“SEYYAL MADDESEL OLANAKLAR”VE V E S V E S E
HAZIRLAYAN: Selman GERÇEKSEVER
G i r i ş:
“Zihinleri zorlamak” (34)(*) , zaman zaman da olsa fikir çilesi çekmek ve böyle bir anlama ve anlamlandırma gayreti içinde bilgiyi bilgi ile sınayarak, yüksek tesirlerin iç zeminde mekân bulmasına olanak hazırlamak içsel gelişim açısından yararlı olduğunu sanıyorum. Bilgi ile halleşmeye yönelik bu içtenlikli gayret, büyük ölçüde duygu ve düşüncelerle ilgili bir eylemdir. “Bunlar ise dünyanın en seyyal maddesel olanaklarının tezâhüründen başka bir şey değildir.”(34) Özellikle “aklın işletilmesi”, işlevsel akla sâhip olmanın gereği olan bu uygulama, nefse karşı muhalefet gücünün kazanılmışlığının da güzel bir belirtisidir. Dünya gelişim okulunda enkarne varlıklar olarak, içsel gelişim, idraklenmek, şuurlanmak bizler için önemli olmaktan öte, tüm yaşamın bilicik hedefi ise, Önder Plan’ın yukarıdaki söyleminde anlamını bulan “seyyal maddesel olanakları”nı bu yönde değerlendirmek durumundayız. İşte bunun onundeki en büyük engel nefsimizin durumudur. Çünkü edeplendirilmemiş / terbiye edilip kontrol altına alınmamış bir nefs yukarıda ifâde etmeye çalıştığımız fikir çilesi zahmetine katlanamaz. Bu durumda olan nefs sâhiplari, bir konunun derinlemesine irdeleme kapsamında onun felsefesi yapılmaya kalkıldığı zaman, “Felsefeye çok girme, pek de derin düşünme, kafayı üşütürsün…” söylemini uydurmuşlardır. Bu gibiler şakayla karışık bu yalanlarının arkasına sığınmakla da kalmaz, zihinsel konforlarının darbe almaması için akıllarının ermediği şeylere “Tesâdüf” damgasını vurmaktan da geri kalmazlar… Neyse, biz şimdi kendi durumumuza bakalım:
Madde üstü gibi görünen (daha doğrusu günümüz maddeci bilimi tarafından böyle algılanan) ama aslında, “…en saf, en hissî ve ideal duygu, düşünce ve fiiller; dünyanın en seyyal maddesel olanaklarının tezâhüründen başka bir şey değildir.”(34) Bu kapsamda, bu yazımızda ele alıp irdeleyeceğimiz kaydı, vesvese,ihtiras, korku, kin, hâinlik, zâlimlik gibi , negatif karma oluşturan olumsuz duygular da “…dünyada bulunan maddelerden yayılan türlü özellikteki enerj,lerin tezahürleridir.”(35) Bu olumsuz duygular bir yanlarıyla duyguların kontrolsuzluğuyla da ilgilidir ama, şimdi biz bu yazımızda konunun duygular yanını başka bir çalışmamıza bırakarak, aşağıda bunlardan vesvese üzerinde ağırlıklı olarak durmak istiyoruz.
“İdrak genişledikçe, ve arttıkça duygular ve realiteler de değişir ve kapsam kazanır.” diyor Önder Plan(106). Ama bu makbul durumun önündeki engellerden biri aşağıda ele alarak irdeleyeceğimiz “vesvese”dir. Vesveselerden zihnini kurtaramayan bir birey “bir yüksek gelişim mekanizması”(6) onan vicdan düalitesinin olumlu yanındaki değerlere değer katamaz. Bu arada vicdana da egemen olan etmenin idrak olduğunu yine Önder Plan’ın irşadından anlıyoruz(117). Ama vesveseli bir zihin, vesveselerini gelişim fırsatına çevirip, onları irdeleme zahmetine girmezse, idraklenme cehti sergileyemez. Vesvese / kaygı konusu olan durumları içsel gelişim fırsatına nasıl dönüştürebileceğimizi de aşağıda ele alacağız.
---ooo0ooo---
Zihnin Sessizleştirilmesi
Endişe duymanın, vesvese içinde olmanın ve kuşkuculuğun; eğitilmemiş beşerî zihnin niteliği (dolayısıyla aklı, içsel gelişim yönünde kullanamama durumumuzla ilgili beşerî bir zaaf olduğunu biliyoruz. Sâdece seçkin inisiyatik ve ezoterik öğretilerin değil, Kur’an’ın da önemle üzerinde durduğu konulardan biri olan “zihni bu olumsuz ve yetersiz performanstan kurtarmanın” (dolayısıyla “akla işlevsellik” kazandırmanın) yolu nedir? İzlediğimiz herhangi bir şeyin ihtişâmının ve de kutsallığının farkına varmak için “orada onunla olmak” gerek. Burada Osho’nun bir söylemini anımsamamak elde değil: “Bir ağaca bakıyorsanız, ağaç olmalısınız…” Bakmak başka, görmek başkadır… Âyetlerle dolu olduğu Kur’an’da belirtilen çevremizde, baktığımızı görebilmek için; yani böyle bir farkındalığı yakalamak için de “zihnin sessizleştirilmesi” gerekir. Sessizliğini yitirmiş zihin “geveze zihin”dir. Korkak, vesvese ve endişe içinde olmak, “geveze zihin”e özgü duygusallık türlerindendir. Böyle bir
zihne sâhip bireyin; aklını isâbetli bir şekilde kullanması(örneğin, Kur’an’a daha uygun ifâdesiyle, “aklını kullanması”, “akletmesi” olası ve olanaklı değildir.
Zihni bu durumdan (zihinsel gevezelikten) kurtarmak, yani onu “sessizleştirmek” için, olabildiğince; sorunlarımızı, tüm bilgi ve anılarımızı bir an olsun bir kenera bırakmak gerek. Çünkü zihinde mevcut; önyargılarla, korkuyla, endişeyle, bin bir türden vesveseyle yapılan gözlem ve algılama kusurlu değilse bile noksandır(**). Sağlıklı bir gözlem ve algılama için, bunları bir an olsun kenara bırakmamak gerek. Aksi taktirde; bakar ama görmez, duyar ama işitmez duruma düşeriz. Zihinle ilgili böyle bir olumlu (sağlıklı gözlem /algılama) içine giremiyorsak, orada( fiziksel) olarak varız ama aslında yoğuz (yani orada mevcut değiliz) demektir.
Kendinden habersiz, bedeni ve egosu tarafından (sahte benliklerinin zulmü altında) yönetilen bir kimsenin zihni, onun yaşamının tüm veçhelerini ele geçirdiğinde, korkunç / iğrenç bir asalak hâline gelir. Bu tâlihsizlik, konumuz olan vesvesenin ileri aşamasıdır. Böyle bir zihin sâdece hep alıcı ve biriktirici değil, aynı zamanda sürekli güvensizlik duygusu (bundan dolayı da korku) içindedir. Söz konusu zihnin sâhibi, ya geçmişte ya da gelecektedir ve şimdide bulunmayı kolay kolay akıl edemez, beceremez de… Bu nedenle o hep kayıptadır. Hattâ onun için “anda olmak” gereksiz ve anlamsızdır. “Anda olmak” nefsin işine gelmez. Çünkü edeplendirilmemiş nefs için “anda olmak” çok sıkıcıdır. Şimdide olmamak ve böyle bir kayıtsızlık / umursamazlık içinde olmak Yukarı ile (özkendimizle) olan bağlantının zayıflığı anlamına gelen varlıksal açıdan istenmeyen bir durumdur. Kendini bilmez birey, özkendisine olan bu ilgisizliği nedeniyle; gözlemlediği şeyi hep yargılar, hüküm verir, bunu da eskiden kalma önyargılarla yaptığı için, değerlendirmeleri noksandır / kusurludur. Vesvese kavramıyla olan doğal bağlantısından dolayı “anda olmak / olamamak” durumuna da değinmiş olduk.
Vesvese ve Güven Duygusu
Aynı zamanda “evham ve kuruntu” dan başka bir şey olmayan vesvese beşerî bir zaaf ve akılsal bir rahatsızlıktır. Çünkü nefsin egemenliğinden kurtarılamamış beşerî zihin sürekli güvensizlik duygusu içindedir. Böyle bir zihin sâhibi olan birey açlığını hissettiği güveni maddesel değerler ve bunları biriktirmekle karşılamaya çalışır ama bu açlığını bir türlü de gideremez. Çünkü gerçek güven duygusunun maddesel dayanaklarla elde edilemeyeceğini de akıl edecek durumda değildir.
Gerçek güven duygusu maddesel birikimle / güçle elde edilmez; bilgelik ile, içsel aydınlanma ile ve vicdan özgürlüğüyle gelen bir güçtür o. Bunlardan beklide en önemlisi olan vicdan özgürlüğü, vicdan birim dualitesinin(103) olumlu ve olumsuz zıtları arasındaki dengenin olumlu (üst) zıt lehine bozulmasıyla ortaya çıkan bilge insanlara özgü makbul bir durumdur. “Vicdan, olumlu ve olumsuz zıtlarıyla, tam bir birim dualite olarak, enkarne varlığın idrakini vazife bilgisine yaklaştıran kudretli bir mekanizmadır.”(103) Vicdanın bu önemi bizlere, vesvese, korku, kuruntu, evham vb. duygulardan kurtulmanın önemini de çağrıştırmaktadır. Bununla birlikte, kendini bilmeyen beşerin sâdec vicdanı değil, zihni de bu durumda değildir; o her şeyden kuşkulanır, yaşam içinde karşılaştığı eprövlerin(yaşam sınavlarının) aslını, “Öyle mi, böyle mi…” diye kestirememe teşevvüşü içindedir ve elbette genellikle kötümserdir. Seçimleri isâbetsizdir, içsel gelişim yönünde değildir. Öyle ya da böyle, bir seçimde bulunur ama o seçtiği, çok büyük oranda nefsinin doyumuna yöneliktir ya da başkalarının (özellikle de reklamların, yapay gereksinimlerin) empozisyonları yönündedir.
Tüm bunlardan dolayı, vesvese hâli; sağlıklı düşünmeyi ve aklı olumsuz yönde etkileyen bir rahatsızlık değilse bile, gelişimi ağırlaştıran beşerî bir zaaftır. Zihni bu zaaftan, ya da isterseniz rahatsızlıktan kurtarmak; yani bir bakıma Kur’an’daki(Bakara 242)(****) ifadesiyle “…aklı kullanmayı öğrenmek…”(***) aklı içsel gelişim ve hidâyet yönünde kullanılabilir duruma getirmek elbette ki (kendini tanıma cehti içinde) başarılabilinecek bir durumdur:
Şöyle ki, terbiye edilmemiş ve başıboş beşerî nefsin hedefi kalptir / vicdandır. Nefs (içimizdeki “şeytan”) vesveseyi araç olarak kullanarak kalbi “bozmaya”, vicdanı “karartmaya”, onu işe yaramaz duruma getirmeye çalışır. Kalp niçin nefsin hedef tahtasıdır? Çünkü “ALLAH, bireyin kalbine ondan daha yakındır.”(Enfal 24) Kalp, Dolayısıyla, kalp “temizliği”; hidâyetin, bireyin kalbine ulaşması, bireyin (nefsâni şeriat yerine) “vicdâni şeriat”e yönelmesi elbette ki nefsin işine gelmez ve nefs, vesvese yoluyla kalbi “bozmaya”, onu işe yaramaz duruma düşürmeye çalışır. Bu da, “dünyanın seyyal maddesel olanakları”ndan(34) birinin hebâ edilmiş değilse de gereği gibi kullanılmamış olmasıdır. Görülüyor ki, aynı konuya; değişik sözcükler kullanılarak Kur’an’da ve Önder Plan’ın bilgilerinde değinilmiştir. İrdelememizi sürdürüyoruz:
K u ş k u
Kuşku, vesvesenin değişik, beklide daha hafif bir versiyonudur ve zâten vesvese kalbe önce kuşku olarak girer. Vesveseye ve kuşkuya karşı uyanık olmakta yarar var. Zihni ve aklı kontrol altında tutmanın önemi buradada ortaya çıkıyor. Başı boş nefsâni zihin(yukarıda da değindiğimiz gibi) güvensizlik korkusu ve yetersizlik duygusu içinde hep kuşkuludur. Kuşku, vesvesenin başlangıcıdır. Kuşkunun ileri aşaması vesvesedir de diyebiliriz. Vesvese durumu, aynı zamanda “içsel dengesizlik”in göstergesidir. Makbul olan, yatay ve düşey tesirlerin bünyede dengelenmesidir. Enkarnasyon ortamımızdan (toplum, madde)kaynaklanan “yatay” tesirler ile metabiyolojik yanımızdan(özkendimiz, planımız ve sonsuz yücelikler…) kaynaklanan “düşey” tesirler.
Vesvese ve kuşku kalbe, edeplendirilmemiş beşerî zihin ürünlerinden olan hayaller şeklinde girer. Evet, dış görünüş olarak, bu hayallerin çevreye / insanlara bir zararı yoktur ama, bu durum bireysel düzeyde nefsâni zihnin başıboşluğunun ve kalbe/vicdâna uzanacak kadar edepsizleşmişliğinin işaretidir. Kendini tanıma ve idraklenme cehti çerçevesinde, nefsi edeplendirmeye yönelik önlem alınmazsa; kuşkular, giderek vesveseye ve o da marazî vesveseye doğru bir gidiş kazanır.
Nefsi Müslüman Etmek
Nefsin vesvesesi sâdece günlük yaşam sırasında değil, hiç olmadık zamanlarda da(örneğin, ibâdet hâlinde iken ya da meditasyon yaparken, okurken, yazarken de) içimizde belirebilir: “Bir düşüncenin başka bir düşünceyi akla getirmesi” demek olan bu durum ortaya çıktığında, telâşlanmadan / heyecanlanmadan; yani onu önemsemeden, ibâdetimizi / meditasyonumuzu sürdürmeliyiz. Çünkü vesvese önemsendikçe büyür ve güçlenir. Zaman zamaniçine düştüğümüz vesveseyi / kuşkuyu tanımak ve fark etmektir önemli olan. Vesvese önemsenmediği zaman gelip geçecektir. Kendini tanıma cehti içinde ve nefs terbiyesi kapsamında sergileyeceğimiz kararlılık, vesvese ve korkuyu giderek azaltacaktır. Aksi taktirde, vesvesenin ve kuşkunun kendileriyle (bunların neden oldukları hayal ürünleriyle) uğraşmak, telâşlanıp heyecanlanmak, nefsin iğvasının / zaferinin işareti demektir. Nefsin ürettiklerine değil, nefsin kendisine yönelmek, onu sevgi ve şefkatle ele alıp, edeplendirmek / ehlileştirmek ona daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Son olarak, şunu da akıldan hiç çıkarmamak gerekir ki, ne kadar incelirse incelsin iğvâ niteliği yok olmaz, o da incelir ve sinsileşir. Nefsin bu anlamda ehlileşiyor / edepleniyor olması, bireyin idraklenme ve şuurlanma yönünde ilerlediğinin işaretidir ve dolayısıyla endişe edilecek bir durum yoktur. Nefs sâhibi olmak bedenli olmanın gereğidir. Tüm olumsuz “seyyal maddesel olanakların”(34) kaynağı olan nefsi “öldürmek” söz konusu değildir ama içsel gelişim yolunda ikide birde kösteklenmeden yürüyebilmek için onu eğitmek ve hattâ Hz.Muhammed’ in yaptığı gibi onu “Müslüman etmek” durumundayız.”Müslüman edilmiş nefs vesvese üretmez… Hepimize başarılar…
……………………………………………..
(*) Bazı sözcüklerin sonlarındaki rakamlar İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT kitabından alıntıların sayfa numaralarıdır.
(**)“Sağlıklı gözlem” için bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, sayfalar 26,62,262,281.(sayfa numaraları kaynak eserin 1.baskısına âittr.)
(***) Kur’an’da “aklı kullanmamak”, “işlevsel akla sâhip olmamak” akılsızlık olarak geçer. Yoksa, herkesin iyi kötü bir aklı var. Katilerin, hırsızların, rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmış olanların, dini ve yargıyı kendi çıkarları yönünde kullanmaya çalışanların da aklı var elbette. Ama aklın böyle olumsuzluklar ve hak ihlalleri yönünde kullanılması “akılsızlk” oluyor, Kur’an’a göre. Öder Planın söylemiyle de bu “akılsızlık”, “dünyanın en seyyal maddesel olanaklarını”(34) hebâ etmek oluyor…Bunun bedelinin elbette ki ağır olduğunu belirtmeye bile gerek yok.
(****) Aklın kullanılmasının önemiyle ilgili öteki âyetler; Enbiya 10+44,Nahl 17, Yunus 100, Haşr 21, Bakara 266, Nisa 82, Hakka 42, Casiye 23, Furkan 44,Kamer 17+22+32+40, Muhammed 24, Nûr 61, Rûm 8+9, Mâide 103, Zariyat 21+49. Hadis: “ALLAH ‘ ın nimetleri hakkında tefekküre dalın…”(Aclûnî 1/311)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder