Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

20 Şubat 2017 Pazartesi

ORTA YOL OLGUNLAŞMA YOLU…

ORTA YOL OLGUNLAŞMA YOLU…
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Dünyanın kaba maddesinden (topraktan) bedebler edinmiş enkarne varlıklar olan bizler için gelişimde esas olan, dünya maddesine sırt çevirmek değil; onunla birlikte ve ona rağmen, onun ketmedici ve kendisine benzetici etkisine rağmen, ruh varlığı bilinciyle yaşamak ve şuurlanmaktır. Bu varlıksal ve temel amaçta başarılı olmak için gelişim aracımız olan bu geçici beden sağlıklı olmalıdır. Yeri gelmişken, beşerî beden ve onun sağlığı söz konusu olduğunda, insan bedeninin; dünya maddesinin öz benliğimiz(ve dolayısıyla ruhumuzla) en üst düzeyde temas hâlindeki bölümüdür. Bu nedenle bedenin sâdece fizyolojik, biyokimyasal durumunun değil; duygusal ve düşünsel arınmışlığının önemi de ortaya çıkmaktadır. Durum böyleyken, vücut dediğimiz organizmamızı sağlıksız hâle getirip; o vücuttan sağlıklı düşünmeyi, duyumsamayı ve öz benliğin dünya ile sağlıklı bağlantısını düşünmek sağlıklı bir yaklaşım olmasa gerek. Her alanda; sağlık, sâfiyet, temizlik, arınmışlık ve duruluk güzel şeydir. Üzerinde bulunduğumuz “yer kürenin maddesel koşullarının derecelenmiş bir formasyon hâli”(147)(*) olan bedenin temizliğinde de, sağlığının korunmasında da orta yol en isâbetli ve işe yarar yol olmaktadır. Dünya yaşamında orta yolda olmak ve ilerlemek, ezoterizmde ve tasavvufta, “bir elin göğe açık, öteki elin yere bakar durumda olması” şeklinde ifadesini bulmuştur. Bu tutum yer ile gök arasındaki orta yoldur ki, kadîm bilgelikte ve dinsel öğretilerde “dengeli ve güvenli gidiş” olarak önerilmiştir.
Negatif yönde aşırılık dünya maddesinin bugünkü titreşim düzeyinin doğal eğilimidir. Maddeye dönük, madde ağırlıklı yaşamak, maddesel birikimi güç ve iktidar sanmak, madde gibi âtıl ve “hep bana hep bana”cılığı, yâni madde gibi olmayı beraberinde getirecektir/getirmektedir. Bu nedenle, “madde ahtapotu”nun vantuzlu kollarına yakalanmamak için, “bir elin sürekli yukarıya açık” olmasında(yâni orta yolda olmakta yarar vardır ve zâten “olgunlaşma yolu” da budur.   
Maddenin bizleri “orta yol” olan olgunlaşma yolundan ayırıp, kendine çekici ve kendine benzetici etkileri kapsamına; atâlet, monotonluk ve alışkanlıkların rehâvetine düşmek de girer. Dolayısıyla değişip, gelişip, şuurlanmak bizler için  önemliyse, “orta yol”da ilerlerken, bunlara da dikkat etmek durumundayız. Belirli, yâni hep aynı alışkanlıklar örüntüsü içinde otomatik/monoton bir yaşam şekli gelişim açısından verimli bir gidiş olmamaktadır… “Ruhun tesirliliğiyle oluşmuş şuurlu madde hâli”(35) dediğimiz dünya bedeni, “nefs” dediğimiz, gelişime/eğitilmeye muhtaç yanından dolayı atâlete, rehâvete  va monotonluğa yatkındır. Nefsin bu etkisine karşı da uyanık olmak durumundayız. Nefs, alıştığı şeylerin dışına çıkıp, rahatının bozulmasını istemez. Bu nedenle, nefsin rahatını kaçırsa da, monoton bir yaşam üzerine kurulmuş dengelerin arasıra bozulmasında gelişim açısından yarar vardır.
Bu durumda varlık bozulan dengeyi yeniden kurmak için; hâlet deneyimlemek (üzülmek, sıkılmak, sevinmek vb.), aklını işletmek zorunda kalır ki, bu da yeni yeni görgü ve deneyim birikimi oluşturması bakımından önemlidir. Bu anlamda kim yaşamın kısır döngüsünden sıyrılır; ona rehber varlıklar tarafından yol verilir, yoluna ışık tutulur, ışığı güçlendirilir, beslenir ve rehberlik edilir. Enkarne varlık kendi iradesiyle, alışkanlıklarının rehâveti ve otomatizması içinde, onları değiştirme ve iyileştirme hareketleri yapmayıp, atâlete düşerse, öz benliği ve ona bağlı rehberlik sistemi onu, atâlet ve rehâvetle gelen verimsizlikten kurtarmak için yeni yeni mizansenler ve problemler düzenler. Bunun için motivasyon ögesi olarak; duygusallıklar, korkular, endişe, hırs ve hatta açgözlülük gibi çeşitli beşerî zaaflardan yararlanılır.
Tüm bunlardan amaç, biz dünya beşeriyeti için hedef olan bir üst gelişim düzeyine, Yeni İnsanlık aşamasına geçebilecek duruma gelmektir. Yeni İnsanlık düzeyine, geleceğin dünyasında yaşamaya aday olabilmek için, elbette; şu içinde bulunduğumuz ve sonuna hızla yaklaşmakta olduğumuz devrenin varlığa verebileceği her şeyi almış ve hazmetmiş olmak gerek. Çünkü geleceğin dünyası bu durumda olan varlıklardan, yâni “iyi bireyler”den oluşacak. Büyük ölçüde insanlaşmış bu “iyi bireyler” kendi ruhsal enerjilerini bedende daha çok tezâhür ettiren fertler olacaktır. Başka bir deyişle, geleceğin dünyası; dünyanın toplam beşerî nüfusuna göre az sayıda ve içinde bulunduğumuz devrenin kıyam etmiş(şuurda uyanmış) “yarı idraklidüzeyin(3,50,58,60,77,101,135,197,180) en seçkinlerinin dünyası olacaktır. “İyi insan” konusunda Hz.Muhammed’in de bir hadisi olduğu bilinmekredir: “Tüm yaratılmışlar ALLAH’ın ev halkıdır. ALLAH’ın en çok sevdiği insan, O’nun ev halkına en çok yararlı olandır.”(Prof Dr.Mustafa Sıbai, İSLAM SOSYALİZMİ, baskı 2, syf.230)
Samimiyetin(içtenliğin), doğruluğun/dürüstlüğün, insan haklarına en üst düzeyde saygının, bilginin ve bilgeliğin, aydınlığın, sevginin, karşılıklı saygının ve saydamlığın dünyası… Bu beşer tiplemesine kabaca da olsa ne kadar uyarsak, yâni bu insânî değerleri ve özellikleri bünyede ne kadar tezâhür ettirip yaşama geçirmişsek, rolümüze ve vazifemizin kisvesine o denli bürünmüşüz demektir. Bu elbette kolay değil, çünkü; şunu da unutmayalım ki, kaba bir ortamın tesirlerinin örüntüsü içindeyiz. Bu kaba tesirlerin bir kısmı, “yarı idrakli” dünya beşeriyeti olan bizlerin mârifetidir. Bu yükleri üzerimizden atmak, önce; kendimize karşı dürüstlükle/samimimyetle ve açık yüreklilikle başlar. Bunu bir yaşam biçimi olarak benimseyen bir kişi, içinde bulunduğu topluma ve doğaya saygılı ve sevgi dolu olur. Asıl kendimiz olan öz benliğimizin(dolayısıyla ruhumuzun) tesirliliği ve irâdesi böylece bedende tezâhür etmiş olur. Bu tesirliliği emip yansıtmak, erdemli bilge kişilere özgü bir özelliktir.
………………………………………………….
(*) Yazı akışı içinde görülecek rakamlar İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’tan yaptığımız alıntıların sayfa numaralarıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder