Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

29 Mayıs 2015 Cuma

YAŞAM KÜLTÜRÜ KOŞULLARI ve İRADEMİZ

YAŞAM KÜLTÜRÜ
KOŞULLARI ve İRADEMİZ
DERLEYEN Selman GERÇEKSEVER

Seçme ve irâde özgürlüğünün bir tanımı da; bağlanmamış ağız, körelmemiş göz ve tıkanmamış kulaktır. Ağzımız bağlanmış değil ama, nelerle koşullanmış ve bizce neler doğru ise onları o şekilde konuşuyoruz. Gözlerimiz köreltilmiş değil ama, fehim ve ferâset yeteneğimiz oranında görebiliyoruz.(1)
Kulaklarımız tıkanmamış ama nelerle koşullanmış ve özdeşleşmiş ya da takıntı düzeyine getirmiş isek, onları yani “işimize gelenler, realitemize uygun olanları) işitiyoruz. O halde, konuşmamızı, görmemizi ve işitmemizi engelleyen etmenler, öz kişisel özgürlüğün önündeki engeller olmaktadır.

Bu engeller genel anlamda; sâdece hilkatin (yaratılışın) gerekliliklerinden değil, yaşam kültürünün koşulları ve koşullandırmalarından da oluşur. Bireyin doğum öncesi ve ölüm sonrası yaşamını da kapsayan öz kişisel yaşamıyla ilgili seçimlerinin ve irâdesinin özgürleşmesi ile, içinde bulunduğu koşullar arasında sıkı ilişki vardır. Bir bakıma, bu koşullardan etkilenmeyecek düzeye gelmek öz kişisel yaşamın  özgürleşmesi olmaktadır. Vicdâni ölçülerin günlük yaşama uygulanması demek olan vicdan özgürlüğü de, içinde bulunduğumuz koşullar ile kendi aramızdaki etkileşimle yakından ilintilidir.

İçine enkarne olduğumuz koşulları doğmadan önce biz oluşturmuş değiliz. İçinde bulunduğumuz yaşam kültürüne enkarne olmadan önce, herkes için zâten var olan koşulları yeğledik ve onların içine doğduk. Dünya gelişim okulu tüm beşeriyet içindir. Gelişim ihtiyaçlarımızı gidermek için belli zaman – mekân koşullarına(astrolojik durumlar da dâhil) ihtiyacımız vardı. Dolayısıyla, bedensel ben olarak, şimdi bizim elimizde olmayan pek çok şeye (koşula) bağlıyız; hattâ bunların bazılarıyla özdeşleşerek, onları bağımlılık hâline getirmişiz. Bu cümleden olmak üzere, yaşam planımıza göre; doğuştan sahip olduğumuz becerilerimiz bile elimizde değil. Bazı becerilere yatkın doğuyoruz, yaşam planımız ve vazifemiz gereği. Ama (Yüksek ben / asıl kendimiz olarak) yaşam planımızı da kendimiz belirledik ve belli vazifelere tâlip olduk. Aslında yaşam planımızı kendimiz yaptık ama, bunda da tamamen özgür değildik; çünkü her yaşam planı geçmiş yaşamların ve karmik birikimin zorunlu ama doğal bir sonucudur.

Her neyse, öyle ya da böyle; yukarıda sözünü ettiğimiz belirli beceri ve özelliklere göre yaşamak zorundayız. Bunun gibi, kalıtımla gelen genetik yapı da (bedensel ben olarak)bizim elimizde değil. Tüm bunlar bizi (enkarne durumumuzu) belirleyen, seçimlerimizi ve davranışlarımızı sâdece etkileyen değil, aynı zamanda yönlendiren etmenlerdir. Bunun gibi, sayılamayacak kadar çok beşerî koşulun sonucu ve bu koşullar tarafından, bir bakıma güdümlenir durumdayız. Bu koşullar kararlarımızı, seçimlerimizi belirliyor ve elbette ki, irâdemizi de yönlendiriyor. Bu nedenle, “Ben bunu kendi özgür irademle seçtim.” demek biraz abes olmuyor mu?

Seçimlerimizi belirleyen ve dolayısıyla bizleri yönlendiren koşullara biraz daha yakından bakalım ve pek çok sayıdaki koşuldan sâdece 3 ‘ünü ele alarak bir örnek verelim: Aynı iş yerinde çalıştığınız ama fazla tanımadığınız biri olsun. Sâdece biliyorsunuz ki, sizin şirkette çalışıyor. İş günlerinden bir gün; örneğin, Cuma... Şunu da biliyorsunuz ki, o kimsenin mesâi bitiminde binadan ayrılmasını engelleyecek bir neden yok ortada. O kimse, o gün iş bitiminde binadan ayrılacak mı? Elbette ki, bu üç nedenden dolayı ayrılacak. Sâdece üç koşulu ya da doneyi bilmekle o kimsenin o gün de, mesai bitiminde işyerini terk edeceğini öngörebiliriz. Hattâ o çalışanın özgür irâdesini de işin içine katarak, “İster gider, ister gitmez…” olasılığı da aklımıza gelebilir ama, onun o gün işten çıkıp gideceğini %95 kesinlikle söyleyebilirsiniz. O kimse hakkında pek çok şey bilmediğimiz (yani, onun etkisi altında olduğu pek çok koşulu bilmediğimiz) halde, sâdece üç koşula dayanarak onun o gün %95 olasılıkla mesai bitiminde işten çıkıp gideceğini düşünebiliriz. Ama o kişinin,  etkisi altında olduğu 3 değil de; örneğin, 3oo koşulunu bilseydik, onun ne yapacağını daha kuvvetli / isabetli tahmin edebilirdik.

Bunun gibi, kişinin biraz sonra neye karar vereceğini ve ne yapacağını; kendi “özgür” irâdesinden çok, dış koşullar belirliyor. Birkaç koşul bile bizi yönlendirmeye yeterli. Şöyle bir örnek ile konuyu biraz daha açmaya çalışalım: Bir kimsenin 1oo milyar koşulunu bilgisayara yüklesek, bu koşullar içinde (ya da belli koşullarda)  o kişinin biraz sonra ne yapacağını bilgisayardan alabiliriz. Bu durumda, bireyin etkisi etkisi altında olduğu koşullar değişmedikçe ve mevcut koşullara bir başkası eklenmedikçe, bireyin verdiği / vereceği tepki, yani seçimi değişmez. Eğer bir koşul değişirse, olması gereken olguyu da değiştirebilir. Bir ve Tek Olan Bütünsel’ in çokluk ve çeşitlilik hâlinde tezâhür ettiği bu illüzyonel dualite ortamında bizler, her an bizi etkileyen koşulların tamamının etkisi altında seçimimizi yaparız. Bu, özgür bir seçim midir? Örneğin, yorulmuş isem ve biraz dinlenmeyi seçmiş isem; beni yoran koşulların zorlayıcı etkisinin sonucudur bu seçimim. Dolayısıyla, benim dinlenmemi belirleyen de, kendi özgür seçimim değil, etkisi altında olduğum koşullardır. Her şeyi yapmak elimde iken, bana dinlenmeyi yeğleten, içinde bulunduğum yorucu koşullardır. Bir şeye karar vermeden önce, o kararı verme aşamasındaki koşullar beni belli bir kararı vermeye zorlar. İçinde bulunduğum koşullar bizi belli bir kararı veremeye zorlar. Yani, yukarıdaki örnekte bana, içinde bulunduğum koşullar dinlenmeyi istetiyor. Gerçek bu olmasına karşın; egomuz bize, “Onu ben kendi özgür irademle istedim / seçtim.” dedirtir. İşte, yaşam kültürü içinde bize bir çok şey bu şekilde “istetiliyor”, “ister duruma” getiriliyoruz.

Elbette ki, asıl kendimiz (Yüksek ben) olarak, enkarne olacağımız ortamı (belli koşullardaki ortamı, yaşam planımıza en uygun koşulları, hatta kişilik özelliklerimizi(*) seçiyoruz ama enkarnasyondan sonra (bedensel ben olarak) o koşulların etkisi altına hareket etmekten (hattâ bir ömür boyu öyle yaşamaktan) başka çâremiz de kalmıyor. Daha da kötüsü, söz konusu koşulların tesirliliği altında ve güdümünde, onlarla özdeşleşmemiz durumunda, yaşam planımızı gereği gibi uygulayamadan, geldiğimiz yere dönmek gibi bir tâlihsizlik de ortaya çıkabiliyor. Bu talihsizliğin ortaya çıkmaması, bedenli yaşam nimetinin hebâ edilmemesi bağlamında; sâdece kutsal vahy tarafından değil, seçkin inisiyatik öğretiler tarafından da pek çok uyarının, öğüdün ve anımsatmanın yazılı metinler olarak beşeriyete verilmiş olduğunu biliyoruz.

Durum bu olduğuna göre, hiç kimse; içinde bulunduğu (içinde bulunduğu yaşam kültürüyle ve kendi özkişisel özelikleriyle ilgili) koşulların  gerektirdiğinden başka bir şey yapamaz ve seçmekte olduklarından  başka bir şey seçemez. Bu nedenle, bir kimse için; “O bunu böyle yaptı ama daha iyisini yapabilirdi.” demek çok isâbetli bir değerlendirme ve yargılama değildir. Hattâ, “Ben onun yerinde olsam şöyle yapardım…” demek de abestir. Bu ancak, o kimsenin o anda etkisi altında olduğu tüm koşulların aynen etkisi altında olsaydık, onun gibi hareket etme / seçme olasılığını yakalayabilirdik ki bu olasılık bile çok kuvvetli değildir. Zaten, o durumda; bir bakıma o olmuş olurduk ki bu da olanaklı değildir…Kişi aynı koşullar altında hep aynı şeyi yapar ama koşullar değiştiği ve biz de tekamül olgusu içinde gelişip değişip farklılaştığımız için, aynı etki altında hep aynı şeyi yapmayız. Bu nedenle, “Şimdiki aklım olsaydı, 10 yıl önceki o seçimi yapar mıydım…” demek de abestir. O zamanki koşullar şimdikilerle aynı değildi ki…

Tüm bunlardan dolayı, aslında özgür olmamak doğaldır ve içinde bulunduğumuz tekâmül düzeyinin gereğidir. Çünkü en genel anlamda hilkat(yaratılış) yasaları(Sünnetullah) ve koşullarıyla sınırlıyız. Örneğin, belli bir galaksinin içinde bulunan (“güneş” adını verdiğimiz) sıradan bir yıldızın çevresinde belli bir hızda dönen ve belli astrofizik özelliklere sâhip (“dünya” adını verdiğimiz) şu uzaysal objenin üzerinde yaşamak ve onun belli oranlardaki gazlardan oluşan atmosferini solumak zorundayız. Üzerinde yaşamak zorunda olduğumuz bu yer kürenin tüm fizik ve jeofizik özelliklerine uymak ve onun sunduğu yaşam olanaklarıyla yetinmek zorundayız. İçinde bulunduğumuz toplumun yaptırımlarını da bunlara eklersek, ne kadar az özgür olduğumuz açıkça ortaya çıkar. Hareketlerimizde, yaşayışımızda ve düşünce / tasavvur kapasitemizde daha pek çok hilkat koşuluyla sınırlı olduğumuzu da aklımızdan çıkarmayalım, irâdemizin bunlarla da sınırlı olduğunu unutmayalım. İrâdemizin dışında olan, sayılamayacak kadar çok koşulun güdümündeyiz. Burada özgür irâde nerede?

İçinde bulunduğumuz; sâdece yaşam kültürünün koşulları değil, öz kişisel özelliklerimiz de bizleri belirli şeyleri istemeye zorlar. Daha kısa bir söylem ile, belirli şeyleri istemeye bizi, içinde bulunduğumuz koşullar zorlar. Bu koşullar bize belirli şeyleri istetir, onları etkisiyle belirli şeyleri ister hale geliriz ama onları yeğlediğimiz zaman (sözüm ona) “özgür” irâdemizle hareket ettiğimizi sanırız. Kıkarcı emperyalizmin bir maşası durumunda olan reklam sektörü de bu beşerî özelliğimizden/zaafımızdan yararlanarak kârına kâr katarak palazlanmaktadır, bu da ayrı bir konu… Yanlış ya da kusurlu da olsa, yaptıklarımızı, eğilimlerimizi bizim; görgümüz, bilgimiz, terbiyemiz, realitemiz, sabır ve dayanma gücümüz belirlemektedir. Özgür irâdemizle herhangi bir şeyi yapmış ya da istemiş gibi görünsek de, onu yapmamak / istememek zâten ve hemen hemen elimizde değildir. Ama Yüksek Benimiz (asıl  kendimiz) bizim burada (bu maddesel ortamda) zâten başka bir şey yapamayacağımızı, (gelişip, değişip, değer kazanmadıkça) bu koşulların ve koşullandırmaların etkisinden kurtulamayacağımızı elbette ki çok iyi bilir. Hattâ bu koşullar içinde (değişmediğimiz sürece) biraz sonra ve daha sonra ne yapacağımızı da çok iyi bilir. TANRI o ki, tüm varlıkların içinde bulundukları tüm koşulları biliyor ve her an, bir an sonraki (kendi “özgür” iradeleriyle) neyi seçeceklerini biliyor.(2)

Bu durumda, şu soru gelebilir akla: Madem ki irâdemiz var ama kullanamıyoruz, hiç olmasaydı daha iyi olmaz mıydı? Koşulların güdümünde birer kukla mıyız? Elbette ki değiliz. Dikkat edilirse, koşullar belirlenmiş ama seçim bize bırakılmış. Dolayısıyla irâdemizi kullanmamız söz konusu ve hattâ irademizi (iyi yönde, içsel gelişim yönünde, Bütün’ ün hayrı ve kendi hayrımız için) kullanmamız önerilmiş tüm inisiyatik ve kutsal öğretilerde. Bu durum elbette ki bir kuklalık değildir. Özgür irâdemizle, “Bir şeyi ister yaparım, ister yapmam…” duygusu bizde olduğu sürece bizler kukla değiliz. Ama bu duyguyu kullanış şeklimiz, içsel gelişim yolunda ilerleyişimizi (hatta karmik yükümüzü) belirlemektedir. Dolayısıyla, seçimlerimizin (yani, irâdemizi kullanma şeklimizin) sorumluluğu bize aittir. Koşullar belirlenmiş ama seçim bize bırakılmıştır. Elbette ki, aynı koşullar içinde olmak üzere; erdemli bir kişinin irâdesini kullanma şekli ile, kendini bilmeyen nefsâni/hodkâm bir kişinin irâdesini kullanma şekli farklıdır. Dolayısıyla bir kişinin gelişmişlik düzeyi ile, içinde bulunduğu koşullara karşı tavrı arasında sıkı ilişki bulunmaktadır.

Evet, her şey İlâhi Murad yönünde planlanmış ve Bir ve Tek Olan Bütünsel; çokluk ve çeşitlilik hâlinde tezâhür etmiştir ama varlıklara da seçme özgürlüğü verilmiştir. O halde, kukla değiliz. Kukla olsaydık, hareketlerimizden (hatta düşüncelerimizden bile) sorumlu olur muyduk? Dolayısıyla, “Her davranışımız belirlenmiştir ve biz buna uymak zorundayız.” söylemi yanlıştır. Bunun doğrusu ise şöyle olabilir: “Davranışlarımız bizim tarafımızdan seçilir. Ama başkasını da seçme olanağı yoktur, içinde bulunduğumuz koşullardan ve o sıradaki tekâmül düzeyimizden dolayı…” Başka türlü bir deyişle, “Önümde / çevremde bulunan bir çok seçenek içinden ben istediğimi seçerim ama o andaki isteğim ve arzum da başka türlüsünü bana seçtirmez.”  Dolayısıyla ve besbelli ki, içsel gelişim yönünde isâbetli seçimler yapmak, isteklerimin inceliğine ya da kabalığına bağlıdır. Bu nedenle, isteklerin ve arzuların içsel gelişim yönünde iyileştirilmesi, onların olabildiğince sâdeleştirilmesi ve arındırılması; başta Budizm olmak üzere, tüm inisiyatik öğretilerde ve kutsal metinlerde hep vurgulanmıştır.(3)

Hilkatin ve İlâhi İrade Yasları’nın(Sünnetullah) sınırlayıcı ve koşullandırıcı etkilerinden (ki onların hepsi aslında şuurda uyandırıcı rahmetler topluluğudur, bu etkilerden) elbetteki kurtulamayız ama içinde bulunduğumuz zaman mekân koşullarıyla, yaşam kültürünün koşullandırmaları ile nefsin iğvasından ve beşerî koşullandırmalardan idraklenme cehti içinde kurtulabilir, bu şekilde özgür irâdemizin daha çok tezâhürüne olanak sağlamış olabiliriz.

………………………….
(*) Kişilik özellikleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. KENDİNİ TANIMA REHBERİ, Akaşa Yayınları
(1) Fehim ve feraset= Anlayış keskinliği, görüş derinliği
(2) ALLAH’ın her şeyi bilici oluşu isim sıfatı à el-Basir
(3) Arzularla / isteklerle ilgili; kutsal ve inisiyatik öğretilerden alıntılar:
* “Kibir ve kinin başlangıcı aç gözlülüktür.” (aç gözlülük= kontroldan çıkmış ve doymak bilmeyen arzular) – Mevlana Celaleddin, Mesnevi, 3458.
*  “Sizden hiç biriniz kendi nefsiniz için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe, müslüman olamazsınız.”-Hadis (Kaynak: İSLAM’ a GİRİŞ, Prof.Dr. Muhammed HAMİDULLAH)
*  “İnsanların en iyisi, başkalarına iyilik edendir.” –Kur’an, 59/9 (Yani, istekleri, başkalarına iyilik yönünde ve Bütün’ ün hayrı için olan birey kastediyor.
*  “Mutlu olmanın iki yolu vardır: Ya isteklerimizi azaltmak, ya da  olanaklarımızı çoğaltmaktır.”-Benjamin Franklin.
*  “Sahip olmadığı şeylere üzülmeyen (yani, onları istemeyen) ve sahibolduklarına sevinen kimse akıllı bir kişidir.”
                                                                                                                                                                                   -Epikteos.
*  Eğer tüm arzularımız gerçekleşseydi, sıkıntılarımız iki kat artardı.” –Amerikan Atalar Sözü
*  “Nefsin isteklerini ayaklar altına almak…” –Sufi deyimi
*  “Nefsini susturanın (istekleri en aza indirenin) ruhu  konuşur. ‘Nefsi susturmak’ oruçtur.” –Sufizm
*  “Dünyada(n) oruç tutmazsanız (istekleri / arzuları kontrol altıana alamazsanız), Melekutu bulamayacaksınız.”    
                                                                                                                                                                                   -Barnba İncili
*  Boş arzularla özdeşleşmek, ALLAH’ın nimetlerine nankörlük, azgınlık / zulüm ve bilgisizlik; “kalbin mühürlenmesi” ne yol açan yanlış tutum ve eğilimlerdir. –Kur’an öğretisi (Burada; isteklerin / arzuların kontrolsüzlüğü, “kalbin mühürlenmesi” nin nedenlerinden biri olmaktadır.
*  Kur’an’ daki; “kalbin mühürlenmesi / kalp körlüğü” (Bakara 7 ve 1o) à İncil’ de “kulakları olan işitsin” ifadesinin karşılığı olmaktadır. (Burada da, “kulakların işitmez halde olması” ile, “kalp körlüğü” hemen hemen aynı ifadelerdir.
YARARLANILAN ESERLER:
  • Kur’an’ı Kerim
  • Barnaba İncili
  • KURGU Dergisi, Yaşambimin İşlevleri, Prof.İnal Cem AŞKUN
  • Konferans Notları, Işık YAZAN
  • KENDİNİ TANIMA REHBERİ, Akaşa Yayınları


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder