Yaşam ile
ölümün döngüsel doğasındaki gizem...
ÖLÜM İLE “YOK” OLAN BEDENDİR, RUH VARLIĞI YOK OLMAZ.
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İNSAN bir
yanıyla, fizikokimyasal yasalara bağlı olarak değişen ve sonunda ölüm ile
toprağa karışan; bir öteki ve asıl yanıyla ölümden sonra da var olmayı sürdüren
ruh varlığıdır. Bu arada, “Dünya yaşamına
veda etmek” ya da “ahiret yurduna
yürümek” de denen ölümden sonra var olmayı sürdüren yanımız RUH değildir. Ruh,
evren üstüdür, bedenin içinde ruh olmadığı gibi, evrende de ruh yoktur(*). “Ruh, ALLAH’ın yalnız kendisine özgü olan
tasarrufu ile meydana gelmiş olan tek bir enerji çekirdeğidir.”(Sadıklar Planı
Tebliğleri, celse 43) Dünya bedeniyle birinci derecede bağlantısı olan; ruh
değil, ruh varlığıdır(öz benlik).
Ölümden
önceki bedensel ben, nasıl maddelerle ilgili bir yapı ise, ölümden sonraki
yanımızın da öylece maddelerle ilgili bir tezâhür olduğunu deneysel ruhçuluk
literatüründen biliyoruz. Kendini bilmezlikten, insanın gerçek doğasından
habersizlikten/bilgisizlikten kaynaklanan cahillikle kimileri kendini
bedenden ibâret sanır ve ölüm ile yok
olacağı yanılgısı içindedir. Bu şekilde kendinin bedenden ibaret olduğu
yanılgısı içinde yaşayanlara (kadîm Sufi bilgeliğinde) “ceset olarak yaşayanlar” denir.
Oysa, ölüm
denen geçişle “yok olan” bedendir; aslında beden için de; “yok olmak” değil, “aslına dönmek” demek daha
doğru olur. Çünkü beden, dünyasal elementlerden yapılmış bir organizmadır, ölüm
ile öz benlik-beden ilişkisi kesilince, beden/ceset toprağa gömülerek( ya da
bazı geleneklerde olduğu gibi yakılarak) elementlerine ayrılır, toprak olur,
kül olur, duman olur... Bu anlamda, beden için de yok olmak söz konusu değil,
aslına dönüş söz konusudur. O bedeni bir ömür boyu canlı tutmuş olan ruh
varlığı var olmayı ebediyen sürdürür ve belli bir süre sonra gelişim
ihtiyaçlarına göre ve belli bir yaşam planıyla yeniden bedenlenir.
Bu durum yaşam
ile ölümün ebediyen sürüp giden döngüsel doğasıdır. Bu nedenle ölüm
üzücü/üzelecek bir şey değildir. Elbette ölen bir yakınımızın arkasından
sevinecek değiliz ama genel geçer âdetlere/geleneklere uyumsuz düşmemek adına
üzülsek de; bu gerçeği hemen anımsamak,
bilgiye yönelik minnettarlığın ve bilgeliğin gereğidir. Kısaca, ölüm üzücü/üzülünecek bir şey değil;
üzücü olan, çoğu kimsenin ceset olarak yaşıyor, yani aslında “yaşamıyor” olmasıdır. Kendinden
habersizlik varlıksal bir cehalettir. Tüm kadim inisiyasyonların ve kutsal vahy
ile gelen öğretilerin ana temasının odağında kendini bilmek vardır.
..............................................
(*) Bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT