“KENDİNİ BİLMEK” BU KADAR ÖNEMLİYSE...
HAZIRLAYAN: Selman
Gerçeksever
Mikrosundan makrosuna
kadar yaratılmış olan her şey birer birim düalitedir(*). Birim düaliteler hem
tesir alır, hem tesir yayar. Durum böyle olunca, olaylar silsilesinden ibaret olan yaşam içinde ömür boyu, tesir bombardımanı altındayız
demektir . Çünkü sadece bizim yaşam
ortamımız ve kendimiz değil, tüm evren tesirler ağıyla örülüdür. “Otomatik gelişim düzeyinin yarı
idrakli”(**)
enkarneleri olarak aldığımız tesirlere göre hareket eden canlı “makineler” gibiyiz sanki...
Bu
anlamda “uyur gezer makineler” durumundan
kurtulmak, yâni ezoterik anlamda “uyanmak”
ve makinelikten kurtulmak için kendini
tanıma/bilme duyarlılığı içinde idraklenip şuurlanmak durumundayız. Zâten yaşamın ve var oluşun amacı da bu değil midir? Bunun önündeki en büyük engel kendi
nefsaniyetimizdir. Akıl vicdan nefsin egemenliğinden kurtarılmadıkça, insanın
kendinin gerçek doğasını tanıma konusundaki başarısı hemen hemen olanaksızdır.
Dolayısıyla önce ham yanımız olan nefsaniyetten(onun zaaflarından,
özelliklerinden, kabalıklarından vb.) başlamak gerek. Bencilliğin iplerinden
kurtulmadıkça, gerçek
anlamda özgürlüğe kavuşulamaz.
Gerçek
ve kalıcı özgürlük ve hatta mutluluk/iç huzuru, nefsâniyet ve maddecilik
bağlarından kurtulmak ile gelir. Bunun anahtarı KENDİNİ BİLMEKTİR. Bilmek ise
uygulamakla olur. Kendini bu anlamda bilmeyen, yani kendi gerçek doğasından
habersiz birey günlük yaşamda bencilliğini zevkli bir hilekârlıkla kendine ve
başka varlıklara yutturmaya çalışır. Nefsaniyet duygusallığın kaynağıdır.
Kendini tanıyıp, nefsaniyetini söndürme çabası göstermeyenlerin gelişmekte
oldukları kuşkuludur. Daha doğrusu bunlar, maddeye saplanmış ve oldukları yerde
patinaj yapma etkinliği içindedir. Ya da buna “alan tarar şekilde gelişmek” de denir. Yâni “dön baba dönelim...”
Nefsinin
arzularına bağımlı olan birey kendi gerçeğini unutur. “Kendinden habersizlik, kendini bilmezlik” de denebilecek bu durum
bir bakıma “varoluşsal anlam boşluğ”udur.
Hangi dinden olursa olsun, bu anlamda kendini bilmeyenin Rabbi, kendisidir; kendine
tapar, kendi realitesini putlaştırmıştır. Yukarıda belirttiğimiz anlamda, kişi
uyanmadan kendine yönelik putperestlikten kurtulamaz.
“Kendini bilmek, sevmeyi öğrenmek
ve BİR’in yasalarına göre hareket etmek ruhsallığın özüdür.” (Ergün
Arıkdal, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER)
Kendini bilmek/tanımak
bu kadar önemli ise, neden çoğu
insan bu konuda yeterince çaba sarf etmez? Bu soru karşısında ilk akla gelen “yaşam planı” konusudur. Varlık, enkarne
olmadan önce hazırladığı yaşam planında, doğrudan kendini tanımak duyarlılığı
gibi bir konu yoksa, bu yönde uygulamalar yapması gerekmiyorsa, bu olmaz.
Varlık bu noksanını önceki bedenlenmelerinde ya halletmiştir ya da bundan önce
yapması gereken başka işleri vardır; o işleri, o alt yapıyı tamamladıktan
sonra, sıra kendi gerçek doğasını merak etmeye gelecektir...
Kedini
bilmeye/tanımaya yönelik söz konusu kayıtsızlığın daha pratik ve göz önündeki bir nedeni de, küçük yaşlardan başlayarak
ailelerin ve toplumun koşullandırmalarının “tozu
toprağı”(“örtüleri”) altında
kalan gerçek benliğin, giderek görünmez hale gelmesidir: Bize, kim olmamız
gerektiği, nasıl düşüneceğimiz, neye inanacağımız, kimleri dost edinip kimlere
düşman olacağımız, hayatta nelere değer vereceğimiz, nasıl bir iş, nasıl bir eş
seçebileceğimiz, kimlere, nasıl davranacağımız dikte edilir. Zaman geçtikçe,
hem bu koşullanmaların etkisi, hem de çevremizdeki insanlar tarafından
onaylanma arzusuyla, kendimiz olmaktan çıkıp bir bukalemuna dönüşür, ortama
uyum sağlamak için durmadan renk değiştiririz(“sahte benlikler”)(***).
Oysa, güçlü
insanların ortak özelliklerinin başında, tüm bu karmaşa içinde kulak verdikleri
“kalplerinin sesini” akıl süzgecinden geçirmeleri ve kendi değerlerini
oluşturabilmeleri gelir. Kişinin, kalbinin/vicdanının sesini dinleyebilmesi,
nefsini ne kadar kontrol altına almış olmasıyla doğru orantılıdır. Kaba nefsin
hezeyanları, kulak tırmalayıcı parazit gibidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,
vicdanını ve aklını nefsinin egemenliğinden kurtarabilmiş erdemli bilge
insanlar duygu ve düşüncelerinin farkındadırlar; neyi, neden istediklerini ya
da istemediklerini bilirler. “Uyanmış”
ya da uyanma yolunda olanlar da bunlardır.
.....................................................
(*) birim düalite: İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.
24,26,41.
(**) yarı idrakli: a.g.e. syf.
3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.
(***) sahte benlikler: https://www.facebook.com/events/d41d8cd9/sahte-benliklerimiz-ve-maskeler/1902609979968539/