Ş Ü K Ü R
Kavramının Düşündürdükleri
DERLEYENLER: İlker ÇALIŞKAN + Selman GERÇEKSEVER
Ruh varlığı olarak içsel potansiyelimizi (insani
değerleri, “Biz insanı kendi suretimizde yarattık” ifadesinde anlamını bulan
erdemleri, bir bakıma ALLAH’ın isim sıfatlarını) bedende tezâhür ettirmek ve giderek
daha kaliteli kullar olmak için gelişmek durumunda olan enkarne varlıklarız.
Ruh varlığı hem senarist, hem oyuncu (ve “mücerrip” – deneyimleyen) olmasından
dolayı, bedenli yaşam için gerekli olan tüm araç gereci (gelişim araçları)
enkarnasyondan önce hazırlar. Söz konusu araç – gereç ve gelişim olanakları
(donanımı) kutsal vahy’de “nimetler” ve “rızk” olarak geçer.
Dolayısıyla enkarne varlık, içinde bulunduğu ortamın kendisine sunduğu “nimetleri
ve rızk”ı içsel gelişim yönünde (bu evrensel ve varlıksal kaderi
yönünde kullanmak ve bunlardan başkalarını da yararlandırmak durumundadır. Biz
enkarne varlıklara sunulan “nimetler” ve “rızk”ımız içsel gelişim
için olmaz araç gereçtir; gelişimimizi (idraklenerek şuurlanmayı) bu araçlar
(nimetler ve rızkımız) olmadan gerçekleştirmek olası görünmemektedir. Bundan
dolayı geçici olarak, bedenimiz de dâhil (bir ömür boyu emaneten…) sahip
olduğumuz her şeyi, söz konusu varlıksal kaderimiz ve amacımız yönünde
kullanmak ve bunları (bir çoğunu bize enkarne olmadan önce) bize hazır eden
yüceliklere (Kur’an ifadesiyle ALLAH’a) elbetteki, gerçek anlamda uygar
insanlara özgü bir minnettarlık duygusu içinde şükretmek durumundayız. En basit
bir çıkarımızı karşılayan, ihtiyacımızı gideren, hattâ egomuzu okşayan
arkadaşımız için (otomatikman da olsa) teşekkür eden bir kimsenin, sahip olduğu
içsel gelişim olanakları (nimetleri ve rızkı) için şükretmemesi ancak “farkındasızlık”la
açıklanabilecek beşeri bir talihsizliktir. Durum böyle olunca, şuurlanmayla
gelen belli bir farkındalık düzeyine ulaşmadıkça, yukarıdan beri açmaya
çalıştığımız bir şükür duyarlılığa kavuşması pek olası değildir. Böyle bir
düzeye ulaşmadan önce işlediğimiz beşeri kusurlardan biri nimeti,
görmemezlikten gelmek ve hattâ onu örtbas etmek anlamına gelen “küfr”dür.
Dolayısıyla “şükr”ün karşıtı, küfr ve nankörlüktür. Şükür yokluğundan (hatta
eksikliğinden kaynaklanan) “küfr” ve nankörlük konusunda beşerin
defalarca (Kutsal Vahy ile) uyarıldığını görüyoruz. (1) Yüzyıllar öncesinden yapılan bu uyarılar
ve Peygamberlerin dikkat çekmelerine rağmen, “Ne kadar az şükrettiğimiz”
ve hatta bu konuda “nankör olduğumuz” birçok Kur’an ayetinde dile getiriliyor. “Ne
kadar az şükredersiniz!”(Sebe 13, Yusuf 38, Bakara 243) demek aslında,
ne kadar az hayırlı iş (amel) üretir ve ne kadar az (başkalarına / çevrenize
karşılıksız) hizmet edersiniz demektir ki bu da belli bir şuur ve farkındalık
düzeyine ulaşmamışlığın (hattâ Bakara 6+7+8+9+10+12+13+15+16+17+18+19+20+99+257’deki
ifadesiyle “sapmışlık”ın) ifâdesidir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz şuurlanmak ve belli bir
farkındalık düzeyini tutturmak, erdemlere dayalı belli bir yaşam şekli ve uygar
insana özgü eylemler silsilesidir. Belli ve bizden beklenen (erdemli insanlara
özgü) bir şükür duyarlılığı da bundan sonra doğal olarak ortaya çıkan makbul
bir durumdur. Başka bir deyişle, şükrün eylem halinde olanı (yâni, sözel
olanından çok eylemsel olanı, davranışlara / yaşama geçirilmiş şekli)
makbuldur. Eylem hâlindeki şükür; elimizde olan her şeyi içsel gelişim ve
başkalarına hizmet niyetiyle kullanmak, hayatı böyle bir titizlik içinde
yaşamaktır. Gerçek anlamda uygarca / insanca yaşamak bu olsa gerek…
Yukarıda değinip geçtiğimiz “eylem halindeki şükr” ün
nasıl olduğuyla ilgili ayrıntıları da Kutsal Vahy’le gelen âyetlerde görüyoruz.
(A’raf 31 + 32, Nahl 8, Bakara 188): Örneğin, bunlardan biri; yemek içmek ama israf
etmemek. Yâni eylem hâlindeki şükrün gereği; elimizin altındaki (bu gelişim
ortamının tüm olanaklarından) nimetlerden (rızkımızdan) yararlanmak ama
savurganlık yapmamak, onları içsel gelişim yönünde, açgözlülüğe /
biriktiriciliğe kapılmadan, onları başkalarına yönelik tahakküm ve zulüm aracı
yapmadan tüketmek / değerlendirmektir.
İçsel gelişimimiz, idraklenmemiz, şuurlanmamız, belli
bir farkındalık ve şükür bilincine ulaşmamız (yâni daha güncel ifâdeyle
aydınlanmamız ve uygarlaşmamız ) için bildiklerimizin yanı sıra daha
bilmediğimiz (hatta 5 duyumuzla algılayamadığımız için, beşere özgü bir kendini
beğenmişlikle inkâr ettiğimiz) geleceğimizle ilgili şükür konusu olan o kadar
çok şey bizlere nimet olarak yaratılmış ki; bunları şimdilik (gelişim düzeyimizin
yetersizliğinden dolayı bilmiyorsak da, onlar için de ALLAH’a hamd etmek durumundayız.
Görüldüğü gibi şükür daha çok; elde etmiş bulunduğumuz nimetler karşılığında
yapılan (sözelden çok eylemsel olarak sergilenen ) “hamd” ise, evrensel külli
değerlere duyulan hayvanlığın ve minnettarlığın (daha çok) sözel ifadesidir.
Söz konusu evrensel külli değerlerin sahibi ALLAH olduğuna göre “övmek”
anlamına gelen “hamd” sadece ALLAH’a
yönelik varlıksal bir tavırdır. (Fatiha 2) (Ali İmran 103). Bu haliyle “hamd”
şükür türlerinden biri ve ALLAH’a güvenin (ve ona şükretmenin bir vesilesi)
olmaktadır.
Hamd gibi, şükür türlerinin kapsamına giren başka bir
varlıksal eylem grubunu da tüm ibâdet şekilleri oluşturur. Her türlüsüyle ibâdetler,
şükür için birer araçtır / vesiledir. Nimetlerin şükrünü yerine getirmek için
ibâdet hâli güzel bir vesiledir. Hayatı, olduğu gibi “ibadet hâli” içinde
yaşamak erdemli ve bilge insana (yani, gerçek anlamda uygar insana) özgü şükür
uygulamasıdır. Bundan dolayı, şükrün sözelinden çok, eylemsel olanı makbuldür.
Akıl ve gönül sahibi takva ehli insandan bu bekleniyor. (Ali İmran 103).
Görüldüğü gibi, hamd ve ibadet; şükrün kapsamına giren ve şükrün gereği olan
varlıksal tavırlanmalardır.
Son birkaç paragrafta, “eylem halinde şükür” ün
kapsamına nelerin girdiğini (Kur’an ışığında) gözden geçirirken; tüm
nimetlerden (içsel gelişim yönünde) yararlanmak ama savurganlık yapmamayı,
bildiğimiz / bilmediğimiz tüm yaratılmışlardan (tezâhürat birimlerinden) dolayı
ALLAH’I hamd ile anmayı irdelemiştik. Yine Kutsal Vahy’den anlayabildiğimiz
kadarıyla “eylem hâlinde şükr” ün kapsamına giren
başka bir uygulama da, “sâhip olduklarımızı batıl(2) yollara
başvurmadan tüketmek, kullanmak ve
değerlendirmek”tir. (Bakara 188)
Görülüyor ki şükür, tüm ibâdet şekillerini ve “hamd”
gibi çok makbul bir varlıksal tavırlanmayı da içine alan geniş kapsamlı bir
kavramdır. Şükür, fiili (eylemsel) olarak yerine getirilmesi bizlerden beklenen
bir gerçek kulluk görevidir. Bu anlamda “kulluk”un, tüm özgürlüklerini
efendisine teslim etmiş, seçme özgürlüğünden yoksunluk anlamındaki “kölelik”
ile ilgisi yoktur. “Allah’a kulluk”, seçme özgürlüğüne ve özgür iradeye öncelik
tanıyan, temelinde içsel gelişim çerçevesinde şuurlanmak şuurda uyanmak, “kıyam”)
olan varlıksal eylemler dizisi çerçevesinde giderek ALLAH’a benzemektir.
(Sufizm’de Tanrı’nın rengi ile boyamak…) Böyle bir duyarlılık ve titizlik
içinde “şükretmenin”, gerçek anlamda uygar insanın doğal tavrı
olmasının yanı sıra, başka bir avantajı da Kur’an ile müjdeleniyor= “Eğer
şükrederseniz, size nimetlerimi kesinlikle arttıracağım.” – İbrahim 7.
“Yepyeni Bir Dönemi’ nin arefesinde,
ALLAH hepimize; dünyanın iğvasından ve toplumsal / beşeri koşullandırmalardan
arınmış ( ya da bu yatay etkilere karşı güçlenmiş olarak) şükür hâli içinde
yaşamak nasip etsin…
------------------
(1)
Küfr ve nankörlük konulu ayetler: Fussilet 26,
Hacc 4 +51, Mearic 19+20+21+22, Bakara 211, Yunus 21+23, İbrahim 7+13+28+29, Zümer 3, Tagabun
10, Saff 8, Maide 103+104.
(2)
“BÂTIL KULLANIM”: “Bâtıl”
kavramının kapsamına giren beşeri kusurlarımız: İnsan haklarının istismarı,
kamu hakları/malları talanı, nimetleri içsel gelişime hizmet etmeyecek şekilde
kullanmak, içsel gelişimin olanaklarını (her türlü birikimi) israf etmek… Tüm
bunlara ek olarak, çevrenin sunduğu olanakları hoyratça ve “talan” şeklinde
kullanarak dengeleri bozmak da “batıl kullanım”a girmektedir.
YARARLANILAN
KAYNAK ESERLER :
* Kur’an
* Fatiha Suresi
Tefsiri, Yaşar Nuri Öztürk
* Kendi Dilinden
Hz. Muhammed, Yaşar Nuri Öztürk
* 400 Soruda
İslam, Yaşar Nuri Öztürk
* Kur’an’daki
İslam , Yaşar Nuri Öztürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder