Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

30 Ocak 2021 Cumartesi

“KENDİNİ BİLMEK” BU KADAR ÖNEMLİYSE...

“KENDİNİ BİLMEK” BU KADAR ÖNEMLİYSE...

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

Mikrosundan makrosuna kadar yaratılmış olan her şey birer birim düalitedir(*). Birim düaliteler hem tesir alır, hem tesir yayar. Durum böyle olunca, olaylar silsilesinden ibaret olan yaşam içinde ömür boyu, tesir bombardımanı altındayız demektir     . Çünkü sadece bizim yaşam ortamımız ve kendimiz değil, tüm evren tesirler ağıyla örülüdür. Otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli”(**) enkarneleri olarak aldığımız tesirlere göre hareket eden canlı “makineler” gibiyiz sanki...

 

Bu anlamda “uyur gezer makineler” durumundan kurtulmak, yâni ezoterik anlamda “uyanmak” ve makinelikten kurtulmak için kendini tanıma/bilme duyarlılığı içinde idraklenip şuurlanmak durumundayız. Zâten yaşamın ve var oluşun amacı da bu değil midir? Bunun önündeki en büyük engel kendi nefsaniyetimizdir. Akıl vicdan nefsin egemenliğinden kurtarılmadıkça, insanın kendinin gerçek doğasını tanıma konusundaki başarısı hemen hemen olanaksızdır. Dolayısıyla önce ham yanımız olan nefsaniyetten(onun zaaflarından, özelliklerinden, kabalıklarından vb.) başlamak gerek. Bencilliğin iplerinden kurtulmadıkça, gerçek anlamda özgürlüğe kavuşulamaz.  

 

Gerçek ve kalıcı özgürlük ve hatta mutluluk/iç huzuru, nefsâniyet ve maddecilik bağlarından kurtulmak ile gelir. Bunun anahtarı KENDİNİ BİLMEKTİR. Bilmek ise uygulamakla olur. Kendini bu anlamda bilmeyen, yani kendi gerçek doğasından habersiz birey günlük yaşamda bencilliğini zevkli bir hilekârlıkla kendine ve başka varlıklara yutturmaya çalışır. Nefsaniyet duygusallığın kaynağıdır. Kendini tanıyıp, nefsaniyetini söndürme çabası göstermeyenlerin gelişmekte oldukları kuşkuludur. Daha doğrusu bunlar, maddeye saplanmış ve oldukları yerde patinaj yapma etkinliği içindedir. Ya da buna “alan tarar şekilde gelişmek” de denir. Yâni “dön baba dönelim...”

 

Nefsinin arzularına bağımlı olan birey kendi gerçeğini unutur. “Kendinden habersizlik, kendini bilmezlik” de denebilecek bu durum bir bakıma “varoluşsal anlam boşluğ”udur. Hangi dinden olursa olsun, bu anlamda kendini bilmeyenin Rabbi, kendisidir; kendine tapar, kendi realitesini putlaştırmıştır. Yukarıda belirttiğimiz anlamda, kişi uyanmadan kendine yönelik putperestlikten kurtulamaz. Kendini bilmek, sevmeyi öğrenmek ve BİR’in yasalarına göre hareket etmek ruhsallığın özüdür.” (Ergün Arıkdal, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER)

 

Kendini bilmek/tanımak bu kadar önemli ise, neden çoğu insan bu konuda yeterince çaba sarf etmez? Bu soru karşısında ilk akla gelen “yaşam planı” konusudur. Varlık, enkarne olmadan önce hazırladığı yaşam planında, doğrudan kendini tanımak duyarlılığı gibi bir konu yoksa, bu yönde uygulamalar yapması gerekmiyorsa, bu olmaz. Varlık bu noksanını önceki bedenlenmelerinde ya halletmiştir ya da bundan önce yapması gereken başka işleri vardır; o işleri, o alt yapıyı tamamladıktan sonra, sıra kendi gerçek doğasını merak etmeye gelecektir...

 

Kedini bilmeye/tanımaya yönelik söz konusu kayıtsızlığın daha pratik ve göz önündeki bir nedeni de, küçük yaşlardan başlayarak ailelerin ve toplumun koşullandırmalarının “tozu toprağı”(“örtüleri”) altında kalan gerçek benliğin, giderek görünmez hale gelmesidir: Bize, kim olmamız gerektiği, nasıl düşüneceğimiz, neye inanacağımız, kimleri dost edinip kimlere düşman olacağımız, hayatta nelere değer vereceğimiz, nasıl bir iş, nasıl bir eş seçebileceğimiz, kimlere, nasıl davranacağımız dikte edilir. Zaman geçtikçe, hem bu koşullanmaların etkisi, hem de çevremizdeki insanlar tarafından onaylanma arzusuyla, kendimiz olmaktan çıkıp bir bukalemuna dönüşür, ortama uyum sağlamak için durmadan renk değiştiririz(“sahte benlikler”)(***).

 

Oysa, güçlü insanların ortak özelliklerinin başında, tüm bu karmaşa içinde kulak verdikleri “kalplerinin sesini” akıl süzgecinden geçirmeleri ve kendi değerlerini oluşturabilmeleri gelir. Kişinin, kalbinin/vicdanının sesini dinleyebilmesi, nefsini ne kadar kontrol altına almış olmasıyla doğru orantılıdır. Kaba nefsin hezeyanları, kulak tırmalayıcı parazit gibidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, vicdanını ve aklını nefsinin egemenliğinden kurtarabilmiş erdemli bilge insanlar duygu ve düşüncelerinin farkındadırlar; neyi, neden istediklerini ya da istemediklerini bilirler. “Uyanmış” ya da uyanma yolunda olanlar da bunlardır.

.....................................................

(*) birim düalite: İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 24,26,41.

(**) yarı idrakli: a.g.e. syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.

(***) sahte benlikler: https://www.facebook.com/events/d41d8cd9/sahte-benliklerimiz-ve-maskeler/1902609979968539/

 

 

RUH VARLIĞI EVRENİN ETKİN VE DENEYCİ ÖĞESİDİR

 

RUH VARLIĞI EVRENİN ETKİN VE DENEYCİ ÖĞESİDİR

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever


Sâdece elimizdekilerin değil, dünyadaki her şeyin “geçici, tükenici” olduğunu (Kur’an, Nahl 96) ve bedenimiz de dâhil her şeyin asıl kendimiz(öz benliğimiz) yâni biz varlıklar için birer gelişim aracı olduğunu biliyoruz. Öz benlikler(ruh varlıkları) olarak bu geçici gelişim araçlarını çok farklı şekillerde ve değişik amaçlarla kullanarak “maddesel sistemleri yönetmenin egzersizlerini yapıyoruz.”(SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, celse 157). Çünkü ruh varlığı evrenin etkin öğesidir ve ruh varlığının, düşünebileceğimiz en olmadık denemeleri yapma ruhsatı vardır. Evrenler ruhtan dolayıdır ve ruhun tekâmülü içindir.

Şimdi bizler otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli duygusal varlıkları olarak, maddesel sistemleri yönetmeyi öğrenme egzersizleri bağlamında yaptıklarımızın bazıları tıp biliminin alanına giren rahatsızlıklardır. Rahatsızlıkları deneyimlerken içine girdiğimiz sıkıntılar vesilesiyle farklı etkinlikler, alışkanlıklar, etkileşimler ve ilişkiler içine girip çıkar ve çok değişik “kıyas bilgileri” kazanırız. Başımıza gelen sıra dışı olaylar ve rahatsızlıklar beşerî ölçülerimize göre idrakimizi ve duygularımızın dayanma gücünü çok zorluyor olsa da, bu aykırılıkların(anomalilerin) bedenin sahibi öz benlik için farklı hâletleri deneyimleme senaryoları olduğunu kabullenmemiz gerek. Çünkü genel ruhçuluk bilgilerimiz bizlere ruh varlığının, evrenin etkin(aktif) öğesi olarak her şeyi deneyimlediğini söylemektedir. “Çok acayip, bu kadar da olmaz...” dediğimiz vak’alarda ruh varlığı yaşam planına bağlı olarak ve üyesi olduğu ruhsal plana yönelik vazifesi kapsamında önemli hareket ve fiilleri gerçekleştirmektedir. “Tüm hareketlerin ve fiillerin hedefi vazifedir.” demişti Bedri Ruhselman (RUH ve KÂİNAT adlı eserinde).

Çeşitli rahatsızlıklardan ıstırap çeken ve o sıkıntılar içinde yaşamak durumunda olan hatta kıvranan hemcinslerimiz için çok üzülürüz ama duygusallığımızı biraz frenleyip, böyle varlıkların çok önemli deneyimler içinde olduklarını bilmemiz belki onlara yönelik yardımlarımızı da kolaylaştıracaktır. Bunlardan en çok  bilinenler/güncel olanlar; alzheimer, bitkisel hayat, kanser vb. Bu anomali nitelikli ve hatta, “Şimdi burada ruh varlığı ne deneyim yapıyor yâni...”dedirten ratsızlıklardan biri de (resimlerini ekte gördüğünüz)  rahatsızlıktır. Tıp biliminin “Ankylosing Spondylitis” dediği bu rahatsızlık ve ıstırap içinde  hasta, 28 yıl bu şekilde yaşadıktan sonra, ameliyatla omurga düzelmiş. Videoda bu ıstıraplı yaşamın ve bağlı olarak kendisine yardım edenlerin deneyimlediklerinin ayrıntılarını ibretle izliyoruz(*). Toplu halde (mâşerî) yaşamanın varlıklara sunduğu gelişim olanaklarından biridir bu:

Ruh varlığı, mensubu olduğu ruhsal planla birlikte hazırladığı bir senaryoyu enkarne halde dünyada sahnelemiştir. Bu sahnede baş rolde kendisidir ama senaryodaki öteki oyuncular da(ailesi, yakınları, izleyenler, tıbbi müdahelede bulunan sağlık çalışanları vb.) bundan nemalanarak “kıyas bilgileri”(**) edinirler, bu konuda araştırma yapan akademisyenler yeni bilgilere ulaşırlar. Yeter ki varlıklar; fehim ve ferasete, “gören gözlere, işiten kulaklara” ve “işlevsel akla” sahip olsunlar(***)... “…demek ki yüksek benliğiniz, sâdece kendisine özgü bazı deneyimleri edinmek ve sentezleri yapmak için bedenlenmiyor. O, bedeni oluşturan madeseel kütlenin de gelişimini sağlamak için enkarne olmuştur. Böylece maddesel sistemleri yönetmenin egzersizlerini yapmaktadır. Yüksek benler için bu, maddeyi yönetmek ve maddeyi geliştirmek bakımından elde edilmiş olan epeyce yüksek bir realitedir ve büyük bir başarı sayılabilir.”(Sadıklar Planı Tebliğleri, Celse 157)

Durum böyle olunca, bir evren varlığı olan yüksek ben(özbenlik), bağlı olduğu ruha hizmet kapsamında aklımıza hayalimize gelmeyecek uygulamalar yapar. Bunların bir kısmı, şimdiki bizlerin idrak düzeyimize ve beşerî değerlerimize  göre çok “abes”, “gereksiz” ve hatta “korkunç” ve “lânetlenesi” şeyler olabilir. Takdir edersiniz ki, bunların hepsi “yarı idrakli” enkarneler olan bizlerin etiketlemeleridir. Oysa, ruh varlığı için böyle nitelendirmeler söz konusu olabilir mi… Ruh varlığı için, “iyi”, “kötü” vb. rölatif değerlendirmeler olabilir mi… Yukarıdaki tebliğ ifâdesinden anladığımız kadarıyla, ruh varlığı(özbenlik/yüksek ben); bağlı olduğu ruha hizmet kapsamında, gelişimini sürdürmek ve etkileşimde bulunduğu maddesel öğeleri de geliştirmek kapsamında her türlü denemeyi yapar, yapmaktadır. 

....................................................

(*) https://www.youtube.com/watch?v=1ycLWc4bRtg&feature=youtu.be&ab_channel=SouthChinaMorningPost

(**) “kıyas bilgileri” için bkz. İLAHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 119 ve devamı.

(**) “gören gözler, işiten kulaklar ve işlevsel akıl” konularında bkz. Kur’an, Neml 52, Fussilet 53, Secde 26, Naziat 26, Bakara 171, Rûm 21+22+23+24, Enbiya 45, Kamer 17+22+33+40, Muhammed 24, Nûr 61, Rûm 8+9, Mâide 103, Zâriyat 21+49, Enbiya 10+44.

 

 

22 Ocak 2021 Cuma

DEVRE SONUNDA DUYGU YÖNETİMİNDE USTALAŞMAK

 DEVRE SONUNDA DUYGU YÖNETİMİNDE USTALAŞMAK

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

Gelişimin devresel olduğunu biliyoruz. Varlık toplulukları devreden devreye geçerek gelişirler. Yerküre üzerinde, onun oluşumundan beri kaç devre geçti, bilinmiyor ama şimdi bizler dünya beşeriyeti olarak 6-7 bin yıllık(yaklaşık Sümerliler’den, İbrahim Peygamber’den bu yana) bir Âdem Devri’nin sonlarında ve aynı zamanda yeni bir devrenin arifesindeyiz. Kaçınılmaz sona doğru yaklaşırken, doğal ve toplumsal olaylardaki farklılaşma giderek artmakta ve belirginleşmektedir. Bu değişimin beşerî duygulara yansıması da (bireysel gelişim düzeylerine bağlı olarak) şiddetlenerek çeşitli teşevvüş şekilleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Günlük yaşamda, beşerî ilişkiler ve etkileşimler bağlamında ortaya çıkan bireysel ve kitlesel düzeydeki olaylar büyük ölçüde duygulara ve duygusallıklara dayalı görünmektedir. Kendini tanıma duyarlılığı ve gayreti içinde duygularını ve vicdanını nefsinin egemenliğinden kurtarabilmiş bireylerin bu karmaşa ortamında daha sâkin kalabildiklerini ve sorun çözmede daha isabetli kararlar alabildiklerini psikoloji bilimi bizlere anlatmaktadır. Kısaca, devre sonunun bu karmaşa ortamında duyguların, duygusallıkların ve duygular üzerindeki erdemlere dayalı bireysel egemenliğin önemi de ortaya çıkmış durumdadır. Bu devrenin kapanışı ve yeni devrenin(yerkürenin yeni görünümünün) ayrıntıları İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT adlı eserde bulunabilir(bkz. syf 249 ve devamı).

İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’la gelen bilgilere göre, içinde bulunduğumuz devre beşerî kadrosu olarak(elbette tamâmı değilse bile, bu kadronun belli bir kısmı) hidrojen âleminin sevgi planına açılan kapısına hızla yaklaşmaktadır. Dünya gelişim okulunu bitirip “yarı süptil arasat” da denen sevgi planına geçme liyakati kazanan varlıklar “yarı idraklilik”(*) durumundan da kurtulmuş olarak, vazife planına geçmeden önce son noksanlarını burada giderecekler. Yarı süptil arasata geçmeden, beşerî zaaflarımızdan olan duygusallık kusurumuz giderilmiş olacaktır. Varlığın sevgi planındaki durumu ayrı bir konu. Yeniden ana konumuza dönerek yazının akışını sürdürelim: Genel ruhçuluk bilgilerimizden de biliyoruz ki, dünya beşeriyeti olarak büyük ölçüde duygular üzerinde çalışan(sanki duygular ve duygusallıklar üzerinde mastır yapan) varlıklarız. Bu nedenle, duygularımızla/duygusallıklarımızla ilgili yaşam sınavlarımız içinde ve de bunlar aracılığıyla duygularımızı yönetip yönlendirmeyi öğrenmek, öğrenmenin de ötesinde bu konuda ustalaşmak dünya gelişim okulunda mezun olmak bakımından son derece önemli.

Günlük yaşamda duyularımızla algıladıklarımız bizi duygulandırır, hattâ duygusallaştırır. Toplu halde yaşamanın gereği olarak içine girip çıktığımız ilişki ve etkileşimler örüntüsünün sağlıklı ve erdemler yönünde olması büyük ölçüde duyguların kontroluna ve yönetimine bağlıdır. Günlük yaşamda sürekli olarak yataydan ve düşeyden kesintisiz “tesir bombardımanı” altında olduğumuz için; sık sık başımıza gelen olaylarda ne kadar sâkin olabilirsek, gelen tesirden gelişim yönünde o kadar çok yararlanabiliriz. Aldığımız tesire vereceğimiz tepki( ya da tepkisizlik ki o da bir tepkidir) genel gelişmişlik düzeyimiz bakımından ipuçları taşır. Söz konusu sükûnet, çok büyük ölçüde duygularımız, dolayısıyla nefsimiz(vicdan birim düalitemizin olumsuz alt öğesi) üzerindeki egemenliğimiz ve kontrol gücümüzle ilgilidir.

Erdemli bilge kişilere özgü böyle bir güce sâhip olmak ve duygularımıza hitap eden olayları(ki toplu halde yaşam çokluk ve çeşitlilik hâlinde bunlarla doludur) olabildiğince sükûnetle değerlendirmek gerek. Çünkü “kıyas bilgilerimiz”(**) bu şekilde daha iyi oluşmaktadır. Kıyas bilgileri, varlığın (görgü ve deneyim birikimiyle birlikte) öz bilgilerinin hammaddesini oluşturur. Kendimize yönelik bir etki(tesir) geldiği zaman, duygusallaşmak, kazanmamız olası bir ‘+’ puanı kaçırmanın ötesinde, sıkıntılı durumlara girmemize neden olur ve bir gelişim fırsatı da kaçırmış oluruz. Yaşam boyunca içine girip çıktığımız olayları içsel gelişim ve erdemler yönünde değerlendirebilmemiz çok büyük ölçüde, duyguların ve aklın nefsin egemenliğinden kurtarabilmiş olmamıza bağlıdır. Bu nedenle, gelen etkinin kaynağından çok, bizim neremizi “acıttığı” önemlidir: Öfkelendik mi, kıskandık mı, nefret mi duyduk, korktuk mu vb.vb. Söylemesi kolay ama uygulaması oldukça zor olan böyle bir duyarlılıkla yapabileceğimiz bir uygulama bize bir beşerî zaafımızı, düzeltmemiz gereken bir yanımızı işaret edecektir. Yâni böyle bir etki karşısında; kendimize yönelmek ve içine girdiğimiz duygulanmayı olabildiğince derinden duyumsamak ve deneyimlemek ve bu şekilde benliğimizdeki bir noksanlığın farkına varmak...

Tüm bunlardan dolayı, “Duygularınızı tam olarak kullanın...” denmiştir, yâni fısat/vesile ortaya çıktığı zaman, onların hâletini derinlemesine yaşayın... Ayrca, bulunduğunuz yerde, yâni o anda olun. Çevrenize bakın, sâdece bakın ama yorumlamayın. Işığı, şekilleri, kıvrımları, kırıkları vb. her şeyi görün. Bakın ve görün. Bakmak başka, görmek başkadır, unutmayın. Bu tutum aynı zamanda “sağlıklı gözlem”in(***). Gelişim açısından birçok

noksanımızı, bu anlamda “sağlıklı gözlem” ile (başkalarının başına gelenleri gözlemleyerek) giderebiliriz. Her bir şeyin sessiz varlığının farkında olun. Sesleri dinleyin, onları yargılamayın/hüküm vermeyin. Seslerin ötesindeki sessizliği dinleyin. Herhangi bir şeye dokunun ya da uygunsa elinize alın ve onun varlığını duyumsayın, duyularınızın hepsini ona yöneltmeyi deneyin; onu koklayın, tadın, ısısını, sertliğini/yumuşaklığını algılamaya çalışın. Nefes alış verişinizin ritmini izleyin, ciğerlerinize girip çıkan havayı duyumsayın. Bedeninizin canlılığını algılamaya çalışın. Kendiniz ve çevrenizle birlikte her şeyin içinde olduğu AN’ı duyumsayın. Kendinizi ve kendini tanımanın önemini önemseyin.

..........................................................

(*) bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.

(**) “kıyas bilgileri”: İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 61,122.

(***) “sağlıklı gözlem” için bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 26, 62, 262, 281.