FEDEKÂRLIK
HAZIRLAYAN:
Selman Gerçeksever
“Dünya zamanı idraki”
ne (210+211)(*) mensup beşeri varlıklar olarak gelişip insanlaştıkça ortaya
çıkan erdemlerden birisi fedakârlık (özveri) olmaktadır. Fedakârlık insanlaşma
yolunda o kadar önemli ve erdemli bilge insanlara özgü bir erdemdir ki, Horace
Mann adlı düşünür biraz da abartarak, “Başkaları için hiçbir şey yapmamak bizi bir
hiçe dönüştürür.” diyebilmiştir. Mann’a göre sanki, kişi başkaları için
bir şeyler yapılıyorsa, fedakarlıkta bulunmuyorsa yoktur ya da var olmamız,
başkalarına hizmet ile, sürekli vericilikle kadimdir / olasıdır.
Fedakârlık
başkalarını düşünmekle onları en az kendin kadar düşünmekle ve başkalarını
kendinden çok / önce düşünmekle şeklinde derecelendirilebilir ama burada em
makbulü, karşılıksız olan fedakârlık olsa gerek yani en az kendin kadar
başkalarını düşünmek ve elbette daha da iyisi kendinden önce başkalarını
düşünmek ve onların iyiliğine bir şeyler yapmak. Bu sonuncu fedakârlık türünde “terk”
vardır. Temelinde diğerkâmlık ve varlık
sevgisi bulunan bir fedakârlıktır. Çıkarcılığa / beklentiye dayalı bir
alışverişten çok uzak olan bu fedakârlık türünde yardımlaşma ve dayanışma
bilincinin ortaya çıkışı da vardır. Bunların hepsi erdemli bile kişilerin
belirgin özelliklerinden olmak üzere, tüm seçkin inisiyatik öğretilerle
dinlerin öğretilerinin hedefinde yer almıştır.
Feda
etmekle “karşılıksızlık” öğesi ve niteliği vardır. Yüksek bir ideal
uğruna özveride bulunmak. Burada “yüksek bir ideal” derken, kişinin
kendi bireysel çıkarlarından yükseği, kastediyoruz. Tanıdık/ tanımadık insanlar
uğruna, toplum uğruna, insanlık idealleri uğruna. Beşeriyete hizmet etmede
önder ve örnek olmuş kişiler bu işi, sâhip oldukları bu fedakârlık erdemi ile
yapmışlardır.( Ulusal kahramanlar, inisiyatörler, peygamberler)
Demek
ki fedakârlık erdeminin gereği; kendi zihinsel ve bedensel konforundan kendi
huzurundan, kendi çıkarlarından özveride bulunmak, bunları geçici ya da sürekli
olarak terk etmek. Bunlar, dikkat edilirse tamamen uygulamaya dayalı
edimlerdir. Yani fedakârlık imajinatif olarak yapılan bir uygulama değildir;
tamamen fiziksel ve bireysel bir uygulamadır. Bunun bir yardımlaşma ve dayanışma bilinci
hâline gelene kadar ki aşaması bireysellikten kurtulma tâlimleri olarak
düşünülebilir. Esâsen uygulamayla kazanılan bir erdemdir ve birkaç yaşama mâl
olabilir.
O
halde, genel anlamda kurtuluş için, değişim için, sürdürülebilir bir gelişim
temposu yakalamak için gerekli ve kaçınılmaz bir eylem olmaktadır fedakârlık
uygulamaları. Bunun ötesi hizmettir, başka varlıkların gelişimine hizmet. Bu
nedenle “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” Her vesileyle belirttiğimiz
gibi, varlık varlığın gelişim aracıdır. İnsanların gelişimine köstek değil, destek
olmak gerek. Hakk’ın bizlerden gelecek bir hizmete elbette gereksinimi yok ama
başkalarına ve birbirimize yardım etmemizi hayra ve barışa yönelik işler
yapmamızı, yani vicdan birim dualitesinin artı (+) yanına değerler yüklememizi
istiyor, gelişmemizi ve hatta kendisinin yardımcısı olmamızı istiyor. (***) Bu konuda
duyarlılık, aynı zamanda Allah’a yakın olmaktır. (Ali İmran 14) Hak ve
barışı sevenler ve bunun için çalışanlar
O’nun sevgili kullarındandır (Enbiya 86, Şuara 83).
Yeniden
konumuza dönerek, beşeriyet tarihine baktığımızda görüyoruz ki, tarihte büyük
insanların yaşamları fedakârlık örnekleriyle doludur. Bu insanlık uluları yüce
varlıklar çevrelerindekilere gerçekleri göstermek, doğru yolu işaret etmek ve
onları gaflet ve dalâlet uykusundan uyandırmak için rahatlarını ve hatta
hayatlarını fedâ etmişlerdir. Bu yolda pek çok peygamber Yahudi bağnazlar
tarafından katledilmiştir. Buna rağmen İsa Peygamber yine o bağnaz ve (Musa
Peygamber’in deyişiyle) “Kalın enseli” toplumda doğmuş ve
gerçekleri anlatma bahasına eziyet ve işkence ile öldürülmüştür. Hz. Muhammed
câhil ve müşrik Araplar tarafından öldürülememiş ama hem kendisi hem de ailesi
(özellikle kızları) çok çile çekmiştir. Ortaçağ Avrupa’sının aydın bilim insanı
Galileo, dünyanın güneş çevresinde ve kendi ekseni çevresinde döndüğünü
kanıtladığı ve bu gerçeği söylediği için enginizasyon mahkemesinde yargılandı.
Bruno, Galileo’dan daha az şanslıydı: “Evrende yalnız olamayız, dünya dışında da
canlılar olmalı…” dediği için yakılarak şehit edilmişti bağnaz Katolik
Kilise tarafından. Bu yüce varlıklar “şehit” sözcüğüne (sıfatına
fazlasıyla lâyık) bilim ve bilgi şehitleridir. Demek ki fedakârlık erdemi bir
tür yardımlaşma ve dayanışma bilincine dönüşünce, insan tüm rahatı ve yaşamı
bahasına onu sergilemekten çekinmiyor.
Besbelli
ki, insan varlığındaki potansiyel kutsallık; kanla, terle ve gözyaşıyla ortaya
çıkıyor. Ya da isterseniz daha başka şekilde kuralım cümlemizi: İnsanın ilâhi
yanı, yaşamlar boyu deneyimlenen ıstıraplar silsilesi içinde filizlenip
yeşerebiliyor. “Dünya zamanı idraki”nin (210+211)(*) üzerine çıkıp, “yüksek
zaman idraki”ne (210) kapağı atmak hiç de kolay değil. Bunu başarmak
kim bilir kaç yaşama mâl olur… Bu nedenle iyi ki tekrardoğuş, hatta tekrar
tekrar doğuş var, Yaradan’ın varlıklara sunduğu en büyük nimetlerden biri…
Bazıları hâlâ “var mı” “yok mu” ya da olmaz öyle şey” diyedursun, bizler
bu konuların öğrencileri olarak bu ilâhi lûtfun değerini bilelim ve ondan içsel
gelişim yönünde yararlanalım.
Özbenlikler
olarak, bedenlenerek “indiğimiz” madde âlemini bu dipsiz
derinliklerinden ancak böyle bir duyarlılık ve farkındalık ile çıkabilir ve
içimizde gizli ilâhi yanımızı bedende tezâhür ettirebiliriz. Varlığın bu
durumunu yüce Hermes (İdris Peyg.) şu özdeyişiyle binlerce yıl önce sözcüklere
dökülmüştü: "Ruh
varlığı küreden küreye düşerken, gitgide ağırlaşan bedenlere bürünür. Bu düşüş
dünya zindanına kadar sürer.Gitgide maddeye daha çok bağlanmanın verdiği
sarhoşlukla mânevî kökenlerinin anısını unutur."
Hermes
ve benzerleri, TANRI’yı kalbin tââ derinliklerinde bulmanın sevincinin; ancak
böyle bir uygulama ile yaşanacağını, olgun insanlara özgü bir sükûnetle ve
çeşitli simgeler kullanarak sözcüklere dökmeye çalışmışlardır. Eğer bizce de bu
değerler önemliyse ve kazanılması gereken nitelikler ise, buna samimiyetle
inanıyorsak, fedakârlık eylemini / uygulamalarını ciddiyetle ele almalı, nefsin
muhalefetine rağmen her fırsatta tâlimlerini yapmalıyız.
Elbette
sor ve ıstırap verici bir uygulama. Biraz da neden zor olduğuna bakalım:
Aslında fedâ edilen, terk edilen nedir ki bize bu kadar zor geliyor? Bu
zorluğun bir kısmı nefsin muhâlefetinden de kaynaklanır ama sâdece o değil;
nefs bu kadar terbiye edilmiş yani vicdan birim dualitelerinde ne kadar az
değer birikimi varsa, vericilik o kadar doğal ve kolay olur. Ruh varlığı
için; zorluk / kolaylık, kazanılacak /
terk edilecek bir şey olmadığına göre, fedakârlık eylemi / uygulaması, tamamen
ruhun maddeye bağlanması, maddenin derinliklerine doğru “düşüşü” (Hermes) yani
envolüsyonu ile ilgilidir. Bir bakıma yukarıya çıkma / yükselme / merkeze
yönelme evolüsyon (tekâmül) kararlılığının bir gereğidir.
“Hafifleyerek”
yükselişin başarılması için, maddeye bağlanmakla oluşan; tortulardan,
bağlantılardan, “dünya çamuru”ndan kısaca “kabuklar” dan kurtulmaktır. Burada “hafifleyerek
yükselmek” ten kastımız; “kuyudan” (maddenin
derinliklerinden) çıkış tezâhürat âleminin “dış halkaları” ndan (maddenin
derinliklerinden) merkeze, bir olana, ünite denen idrak birliğine yöneliştir.
Demek ki, fedakârlık eylemi; bir bakıma dünyaya bağımlılıklardan kurtulma
uygulamasıdır. Bu anlamda “bağımlılıklardan kurtulma uygulaması”
tüm dinlerin (yani TANRI Kelâmı’nın) ezoterik özünde önemli ve gizemli yerini
almış seçkin inisiyatik öğretilerinde esâsını oluşturmuştur. Dinlerin ve
inisiyasyonların içerdiği sırların yüce mürşidleri (büyük inisiyeler ve
peygamberler) ile beşeriyetin ulu önderleri tüm yaşamlarını; bir bakıma, “fedakârlık
silsilesi” olarak geçirmişlerdir. Bu konuda BÜYÜK İNİSİYELER adlı eser
(Ruh ve Madde Yayınları) ibretlik örneklerle doludur.
Bu
büyük inisiyelerden biri ve aynı zamanda peygamber olduğu bilinen Hermes bu
konuda şunları söylemiş: “Ruh, maddeye karşı olan aşkıyla kökeninin
anısını yitirebilir. Fakat onda bulunan ilahı kıvılcım bir gün mutlaka
parlaklaşabilme şansına sahiptir.” Burada, “ruhun maddeye karşı olan aşkı”,
SADIKLAR PLANI Tebliğleri’ndeki üç bilgiye ve Varlıksal İlkeleri çağrıştırıyor.
Ruhun maddeye doğru hem böyle bir çekilimi var ama tekâmül etmesi de gerekiyor
ve tekâmül etmek için, maddeyi egemenliği altına alıp ona bağımlılıktan
kurtulması gerekiyor. İşte bu noktada, bir bakıma maddenin yapışkanlığından
kurtulma çabası ile, önceleri bilmeyerek, daha sonraları bilerek fedakârlık
uygulamaları yapmaya başlıyor, fedakârlık tâlimleri ve uygulamaları önceleri
karşılıklı, sonraları karşılıksız hizmete dönüşüyor.
Ruhun
fıtratında bulunan “ilâhi kıvılcım”ın (Hermes) alev alev yanar hâle gelmesi; yani “beden
içinde ruhsal hayatın yaşanması” fedakârlık uygulamalarının varlığın
temel karakteri haline gelmesiyle olacaktır. Burada, “beden içinde ruhsak hayatın
yaşanması”, öz benliğin çok büyük ölçüde bedende tezâhürü olmanın yanı
sıra, maddenin “efendisi” olmak anlamında makbul bir durumdur. Bu aşamadaki fedakârlıkların
eşliğinde tevâzu erdemi olmazsa olmazlardandır. Tevâzu (alçak gönüllülük) gerçek bilgeliğin anasıdır. Alçak gönüllüğü
karakterinin belirgin özelliği hâline getirmiş olanlara Kur’an “Rahman’ın
kulları” diyor (Furkan 63). Yani alçak gönüllülük (tevâzu) ALLAH’ın
sevdiği insanların (takva ehli) temel özelliklerinden olmaktadır. Bu gibiler
elbette “hak ve barış için çalışanlar” dandır. (Şuara 83, Enbiya 68).
Bu alçakgönüllü bilgiler “kendini sevmeyeni de seven” (Ali
İmran 119+120) insanlardır çünkü sevmeyeni sevmek bir tür fedakârlıktır ve ego
bedeli ile bir düzeyde eğitmedikçe buna izin vermez. Egoya rağmen sevmeyeni de
sevmek fedakârlıktır. Hz. İsa “Düşmanını da sev!” demişti. Burada
fedâ edilen egodur; hepsi değilse bile bir parçasıdır. Ego sizi sevmeyeni
sevmenizi istemez ama siz erdemli, ilkeli olmak ve maksatlı ıstırap uğruna
sanki egonuzun sizin iradenize karşı çıkan o parçasını koparıp atıyorsunuz.
Benzer
şekilde tüm; tutkular, özdeşleşmeler, hobiler, yapay ihtiyaçlar, gurur, kibir,
kin, hırs ve olumsuz alışkanlıklar fedâ edilerek beşerî zaaflarımızdır. Bunlar
simgesel olarak “kabuklar” ve ayaklarımızdaki “zincirler” olarak da ifâdeye
konmuştur. Özdeşleştiğimiz her şey ve kişi gelişim yolumuzda birer ağırlıktır.
Bunların hepsi gelişim yolunda kullanılıp bırakılacak araç gereçtir. Bunlar bir
bakıma arınmanın da, sâdeleşmeninin de objeleridir. Bu anlamda iyi bir özne
olmak istiyorsak, bu nesneleri gözden çıkarıp fedâ etmeliyiz. Bu çok zor bir
uygulamadır ve gelişmenin zorluğu da buradadır. Gelişmenin ve değişmenin
zorluğunu belirten en güzel özdeyişlerden biri Einstein’e aittir : “Kişinin
değişmesi, atomun parçalanmasından daha zordur.” Ama tüm zorluğuna
karşın olanaksız değildir değişmek ve gelişmek. Birkaç paragraf yukarıda
değinip geçtiğimiz peygamberler ve büyük inisiyeler bunun olanaksız olmadığını
ve onlar bunu nasıl başardıklarını bizlere anlatmış ve yaşayarak da
göstermişlerdir.
Bu
konuda Yeni Ruhçuluk’un ilklerinde de (20 ilke) Bedri Ruhselman’ın bu konuya
değindiğini görüyoruz: “İnsanlar her zaman doğru yolu ve gerçeği
bulma olanağına sâhiptir. Beşeriyeti ancak ve ancak davranış, düşünce ve
niyetlerinin; fedakarlık, diğerkâmlık, sabır hoşgörü, sevgi, merhamet ve şefkat
gibi erdemlerle dolu olması geliştirecek ve yükseltecektir. Görülüyor ki,
kendimize fedakârlık ya da öteki erdemlerin herhangi birinden doğru yaklaşsak
da, iş gene dönüp dolaşıp, kişinin kendisinin eğitilmesine, bunun içinde
kişinin kendi kendini tanıma kararlılığına ve cehtine girmesine gelmektedir ve
her şey buna araçtır, vesiledir. Burada “kendinden” kastımız, kişinin uyumsuz
ve huysuz, doğaya, ilahi irade yasalarına ve kendi gerçek doğasına uymasını
engelleyen nefsidir. Kişiyi aşağı çeken, yükselmesini engelleyen, işine
gelmeyen gerçekleri ört-bas eden, gerçek bağımsızlığına kavuşmasını engelleyen,
dünya kuyusunun derinliklerinde rahatı arayan uyumsuz ve huysuz nefsidir.
Eğitilmemiş bir nefs; içimizde bir puttan, her fırsatta bizi doğru yoldan
saptırmaya çalışan bir şeytandır. Nefsini belli ölçüde eğitememiş biri, bu puta
(içindeki şeytana)tapmıyorsa bile, onun güdümünde ve egemenliği altında
demektir.” (Not: A.Nesefi’nin İNSAN-I KÂMİL adlı eserinde (s.46) bu
konuyla ilgili güzel örnekler vardır.)
Bedenli
olmaktan dolayı varlığın içine girdiği “daralma ve kararma” aslında
kaçınılmaz bir durumdur. Ama ruh varlığı her enkarnasyonda bunun üstesinden
gelmek için, yaşamlar boyu oluşan deneyim ve görgü birikimiyle bedenli
haldeyken de sanki bedensizmiş gibi yaşamının uygulamasını yapabilir. Bu makbul
durum, “beden içinde ruh olarak yaşamak” tır. Özbenliğin bedensel
bende %100’e yakın bir şekilde tezâhürü demek olan bu durumu Hz. İsa, “Babam
ve ben biriz.” şeklinde sözcüklere dökebilmiştir. (Bkz. THOMAS’ın
İNCİLİ, Ruh ve Madde Yayınları) Varlık böyle bir uygulama içinde mensubu
bulunduğu planın “kalifiye bir işçisi”; başka bir deyişle; ALLAH’ın daha şuurlu,
O’na daha çok benzeyen bir kulu (“has kulu”) durumundadır.
Konumuz
olan fedakârlık bu gibi varlıklar için artık bir karakter niteliğindedir.
Kendilerini, öteki varlıkların gelişimleri için fedâ edercesine enkarne olurlar,
her türlü ezâyı cefayı göze alarak. Bunlar bizler için ideal ve taklid edilmeye
değer varlıklardır. Beşeriyet olarak gelişim yolunda pek çok kazanımlarımızı bu
yüce varlıklara borçluyuz.
Bu
varlıkların düzeyine yükselmek için yapılacak ve her an akıldan çıkarılmayacak
olan, insanın;
v esâsen
ruh varlığı olduğu,
v ruh
varlığının bir tezâhürü olduğu,
v ruh
varlığının bedenli uygulamaları kapsamında dünyada bulunduğu,
v yaşayarak
İlahi İrade Yasalarına hizmet etmekte olduğu,
v gelişim
yolunda, giderek farklılaşmaya ve değişim içinde olduğu,
v tüm
yapıp ettiklerinin, mensubu olduğu plana ve dolayısıyla İlahi Murad’ın
gerçekleşmesine hizmetten ibaret etkinlikler olduğudur. Bunlar, kuşkusuz kolay
kolay başarılacak şeyler değil; hele İblis Planı’nın ve onun amellerinin son
derece aktif olduğu şu devre sonunda kolay olması bir yana, açıkça ıstırabı
gerektiren, bedensel / zihinsel konforumuzu bozan uygulamalardır bunlar.
Bu
neden böyledir? Çünkü, fedakârlık ve ferâgat da dâhil olmak üzere; olgunlaşmak,
yaşamda “pişmek”, âriflik, değişim / farklılaşma, anlayışın, şuur
gelişmesi, esneklik ve uyum ve genel olarak erdemler (insâni değerler) hep “ıstırap”
adını verdiğimiz türden deneyim ve hâletlerin yaşanmasından sonra geliyor. Hattâ
bazı ıstıraplarımızı da fedakârlık yapamamak oluşturur. Bu konuda başarılı olan
büyük inisiyelerin yaşamlarını incelediğimiz zaman (Bkz. BÜYÜK İNİSİYELER, Ruh
ve Madde Yayınları), bu büyük insanların gerçekten çevrelerindeki öteki
insanlar yüzünden büyük ıstıraplara dayanma gücü sergiledikleri görülür. Hattâ
vefâkâr ve cefakâr bu insanlık uluları, dıştan gelen ıstıraplar kesildiği
zaman; ya da gelecek olanlara karşı dayanma güçlerini artırmak için,
kendilerini maksatlı ıstıraba sokmuşlardır(*) Daha doğrusu maksatlı ıstırabı
bizim anladığımı anlamda; kaçınılacak, korunulacak, zararlı bir uyaran olarak
değil de; gelişim yönünde yararlanılması gereken bir fırsat ve liyakat sınavı
olarak kabul etmişlerdir.
İçtenlikli
olarak, kendi kendisini kandırmadan, fedakârlık eylemi sergileyen bir kişi
aslında verimli bir uygulama içindedir. Zâten dünya uygulama yeridir ve
olabildiğince ve her şeye rağmen vicdâni yönde uygulama yaparak vicdan birim
dualitesinin vazifeye yönelik üst kısmına değerler biriktirmek gerekir. Bu
makbul durum Kur’an’da “Benliğini arındıranlar, barış ve hayra
yönelik iş yaparlar” şeklinde ifadeye konulmuştur. (Ala 14, Enbiya 94)
ve bu gibiler aynı zamanda “güzel düşünüp güzel davrananlardır” (Enam 84).
Az
yukarıda değinip geçtiğimiz “uygulama” aynı zamanda yaşamı etkin
olarak değerlendirmektir. “Nasıl etkin?” diyecek olursak; duygularını
arzularını kontrol altında tutarak, uyumsuz yanımız olan nefsi arındırmaya,
sahte benliklerden arınmaya çalışarak yaşamaktadır. Yaşamı etkin olarak
değerlendirmek, her karşılaştığımız olayı liyâkat sınavı olarak kabul edip
doğru bildiğini yapmakta ısrarcı olmaktır. Yaşamı etkin olarak yaşamak;
dünyanın cezp edici ve kendine bağlayıcı etkilerine karşı belli bir duyarlılık
ve sakınma içinde, “kapasite artırma gayreti” içinde bulunmaktır. Burada “kapasite
arttırmak” tan kastımız, gözlerin, kulakların keskinleşmesini, yâni
fehim ve ferâsetin artması ve sürekliliğidir. Yaşamı etkin olarak
değerlendirmek, aynı zamanda planın tesirlerine geribildirimde bulunmaktır. Bu
tavır aynı zamanda “Yukarı” doğru esnemek de demek olan vicdan şerâitine(koşullarına)
uymaktır. Bunun tersi tutum olan, nefsin şeraitine uymak, içsel gelişim açısından zararda
olmaktır. Bu duyarlılık da, devre sonunun rahmân ve rahîm olan şuurda
uyandırıcı (kıyam ettirici) tesirine uyum kolaylığı sağlaması bakımından
önemlidir. Bu makbul durum aynı zamanda “Yukarı” doğru esnemektir ki; fedakârlık, ferâgat ve
terkten sonra kazanılacak önemli bir meziyettir. Bu güzel durum, “Ne
yapıyor olursanız olun, bir eliniz sürekli gökte olsun…” şeklinde
sözcüklere dökülmüştür.
Hızla
değişmekte olan dünyada, giderek “yoğunlaşmakta” olan zamana, aynı hızda
yaklaşmakta olan yeni çağa/bilgi çağına (buna “Altın Çağ” da deniyor)
uyum sağlamak zorundayız, savrulmamak için. Bunda başarılı olmanın yolu güçlü
olmaktır. Bu güçlülük ise maddesel birikime gelen geçici güçlülük değil,
temelinde idraklenme cehti bulunan şuurlanma donanımlı gerçek ve kalıcı
güçlülüktür. İşte bunun uygulamalarından birisi de bu yazımızın konusu olan
nefsâniyetten ferâgat ve (temelinde yardımlaşma ve dayanışma bilinci bulunan
başkaları için) fedakârlık ve hizmettir.
Işıkları
dünyanın aşkın (müteal) ufkunda belirmiş olan yeni döneme uyum için ve
dolayısıyla daha az ıstırapla “uyanmak” (“dirilmek” / kıyam etmek
) için; bünyemizde “kabuk” durumunda olan her şeyin en aza indirilmesi şarttır.
Bunun da gereği, sâdeleşmek, “kabuksuzlaşmak” , fedakârlık,
ferâgat ve terktir. Çünkü, “merkez”e yönelebilmek başka türlü
olmuyor. Buna aynı zamanda; “planlaşmak” (planda bütünleşmek),
kolektiflik şuuru da demek olası… Sevgi, şefkati fedakârlık sergileme çabası
içinde ve yaşamın zorluklarına bilinçli bir dayanma gücü (sabır) sergileyerek, “kabukların”
pul pul dökülmesi ve yeni kabuklaşmaların önlenmesi kendini tanıma
kararlılığının akıllı kişilere özgü tavrıdır. Bunu sürekli kılmak, yaşam planı
uygulamasında başarılı olmanın gereğidir. Bunda kararlılık şarttır.
Sebat
anlamına da gelen bu kararlılık olmaksızın dünyevî ve uhrevî (göksel, ruhsal,
içsel, mânevi) hiçbir iş güzel olmaz, biliyoruz: Beşerî tarih boyunca kadîm
zamanlardan günümüze dek dinlerde ve seçkin inisiyasyonlarda üzerinde en çok
durulan konu bu olmuştur. Örneğin, bunun Sufizm’deki adı “sülûk” tur. Sülûk, kendi
içindeki sonsuzluğu keşfede keşfede vahdete doğru gidiştir. Bedensel ben
bakımından yaşamlar boyu olup durmakta olan bu olduğu gibi, varlıksal ve
evrensel açıdan da durum farklı değildir: Hidrojen atomundan başlayarak, ruh
varlığının “idrak vahdeti” (187) denen Ünite’ye doğru “ilerlemesi” de varlığın
kendi içindeki sonsuzluğunu ve yüceliğini keşfede keşfede vahdete doğru
gidişidir. (**) Bu gidiş daha mistik bir
yaklaşımla “ALLAH’ın halifesi” olma liyakatine doğru gidiştir. Varlığın,
ALLAH’ın halifesi olma liyakatini kanıtlaması cehti, şimdiki gelişmişlik düzeyimize göre, kıyam etme (şuurda uyanma) cehtidir ki;
bu, tarih boyunca tasavvufun en büyük uğraşısı olmuştur. Tasavvuf gibi tüm
geçkin inisiyasyonlar fedakârlık eyleminin sistemli bir şekilde öğretildiği ve
uygulandığı okullar olmuştur.
Şimdi
bizlerin, devresonu enkarnasyonları ve “kıyâmet işçileri” olarak bu
uygulamayı olduğu gibi yaşam tarzı yapmamız gerekiyor; gelişmek, şuurlanmak ve
insanlaşmak bizler için önemli ise…Bunun için yaşam, olduğu gibi bir
inisiyasyon alanıdır aslında. Ayrıca, tüm yerkürenin mâbet (ibâdet yeri)
olduğunu Kur’a’dan biliyoruz. Gelişmek için inisiyasyon okulu / kurumu aramaya
da gerek yok; yaşamın değerini bilelim ve bu enkarnasyon olanağını idraklenme
ve şuurlanma yönünde kullanalım. İçinde bulunduğumuz gelişim ortamında yaşamlar
boyu yaptığımız; maddenin esâretinden kurtulup idraklenip şuurlanarak, Hakk’a
ulaşmak / planımızla bütünleşmektir. Bunun adı Tasavvuf’taki “fen’a”
dır ve esâsı da “terk”e , yâni “fedakârlık” a dayanır.
Burada
“terk”
derken neyi kastettiğimizi daha önce de belirtmiştik ama bir kez daha
yinelemekte yarar var çünkü “terk” deyince bazı çevrelerce, “terk”
kavramı yanlış yorumlanır: “Terk”; evi barkı, çoluk çocuğu
bırakıp; inzivaya çekilip, günleri meditasyonla, sürekli, namazla, zikirler
geçirmek değil. Bu, bir zamanların uygulamasıydı. O zamanlarda bile bu
uygulamayı doğru yapanlar zaman zaman halkın içine karışıp, çarşıda, pazarda
bir şeylerle uğraşırlardı. İçinde bulunduğumuz devre sonunda iş daha da
zorlaşmıştır, artık tüm dünya inisiyasyon alanı durumundadır ve bu ortamda;
maddenin her türlü cazibesine, toplumsal koşullandırmaların, kişinin içinden
çok dışa yönlendirici ve uyutucu etkisine karşın, arınmak, “temiz” kalmak,
idraklenmeyi sürdürmek ve şuurlanmak durumundayız. Bunun için “terk”
kapsamında eşkoşmalarımızı / tutkularımızı, duygusallıklarımızı, arzularımızı
ustaca yönetip en aza indirgemek durumundayız.
Hattâ
“modern”
zamanların enkarneleri olarak, terk etmemiz gerekenler arasında; bu ana kadar
kullandığımız gelişim araç-gerecimiz ve donanımlarımız da bulunmaktadır. Uzaya
fırlatılan roketin, ilerleyebilmesi için, işi / işlevi biten bölmelerini belirli
yüksekliklerde atılması gibi, biz de gelişim yolunda istikrarlı bir ilerleyiş
sergileyebilmek için, kullanım süresi dolmuş gelişim araçlarımızı terk
etmeliyiz. Bunlar bizleri bir üst realiteye hazırlayıcı bilgiler ve çeşitli
dünyasal olanaklardı, onları zamanında bırakmazsak, zaman içinde “yürümemizi”
ağırlaştıran, hattâ yürüyemez
hâle getiren köstek olurlar. Kullanım süreleri içinde oluşan alışkanlıktan ve
bu alışkanlığın verdiği rahatlıktan dolayı bu “araç – gereci ve donanımı” bırakmak
istemeyiz ama bunu istemeyen, onların rahatlığına ve kolaylığına alışmış olan
nefsimizdir. Bu nedenle nefsin muhalefetine karşın son kullanım tarihi geçmiş
olan araç – gerecimizi biraz zorlansak da “terk” etmemizde yarar vardır ki
işte bu da fedakârlıktır, gelişim adına, şuurlanma ve insanlaşma adına bir
şeyleri fedâ etmektir. Bu anlamda fedâ edilmesi gerekenler arasında; bir zamanlar
kullanıp yararlandığımız, bilimsel ve kutsal bilgilerle inançlarımız da vardır.
Bunları özümsedikten sonra; gelişim adına, şuurlanma adına fedâ etmek, “hafiflemek”
ve sâdeleşmek / arınmak durumundayız.
Tüm
bunlardan dolayı şunu diyebilir miyiz: Terk edemediklerimiz; realiteden
realiteye geçişimizi, zaman zaman sıçramalar yapmamızı “Yukarıya” doğru esneklik
kazanmamızı engelleyen “tortulardan” , “ağırlıklardan” başka
nedir ki? Söz konusu “tortular ve ağırlıklar” da; yapay
ihtiyaçlar, yapay gereklikler, çıkarcılığa dayalı bencilce arzular, doymaz bir
açgözlülükle toplayıp biriktirdiklerimiz ve hep kendimiz için sakladıklarımız,
bu şekilde “kabuklar” oluşturup, bu “kabuklar” içinde sabitleştirip
kıpırdamayacak hâle gelmemize neden olan kir, pasa, tortu ve dirençlerdir.
İşte
bunlar “feda edemediklerimiz” i oluşturan durum ve ağırlıklar ile
gelişim engellerimizdir. Şuurlanmamızı, “kıyam etmemizi”, yeni döneme daha üst
bir realiteyle uyumlanmamızı zorlaştıran “dirençler” de bunlardır. Bu “dirençler”
evrensel sevgi enerjisinin bünyemize nüfuz etmesine engel olmasının yanı sıra,
tezâhür uzantıları olduğumuz planlarımızdan gelen rahmân ve rahîm olan tesire
gereken tepkiyi (geribildirim) vermemizi de engeller.
Fedakârlık
kapsamında birlikte gözden geçirdiğimiz tüm bu konular; duygusallık,
sadeleşmek, “kabuklar” vb. vb. içinde bulunduğumuz devre sonunun şu son
günlerinde daha da özel bir önemi haizdir. Çünkü hızla değişmekte olan dünya,
hızla değişmekte olan zaman, hızla yaklaşmakta olan yeni döneme uyum sağlamak
zorundayız, devre sonu artıklarından olmamak için… Fedakârlık ve öteki
erdemlerin en doğal şekilde yaşanacağı zamanlar (binlerce yıllık devreye göre
çok uzak değil. Bu nedenler, “yeni dönemin arifesindeyiz”
diyoruz. Dünya beşeriyetinin tüm ilgi planlarıyla birlikte top yekûn / hep birlikte
yapacağı “sıçrama hareketi” ile, yani top yekûn kıyam sürecinin
tamamlanmasıyla bu yeni döneme geçilecektir. Bu “sıçrama hareketi” nden
kasıt, her realite mensubunun bir üst realiteye sıçramasıdır. Bu nedenle yeni
dönemde sıçrayacak olanlar, halen dünya beşerî realitelerinin en üst
basamağında olanlardır ve bunların sayısı da çok az olsa gerek.
Sonuç
Fedakârlık,
tamâmiyle doğru bildiğini uygulamaya dayalı bir erdemdir. Bunun, kişinin
kendini tanımasıyla, nefsini eğitmiş olmasıyla ya da uyumsuz yanıyla yakından
ilgisi vardır. Fedakârlık, bireysellik gelişim sürecinin tamamlanması sonucunda
elde edilecek, yâni bireysellikten kurtulmasıyla ortaya çıkan bir erdemdir. Bu
bakımdan seçkin inisiyasyonlar ve dinler tarih boyunca buna önem vermişlerdir.
Büyük inisiyelerin, din ulularının ve ulusal kahramanların yaşamları bizler
için ibretlik ve taklit edilmeye değer örneklerle doludur. Toplumsal yaşamda
yardımlaşma ve dayanışma bilinci içinde bulunmada ve dolayısıyla örnek bir
toplumda fedakârlığın önemi büyüktür. Fedâ edilen ve edilecek olan şeyin
aslında özellikle ve öncelikle kendi; alışkanlıklarımız, hırslarımız,
kinlerimiz, eş koşmalarımız, tutkulara dönüşmüş hobilerimiz, yapay
ihtiyaçlarımız, gururumuz, duygusallıklarımız vb. gibi “uyumsuz yanımız” la
ilgili özelliklerimiz olduğunu bilmekte yarar var.
-------------------------------------
(***) Bu
konudaki ayetler: Bakara 221, Fecr Suresi, Al-i İmran 68, sâf 14, Muhammed 7+11
(**) Bu
konularla ilgili olarak bkz. İLAHİ NİZAM ve KÂİNAT sayfalar
191,187,120,121,123,146.
(*) Yazımızın
akışı içinde görülecek bu rakamlar İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT kitabından yaptığımız
alıntıların sayfa numaralarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder