerindeki her şeyin oluşmasına neden olmuştur. O geleceğe giden
yol üzerindeki her şey ve şimdiki bizler O’ndan dolayı varız. Burada “O”
dediğimizde “Baş ve son benim!” diyenin ta kendisidir. Yâni öz kendimiz (öz
benliğimiz)…
SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ GELECEĞİMİZİ YARATTI
Konunun daha iyi anlaşılması ve öneminin vurgulanması
bakımında bu son söylemlerimizdeki “Seçme Özgürlüğü” ve “Geleceğimizin
Oluşturulması” kavramlarımızı biraz daha açmak istiyoruz:
Bildiğiniz gibi, “Seçme Özgürlüğü” Varlıksal
ilkelerden birisidir. Varlıkların özünde bulunan temel ilkelerden biridir ve
başka bir ilke olan “Varlıksal Eşitlik” ilkesinin doğal
bir sonucudur(VARLIKSAL İLKELER, Ruh ve Madde Yayınları). Seçme Özgürlüğüne sâhip
varlıklar yaradan karşısında eşitseler, Seçme Özgürlüğü ve Seçme Özgürlüğünü
kullanımı bakımından da eşittirler. Yani varlıklar, “Plansal Organizasyonlar” şeklinde
en müteal (aşkın) vazifelerini gerçekleştirmek üzere, her gelişim merhalesinin
sonu için değişik gelecek (hedefler) seçmekte serbesttirler. İşte bu merhale
için seçtikleri hedefe (geleceğe) göre, o hedefe giden yol üzerindeki araç –
gereci oluştururlar. Tüm bunlar o merhalenin sonundaki hedefe (geleceğe) göre
oluşturduğu için “gelecek onları oluşturmuş” oluyor ya da “gelecek”ten dolayı onlar
vardır, diyoruz.
Dolayısıyla şimdiki bizleri oluşturmuş olan, geleceğimizdir
(aşkın hedefimizdir). Ama bu geleceğimizi de oluşturan, ezeldeki seçimimizdir.
Seçme özgürlükleri ve irâde benzerliği çerçevesinde aynı planı oluşturan
varlıkların seçtikleri merhale ve hedef aynı olduğu için, bunların irâdeleri de
birbirine benzer demektir. Yani bir plan içinde irâde uygunluğu/benzerliği söz konusudur.
Başka bir söylem ise; “Seçme” ile “İrâde” arasında oldukça yakın
bir ilgi ve bağlantı var. Çünkü seçtiğimiz şey, irâde beyanında bulunduğumuz
şeydir(ahdimiz). Ya da irâdemizi yönettiğimiz obje/hedef seçimimizi oluşturur.
Varlık bu şekilde, kendi irâdesiyle dilediği merheleyi,
dolayısıyla o merhele sonundaki hedefi (geleceği) seçer. O gelecek yönünde
ilerlerken, karşısına çıkan koşullara uyum sağlama gayreti içinde anlayışını ve
şuur alanını sürekli olarak geliştirerek/etkinleştirerek “gelecek” ten “gelecek”e, “hedef”
ten “hedef”
e doğru ilerler durur. Bu ilerleyiş sırasında, seçimi yönünde (gelecek) herşey
onun için “olanak” hâlinde oluşur. Yani varlık seçtiği geleceğe
(merhaleye) göre olanakları da kendi oluşturur: hem giden hem de kendi demiryolunu
oluşturan tren gibi. Bu, dönüşü olmayan ve ebedîyen müteal (aşkın) ve hiçbir
zaman ulaşılamayacak olan MERKEZ’e doğru giden yoldur.
Plansal bir yapı hâlinde ve ezeldeki seçme özgürlüğümüz
doğrultusunda “geleceğimizi oluşturma süreci” içinde olduğumuzu söylemiştik.
Bu süreç; devamlı olarak değişik aşamalara uyum sağlama ve bunun paralelinde olmak üzere devamlı bir
şekilde anlayışın artması olarak sürer gider. Bu süreç içinde varlık tüm kozmik
yasaların etkisi altında, ama özellikle konumuz olan “gelecek” bakımından
Sebep-Sonuç Yasası’nın etkisi altındadır. Varlık hiç durmadan işleyip durmakta
olan bu yasanın sürekli olarak uymak zorundadır, ezelde seçtiği hedefe/“geleceğe”
isabetli vuruş yapmak için.
İşte bu çerçevede; tezâhür uzantısı varlıklar olarak,
realiteye geçerken, “şimde” de geleceği yaşarız.
Derneğimiz vasıtasıyla yayınlanan bilgilerin bir kısmı bizim gelecek
yaşamımızla ilgili bilgilerdir. Bu bilgilerle, şimdiden geleceği imajinatif,
hattâ mantal olarak yaşayarak onu, şimdiden oluşturmaya çalışıyoruz. Ezeldeki
seçimimize göre belirlediğimiz geleceğin (hedefin) tezahüratı olan bizler
bugünkü yaşamımızla O’nu oluşturuyoruz. Bizim geleceğimiz ezelde mantal olarak
vardı. Yakın gelecekte fizik olarak realize edilecek. Zaten ilke olarak her şey
önce mentalde oluşur, sonra fiziğe yansır ve fizikte realize/materyalize olur.
Bu bir “geleceği oluşturma süreci”dir. “Gelecek”teki halimiz, o zamanki
duruma yani devre sonundaki durumuna ulaşmak üzere şimdiki bizleri (Plansal
uzantılar) yaratmış/oluşturmuş vaziyettedir. Bu bakımdan; geleceğimiz “şimdiyi”/”anı”
yaratmış durumdadır. Hedef yoksa (ki bu olanaksız) tezahür de yoktur.
GELECEĞİN KOŞULLANDIRILMASI
Taa ezeldeki başlangıçtan itibâren gelecek (HEDEF) bize olan
görünmeyen etkisiyle bizi sürekli olarak koşullandırmaktadır. Düşüncelerimizi,
işlerimizi, teknolojimizi hattâ toplumsal düzenlemelerimizi geleceğe göre
yapmıyor muyuz? Araştırmalar ve bilimsel incelemeler hep gelecek için değil mi?
Çocuklarımız, “Geleceğin güvencesidir” diye yetiştirmiyor muyuz? Görüldüğü
gibi her şeyimizle sanki geleceğe kilitlenmiş durumdayız.. Gelecekten sürekli
olarak etkilenir durumdayız. Bu etkilenişte sanki gelecekle koşullandırılmış
durumdayız. Gelecek taa baştan itibaren bizi kendisine koşullandırmış ve
bağlamış bulunuyor. Geleceğe göre koşullanıyoruz. Sanki o bizi yönetiyor. Her
şey bunun için bahâneden/araçtan başka bir şey değil. Muhteşem tekâmül kervanı
bedenli insanın tüm atâletine rağmen, sanki gelecek (hedef) tarafından
çekilircesine o yönde ilerlemektedir.
Plansal bir yapılanma içinde son hedeften hedefe(hakikatten
hakikate…) etap etap (tedrîcen) ya da “ara hedef”lere uğrayarak ilerliyoruz.
Bunların hepsi bizi son hedefe ulaştıracak olan “ara alanlar”dır. Aslında
sonsuz gelişim ve tekâmül gidişinde “son hedef” diye bir şey olmaz ama belli bi
merhalenin sonu olabilir ki, o gelişim düzeyi varlık için “son” hedeftir. İşte
dünyada da ara alanlardan hareketle dünyadaki son hedefe doğru ilerlenir. Ara
alanlar/hedefler, ana alana uyum sağlayacak şekilde tanzim edilmişlerdir. Ara
alanlardan geçiş; uyum ve esenlik gerektirir.
HEDEF ALANI
Her ara alan kendisinden öncekinden daha düzeyli ve daha
kapasite artırıcıdır. Planların tezâhür uzantıları kürenin çeperinden Merkez’e
doğru olan ilerleyişlerinde sürekli olarak, birinden ötekine uyum sağlayarak
geçerler. Uyum sağlamak, zaten varlığın ezeli ve ebedî evrensel işidir. Bu
gidiş ve uyum süreci sonunda düşünülen “Hedef Alanına” ulaşılması için ara
hedefler oluşturmuşuzdur. Söz konusu “ara hedefler” bizi en son
hedefe hazırlayan ara alanlardır. Bunlar hedeften dolayı vardır. Dolayısıyla
geleceğimiz olan hedef yaratmıştır onları.
Enkarne varlıklar “LİDER BİLGİ”nin, notere bırakıldığı
günden başlayarak, 2013 baharında gün yüzüne çıkana kadar, “kıyam ettirici
etkisi”ni yayıp durmuştu. Bu etki altında bir kısım enkarne varlıklar her türlü
esnekliği ve büzülüp dürülmeyi hızla yaşamadılar. Bundan amaç, bu bilginin ayan
beyan ortaya çıkmasına elverişli şuursal ve mantal, hem de fiziksel zeminin
hazırlanmasıdır ve bir uyum hareketidir. Devre sonunda, söz konusu kutsalların
kutsalı olan “LİDER BİLGİ”nin asıl sâhibinin, yani dünya “RAB PLANI”nın en
tepesinin/tam merkezinin sözü geçerlidir. O’nun taa ezelde saptadığı “SON
”a hızla yaklaşıyoruz dünya beşeriyeti olarak. Dolayısıyla, devre sonunda O’nun
realitesi geçerlidir. Bu realiteye uyum sağlamak ve hep birlikte “tekamül
sıçraması”nı gerçekleştirmekten başka seçeneğimiz yoktur. Taa ezelde bunu
kendimize hedeflemiş varlıklar olarak O’nunla bütünleşeceğiz. YÜCE IŞIK BİLGİ,
LİDER BİLGİ O’nun bilgisidir. Taa başından beri, ezelden beri en arkada/ en
tepede/ tam merkezde duran gerçek liderin/”Asıl Sâhip” in bilgisidir. O’nun
verdiği bilgi ile insanlık en son ve (bu devre için) en aşkın olan yaşamsal
hamlesini yapacaktır. Bu şekilde Gerçek LİDER’in / “asıl sahip” in İlâhî
Muradı gerçekleşmiş olacaktır.
Plansal tezâhürler için söz konusu ara alanlar
geleceğe/hedefe doğru adım tırmanan basamaklardır. Bu yapıda her basamağın
talebi bir aşağı sızar, bir sonraki de bir altı yaratmış olur. Planlar ezelde
yapıldığına göre; en “son hedefe ” varmak için, bizi en
son hedefe hazırlayan ara alanlar/basamaklar oluştururlar. Bu basamakların
mevcudiyetleri hedeften/”geleceğimiz ”den dolayıdır. Bu
yapılanma içinde dünya insanlığı bütün içtenliğiyle gayret etmek zorundadır.
Devre sonunun şuurda uyanmaya zorlayıcı etkisine uyum sağlamak zorundadır,
kıyam etmek ve gelecekle yani öz-kendisiyle bütünleşmek için. Bu şekilde varlık
geleceği, gelecek de O’nu hazırlıyor.
Şu andaki bizler (yani tüm insanlık) için YÜCE IŞIK BİLGİ
ile kıyam etmek söz konusuysa, kıyam ile belirlenen hedef (gelecek) YÜCE IŞIK
BİLGİ’yi oluşturmuş olmaktadır. Bu bakımdan ruh varlığı için ne YÜCE IŞIK
BİLGİ, nede onun hemen ardında bulunan hedef (bu merhale için “gelecek”) en son
ve en aşkın hedef değildir; Sadece bir merhalenin sonu, ama yeni ve daha üstün
olan başka bir merhalenin başlangıcıdır. Ama şu anda bu merhale “LİDER IŞIK
BİLGİ”nin(İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT Kitabının içerdiği bilgi külliyatı) ve kuşkusuz
onun sâhibinin hükmü altındadır.
KAYNAK
ESER: DEĞİŞİME DOĞRU,
Ergün Arıkdal (Ruh ve Madde Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder