RABB’in İŞİNİ GÖRMEK…
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İnsan
esâsen ruh varlığı olduğuna göre, enkarne durumda olan bir varlığın, kendi
aslı/esâsıyla, yâni ruhuyla olan bağlantısının güçlü olması önemlidir. Bu
bağlantı vicdan aracılıyladır. Bir bakıma, vicdan “kanalı” ruhumuzla olan
göbek bağımızdır. Dolayısıyla bu “bağın” temiz ve açık olmasında
yarar vardır. Vicdan “kanalını” nın tam açık olmasının
önündeki engel nefstir. Bu nedenle nefsin eğitilmiş, arındırılmış olmasının
önemi gelişim ve aydınlanma bakımından hep yinelenmiştir.
Ancak
bu yapılanmada enkarne varlığın, yâni dünya bedeninin ruh ile doğrudan
bağlantısı söz konusu değildir arada öz benlik vardır. Çünkü ruh, madde ötesi,
evren ötesi bir yapıdır. Esâsen dünya bedeni öz benliğin enkarnasyonudur. Ruh
ve maddesel beden cevherleri farklı yaratıklardır, doğrudan bağlanmaları söz
konusu değildir. “Beden ötesindeki gerçek varlığın görece serbest
durumu”(87+89+144+181)(*)
olan öz benlik de maddesel bir yapıdır ve cevher olarak ruhtan ayrıdır. Öz
benlik, evren “üstü” olan ruhun evrendeki tezahürü ve temsilcisidir. Maddesel
beden de bir evren varlığı olan öz benliğin dünyadaki gelişim aracı ve
temsilcisidir. Yani dünya bedeni öz benliğin gelişimine, öz benlik de bağlı
olduğu ruhun tekâmülüne hizmet eder.
Bu
yapılanma içinde bir enkarne varlık (dünya bedeni) öz benliğiyle ne kadar yakın
ilişki içindeyse; yâni, öz benlik bedensel bende ne kadar çok tezâhür
edebiliyorsa, varlığın enkarnasyon amacı (ve yaşam planı) ve vazifeleri de o
kadar güzel bir şekilde yerine getirilir. Bu makbul durum genel anlamda
Yukarı’nın tesirlerine / tesirliliğine açık olmanın ifadesidir. Öz benliğin,
dolayısıyla ruhsal planın dünya bedeninde tezâhür etmesinin en güzel ifadesini
Hz. İsa’nın bir hadisinde görüyoruz, “Babam ve ben biriz” demiştir. “Bedende
ruh hali ya da ruh olarak yaşamak” da denebilecek bu makbul durum,
Yukarı’nın tesirlerine açık olmanın, geçirgenliğin ve yansıtıcılığın da en
güzel örneğidir. Öz benlikten ve Plan’dan gelen tesirin çevreye (hareketlere,
fiziklere ve yasalara) yansıması için önce geçirgenlik olmalıdır; bu da
sâdelikle, sâfiyetle ve arınmışlıkla olasıdır (Kur’an, Şura 88+89). Bedenin emiciliği ne kadar gelişmişse, yâni
ne kadar geçirgence, o beden o kadar çok ruhsal enerjiyi bünyesinde toplar ve
yayar. Bu makbul duruma “pozitif yayın odağı olmak” şeklinde
bir a koymak yanlış olmaz..
İyi
bir geçirgenlikle ruhsal enerjinin emilip çevreye %100’e yakın bir sâfiyette
yayılması, yâni iyi bir pozitif yayın odağı olmak, Yukarı’nın işe yarar bir
kulu ya da “eli, ayağı, gözü, kulağı” olmaktır. Yukarı’nın bu anlamda kulu
olamamak söz konusu değil ama emiciliği ve geçirgenliği fazla bir enkarne
varlık ile böyle olmayan bir enkarne arasında elbette fark vardır. Esâsen ne
durumda olursak olalım, Rabb’in işini görmekte olduğumuzu akıldan çıkarmamakta
yarar vardır. Hepimiz O’nun İlâhî Muradı’na hizmet ederek gelişmeye çalışan
varlıklarız. O’nun İlâhî Muradı’na hizmet etmekte olduğumuz bilinciyle yaşamak
ibâdet hâlinde yaşamaktır. Çünkü O’na hizmet ederek gelişmeyi peşînen (devre
başında) kabul etmiş varlıklarız. Ayrıca gelişim düzeyimiz de bunu
gerektirmektedir. Yaşa öykülerini, beşeriyete hizmetlerini ibretle okuduğumuz
ve bilgilerinden yararlanmaya çalıştığımız erdemli bilge insanların günlük
işlerini sanki Rabb’in bir parçası olduğu bilinciyle yaptıklarını görüyoruz.
Yine
unutmayalım ki, dünyada olup bitenler ve olduğu gibi yaşam, Tanzim Edici
Planlar’ın bir senaryosudur sanki. Bu Tanzim Edici Planlar’a, onların tezahür
uzantıları olarak biz enkarneler de dâhiliz. Bu senaryoda biz enkarneler ( bu
planların tezahür uzantıları olarak) oyuncu figüranlar durumundayız. Belli bir
role tâlip oluşumuz; genel gelişim düzeyimiz, karmik yükümüz ve belli
konulardaki liyakatimizle belirleniyor. Bu nedenle, yaşam sahnesinde
oynadığımız rollerin doğrudan doğruya kendimizin olmadığını da akılda
tutmalıyız. Her şeyden önce unutmayalım ki, esas aktör / oyuncu (kuklacı) öz
benliğimizdir. Eğer merak ediyorsak ve bizim için önemliyse, rolümüzü anlamak
yaşamın bizden beklediğini anlamakla olanaklıdır. Bu nedenle, senaryoyu (yâni
yaşamın dilini) çözmeye çalışmak çok da gereksiz / yersiz bir şey değildir. Bir
ömür boyu, yaşam senaryosunun bir oyuncusu olarak sergilediğimiz performans da
bir sonraki rolümüzün ana hatlarını belirliyor. Durum böyle olunca da bu, bir
bakıma; yaşamın çetin yollarında ilerlerken, kendi yolumuzu da kendimiz
yapıyoruz demektir. Belli bir yönde yolumuzu yapa yapa ilerliyoruz. Bu demektir
ki, gelecekte kat edeceğimiz yolların da mimarlarıyız.
Kişinin
kendi yaşam çizgisini kendisinin belirliyor olması ona bir sorumluluk yükler.
Bu gerçek, bilinse de bilinmese de, Yeni Çağın / Devrenin insanının da ortak
özelliğidir. İlâhi İrade Yasaları hiç şaşmaz işleyişleriyle bu gerçeği her an
varlıklara anımsatır. Bu da, sorumluluğumuzun her boyut için geçerli olduğu
anlamına gelen bir gerçektir. Yani devreye aday olabilmenin koşulları arasında
böyle bir sorumluluk bilincine ulaşmış olmanın yanı sıra, esneklik ve uyum
becerilerinin de bulunduğunu yazımızın akışı içinde belirtmiştik. Çünkü bu meziyetler
İlâhi İrade Yasaları’na uyumda zorlanmamak İlahi Murad yönünde olmanın da
işareti olabilir. İlahi Murad’a hizmet etmemek elbette söz konusu değildir. Aslında
tek hücreli canlılar da o murada hizmet etmekten başka ne yapıyor ki ama bunun
bilincinde olmak erdemli bilge kişilere özgü bir farkındalık olsa gerek.
Rabb’in işini görmekte olduğumuzun farkındalığı…
…………………………………………….
(*)
Yazımızın akışı içinde görülecek rakamlar İLÂHÎ
NİZAM ve KÂŞNAT’tan yapılan alıntıların sayfa numaralarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder