Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

3 Mayıs 2017 Çarşamba

DİNSEL YAPTIRIMLARDAN AMAÇ

DİNSEL YAPTIRIMLARDAN AMAÇ
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Kutsal kitaplar simgelerle dolu olsalar da, varlıksal ve evrensel bilgiyi özlerinde hep taşımışlardır. Özellikle de Kur’an bu öz bilgiyi özünde hep taşımıştır. Aslında bu bilgi bir tesirdir ve elbette beşeriyete tarih boyunca “kabalaşarak”, yâni; kendisini beşeriyetin ortalama şuur düzeyine uyumlayarak inmiştir, daha doğrusu indirilmiştir(vahy). Başka türlü bir söylemle, ALLAH’ın bizlere hitap şekillerinden biri olan vahyin özü çeşitli renklere sarılıp sarmalanmış biçimde indirilmiştir. Vahy, beşer tarafından  elbette farklı düzeylerde/derinliklerde anlaşılmış ve anlamayan büyük çoğunluk ise kendini yalnızca renklere vermiş ama özdeki o saf beyaz ışıktan ancak birtakım kırıntılarla yetinir durumda kalmış olup; bunlar çoğunlukla şeriat ve duygu realitesinin sâkinleridir. Esâsen dinsel öğretinin ana hedef kitlesi duygu realitesi bireyidir. Beşerî duygusallıklardan(ödül, ceza, korku vb.) yararlanılarak; inanç sâhipleri, duygusallıktan mantal düzeye yönelmeleri ve o basamağa adım atmaları hedeflenmiştir. Bu yazımızın akışı içinde duygular ve din ilişkisini yer yer ele alacağız ama din şeklindeki kutsal öğretinin orijini üzerinde biraz daha duralım:
Kuşkusuz her şey Tanrı’nın Yüce İrâdesi ve Muradı yönünde oluşur. Tüm Kutsal Kitaplar ve genel anlamda doğru yola yönlendirme sadece O’nun irâdesinin birer bildiriminden(beyânından) ibarettir ve bunun esâsı da, yukarıda belirttiğimiz gibi bir tesirdir. Bu irâde bildirimi insanın (Peygamber’in, medyumun) doğrudan doğruya şuuruna değil, onun yönetiminden ve yetiştirilmesinden sorumlu olan Mekanizma Şuuru’na yansır önce. Bu sonuncusuna yansımalardan da ancak bu duruma gelinebilmiştir(1). Bu demektir ki, Mutlak olan Tanrı ile yaratıkları arasında akla uygun hiçbir bağlantı yoktur, arada kademeleşme ve tesirin kabalaşarak(titreşimizi düşürerek) inmesi söz konusudur. Dinsel öğreti şeklindeki doğruya/güzele yönlendirme, doğru yolu gösterme ve uyarma(irşad) elbette dünya gezegeniyle sınırlı olmayıp, içinde bulunduğumuz “hidrojen âleminin(2) başka uzaysal objelerde de sürüyor olmalı. Yukarısı’nın beşeriyete yönelik din şeklindeki rehberliği, bireysel düzeyde duygu kanalından gerçekleştirilen bir “basınç” olarak  ortaya çıkıyor. Öğreti şeklindeki bu rehberlikte bireyin duygusal zaaflarından ve özelliklerinden yararlanılmıştır. Bu durumda, dinsel yaptırımların altında yatan maksat, negatif/olumsuz duyguların ve düşüncelerin pozitife, yâni, yıkıcıdan yapıcıya yönlendirilmesidir. İşte bunun gerçekleştirilmesi, duygu kanalından gerçekleştirilen bir “basınç” ile olmuştur/olmaktadır.
Dinsel öğreti, yâni din şeklindeki rehberlik Hz.Muhammed ile noktalanmışsa da, bu öğretiden ve ilâhî rahmetten yararlanacak/yararlanan milyarlarca insan vardır çünkü onlar hâla duygu realitesini deneyimleme gereksinimi içinde olan enkarnelerdir. Günümüz beşeriyeti henüz tamamen duygu realitesini tamamlamış olmadığı için, dinsel öğretiden yararlanan/yararlanacak olan daha pek çok birey vardır. Günümüzdeki görünümüyle, bu insanların bir kısmı dinsel öğretiyi özümseyip, duygu realitesinin hakkını vererek, mantal düzeye yönelmişken; bir kısmı da dinden gelişim yönünde yararlanmak yerine, onu istismar edip, kendi nefsânî doyumu peşinde koşmaktadır. Bu durumda her iki kesim için de dinsel öğreti bir gelişim aracıdır. Bu nedenle din şeklinde beşeriyete yönelik bu ilâhî rehberliği bir kalemde silip atmak doğru değildir. 21.Y.Y.’ın teknolojinin olanaklarıyla gelen illüzyonel pırıltıya bakarak, “kaplumbağa kabuğundan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş…” özdeyişinde anlamını bulan bir yanılgı ile “din realitesi artık çok gerilerde kaldı…” gibi bir sanıya(zehaba) kapılmak kendini bilmezlere özgü bir tavır olmaktadır. Ruhçu realite mensupları arasında böylelerine rastladığımız için, değinmeden geçemedik. Günümüzde, negatif, hattâ yıkıcı duygular bünyelerde sürüp gitmektedir. Gezegen genelinde, vicdânî uyaranlar bireyin düşünce ve hareketlerine yansıyacak güce ulaşmamıştır. Dünyanın genel görünümüne bakarak bunu söylemek hiç de zor değildir.
Din realitesi büyük ölçüde duygu realitesi bireyi içindir.  Mantal düzeyin bireyi için; ne fikren, ne eylem olarak ve ne de vicdan olarak gerçek yerini korumaktadır. Dinsel rehberlik kapsamında dünyaya verilmiş olan bilgilerin açıklığı ve uygulamadaki gerçekliği mantal realite basamağında bulunan birey(3) için duygu realitesindeki kadar işlevsel değildir. Esâsen dinsel öğretiyle hedeflenen de buydu, yâni; dünya beşerini duygusal düzeyden mantal realitenin vicdan basamağına kadar yükseltmek… Çünkü vicdanın yargılama gücü her şeyden üstündür ve vicdan kalbin sonsuzluk yoludur. Bireyin öz benliğiyle, planıyla ve sonsuz yüceliklerle olan göbek bağı vicdandır. Dinsel öğretinin amacı, enkarne varlığı o yüceliklere daha güçlü bir şekilde bağlamak ve bu bağı giderek güçlendirmek olmuştur. Böylece enkarne varlık, “Gerek şuuruna âit titreşim, gerek bedenine âit titreşim bakımından daha daha yüksek bir titreşim sistemiyle bağlantı kurabilecek, oraya dayanıklılık gösterebilecek ve orada kendi enerjisini Evren Enerjisi ile temâsa getirebilecek duruma gelmiş olur.”(4).
Daha yüksek bir titreşim sistemiyle uyumlu duruma/düzeye gelebilmek, böyle bir tesirliliğe(müessiriyete) dayanabilmek, duyguların kontrolu ve yönetimiyle; yâni, olumsuz duyguların olumluya dönüştürülmesiyle olasıdır. Bundan da amaç, İlâhî İrâde Yasaları’na uyumlu yaşar hâle gelmektir. Çünkü İlâhî İrâde Yasaları’nı öğrenmek ve onları kullanır düzeye çıkmak varlığın gelişim yolunda önemli bir merhaledir. “Evren baştan sona bir organizasyondur.”(5) Evren organizasyonu da alt organizasyonlardan oluşmuş ve bu organizasyonlarda çeşitli şuur ve uzmanlık düzeyinde varlıklar etkin durumda İlâhî İrâde Yasaları’nı kullanarak çokluk ve çeşitlilik  hâlinde vazife yapmaktadırlar.
Şimdi dünya sâkinleri olan bizler, kim bilir kaç bedenli yaşamdan beri bu düzeylere aday olma liyakatini kazanmaya çalışıyoruz… Tüm yaşadıklarımız; ateş, kan ve göz yaşı giderek, vicdan kanalıyla akıp gelen saf bilginin(yâni, İlâhî İrâde Yasaları bilgisinin ve bilincinin) hızla güçlenmesine/kökleşmesine neden olmaktadır. Gelişim, değişim ve şuurlanma olgusu içinde, beşeriyetin tamamı değilse bile, büyük bir kısmı doğruyu yanlıştan derhal çekip alabilecek duruma geldiğinde; bu değişim, mantal realitenin yaygınlaşmasının belirtisi olacaktır. Bu gelişmenin sonucunda İlâhî İrâde Yasaları, bunlara uyumun gereği ve önemi daha iyi anlaşılmış olacak. Buna bağlı olarak da insan, kendi varlık nedenini daha iyi kavrayarak ve onu tamâmen pozitif anlamda değerlendirme düzeyine ulaşacaktır. Nasıl ki, dünyanın kadîm tarihi içinde pek çok varlık bu düzeye ulaşmış ve bunlar çeşitli şekillerde gelişim yolunun; daha yavaş ilerleyen, gerilerde kalmış yolcularına yardım etmeye çalışmışlardır.
Belli bir gelişmişlik düzeyine ulaşıldıktan sonra yardımlaşmak ve paylaşmak; duygusal bir motivasyonun da ötesinde, yardımlaşma bilinciyle yapılır. Bu uygulamada vicdan kaynaklı itilimler de büyük ölçüde devrededir. Her ne kadar vicdan realitesinde de biraz duygusallık varsa da; bu, duygu realitesindeki kadar yoğun değildir: Bireyin kendi çıkarları büyük ölçüde ikinci planda kalmıştır.
Görülüyor ki, eğer yaşamınızda vicdan sesinizle elde etmiş olduğunuz bilginize uygun ve kendi kendinizi denetlemede, her zaman nefsinizi yenebilecek derecede hareket edebiliyorsanız, sizin için dine/mezhebe gerek yoktur(6). Ama bunlarda aksaklık ve kendinize güvensizliğiniz varsa, bağlı olduğunuz dinin emir ve yasaklarını izleyerek kendinizi disiplin altında tutmakta yarar olabilir. Dünümüz dünyasında milyarlarca birey olduğuna göre, her ne kadar dinsel öğreti(vahy) Hz.Muhammed ile noktalanmış olsa bile, din hâla bazıları için gereklidir ve işe yarar durumdadır.
Herhangi bir varlık hangi kademede/gelişim düzeyinde olursa olsun, hareketlerinden ve dolayısıyla başlattığı  ya da başlamasına vesile/aracı olduğu bir fiilden ve onun sonuçlarından sorumludur. Esâsen Sebep-Sonuç Yasası’nın gereği de budur. Yukarıda sözünü ettiğimiz dinsel öğreti bağlamında bu durum daha da önem kazanır çünkü hedef kitle dünya beşeriyetidir. Bir mekânda din şeklinde ruh varlığına yapılan bir etki, yâni bilgi ya da bir eylemle ortaya çıkan bir etki; sâdece etkileyeni değil, etkileneni de sürekli olarak kucaklar(7). Bir  dinin peygamberi de peygamberliğinin devamı boyunca etkin durumdadır ama ömrünün bitişinden sonra da, ruh varlığı(öz benlik) olarak aynı tesirin devamı kaderini sürdürür.
Peygamberler, büyük inisiyeler ve toplum önderleri gibi büyük aksiyonerler her zaman eserlerinin arkasındadırlar. Böyle aksiyoner bir varlık dünyadan başka bir uzaysal objede başka bir vazifeyi üstlense de, önceki vazifesiyle ilgisini kesmez, o vazifenin izleyicisi olmayı sürdürür. Böyle büyük aksiyonerler dışındaki sıradan varlıklar bile, bir gelişim ortamında yaşarken, daha önce yaşamış olduğu mekânlardaki fiillerinin; hem sonuçlarıyla kesintisiz olarak, hem de orada bırakmış olduğu(yarım kalmış) bir eylemin devamını sürdürür. Bu arada, bir varlık(öz benlik) bir zaman mekân ortamına enkarne olduğu zaman, enerjisinin tamamını fizik bedene yönlendirmez, enerjisinin ve ilgisinin bir kısmını(8) bedene bağlamıştır.
Dünya bedeniyle, onun sâhibi ve var oluş nedeni olan öz benlik arasındaki bu bağlantıdan(yâni enkarne durumdan) gelişim ve şuurlanma yönünde iyi bir sonuç alabilmesi, kendini bilme ve tanıma duyarlılığı içinde gelişmeye ve şuurlanmaya bağlıdır. İşte bu noktada duygular/duygusallıklar konusunun önemi ortaya çıkmaktadır. Yukarıda da değindiğimiz duygu yönetimi ve duygusallıkların kontrolündeki başarı, varlığın doğru bildiğini uygulaması ve idraklenerek şuurlanması bakımından önemlidir. Bu bağlamda, dünya beşeriyeti bu günkü görünümüyle  devre sonu toplumu olarak duygu realitesinden çıkmaya ve mâkul vicdan düzeyini yakalamaya çalışmaktır ki, “insanlaşmak” açısından makbul olan da budur. Mâkul vicdan düzeyinde duygular devre dışıdır, yâni duygusallık söz konusu değildir ama duygular çok büyük oranda kontrol altına alınmıştır. Akıl duygulara egemen hâle gelmiştir. Böylece, Kur’an’da da defalarca yinelenen ve “Akıl etmez misiniz, hâla düşünmeyecek misiniz, aklını işletmeyenlerin üzerine pislik yağar…” vb. meâlindeki âyetlerde(9) anlamını bulan İlâhî Murad gerçekleşmiş olur. Bu başarı dünya beşeri için bir bakıma “uyanış”tır(şuurda uyanış, kıyam). Bu aşamaya ulaşmış olan bireyin artık duygular/duygusallıklar içeren deneyimler geçirerek(yâni dinsel öğretiyle) gelişmesine gerek kalmamıştır. Bu gibiler dinsel öğretiyi de gerçeğine en yakın şekilde anlayanlardır. Kadîm zamanlardan günümüze değin gelmiş olan “Ârife din gerekmez.” söylemiyle de bu durum ifâdeye konmak istenmiştir, sanıyoruz.

 ………………………………………………..
(1)    SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 373, 619.
(2)    “hidrojen âlemi” kavramı için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 10,11,12,44,49,54,55,71,260,263,276,315
(3)    SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 482.
(4)    SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 570.
(5)    İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 70 ve devamı,83,166,186.
(6)    SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 630.
(7)    SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 633.
(8)    Bu oran; SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ’ne göre %20-25’tir. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’a göre7/8’dir.

(9)    Âyetler; Kamer 17+22+32+40, Muhammed 24, Nûr 61, Rûm 8+9, Mâide 103, Zariyat 21+49,Yunus 100.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder