Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

25 Nisan 2021 Pazar

Yaşam ile ölümün döngüsel doğasındaki gizem...

 

Yaşam ile ölümün döngüsel doğasındaki gizem...

ÖLÜM İLE “YOK” OLAN BEDENDİR, RUH VARLIĞI YOK OLMAZ.

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

İNSAN bir yanıyla, fizikokimyasal yasalara bağlı olarak değişen ve sonunda ölüm ile toprağa karışan; bir öteki ve asıl yanıyla ölümden sonra da var olmayı sürdüren ruh varlığıdır. Bu arada, “Dünya yaşamına veda etmek” ya da “ahiret yurduna yürümek” de denen ölümden sonra var olmayı sürdüren yanımız RUH değildir. Ruh, evren üstüdür, bedenin içinde ruh olmadığı gibi, evrende de ruh yoktur(*). Ruh,  ALLAH’ın yalnız kendisine özgü olan tasarrufu ile meydana gelmiş olan tek bir enerji çekirdeğidir.”(Sadıklar Planı Tebliğleri, celse 43) Dünya bedeniyle birinci derecede bağlantısı olan; ruh değil, ruh varlığıdır(öz benlik).

 

Ölümden önceki bedensel ben, nasıl maddelerle ilgili bir yapı ise, ölümden sonraki yanımızın da öylece maddelerle ilgili bir tezâhür olduğunu deneysel ruhçuluk literatüründen biliyoruz. Kendini bilmezlikten, insanın gerçek doğasından habersizlikten/bilgisizlikten kaynaklanan cahillikle kimileri kendini bedenden  ibâret sanır ve ölüm ile yok olacağı yanılgısı içindedir. Bu şekilde kendinin bedenden ibaret olduğu yanılgısı içinde yaşayanlara (kadîm Sufi bilgeliğinde) “ceset olarak yaşayanlar” denir.

 

Oysa, ölüm denen geçişle “yok olan” bedendir; aslında beden için de; “yok olmak” değil, “aslına dönmek” demek daha doğru olur. Çünkü beden, dünyasal elementlerden yapılmış bir organizmadır, ölüm ile öz benlik-beden ilişkisi kesilince, beden/ceset toprağa gömülerek( ya da bazı geleneklerde olduğu gibi yakılarak) elementlerine ayrılır, toprak olur, kül olur, duman olur... Bu anlamda, beden için de yok olmak söz konusu değil, aslına dönüş söz konusudur. O bedeni bir ömür boyu canlı tutmuş olan ruh varlığı var olmayı ebediyen sürdürür ve belli bir süre sonra gelişim ihtiyaçlarına göre ve belli bir yaşam planıyla yeniden bedenlenir.

 

Bu durum yaşam ile ölümün ebediyen sürüp giden döngüsel doğasıdır. Bu nedenle ölüm üzücü/üzelecek bir şey değildir. Elbette ölen bir yakınımızın arkasından sevinecek değiliz ama genel geçer âdetlere/geleneklere uyumsuz düşmemek adına üzülsek de; bu gerçeği hemen  anımsamak, bilgiye yönelik minnettarlığın ve bilgeliğin gereğidir. Kısaca, ölüm üzücü/üzülünecek bir şey değil; üzücü olan, çoğu kimsenin ceset olarak yaşıyor, yani aslında “yaşamıyor” olmasıdır. Kendinden habersizlik varlıksal bir cehalettir. Tüm kadim inisiyasyonların ve kutsal vahy ile gelen öğretilerin ana temasının odağında kendini bilmek vardır.

..............................................

(*) Bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT

 

10 Nisan 2021 Cumartesi

YARI İDRAKLİ GELİŞİM DÜZEYİNDE ENKARNE VARLIĞI DOĞRU YOLDA TUTMANIN ZORLUĞU

 YARI İDRAKLİ GELİŞİM DÜZEYİNDE ENKARNE VARLIĞI DOĞRU YOLDA TUTMANIN ZORLUĞU

Hazırlayan: Selman Gerçeksever

Gelişim süreci içinde beşeri kusurlardan arınmak, böylece idraklenmek, şuurlanmak ve giderek biraz daha dünya okulundan mezun olmaya lâyık düzeye gelmek için yaşamlar boyu sanki didiniyoruz. Bu varlıksal uğraşımızda, deneyimlediğimiz sıkıntılı, hattâ azap şiddetindeki olaylar da dâhil her şey biz  varlıkların gelişimi için birer araç ve fırsat. Bu gidişin ilâhî düzene uygun olarak sürmesi için de Sebep-Sonuç Yasası(nedensellik, determinizm, illiyet ilkesi) her an devrede. Dünya gelişim okulundan mezun olup, yarı süptil arasata(1) adım atabilecek liyakate ulaşmak için beşeri kusurlardan ve “yarı idraklilik”ten(2) kurtulmak gerek. Bizleri bu varlıksal hedeften uzak tutan kusurlarımızı yinelememek için, doğru yola yönlendirici ya da bizleri doğru yolda tutucu uyaranlarla hep karşılaşırız. Bu uyaranlar, vicdan sesimiz başta olmak üzere, devre boyunca beşeriyete kutsal metinlerle gelen uyarılar, seçkin inisiyatik öğretilerin bilgileri, beşeri yasalar(hukuk düzeni), çevremizde olup bitenler vb.

Söz konusu uyaranları önemsediğimiz ve bunlardan ders aldığımız sürece doğru yolda, varlıksal ve evrensel hedefimize ulaşma yolunda başarılı sayılırız ama bunun tersi durumda ise giderek şiddetlenen ve eprövleşerek gelen uyaranlara, sıkıntılı telafilere, hattâ azap düzeyindeki uyaranlara müstahak oluruz. Tüm bunlar gelişim yolunda, beşerî kusurlarımızı telâfi vesileleri ve fırsatlarıdır. Devre boyunca beşeriyet, peygamberler ve bu düzeydeki bilgeler aracılığıyla sürekli uyarılmıştır. Bu ilâhî uyarılara aldırış etmeyen bireylerin/toplumların deneyimlediği azap düzeyindeki telâfiler hep anlatılmıştır. Bunların hepsi ve her şey ilâhî yadım kapsamında bizlerin iyiliği(varlıksal kazanımı, idraklenmesi, şuurlanması ve insanlaşması) içindir.

Kişi yapıp ettiklerinden dolayı azap verici telâfi ile karşılaşmadan önce, daha hafif sıkıntılarla(uyaran ve uyarılarla) karşılaşır ki, bunları yukarıda belirttik. Bu durum Kur’an’da şöylece ifadesini bulmuştur: “Belki dönüp yola gelirler diye, onlara büyük azaptan önce, kesinlikle daha yakın bir azabı da tattıracağız.“(Secde 21). Dolayısıyla esas olan azap değil, insana eziyet etmek değil; kusuru yinelemekten vazgeçip, doğru yola dönmektir. Görülüyor ki, esas olan, varlıkları “doğru yol”da, hak yolunda tutmak, cezalandırmak, eziyet etmek değildir. Burada doğru yol/hak yolu, yaşam planına uygun yaşamak, bu planın(Yukarı’ya verilen sözün) gereğini yetine getirmektir. Nefsin kandırmacalarıyla(iğvasıyla) ya da toplumsal koşullandırmalarla hak yolundan sapmış olan enkarne, kusurlar sarmalı içinde giderek daha büyük veballerle/telâfilerle karşılaşmaması, azap verici telâfinin sıkıntısını deneyimlememesi için sürekli uyarılır(vicdan sesi, çeşitli dikkat çekici olaylar, çevremizdeki bireylerin uyarıları, yasalar vb.)

Tüm bu yardımlardan amaç, varlığın; dünya gelişim okulunu bitirip, “yarı süptil arasat”a(1) adımını atabilecek liyakate ulaşmasıdır. Bu hedef, şimdilik dünya beşeriyeti olan bizler için en önemli varlıksal hedeftir. Yüzyıllar boyunca bu varlıksal hedefe aday olma liyakatine ulaşmak için sayısız kez enkarne olmaktayız.

....................................................

(1)      yarı süptil Arasat: İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, 307 ve devamı.

(2)      Yarı idraklilik: a.g.e.syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197. 

 

ÖZ BENLİK BEDEN İLİŞKİSİNDE UYUM

 

 ÖZ BENLİK BEDEN İLİŞKİSİNDE UYUM

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

İnsan, ruh varlığının(öz benliğin) organik bedenle olan ilişkisinden doğan geçici bir birim düalitedir(1). Öz benliğin, bedeniyle karşılıklı ilişkisi, “organ-organizatör ilişkisi”(2) görünümündedir. Elbette bunların her ikisi birden, evren üstü ruhun evrendeki tekâmül araçlarıdır. Burada varlık organizatör, beden ise organizmadır. Bu yapılanma içinde, bir bakıma, bedenin”efendisi” olan öz benlik, (toplam gücünün 7/8’lik kadarıyla) bedeni değer farklanması işleyişiyle(mekanizmasıyla)(3) yönetir. Bir insan bedeni onlarca organın, milyarlarca hücrenin ve bedenin kendi hücrelerinden  daha fazla sayıda bakterinin gelişim ortamıdır. Organların ve onları oluşturan hücrelerin ve bakterilerin de elbette kendi öz benlikleri vardır ve bunlar da birer ruh varlığıdır. Bu hâliyle insan bedenine “mikro kozmos” denmesi hiç de yersiz değildir. Beşerî bedenin bu yapısı ve yapılanması üzerine, yüzlerce branşıyla koskoca bir tıp bilimi ortay çıkmıştır.

Tıp bilimin; bedenin tamamı, organların yapısı ve organlar arasındaki akıllara durgunluk veren etkileşim ve iletişim sâdece bu konunun öğrencilerinin değil, bedeniyle ve insanın beden ötesi doğasıyla ilgilenen sıradan insanları bile hayretten hayrete düşürmüştür. Örneğin, sâdece şu örnek bile düşündürücü değil midir:  Organlarla ilgili olarak yeni koşullara uyum konusu. Bunların her birinde birer yaşamsal işlev ve amaç gizlenmiştir. Herhangi bir varlığın çevresi ile olan ilişkileriyle ilgili koşullarda değişiklik ortaya çıkınca, yeni koşullara uygun bir takım morfolojik oluşumun o varlıkta belirmeye başladığını görüyoruz. Bu durumun en iyi örneğini yeni doğan bebekler verir. Anne rahmindeki bir bebeğin dışarıdan oksijen olarak kanını temizlemeye gereksinimi yoktur. Çünkü o yavru saprofit olarak annesinin kanı ile beslenir. Bu nedenle ana rahmindeki bebeğin kan dolaşımı oluşumu başkadır.

Dünyaya gelmiş bebeklerde sağ ve sol kalbin birbiriyle bağlantısı olmadığı halde; henüz doğmamış olanlarda, bu iki kalp kısmı birbirine açılmaktadır. Bu durumda, bunların sağ kalplerindeki kanlar doğrudan doğruya sol kalplerine geçer. Oysa, bebekler doğar doğmaz iş değişir: Artık o, kendi kanını ciğerleri aracılığıyla kendisi temizleyecektir. Bunun için de ciğerlerini çalıştırması gerekir. Onun sağ kalp kanı, önce olduğu gibi ciğerlere uğramadıktan sonra sol kalbe girmez. Böyle olmasaydı, bebek yaşamazdı. Bu gereksinimi karşılamak için ana rahmindeyken, açık bulunan iki kalp arasındaki delikler doğumda kapanır.

Organların ve tüm bedenin yeni koşullara uyum konusu, bunların hepsini görüp gözeten ve yöneten öz benliğin beklide en önemli işidir. Evrensel ve varlıksal bağlamda, uyum konusu ruh varlığının yeni bir işe/aşamaya geçmeden önce atması gereken ilk adımdır. Örneğin, varlık(öz benlik) yeniden bedenlenmeye karar verdiği zaman, hemen enkarne olmaz, uzunca bir süre rehber varlıklarını gözetiminde imajinatif ortamlarda bebeklik uygulamaları yapar. Daha büyük kapsamda olmak üzere, dünya okulunu(hidrojen âlemini) bitiren varlıklar hemen vazife planında gözlerini açmazlar, yarı süptil arasatta, vazife planına uyum etkinlikkeri içeren bir süreç geçirirler(3).

Tüm bunlara ek olarak varlığın uyum etkinlikleri konusunda evrensel Tedric Yasası’nı da unutmamak gerek. İlâhî İrade Yasalarından Tedric Yasası, varlığın ve tüm birim düalitelerinde başarılı uyumlar gerçekleştirmesi için ilâhî bir nimettir. Evende her şey tedrîcen olur ve zamanı geldiğinde tamamlanır/ortaya çıkar.  

..................................

(1)     Birim düalite: madde formu için bkz.:  İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 22,24,26,44,98,222.

(2)     (2) organ-organizatör ilişkisi için bkz.:  a.g.e., syf. 89,91

(3)     Sevgi planının, varlığı vazife planına hazırlayıcı işlevi konusunda bkz.: a.g.e., syf. 311