Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

14 Haziran 2014 Cumartesi

MUCİZE NEDİR?

MUCİZE NEDİR?
Hazırlayan : SELMAN GERÇEKSEVER

İçinde yaşadığımız âlem, imkânlar âlemidir; eski dilde buna “âlem-i mümkünat” denir. Yani öyle bir ortam içindeyiz ki, burada akla gelen ya da gelmeyen her şey olabilir. Bir örnek, bir ibret olmak üzere; bir numune, bir deneme olsun diye her şey burada. Fakat kimi zaman öyle olaylar da olur ki, onları açıklamakta acze düşeriz, bir türlü akıl erdiremeyiz; ne aklımız alır, ne de mantığımız. Öyle bir olaydır ki bu görme, tatma, dokunma, işitme, koklama gibi beş duyumuza hitap etmez, cihazlarımızla da ölçüp, tartamayız. Aklımız gibi duyularımızda şaşkınlık ve acz içerisindedir. Bu acizlik duygusunu kimi zaman korku, imi zaman hayranlık ve kimi zaman da mistik heyecanlar da eşlik edebilir, en aymazlarımızda dudak büküp geçer.
 
Köşeye sıkıştığımızı hissederiz, olay bütün gerçekliğiyle karşımızdadır; ama öyle unsurlar içerir ki, bilgi dağarcımızda ki malzemelerle onu bir çerçeveye yerleştiremeyiz. Sıkıştığınız köşede etrafınıza baktığınızda, gördüğünüz şeylere de benzemez. Önceden tanıdığınız, bildiğiniz olaylarla ve şeylerle bir ortak yön ararsınız; bulamazsınız. Ne nispet, ne benzeyiş vardır. Ama bir şeyleri, olayları, eşyaları ve varlıkları, başka bir şeye benzeterek idrak etmeyi biliriz. Rölatiflik, nispilik, görecelik âlemidir bizimi. Güçlü heyecanın beraberinde bir telaş sarar her yanımızı ve aczimizi gizlemeye çalışırız çoğu zaman…
 
Biz, bir’den sonra iki’nin;A’dan sonra B’nin geldiğini biliriz;biz, iki kere ikinin dör ettiğini, demir’in pamuktan ağır olduğunu, görmek için fiziksel göze, duymak için fiziksel kulağa ihtiyaç olduğunu sanırız. Duyular dışı algılamalarımız(DDA) da olduğu öğretilmemiştir okullarda! Materyalist bilgiler dışında cereyan eden olaylar bizi acze ve şaşkınlığa düşürür.
 
Biz, olayların sebep-sonuç zincirleri ile birbirine bağlı olmasına alışmışızdır. Şunun sebebi şudur; bu sonuç şu sebepten dolayı ortaya çıkmıştır deriz. Her türlü olayı ve eşyayı deterministik yasalar ile kavrar ve normal kabul ederiz. Deterministik bir işleyişin, sebep-sonuç yasasının, kozalitenin(sebeplilik), illiyet prensibinin dışında cereyan eden her olay bizi acze düşürür ve ürkütü. Bunlara “mucize” deriz. O halde mucizeye, bizi acze düşeren olaylardır, diyebiliriz.

Bildiğimizin dışında olan ve içinde bulunduğumuz sistemin yasalarına uymayan fenomenleri bir mucize kabul ederiz. Mucize örnekleri sayılmayacak kadar çoktur. Peygamberler ve velilerle ilgili mucize ve keram örneklerini sonra vermek üzere, şimdi aşağıda belirtilen ve çok kimsenin tanık olduğu “olağanüstü” sayılan fenomenleri gözden geçirelim:

Sıra Dışı Düşündürücü Olaylar
  Günümüz ileri teknolojisi, ileri bilim, madde hudutlarının dışına taşamadığı için, mucizeleri çözmekten acizdir. Örneğin, ömründe hiç lisan bilmeyen bir medyumun, hem de orta çağ Fransızcasıyla, Eski Mısır dilini konuşmasını; keza başka bir medyumun, sağ elliyle ayrı, sol eliyle ayrı tebliğler yazmasını; hatta yazıyı, aynadan düzgün okunacak şekilde tersten, aşağıdan yukarıya yazmasını, bugünkü bilim çözemez. Kavrayamaz…

Deneysel Ruhçuluk literatüründe öylesine ruhsal olaylar vardır, bir türlü maddesel görüşün dışına çıkmak isteyen ilim, ya bunları inkârla yetinir. Yahut buna gücü yetmezse, “mucizevî bir olay”; daha da olmadı, “tesadüf” deyip geçer…
 
Deneysel Ruhçuluğu bilenler için, yüksek ruhların maddeye hükmederek, pek çok metaryalizasyon olayları oluşturduklarıyla ilgili örnekler konunun literatüründedir. Bunlarla ve demateryalizasyonla ilgili birkaç olayı, bu amaçla sunalım:
1937 yılı Fransa’sında, Loire’da, Parniére isimli, küçük bir kasaba vardır. Meşhur Marie Joséephe Olayı, bu kasabada cereyan etmiştir. Olayı birçok gazeteler La Revue Spirite Dergisi de yayınlamıştır.
Bu küçük kasabada Focher Ailesinin, 11 yaşındaki çocuğundan sonra, 8 yaşında ki küçük kızı Marie Joséphe, akçiğer iltihabından ölmüştü. Küçük kızın ölümü, ailesini üzdüğü kadar, çevresini de üzmüştü. Çünkü çok sevilirdi. Geriye, anne-babayla büyükanne ve baba, bir de iki aylık bir ikiz çocukları kalmıştı. Herkesin gözleri yaşlıydı…
Mucize olay, cesedin gömülmesinden sonra, hemen ertesi gün başlamıştı.
                                                         B12

Çocuk, hastalığı süresince bir kuş tüyü yastığında yatmıştı ve ailesinin bütün ısrarlarına rağmen, bu kuş tüyü yastıktan bir türlü ayrılmamıştı. Bu yastıkta yatarken de ölmüştü.
 
Defin töreninden sonra, bu kuş tüyü yastığın içini boşaltmak istediler. Bütün olağanüstülükler de bu boşaltma işleminden sonra başlamıştı: Önce yastığın çok ağırlaştığı ve yumuşaklığını kaybettiğini anladılar. Hemen yastığın bir köşesini söküp merakların gidermek istediler: yastıktan, tüy yerine, tüylerden yapılmış, taç şeklinde, harikulade bir gül demeti çıkıverdi. İnsan eliyle yapılmasına olanak olmayan bir gül demetiydi bu.
 
Haber çevreye hemen yayılmış ve kısa bir sürede bu güller, 20.000 kişi görmüştü. Her taraftan akın akın meraklı ziyaretçiler gelmişti! Kuş tüyünden yapılmış olmalarına rağmen, dalından yeni kopmuşçasına taze ve dipdiri duran bu gül demetini, tam 33 adet gül oluşturmuştu. Çocuk ta hastalığının 33. günü ölmüştü!
 
Focher Ailesinin çok yakın ve zengin iki dostu, bu güllerden birer tane alıp, ok sağlam kapalı birer camlı kutuya koymuşlardı. Bunlardan biri o yerin en büyük mülkiye amiriydi. Güllerin kutuya kapatıldıktan ertesi günü bu tek gül 8 adet oluvermişti! Öteki şahıs ise bir barondu. Bu tanınmış baron dostun kapalı camlı kutuya kapattığı tak gülü de, ertesi günü, tam 22 taneydi!
Bu harikulade güllerin incelenmesi, görülüp değerlendirilmesi için, büyük şehirlerden, en usta kişiler çağrılmıştı… Hepside bunları insan eliyle yapılmasına imkân olmadığını söylemişti.
Bu güzellerin güzeli güllerin şaşası yanında sönük kalmış diğer olay da şuydu: Salonda iki büyük duvar saati vardı. Çocuğun öldüğü saatte, bu iki duvar saati de durmuştu!
  
Marie Joséphel’in kendi kolların da öldüğü söylenen doktorunsa, bu mucizeli ölüm için şunları söylemişti: “Ben şimdiye kadar asla böyle bir ölüm görmedim. Marie Joséphe gülerek ve kendisini karşılamağa gelmiş, bizim görmediğimiz varlıklarla konuşarak, sanki sevinçle koşan bir çocuk gibi öldü. Ben burada, herkesin bildiği can çekişme halini hiç görmedim.”
İşte Marie Joséphe mucizesi, özet olarak budur.

    Tahta Heykel
İspanya’da, 1914 yılında olmuş bir başka mucize şudur:
İspanya’da Standander yöresinde, olaydan yaklaşık 200 yıl önce dikilmiş ve tahtadan yapılmış bir İsa heykeli vardı. Bu basit heykelin boyu 1.70m. dir. Heykel 1914 yılına kadar alelade tahtadan yapılmışlığını korumuştu. Fakat günün birinde, Antonie Lopez isminde bir rahip gelip heykelin karşısında durmuştu. Heykele bakarken, birdenbire büyük bir korkuya kapılmıştı. Çünkü tahta heykelin açık duran gözleri, yavaş yavaş kapanmıştı!
 
Haber hızla çevreye yayılmıştı; İspanya dışından da gelenler tam15.000 kişi, bu heykeli ziyaret etmişti! Bu ziyaretçiler arasında her meslekten, her çevreden kimseler vardı… Heykel, tamamıyla canlı bir insan gibi, herkesin gözleri önünde, gözlerini oynatıyor; göz kapaklarını açıp kapatıyor; dudaklarını hareket ettiriyor; adalelerini geriyor, gevşetiyor; nefes alıyordu! Bu mucize olay birkaç yıl sürdü… Hitler Almanyası zamanında, bu olaydan, bütün ayrıntılarıyla ve belgelerle, Zeitschrift für Seelenleben Dergisi, uzun uzun söz etmişti.
  
Bu olaydan ayrıca söz eden Profesör Leopold Guenther şyle diyordu: “Ne yazık ki, bu kadar garip ve şayanı hayret olan bu olayı, oraya giderek, onu gören bu kadar bilgin kişinin aklına, onu fotoğraf veya filmle saptamak ve onu bilimsel bir konu yapmak fikri gelmemiştir.”

“Bednsiz” Doktorun Ameliyatı
   Bir başka mucizevî olay, Sao Pablo’da geçen, bir ruhsal ameliyattır:
Büyük salonda bulunan 40 kişiden, çoğunluğu hekimdir. Her türlü hileye karşı, akla gelebilen her türlü önlem alınmış; kapılar, pencereler sıkı sıkıya kapatılmış, kilitlenmiş ve de mühürlenmiştir.

Ameliyat, bu büyük salonun içinde ayrıca yapılmış küçük bir odada yapılacaktı. Bedensiz varlığın isteğine göre, bu küçük odada, masanın üzerine bir şişe ispirto, bir boş leğen, flaster, birazcık küçük gazlı be parçaları ile Cope’sun “Had Kadın Hastalıkları” kitabı mevcuttu. Bir küçük şişe de birazcık iyot vardı. “Bedensiz” doktor, alkolle iyot’u karıştırıp tentürdiyot yapacaktı.
Hasta ameliyat sırasınca kendisini hiç kaybetmemiştir ve hasta izlenimlerini şöyle aktardı:
“ Karnıma bastığını hissettim. Bundan sonra karnıma çok soğuk bir şey sürüldü. Bunun bir dezenfeksiyon sıvısı olduğunu algıladım. Belki bu, ameliyat olacak yere sürülmekte olan alkoldü.” Ameliyat çok kısa sürmüştü. Bir alet hastanın karnını sadece tırmalamış ve hasta ancak “oh, doktor!” diye bağırmıştı. Ameliyat bitmişti. Bir burkulmadan sonra duyulan basit bir acıdan başka bir şey yoktu.

Ameliyattan sonra odaya girildiğinde, Cope’s’un kitabının “Apandisit” bölümü açılmış duruyordu. Ve bu sayfada doktorun elinin tentirdiyot izleri vardı ki, daha önce böyle izler, lekeler yoktu kitapta. Kitabın 114. sayfasında da taze kan ile biraz sarımtırak sıvı lekesi mevcuttu. Ameliyat, kesinlikle kansız yapılmıştı. Ameliyat yerinde 2cm’lik yara izi, ispirto şişesinde de henüz çıkarılmış, 8 cm boyunda iltihaplı apandisit bulunuyordu. Psyhic Observer Dergisinde Dr. Enid S.Smith imzasıyla yayınlanan bu olay, öncesinden ve sonrasından, seri halinde fotoğraflarıyla, radyolojikman hekimlerce dikkatlice incelenmiş ve izlenmiştir.

Rahip Brother Kapp doktorların bile kendisine zaman zaman başvurdukları, İsveçli bir şifacıdır. Pek çok mucizevî şifa olayları vardır… Yıllardır astımla boğuşan hastayı; 60 yaşında, felçli sol kolunu kıpırdatamayan kadının çocuk felciyle yıllardır sakat kolunu sağlına kavuşturmasını; uzaktan şifa ile karındaki tümörü, hiç yokuş gibi silişini ve benzeri bir sürü şifa olaylarını Kapp, kısa bir sürede;”Şimdi, Tanrı’nın yardımıyla kolunu artık oynatabileceksin.” Gibi basit dualarla başaran bir şifa mucizecisiydi! Nitekim tehlikeli bir akıl hastasını bile bir anda normal haline döndürmüştü! Oysaki akıl hastası kadın, gırtlak kanserinin etkisiyle intihar eden kocasını tasallutuna uğramış bir obsesyonluydu!

Başka İlginç Örnekler
  • 12 Haziran 1872 günü Iron Mountain römorkörü, 400 balya pamuk yüklü mavnalı çekerlerken, kaşla göz arasında, hiçbir iz bırakmadan, bütün personeliyle kaybolmuştu. Bütün aramalar da hiçbir sonuç vermedi!
  •  14 Aralık 1928 günü, Danimarka muhribi Koberhaven, Montevideo limanından, şarkı söyleyerek binen elli askeri öğrencileriyle, top sesleri arasında kalkar kalkmaz kaybolmuştu! Denizin altı, üstü, her yanı aranmış, yine bir iz bulunamadan koskoca muhrip kayıplara karışmıştı!
  • 18. yüzyıl başında, İspanya’ya doğru ilerleyen 4.000 kişilik Fransız birliği de, Pirenelerde, hiçbir iz bırakmadan yok olmuştu…
  • 1958’de, Saygon’da kamp kuran 650 kişilik Fransız birliği de aynı akıbete uğrayanlardandı.
  • 10 Aralık 1939’da, Nankin’inin kuzeyinde kamp kuran Çin kuvvetleri 2988 kişilik bir birlik de kampta karavana ateşleri yanar vaziyette, tüfekleri düzgün çatılmış bir halde bulunurken mevcut değillerdi!
  • 1947’de Tahoma buzuluna düşen 32 kişilik uçaktan da kimse bulunamamıştır. Sanki uçak bom boş düşüp paramparça olmuş gibiydi!
  • 1850’de Honduras’tan kahve getiren Sea Bird gemisi, Newport limanı açıklarında gözüküp, kuzeye kaymış ve karaya oturmuştu. Gemiye çıkan ilgililer, geminin ünlü kaptanı John Durham dâhil, kimseyi bulamamışlardı! Geminin mutfağında, ateş üzerinde kahve cezvesi kaynıyordu… Fakat kimseler yoktu! Bütün gemi mürettebatı, meçhul akıbetle kaybolmuştu! Hem de kaşla göz arasında!
Yerimizin elverdiği kadar, bazı mucizevî olayları, özet halinde sunmağa çalıştık. Bermuda Şeytan Üçgeni ve benzerini de bunlara eklersek, çözümü hayli güç olaylar içinde insanın idraklenmesi ve şuurlanmasıdır…

Mucize, Evrensel Yasaların İhlali Değildir
 Maddesel ve ruhsal boyutlarıyla beraber bir gerçek vardır ki, bunu görmek için çok kültürlü olmaya, bir bilim adamı ya da yüksek sezgilere sahip bir kimse olmaya hiç gerek yoktur: Gerek mikro âlemde, gerekse makro âlemde muhteşem bir düzen ve uyum egemendir. Her olay, her varlık, her eşya büyük bir hassasiyetle işleyen yasalarla ayaktadır. Âlemimizin içerisinde nereye yönelirsek yönelelim, işleyen yasaların tezahürünü görmekteyiz. Bir atom içerisinde elektronların hareketi, bir astronomik sistemdeki küreler çeşitli hareketleri tesadüfi ve kendiliğinden olabilir mi? Aksi takdirde korkunç bir düzensizlik ve kaos ortaya çıkarak maddesel evren yok olurdu.
 
Güneş ve Dünya arasında ki uzaklık, Dünya eksenindeki meyil, yörüngelerdeki hızları belli sırları değişse, yeryüzünde ki ısı dengesi, gravitasyonel çekim alt üst olur ve canlı sfer ortadan silinirdi.
 
Kendi bedenimizi ele alalım: Bu kapalı sistem içerisinde bildiğimiz-bilmediğimiz yüzlerce yasa hükmünü sürdürmektedir, hem de birçoğu bizim irademiz dışında… Dolaşım sistemimizdeki, solunum solunum sistemimizdeki ya da sindirim sistemimizdeki yasaların iş görmemesi; fizik bedenimizin çökmesine, dağılmasına, faaliyetinin kesin olarak durması sonucunu verir.
 
Evet. Evren kusursuz işleyen yasaların bir tezahürüdür. Bilgi yoksa yasa yoksa varlık oluşum ve aksiyon da yoktur. Bununla beraber, mucize dediğimiz öyle olaylarla da karşılaşıyoruz ki, onları bildiğimiz yasalarla açıklayamıyoruz. Peki, bu olay yasaların bozulması, ihlal edilmesi sonucu mu ortaya çıkmıştır? Yani, evrensel yasaları keyfi irade ve isteklerle ya da rasgele, kendiliğinden değişebilir mi? Yasalar kaos yaratmak için mi konmuştur? Elbette ki hayır. Ne genel yasaların dışında bir olay cereyan edebilir, ne de işleyen bir yasa keyfi olarak bozulabilir.
  O halde mucize nedir? Nasıl açıklayacağız olağandışı olayları?

Evrende Mucize Yoktur…
 
Öncelikle kabul etmemiz gereken bir konu var: Evrende mucize yoktur. Ne geçmişte olmuştur, ne şimdi olmaktadır, ne de gelecekte olacaktır. Böylece gizemli, anlaşılmayan ve İlahi İrade Yasalarının kapsamı dışında cereyan eden en ufak bir olay bile olamaz ve olmayacaktır. Ne olmuşsa, ne olacaksa her şey Yasa Koruyucuları emri ve gözetimi altında olur.
 
O halde “mucize” derken, akla yasa bozucu ya da yasalar dışı garip ve anlaşılmaz olaylar gelmemelidir. Her şeyin bir nedeni, bir anlamı ve hedefi vardır. Biliyoruz ki, evren “İlahi İrade Yasaları” dediğimiz kapsamı idrakimizin üstünde olan bir yasalar topluluğu ile yönetilmektedir. İlahi İrade Yasaları dediğimiz zaman, giderek çoğalan, kabalaşan yasalar bütününü anlıyoruz. Bizim fizik evrenimizi ele alacak olursak, galaksilerin oluşumu, güneş sistemleri, gezegenler vs. hep bu yasalarla işler. Dünya üzerindeki bitki, hayvan ve insanıyla canlı kürenin faaliyeti, bedenimizin ayakta kalışı, madenler, mevsimlerin dönüşü, çiçeğin açması, elektronların hareketi vs. hep İlahi İrade Yasaları çerçevesindedir. Bildiğimiz doğa yasaları, onun bir cüz’üdür.
 
Şimdi, nereye baksak dört başı mamur bir şekilde bu veren içerisinde sanki bir ur gibi peydahlanmış, ne olduğu bilinmeyen, ya da yasaların işleyişinden kaçıvermiş mucize dediğimiz olaylara yer verilebilinir mi? Elbette ki, hayır. Fakat mucizevî diye nitelendirdiğimiz olaylar yok mudur? Vardır, fakat o olaylarda İlahi İrade Yasaları kapsamındadır ve de asla rast gele ve kendiliğinden değildir. İlahi İrade Yasalarının en büyük özelliği, değişmemeleri, sapmamaları ve birbirini cürütmemeleridir. Yani onlar rotalarından şaşmaz. Her şey İlahi İrade Yasalarıyla işler. Bir İlahi İrade Yasasının icabından, bir başka ilahi İrade Yasasını kullanarak kurtuluruz. Örneğin, ateş yakar, ama su ile ateşi söndürebiliriz. Bu durum çelişki değil, yasaların birbiriyle uyumunu ve tamamlayıcılığını gösterir. O halde mucize diye bir şey yoktur; fakat mucizevî dediğimiz olay karşısındaki aczimiz, yetersizliğimiz ve bilgisizliğimiz vardır.

Mucize, Bizce Şimdilik Bilinmeyen Yasaların Tezahürü
Konuya mantıksal açıdan baktığımızda, yaşanmış örnekleri incelediğimizde açıkça gördüğümüz husus odur ki; mucize vardır ve henüz bilmediğimiz yasalara göre vuku bulur. “Ben nedenini bilmiyorum, o halde mucize yoktur, benim bildiğim yasalar dışında bir fenomen cereyan edemez.” Demek ne kadar hatalıysa, “Hikmetinden sual olunmaz, yasayı koyan da bozan da ALLAH’tır.” deyip; aklı işletmemek, düşünmemek ve ibret almamak o kadar eksik ve tembelcedir. Elbette, her şey ALLAH’ın yasalarıyla olur, ama olanlar karşısında acz içinde kalmayı kabul etmek; bu gibi olayların altında yatan bilgiyi elde etme çabası göstermeyip, atalet içinde kalmakta insana yakışmaz. Zaten insandan istenen de aklını ve vicdanını kullanarak hayattan ve olaylardan ders alması, araştırması, bilgi ve görgüsünü artırması değimlidir? O halde her şeyi gücümüz ölçüsünde anlamaya çalışmak zorundayız ve bu cehit, gelişimin gereğidir.
 
Görülmektedir ki, mucize, bizim henüz bilmediğimiz bazı yasaların sonucu olarak ortaya çıkan olaylardır. Mucizevî olaylar da, aslında, bildiğimiz, tanıdığımız ve alışagel iğimiz olaylar kadar doğaldır; onların işleyişi de bir bilgi ve Varlıksal İlkelere dayanır. Yani kendiliğinden ve rast gele değildir; şuurlu varlıkların kullandığı öğretici bir vasıtadır.
  Herhangi bir olayı “mucize” olarak nitelendirmemizin iki olası nedeni vardır:
1-       Nadir cereyan eden olaylar olmaları:  İnsan öyle ilginç ve gizemli bir yapıya sahiptir ki; nedenini bilmese, anlayamasa bile, eğer o olay sık sık vuku buluyorsa, hele kendisine bir zararı dokunmuyorsa, ona bir süre sonra alışıyor ve önce mucize diye kabul ettiği olayı doğal karşılamaya başlıyor. Öyle ki, ne olayın nedenini araştırma zahmetine katlanıyor, ne de mucize diye kabul ediyor. Çünkü olay sık sık tekrarlanmış, zararsız olduğu anlaşılmıştır.
  
Çok cahil bir insanın, ilkel bir kabile üyesinin yanında bir teyp, bir radyo ya da televizyon çalıştırırsanız; o, bu olayı bir mucize olarak karşılayacaktır. Böyle bir şey olmuştur. Avustralya ve Afrika’daki kabileler, beyazlara ilah gözüyle bakmışlardır. Ama aynı şeyi her gün görürse, aynı olay artık sıradan bir olay haline gelecek ve kimse için mucizevî bir anlam taşımayacaktır.
  
Benzer şekilde, insanların çoğu telepat olsaydı, görünmez hale gelebilseydi, havada uçsaydı, ruhsal âlemle temas birkaç yerde görünebilseydi, bedeni terk ederek astral seyahat yapılabilseydi, su üstünde yürüyüp, istediği şekle girseydi, maddenin yapısını değiştirseydi, caddenin ortasında her gün bir UFO görseydik ve bu olaylar sık sık olsaydı; bugün mucize denen ve nadiren vuku bulan olaylar artık mucizevi diye kabul edilmeyecekti. Görülmektedir ki, mucizevi olayın nadiren cereyan etmesi ve nadir kimseler tarafından yapılması, o olaya atfedilen “mucizevi” oluşu desteklemektedir.

2-       Bilgisizlik: Olaylara mucize diye bakmanın gerçek nedeni bilgisizliktir.
Her ne kadar maddeci beşer şu ana kadar elde ettiği, daha doğrusu Yukarısının izniyle elde ettiği bilgilerle kibirleniyorsa hatta onları nefsanî çıkarlarına araç yapıyorsa da, bunlar bilinmeyenler yanında hiç kalır.
Bilgi aslında bir bütündür. Ama gene de bilgiyi a) Maddesel evren bilgisi b)Ruhsal evren bilgisi diye ikiye ayıracak olursak, biz Dünya beşeri, özellikle ruhsal bilgiler konusunda çok cahiliz ve bu cahilliğimizdir ki, mucizelerin sayısını artırmaktadır.
 
Çağımızda atom fizikçileri ve astronomi uzmanları artık mikro âlemi ve makro âlemin enginliğini ve son noktadan ne kadar uzak olduklarını kabul ediyorlar. Madenin içine daldıkça, uzayın uçsuz bucaksızlığına açıldıkça yeni parçacıklarla ve yeni galaksilerle karşılaşıyor; ve bunlar beraberinde yeni yasalar gerektiriyor. Keşfedilen enerji türleri giderek artıyor ve süptilleşiyor. Kuantum fizikçileri insan zihnini de kapsayacak bir “ortak alandan” söz ediyor.(*)
 
Ama ne yazık ki, dikkatler ruhsal âleme ve ruhsal âlemin yasalarına yeterince çevrilmediğinden, madde evrenindeki gelişmeler de bir noktada kalıveriyor ve ilerleyemiyor. Ruh ve madde bütünlüğü; ve bunlar arsındaki ilişkiler bilinmedikçe de, gerçek gelişmeden, ilerlemeden söz etmemek gerekir.
  
Her şeyden önce ruhun maddeye olan üstünlüğü, maddeye şekil verenin ruh olduğu ve bu üstünlüğü şuurlu şekilde sürdürmek için insanın kendi üzerinde çalışması gerektiği bilinmelidir.
Mucize dediğimiz olaylar, bilgisizliğimiz yüzünden mucizedir. Parapsişik fenomenler, ruh gücünün etkisiyle, fizik alanda oluşan olaylardır ve ruh unsuru olmadan bu olaylar açıklanamaz.

Mucize, Bir Üst Boyutun Yasalarının Bir Altta Tezahürü…
Varlık âlemi denince akla, sadece Dünya küresi üzerinde yaşayan biz insanlar ve diğer canlılar elbette ki gelmez. Evren bizim havsalımızın alamayacağı kadar bir genişlik ve çeşitlilik arz eder: Evrenler içinde evrenler, madde içinde madde, zaman içinde zaman, boyut içinde boyut…
  
Henüz ruh ve medde beraberliğini fark edememiş olan bilim adamları, başka gezegenlerde varlıkların yaşadığını kabul etmese de, oraları meskûndur. Hatta yeryüzünde bile başka boyutta olmak üzere yaşayan varlıklar vardır. Fakat henüz farklı boyutları ve farklı zamanları, bizler beş duyumuzla bunları algılayamıyoruz. Sınırlı duyularımızla algılayamıyoruz diye onlar elbette ki yok değildir. Unutmayalım ki elektromanyetik skalanın çok büyük kısmını(5 duyumuzla) algılayamıyoruz ama bilim, bu skalanın bir kısmını cihazlarla saptayabiliyor.
İlahi Kudret, yukarıdan aşağıya doğru(inceden kabaya doğru) iner ve giderek tezahüründeki kudret azalır. Bu kudretin tezahürü varlıkların tekâmül düzeylerine bağlı olarak ortaya çıkar. İlahi Kudret; üst planlarda, yüksek boyutlarda daha güçlü ve etkin bir haldedir. Bu kademelerin yasa sayısı da bir aşağısına göre belki iki misli az ve kapsamlıdır. Daha alt varlık planlarında ise hem yasaların sayısı artmış ve hem de tesirliliği azalmıştır. Bu icap ve bir üst, bir altın görüp gözeticisi, eğiticisi, öğretmeni, Rabbidir. Üst, alttan sorumludur.
  
Mucize konusuna bu açıdan bakacak olursak, daha iyi kavrayabiliriz. Bir üst boyutun, bir üst planın yasası, geçici de olsa bir altta tezahür ederse, bu olay alt planın varlıklarınca mucize olarak algılanır/adlandırılır. Üst boyutlara ait bir yasanın gücü ve kapsamı 2 ise, alt boyuttaki 1’dir ve hiç kuşkusuz bu yasalar, alt boyuta egemen olacak ve şaşkınlık uyandıracaktır. Açıktır ki, bu tür tezahürler amaçlıdır ve büyük bir bilgiyi de beraberinde taşırlar; yeter ki bizler düşünelim, aklımızı işletelim yeni yeni şeyler keşfedelim.
    
Mucizelerin Amacı
Biliyoruz ki, evren abes üzere kurulmamıştır. Her şey anlamlıdır, planlıdır ve bir amaç taşır. Bizim herhangi bir olayı rast gele, tesadüfî, kendiliğinden ya da saçma bulmamız, cahilliğimizden ileri gelir. Her olay, her varlık bir plan ve program üzere tezahür eder. Üstelik her şeyin ve varlığın birbirleriyle ilgisi, bağlantısı vardır. Fark etsek de, fark etmesek de bu böyledir. Bütün mevcudat ve olaylar, işleyen bir cihazın, bir bütün oluşturan birimleri gibidir. Evrende her olay, şuurlu varlıkların kontrolü ile ve bir amaca hizmet etsin diye(İlahi İrade Yasaları Çerçevesinde) vukubulur; daha doğrusu vuku buldurulur.
 
Evrende olağanüstü bir olay da olmaz. Her şey olağandır. Ne var ki, bilgisizliğimizle o olayı olağanüstü görürüz. O olayın, başka olaylarla olan bağlantısını, taşıdığı mesajı fark edemeyiz. Ama bu, bizim eksikliğimizden ileri gelir. Olay olması gerektiği gibi, en kusursuz şekliyle olmuştur, ama biz olup biteni anlamakta yetersiz kalmışızdır. Evet. Mucizevî olaylar birer mizansendir ve aşağıdaki amaçlar doğrultusunda sahnelenirler:

1-Sahipsiz değiliz:  Mucize türünden olaylar, özelikle Peygamberlerin gösterdiği mucizeler, insanın sahipsiz olmadığını, görüp gözetici bir mekanizmanın üstün bazı yasaları, bizim planımızda tezahür ettirdiğini gösterir. Mucizenin olmasında arcılık yapan da peygamberlerin kendisidir. Yüksek bir mekanizma, insanları eğitsin diye gönderdiği peygamberlerin mucize göstermelerini sağlayarak, hem onları dolaylı olarak korumakta ve hem de insanlara, görüp gözetici bir ruhsal planın varlığına işaret etmektedir. Mucizeyi yapan değil, yaptıran önemlidir.
  
Burada bir noktayı vurgulamamız gerekir: İnsanları mucizelere bakarak, ruhsal bir yönetimi fark etmeleri, esasen düşük bir düzeydir. Üstün düzeyli, üstün anlayışlı içi böylesi fizik planda tezahür eden fenomenlerle bazı gerçekleri kavraması yakışı almaz.  Mucize ile belli bir anlayış kazandırma işi, çok maddeci kafaya hitap edebilir. Ama yüksek sezgilere sahip bir varlık için bir ufacık hareket, bir ilgi kırıntısı bile anlamlar ifade edebilir. Yani maddesel kanıtlar, çok yüksek düzeyli bazı gerçekleri kavramakta bir amaç olamaz. Fakat vuku bulan bu mucizeden sonra, derin bir düşünüşle bazı bilgiler elde ediliyorsa, bu yöntem ancak o zaman makul karşılanabilir.

2- Evrenin tek efendisi ve en büyüğü Dünya insanı(beşeri) değildir: bencil beşer, doğal olarak nefsini her türlü fenomende, her sistemde merkeze ve en yüksek köşeye yerleştirecektir. Bir zamanlar Dünyayı evrenin merkezi ve kendisini de yegâne canlı ve akıllı varlık zanneden insan, mucizevî olaylar vesilesiyle, en güçlü varlığın kendisi olamadığını, kendisinden çok üstün şuurlu varlıklar sisteminin mevcut olduğunu sezebilir, çünkü aciz kalmıştır.

3- Mucizevî olaylar insanı araştırmaya yönlendirir: Kuşkusuz önce korku ve şaşkınlık yaratan mucizevî olaylar, düşünen/aklını işleten insanı bu olayların altında yatan yasaları keşfetmek üzere araştırmaya zorlayacaktır. Bu araştırma ise önce zihin düzeyinde bir etkinliği getirecektir. Çaba gösteren insan da, er ya da geç, süregelen cehdi ve liyakati oranında sorularına yanıt bulabilecektir.
 
Peygamber Mucizeleri
Peygamberlerin mucizeleri, ilerde daha ayrıntılı açılanacağı gibi, çeşitli yönleriyle önem taşır. Bu tür mucizeler peygamberleri, dolaylı olarak koruma işlevini gördüğü gibi, imana davet ettiği kimseler üzerinde derin etki oluşturan bir araçtır. Ayrıca peygamberlik gibi ağır bir görevin yapılması için varlığın sıra dışı bazı algılama ve etkinlik araçlarına sahip olması gerektiği de açıktır.  Ne var ki, onlar bu olağan dışı denen DDA(Duyular Dışı Algılama) melekelerinin kendilerinden değil, ağır vazifelerini yürütebilmeleri için Yukarı’nın bire yardımı olduğunu bilen yüksek seviyeli varlıklardır.
1-       Musa Peygamber’in Mucizeleri:
Hz. Musa en fazla mucize gösteren peygamberdir. Çünkü o devirde Mısır majları, sihir konusunda çok ileriydiler ve peygamberin elinde karşısındakilerden çok daha güçlü bir silah olmalıydı. Hz. Musa peygamberliği boyunca, kendisine verilen mucize gösterme gücünden yararlanmıştır.

Tevrat ve din tarihleri Musa’nın dokuz büyük mucize gösterdiğini yazarlar. Bunlar asa, beyaz el (yed-i Beyza), tufan, çekirgeler, bit, kurbağalar, kan, karanlı, Kızıldeniz sularının yarılması:
  • Firavun ve adamları, onu büyücülükle, yalancılıkla suçlarlar ve ona inanmazlar. Firavun, Musa peygamber’in kendi büyücüleriyle bir yarışmaya girmesini ister. Peygamber önce çekinir, fakat, Rabbi kendisine hiçbir şeyden kaçınmamasını buyurur. Bunun üzerine Musa yarışmaya katılmayı kabul eder. Firavunun büyücüleri, ellerindeki değnekleri yere attılar. Değnekler birer yılana dönüştü. Rabbi Musa’ya da elindeki asayı yere atmasını buyurunca, asa iri bir yılana dönüşerek bütün yılanları yutar.

  • Gene bir gün firavun ve çevresindekiler, Musa Peygamber’in peygamberliğine inanabilmek için, ondan bir mucize göstermesini isterler. Bunun üzerine Musa, koynuna soktuğu elini dışarı çıkarır. Eli çevreye ışık saçmaktadır. Bu mucize dolayısıyla Musa Peygamber’in elini Yed-i Beyza (en beyaz el) denir. İman gelmeyen firavun ve ona tabi olanları yumuşatmak üzere, toplum olarak birçok felaketler ve musibetlerle karşı karşıya gelirler ve her defasında onları kurtaran Hz. Musa olur.

  • Bir defasında da, şiddetle yağan yağmurlar Nil nehrini taşırmış ve Mısır’ı sular altında bırakmıştı. Ne yapacaklarını şaşıran Mısırlılar firavunun da oluruyla perişan bir vaziyette Hz. Musa’ya giderek, bu afetin kalkmasını isterler ve eğer kalkarsa iman edeceklerini bildirirler. Hz. Musa ümitlenerek bu afetin kalkması için Rabbine dua eder. Dua üzerine sular çekilir ve afet de ortadan kalkmış olur. Fakat Mısırlılar imana gelmezler, üstelik Beni İsrail’e zulmetmeye devam ederler.

  • Bunun üzerine Mısır’a çekirgeler musallat olur. Bütün ekinleri yerler ve kıtlık baş gösterir. Mısırlılar yine Hz. Musa’ya başvurarak bu belanın da kalkmasını, kalkarsa iman edeceklerini söylerler. Hz. Musa gene dua eder ve çekirge afeti ortadan kalkar.

  • Daha sonra Mısırlılar bit istilasına uğrar. Sahne gene tekrarlanır, bitler telef olur, ama Mısırlılarda değişiklik yoktur.

  • Mısırlılar bu defa daha büyük bir belaya uğrarlar. Bu bela kurbağa istilasıdır. Bu kurbağalar evleri, sokakları, mutfakları, yatak odalarını kısaca her yeri istila edip gece gündüz Mısırlıları şaşkına çevirirler. Hz. Musa bu felaketi bir duasıyla ortadan kaldırır.

  • Bir seferine de Nil dahil tüm Mısır suları kana dönüşür. Mısırlılar bir damla içecek temiz su bulamazlar. Bu ise, belalarınnın en dehşetlisidir. Güneşin yakıp kavurduğu Mısır ülkesinde halk susuzluktan yanıp kavrulur. Susuzluk tahammül edilmez olunca, son çare olarak gene Hz. Musa’ya başvururlar. Her zamanki gibi müracaatları kabul olunur.

  • Bu kez Mısır üç gün karanlık içinde kalır. Kimse kimseyi göremez; yalnız İsrail Oğullarının evleri aydınlıktır. Tekrar aydınlığı getiren hiç şüphesiz Hz. Musa’nın mucize yaratan duasıdır.

  • Hz. Musa’nın en çok bilinen mucizesi Kızıldeniz’in yarılmasıdır.
 Firavun, Hz. Musa’yı ve İsrail Oğullarını Mısır’dan sürmüş ve öldürmek üzere peşlerine düşmüştür. İsrail Oğulları çoluk çocuk ve bütün ağırlıklarıyla gittikleri için hızlı ilerleyemezler. Firavun ise seçme askerleriyle aradaki mesafeyi hızla kapatmaya çalışmaktadır. Derken Hz. Musa ve İsrail Oğulları Kızıldeniz’in kenarına varırlar, ne var ki, Firavun da iyice yaklaşmıştır. Firavun ve askerleri silahlı, Hz. Musa ve aynındakiler silahsızdır.
  
İsrail Oğulları adım adım Kızıldeniz’e yaklaşırken, Firavunla aralarında ki mesafe de giderek kapanmaktadır. Sonunda, Hz. Musa asasını denize vurur ve Kızıldeniz yarılarak önlerinde geniş bir yol açılır. Onlar karşıya vardığı sırada Firavun ve askerleri deniz kıyısına varmışlardır. Hırsla ayrılan yoldan denize dolarlar, fakat İsrail Oğulları tamamen karşı kıyıya geçtiklerinde, sular tekrar birbirine kavuşur. Firavunla beraber bütün askerleri sulara gömülür.

2- İsa Peygamber’in mucizeleri:
Hz. İsa’nın mucizeleri doğumuyla başlar: Hz. Meryem’den babasız olarak doğmuştur.   Meryem, oğlunu doğurduktan sonra, Yahudiler’in sorularıyla karşılaşacağını bildiğinden üzüntüye kapılır. Meryem bu düşünceler içindeyken henüz küçük bir bebek olan Hz. İsa, annesiyle konuşmaya ve onu teselli etmeye başlar. Meryem, açıktır ki, toplum tarafından ayıplanır ve suçlanır. Fakat o sesini çıkarmaz ve beşikteki oğlu küçük İsa’ya işaret eder. Halk, Meryem’e çıkışır. “Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz? O bize cevap veremez ki!” Fakat ummadıkları bir şey olur ve beşikteki İsa konuşmaya başlar. Halk şaşkına döner.
 
Hz. İsa, çamurdan bir kuş yapar, ona nefes üfleyerek hayat verirdi. Körlerin gözünü açar, kötürümleri ayağa kaldırır, obsesyon tedavisi yapar; hatta ölüleri diriltirdi. Hz. İsa, görmediği halde insanların ne yediğini, ne içtiğini, ne yaptıklarını bilirdi. Zihinden geçenleri anlayabilirdi. Nitekim Son Yemek’te Havarileri’nden Yahuda’nın kendisini ele vereceğini söylemişti. Havari’leri yeni iman ettikten sırada Hz. İsa’dan gökten yiyecek dolu bir sofra indirmesini isterler. Ve istekleri olur.
 
Aslında mucize denen bu olaylar, kapsamı daha dar olmakla beraber zamanımızda da cereyan etmektedir. Parapsikoloji 1930’lardan beri Duyular Dışı Algılama(D.D.A) konusunda akademik ve deneysel çalışmalarla bu olayları açıklamaya çalışmaktadır. Ne var ki, parapsikoloji mucizenin maddesel yönünü ve ruhçuluk ise asıl yönü, ruhsal yönü inceler.
 
Hz. İsa mucizelerini D.D.A açısından yeniden inceleyelim:
a) Telepati:
İncillerde Hz. İsa’nın büyük bir D.D.A Medyumu, bir Hassas Kişi olduğunu gösteren birçok olaya rastlıyoruz. Telepati Durugörü ve Kehanet fenomenleri, birçok kez tezahür ettirmiştir. Hz. İsa’nın telepati yeteneğine ilişkin olarak, İncillerde, Yazıcıların ve Ferisilerin “düşüncelerini bilmesi”nden söz edilir.
  
“Ve işte, bazı kimseler yatak üzerine inmeli bir adamı gösteriyorlar; onu içeri sokup İsa’nın önüne koymağa uğraşıyorlardı. Kalabalıktan dolayı onu içeri sokmak için yol bulamıyarak, evin damına çıktılar; kiremitlerin arasından yatağı ile ortaya, İsa’nın önüne indiler. Onların imanını görerek, İsa: Ey adam, günahların sana bağışlandı, dedi. Yazıcılar ve Ferisiler: Küfür söyleyen bu kişi kimdir? ALLAH’tan başka kim günahları bağışlayabilir? diye düşünmeye başladılar.  Fakat İsa düşüncelerini bilerek, cevap verip onlara dedi: Niçin yüreklerinizden düşünüyorsunuz? Hangisi daha kolay: Günahların sana bağışlandı, demek mi; Kalk, yürü, demek mi?”(Luka 5/18–23) Hz. İsa’nın Yazıcılar ve Ferisiler’in “düşüncelerini bilmesi”ne ilişkin bir diğer olay da gene Luka İncilinde (6/6–10)geçer.

b) Durugörü:
G.Maurice Elliott, Two Worlds dergisinde yayınlanan ve aynı adı taşıyan kitabından derlenen, “Hz. İsa’nın Psişik Yaşamı”(The Psychic Life of Jesus)adlı yazı dizisinde, Hz. İsa’nın Durugörü yeteneğinden bahsederken şöyle demektedir: “ Hz. İsa, psişik yeteneklerinin yanı sıra, durgörü yeteneğine de sahipti. Bu, kendisine, insanların karakterlerine doğrudan vakıf olma kudreti veriyordu. Anlaşıldığına göre, insanların auralarını ve düşüncelerinin, çevrelerindeki ether’in üzerinde oluştuğu etkiyi görüyordu.”  Yuhanna İncili’de, bu konu açıkça belirtilmektedir: “ Ve Fısıh’ta, bayram günlerinde Yeruşalim’de iken, yapmış olduğu alametleri göstererek çokları onun ismine iman ettiler. Fakat İsa, bütün insanları bildiği için, kendisi onlara inanmazdı; çünkü insan için kimsenin şahadetine ihtiyacı yoktu; çünkü insanda ne olduğunu o kendisi bilirdi.”(Yuhanna 2/22–25)

G. Maurice Elliott, Hz. İsa’nın, böylece, havarilerini de aynı şekilde ‘bilerek’ şetçiğini belirtmekte ve onlardaki psişik yeteneği durugörüsel olarak algılamış olması gerektiğini söylemektedir. Elliott’un, Hz. İsa’nın insanların ‘auralarını okuması’ ile ilgili olarak verdiği bir örnek de, Yuhanna İncili’nde(1/43–49) bahsedilen, Hz. İsa’nın Natanael’in karakterini bilmesi olayıdır.

Hz. İsa’nın Durugörü Medyumluğu ile ilgili birçok olay mevcuttur. Bunların, “geçmişi bilme”(retrocognition) türünden olan bir örneği ise Yuhanna İncili’nde (4/13–19) geçer. Hz. İsa, insanların geçmişlerini ve karakterlerini ‘görmesinin’ yanı sıra, uzak ya da yakın çevresindeki her şeyi de tümüyle algılayan komple bir Durugörür’dü: “Ve Ferisiler dışarı çıkıp İsa’yı nasıl helak etsinler diye, ona karşı öğütleştiler.”
“İsa bunu bilerek oradan çekildi ve çokları onun ardınca gittiler. İsa onların hepsini iyi etti.”(Matta: 12/14–15)

Hz. İsa’nın aynı kusursuzlukta bir duruişiti medyumu olduğunu belirleyen olaylar, havarilerin arasındaki “söyleşmeleri bilmesi” şeklinde geçer: “Şakirtler karşı yakaya gelince, ekmek almağı unuttular. Ve İsa onlara dedi: Sakının da Ferisiler ile Sadukiler hamurundan kaçının. Ve onlar: Ekmek almadık, diye aralarında söyleşiyorlardı. İsa da bunu bilerek dedi: Ey aza imanlılar! Ekmeğiniz olmadığından dolayı aranızda neden söyleşiyorsunuz?”(Matta: 16/5-8)

Hz. İsa’nın havarilerin, kendisini yağla mesheden kadının aleyhindeki konuşmalarını bilmesi, Matta İncili’ndeki (26/6-10) yer alan bir diğer duruişiti olayıdır.

C- Kehanet:
Hz. İsa’nın D.D.A Medyumluğunun bir veçhesini oluşturan güçlü kehanet yeteneğine İnciller’den çeşitli örnekler verilebilir. Bu örnekler, Hz. İsa’nın, olacak olanları hep önceden bildiği görülmektedir. Bunların en ilginci, belki de, Hz. İsa’nın, ‘Petrus’un inkârına’ dair kehanetidir(prekohnisyon):

“Simun, simun, işte, işte buğday gibi kalburlamak için Şeytan sizi istedi; fakat senin imanın tükenmesin diye senin için ben dua ettim ve yine döndüğün zaman, kardeşlerine kuvvet ver. O da İsa’ya dedi: Ya Rab, seninle hem zindanda, hem ölüme gitmeye hazırım. İsa dedi: Petrus, sana diyorum: Beni tanıdığını sen üç kere inkâr etmeden, bugün horoz ötmeyecek.” (Luka:22/31–34)

“İsa’yı yakalayıp götürdüler ve baş kâhinin evine soktular. Petrus da uzaktan ardınca gidiyordu. Avlunun ortasında bir ateş yakıp birlikte oturdukları zaman, Petrus onların arasında oturdu. Ve bir hizmetçi kız, Petrus’un ateş ışığında oturduğunu görerek ona dikkatle bakıp dedi: Bu adam da onunla beraberdi. Fakat o: Kadın, onu tanımam, diye inkâr etti. Biraz sonra bir başkası onu görüp dedi: Sen de onlardan birisin. Fakat Petrus: Be adam, değilim, dedi. Bir saat sonra kadar başkası: Gerçekten bu adam onunla beraberdi, çünkü Galileli’dir, diye ısrar etti. Fakat Petrus: Be adam, senin ne dediğini bilmem, dedi. Henüz söz söylemekte iken, hemen horoz öttü. Ve Rab dönüp Petrus’a baktı. Petrus, Rabbin, kendisine: Bugün ötmeden önce beni üç kere inkâr edeceksin, diye söylediği sözü hatırladı. Ve dışarı çıkıp acı acı ağladı.”(Luka: 22/54–62)

Hz. İsa’nın kehanetlerine verilebilecek başka bazı örnekler de şunlardır:

  • Hz. İsa’nın, ‘kendisini mesheden kadının İnciller vasıtasıyla anılmasına’ dair kehaneti(Matta: 36/6–13)
  • Hz. İsa’nın, ‘ele verilip çarmıha gerilişine ve kıyam edişine’ dair kehaneti (Matta: 17/22–23)
  • Hz. İsa’nın ‘Kudüs’ün mahvına’ dair kehaneti(Matta: 17/22-23).
 G. Maurice Elliott, Hz. İsa’nın Kudüs’le ilgili bu kehaneti hakkında şunları söylemektedir:

“ Kırkı yıl sonra bu kehanet yerine gelmişti. Romalı General Titus, Kudüs’ü, çevresinde tahkimat yaparak kuşatmıştı. Kuşatmadan sonra, kent ve sakinleri dehşetli bir kırıma uğramışlardı”.


D- Psikokinezi:
Hz. İsa’nın Yüce bir Fiziki Medyum olarak gerçekleştirdiği tezahürler, fiziki medyumluğun kapsamına giren PK, levitasyon gibi fenomenlerin birer Görkemli Örneğidir:

Hz. İsa’nın PK Medyumluğu denildiğinde, sınırlı bir telekinezi tarzında(-yani, objelerin, temas edilmeden hareket geçirilmeleri şeklinde-)değil de, daha ziyade genel bir ’zihnin maddeye hakimiyeti’ tarzında oluşturulan PK olayları söz konusu olmaktadır. Bunların arasında, Hz. İsa’nın bir incir ağcını kurutması(Matta: 21/18–22); fırtınayı dindirmesi(Matta: 8/23–27); Barnabas İncili’nde(189) geçen “Güneşi durdurması” olaylarını sayabiliriz.

Hz. İsa’nın bir incir ağacını kurutması, Matta İncili’nde şu şekilde anlatılır:

“ Ve İsa sabahleyin şehre dönerken acıktı. Yol kenarında bir incir ağacı görüp ona geldi; ancak yapraktan başka onda bir şey bulmadı; ve İsa ona dedi: Artık senden ebediyen meyva çıkmasın. Ve incir ağacı hemen kurudu. Şakirtleri bunu görünce: İncir ağacı, hemen nasıl kurudu! Diyerek şaştılar. İsa cevap verip onlara dedi: Doğrusu size derim: Eğer imanınız olup şüphe etmezseniz, yalnız bu incir ağadına olanı yapacak değilsiniz, fakat bu dağa: Kalk, denize atıl, derseniz, olacaktır. Ve dua iman ederek her ne dilerseniz alacaksınız.”

“ Günümüzde, incir ağaçlarını “derhal kurutabilen” kurutabilen bir kimse var mıdır? Evet- hem de aynı psişik kuvveti(PK gücünü) kullanarak.”

Bu satırları yazan G. Maurice Elliott, ‘ağaç kurutma fenomeni’ hakkında şu açıklamaları yapmaktadır:

“Dr. Alexander Cannon, ‘Görünmeyen Tesir’ adlı kitabında, Hz. İsa’nın bir incir ağcını kurutmuş olduğuna gerçekten inanıp inanmadığını ve böyle bir fiili bugün için bir ‘mucize’ olarak mütalaa edip etmeyeceğini soran ünlü bir profesörden bahsetmektedir. Profesör, daha sonra, Dr. Cannon’u civardaki bir bağ götürür. Bağda bulunan yaşlı bir ağaca şöyle seslenir: ‘İyi yaşadın; hayatın fırtınalarına göğüs gerdin… Şimdi öl ve artık canlanma!’  Ağaç derhal kurur…

Dr. Cannon ve başkaları, ağacın kurumuş halini ve kurumayı kastetmiş olan fotoğrafları incelemişlerdir. Dr. Cannon, şöyle demektedir: ‘İncir ağacının sadece bir emirle kurumasına sebep olan, Hz. İsa’nın zihniyetiydi. Bu “mucize”, günümüzde, Hindistan ve Tibet’in, ücra yerlerinde, Tanık olduğum üzre, sık sık gerçekleşmektedir.”

“Bir insanın zihni, bir ağacın kurumasına nasıl sebep olmaktadır? Dr. Canon, Hz. İsa ile ilgili olarak, şunları yazıyor: ‘(Hz. İsa,)bedenin vibrasyonlarını incir ağacından neşrolan vibrasyonlara dikkatlice ayarlamak suretiyle, emir verebilmiş ve (ağacı) kendisine itaat attirmişti.’”

E- Levitasyon:
Hz. İsa, havarilerin gözleri önünde, suyun üzerinde yürüyerek, ‘levitasyon’ fenomeninin Yüksek bir Örneğini vermiştir:

“Ve İsa şakirtleri hemen kayığa binmeye ve halkı salıverinceye kadar kendisinden önce karşı kıyıya geçmeye zorladı. Ve halkı salıverdikten sonra, dua etmek için dağ ayrıca çıktı; akşam olunca, oraya yalnız başına idi. O sırada kayık denizin ortasında dalgalarla dövüşmekte id; çünkü yel onlara karşı idi. Ve gecenin dördüncü nöbetinde, İsa denizin üzerinde yürüyerek yanlarına geldi. Fakat şakirtler, onu denizin üzerinde yürürken görünce: Bu bir hayalettir, diye şaşırdılar ve korkudan bağırdılar. Fakat hemen İsa: Cesur olun, benim, korkmayın, diyerek onlara söyledi. Petrus ona cevap verip dedi: Ya Rab, eğer sen isen, suların üzerinde sana gelmemi emret. Ve İsa: Gel dedi. Petrus da kayıktan inip İsa’ya gelmek için suların üzerinde yürüdü. Fakat yeli görünce korktu ve batmaya başlayarak: Ya Rab, beni kurtar! Diye bağırdı. İsa hemen elini uzatıp onu tuttu ve kendisine dedi: Ey az imanlı, neden şüphe ettin? Onlar kayığa çıktıkları zaman, yel dindi. Kayıkta olanlar: Gerçekten sen ALLAH’ın Oğlu’sun, diye ona tapındılar.”(Matta: 14/22–23).

F- Apor:
Hz. İsa’nın da öteki peygamberler gibi, Apor Medyumluğu sayesinde ‘bolluk mucizeleri’ ve ‘apor olayları’ oluşturduğunu görüyoruz. İnciller’de geçen apor olayları şunlardır:

Beş bin erkeğin doyurulması” olayı(Markos: 6/36–44) (27)
Dört bin erkeğin doyurulması olayı”(Matta: 15/32–38) (27).
“Büyük balık avı” (Luka: 5/1-7).
Bir diğer büyük balık avı” olayı ise Yuhanna İncilin’de(21/1-6) şöyle geçer:

“Bu şeylerden sonra, İsa, Taberiye gölü kenarında yin şakirtlere(çamıha gerilişten sonra) kendisini gösterdi ve böylece gösterdi. Simun Petrus, Didimus denilen Tomas, Galile’nin Kana şehrinden Natanael, Zebedi’nin oğllları, ve onun şakirtlerinden başka ikisi birlikte idiler. Simun Petrus onlara: Balık avına gidiyorum, dedi. Ona: Bizde seninle geliriz dediler. Çıkıp kayığa bindiler; o gece bir şey tutmadılar. Artık gün doğarken, İsa kıyıda durdu; fakat şakirtler İsa olduğunu bilmediler. Ve İsa onlara dedi: Çocuklar, bir yiyeceğiniz var mı? Ona: Hayır, diye cevap verdiler. O da onlara dedi: Ağı kayığın sağ yanına atın, bulursunuz. Bunun üzerine attılar ve balıkların çokluğundan artık ağı çekmiyorlardı.”

Levi İncilin’de (1), bir başka Apor olayı olan ‘suyun şaraba çevrilmesi’, vakası yer alır:

“İsa, bir kenarda durup sessiz düşünürken, anası geldi ve ona: Şarap tükendi; ne yapacağız, dedi. Ve İsa ona dedi: Şarap nedir ki? Üzümlerin tad verdiği sudan ibarettir. Ve üzümler nedir? Üzümler, tezahür ettirilmiş olan belirli düşünce türlerinden ibarettir ve ben o düşünceyi tezahür ettirebilirim ve su, şarap olacaktır. İsa, hizmetçileri çağırdı ve onlara dedi: Müritlerim, taştan yapılma altı su küpü, bunların her biri için bir küp getirin ve onları ağızlarına kadar suyla doldurun hizmetçiler(her biri iki veya üç metriti(28) alan)su küplerini getirdiler ve onları ağızlarına kadar doldurdular. Ve İsa, kudretli bir düşünceyle, etheri, tezahür etmiş olanlara ulaşıncaya harekete geçirdi ve işte, su kızardı ve şaraba dönüştü.” (Levi: 70/8–13)

Yüzyıllar sonra, Hz. Mevlana da, suyu yiyeceğe dönüştürme şeklinde, aynı türden bir apor olayı oluşturacaktı…

G- Transfigürasyon:

Hz. İsa’nın fiziki Medyumluğu’nun bir tezahürü de, ‘materyalizasyon’ fenomeni kapsamına giren ‘Transfigürasyon’ olayıdır:

“ Ve vaki oldu ki, bu sözlerden sekiz gün kadar sonra, Petrus, Yuhanna ve Yakup’u beraberinde alıp dua etmek için dağa çıktı. Dua ederken yüzünün görünüşü başka oldu, ve esvabı ak ve çok parlak oldu. Ve işte, iki kişi onunla konuşuyorlardı; bunlar Musa ve İlya idiler ki, izzetle görüp, yakında Yeruşalim’de vaki olacak intikalini söylüyorlardı. Fakat Petrus ve onunla beraber olanlara uyku bastı. İyice uyandıkları vakit ise, İsa’nın cemalini ve kendisiyle beraber duran iki Kişiyi gördüler. Ve vaki oldu ki, onlar İsa’nın yanında ayrılırlarken, Petrus ne söylediğini bilmeyerek İsa’ya dedi: Üstat, bizim için burada bulunmak iyidir; biri sana biri Musa’ya ve biri İlya’ya üç çardak kuralım. Petrus bunları söylerken, bir bulut geldi, onlara gölge saldı ve buluta girerken şakirtler korktular, Buluttan: Seçtiğim oğlum budur, onu dinleyin, diye bir ses geldi. Ve ses geldiği vakit, İsa yalnız bulundu. V onlar sustular ve o günlerde kimseye gördüklerinden bir şey söylemediler.”(Luka: 9/28–36)

G. Maurice Elliott, ‘Trasfigürasyon’ olayının analizini şu şekilde yapmaktadır:

“(Transfigürasyon sırasında) Dört Medyum mevcuttu. Bunların En Yüce’si olan Hz. İsa, demateryalize olmuştu… Kendisini, Spritüel Beden’in ihtişamı içerisinde göstermişti: ‘… Yüzü güneş gibi parladı ve esvabı ışık gibi ak oldu…’ Kuşkusuz, üzerinden atmış olduğu bedenin unsurları, Hz. Musa ile İlya’nın materyalize olmalarına kısmen katkıda bulunmuştu.

“Üzerine uyku basmış olan ‘Petrus, Yuhanna ve Yakup, derin bir transa girmişlerdi ve onlardan ‘psişik güç’ alıyordu. Bu Üç Medyum, ‘iyice uyandıklarında’, yani transtan çıktıklarında, Üç Peygamberi, ihtişam içerisinde, bir arada dururken görmüşlerdi. Ne var ki, psişik güç, giderek etkisini yitiriyordu: ‘…Onlar Hz. İsa’nın yanından ayrılırken…’
…………………………………….
(*) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. KUANTUM BİLGELİĞİ VE TASAVVUF, Doc.Dr.Haluk BERKMEN






   


 
   

  

  

 

           


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder