Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

24 Şubat 2015 Salı

P A R A P S İ K O L O J İ



P A R A P S İ K O L O J İ
HAZIRLAYAN: Selman GERÇEKSEVER

Giriş ve Parapsikolojinin Kadîm Geçmişi

Geçmişi 1800’lü yılların ortalarına kadar inen Metapsişik araştırmaların; laboratuar koşullarında parapsikolojik bir disiplin olarak incelenmesi aşamasına gelinceye kadar, elde edilen sonuçlar, ileri sürülen iddialar ve varsayımlar çok az değişti. Gerek sujenin psişesine bağlı, gerekse sujeden bağımsız biz psişenin yönetiminde olan beden dışı olguların (PSI phenomena) nitelikleri, ortaya çıkış biçimleri hep aynı değişmez bir görünüm taşımıştır. Duyular dışı algılama  (DDA) psişik varlığın beden dışı deneyimlerinin ancak bir kısmını içerir. Beden dışı psişik eylemler; telepati, psikokinezi / telekinezi, prekognisyon, durugörü, otomatik yazı ve otomatik resim gibi sınırlı olguları kapsamaz. Bunun böyle olduğu 1800’lü yılların metapsiçik araştırmalarından beri biliniyordu. Fakat genel bir kanaatin oluşmasına, mevcut inanç ve bilim temsilcilerinin zaman içinde gerçeklere uyum sağlamalarına izin verecek şekilde parapsikoloji ismi altında gelişen; ister geri düzeyli, ister üstün düzeyli olsun, psişik araştırmalar meyvelerini, aynen kadîm zamanlardaki gibi tekrar vermiştir.

Charles RICHET’in ünlü “Metapsişik Trete”sinde sıralayıp düzenlediği vak’a örneklerinin dışında yeni hiçbir psişik olgu bulunmamış, doyurucu bir açıklama da önerilmemiştir. Tüm çalışmalar maddeci psikolojinin gözetiminde ve dar bir DDA kadrosu içinde yıllarca sürdürüldükten sonra 1968 Uluslararası Moskova Parapsikoloji Kongresi’nde bu dar disiplinin çerçevesi biraz esnemiş ve genişleyebilmiştir. Bundan sonra (1975’ten itibaren de Deneysel Ruhçuluk olan Spiritizm’den yararlanarak; “ölüm anı”, “ölüm sonrası olguları” ve “geçmiş yaşamlar” gibi konular ileri parapsikolojinin konuları içine girmiştir.

Kısaca insanın gerçek doğasını incelemek ve her yönüyle değerlendirmek zorunluluğu maddeci (dolayısıyla tutucu) bakış açısının giderek daha çok zorlamaktadır. 80’li yıllardan itibaren “Yeni Çağ” (New Age) anlayışı, insan varlığının çok boyutlu yapısını incelemek; insanı sadece psiko sosyal kültürel bir varlık olarak değil, “psiko kozmik bir varlık” olarak ele almanın zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Yakın gelecekte ve kaçınılmaz olarak; ruhçuluğun metapsişiğe, metapsişiğin parapsikolojiye, parapsikolojinin de tekrar (temelde olan) Ruhçuluğa (insanın gerçek doğasının bilimine) dönmesini hepimiz göreceğiz. Bütün mesele, insanoğlunun nereden gelip nereye gittiğini anlatmak, gerçekten kim / ne olduğunu ve var oluşunun amacını anlatmaktır. Kendini bilme çalışmaları ve idraklenme cehti çok yönlüdür ve metasişik, bu yönlerden biridir; tıpkı, bilimcilerin el yordamı ile (duyular ve âletlerle) doğayı ve insanı araştırmalarının bu yönlerden birisi olduğu gibi…

Parapsikolojinin konusu olan DDA ve ilgili olaylar tarihin karanlıkları içinde yok olup gider ama, insana tek yönlü yaklaşımın kısırlığı özellikle 1800’lü yıllar içinde anlaşılmış; Fizik, kimya, biyolojinin ortaya koyabildiğinden / açıklayabildiğinden başka olguları da bulunduğu görülmüştür. Adı konmamış olsa ya da değişik adlarla söylenmiş olsa bile Parapsikolojik araştırma kapsamına giren çeşitli toplumların kültürlerinde (dünyanın dört bir yanında) çeşitli inisiyatik topluluklarda, hatta değişik dinlerin izleyicilerinde hep görülmüştür. Örneğin, Din Psikolojisi’nde bunlar; mistik deneyim, aşkın deneyimler, parapsişik olaylar, mistik şuur, mistik hezeyan, ruhsal haller, vecd igbi değişik adlarla ele alınır(1). Şamanizm, Budizm ve Sufizm bunun örnekleri ile doludur. Günümüzde araştırmacı Parapsikolog Prof. Dr. S.Kripper çok değişik toplumlarda bu tür araştırmalarıyla tanınmış bir bilim insanıdır(2).
Parapsikolojinin kapsamına giren PSI olgusunun böylesine kadim bir geçmişi olmasına karşın, günümüz modern Parapsikolojisini Joseph RHINE ile başlatmak ve bu değerli araştırmacıyı “Parapsikolojinin babası” olarak bilmek âdet olmuştur. Prof. RHINE 1930’dan itibaren PSI olgusunu, olabildiğince laboratuar koşullarında incelemeye koyulmuştur. (Duke Üniversitesi, North Carolina, ABD). Bizim DDA dediğimiz ESP (Extra Sensory Perception) sözcüğünü ilk öneren de odur.



Prof. RHINE o yıllardaki psikolojisinin yetersizliğini ve insana yaklaşımının kısırlılığını görerek bu bilim dalının sınırlarının ötesinde de bir şeylerin olduğunu ifade etmek ve o zamanın tutucu zihniyetinin bağnazca tepkilerine rağmen o maddeci ortamda ilk parapsikolojik araştırmalarına başlamak cesaretini göstermiştir. Prof. RHINE bu çalışmalarını, emekli olana kadar Duke Üniversitesi’nde sürdürmüş; emekli olduktan sonra, İnsan Doğasını Araştırma Vakfı FRNM’i kurarak, çalışmalarını kesiksiz sürdürmüştür(3).
Metin Kutusu: Prof. J.B. Rhine
DDA Yeteneklerimiz
Parapsikolojinin araştırma alanına giren DDA’ımızla ilgili yeteneklerimizin başlıca özelliklerini şöylece özetleyebiliriz: Bu yetenekler doğuştan olduğu gibi, bir vesileyle sonradan da ortaya çıkabilmektedir; ayrıca, herkeste de gizli olarak var. Potansiyel halde bulunan bu yetenekler bazı pratiklerle geliştirilebilir de…Bunlar, fizik, kimya, biyoloji (FKB) denemeleri ve deneyleri gibi her istenilen an yinelenemez; günümüz maddeci biliminin sunduğu bilgilerin ötesindeki koşullar gerçekleşince, ortaya çıkar. Dolayısıyla PSI olgusunun kendine özgü koşulları ve PSI olgusunun kendine özgü inceleme yöntemleri vardır. FKB yöntemlerini bu olguya ve DDA’a uygulayamazsınız. “Henüz bunu yapamıyoruz ve açıklayamıyoruz…” diye de PSI olgusunu yok sayamazsınız… PSI olgusunun, söz konusu; maddeci bilimin dar sınırlarına girmez özelliğine karşın, onu çok az sayıda kimse (süje, medyum, “psychic”) kontrollü olarak kullanabilmektedir. Örneğin, Ingo Swan, Uri Geller, Ted Serios, Nina Kulağına vb. Bu şahıslar ve bunlar gibi daha pek çoğu ile sıkı laboratuar koşullarında “bilimsel” testler ve başarılı denemeler yapılmıştır. Bunlara, yazımızın akışı içinde yer yer değineceğiz. İnsanların yanı sıra, DDA araştırmaları kapsamına bitkiler ve hayvanlar da alınmış ve bu canlıların da bilmediğimiz yetenekleri olduğu ortaya çıkarılmıştır(4). Bitkilerle ilgili olarak “Baxter etkisi” terimi Parapsikoloji literatürüne bu çalışmalar ile girmiştir.
Nina Kulagina
 
Dünya biliminin kendimiz hakkındaki bilgimizin genişlemesine katkıda bulunan bu araştırmalarI; gerçek anlamda bilimsel karakterlere sâhip, basiretli ve cesur bilim insanları tarafından gerçekleştirilmiştir. Maddeci bilimsel zihniyetin her türlü bağnazca tepkilerine rağmen, açık bir zihin ve hoşgörü ile klasik materyalizmin dar kalıplarından kendini kurtarabilmiş bu bilim insanlarından bazılarının adlarını (yurdumuzdan başlayarak) saygıyla ve şükranla anımsayalım:

Dr. Bedri RUHSELMAN, Ergün ARIKDAL, Recep DOKSAT, Ayhan SONGAR, Mehmet ÖZ, Dr. J.B. RHINE (Duke Univ.), Dr. J. MIHALASKY (Newark Müh. Koleji), Hans HOLZER (N.Y. Teknoloji Enst.), Dr. J. PALMER, Dr. TART (California Univ.), Dr. M.RYZY (California Univ.), Dr. S.KRIPPNER, Dr. TENHAEF (Utretch Univ. Hollanda), Dr. LOZANOV (Bulgaristan), Dr. VASILIEV (Eski Sovyetler), Prof. KOGAN (Eski Sovyetler), Dr. H. MOTOYAMA (Japonya), Dr. K. RAO (Hindistan), Dr. R. MORRIS (Edinborough Univ., Scotland), Dr. R. STANFORD (St. Jones Univ., New York), Dr. W.Braude (Mind Science Foundation, Teksas, ABD), Dr. R. Nelson (Princeton Univ., New Jersey, ABD). “Normal ötesi” olarak da nitelendirilen bu parapsişik yeteneklerin uydukları kurallar / ilkeler, yukarıda adlarını saydığımız bilim insanları tarafından mensubu oldukları kurumlarda incelenmiştir(5). Dahası, DDA konusunda yetenekli (medyum nitelikli) kimselerin bu becerilerinden askeri ve politik alanlarda bile yararlanılmıştır(6).

Görülüyor ki, beş duyu ile sınırlı değiliz; dünyada yaşayan enkarne varlıklar olarak (hayvanlar ve bitkiler de dâhil) bilinen ve maddeci bilimin bize öğrettiği beş duyumuzdan başka duyulara / algılara da sâhibiz. Kendimizde böyle bir şey fark etmemişsek bile, çevremizde ve dünyanın her yanında DDA’dan (telepati, durugörü, prekognisyondan biri ya da birkaçı aktif durumda olan) bu yeteneklere sâhip bireyler var. Bu nedenle PSI olgusu ve DDA inanç konusu olan bir şey değildir, bu bir olgudur / fenomendir. At gözlüklü bağnaz bir yaklaşımla, “Ben inanmıyorum…”, demenin 21.YY insanına yaraşır bir yanı olmasa gerek… PSI olgusu ve DDA konularıyla ilgili örnekleri içeren yayınlara günümüzde de artık bolca rastlıyoruz. Bu nedenle, kolayca ulaşılabilecek bu örnekler ile yazımızı gereksiz yere uzatmak istemiyoruz(7).

Daha önceki paragraflarımızdan birinde de değinip geçtiğimiz gibi, aslında hepimizde; pasif / gizli durumda bulunan DDA’nın geliştirilme yöntemlerinin bulunduğunu da biliyoruz. Yazımızın sonunda okunmasını önerdiğimiz kitaplarda bu yöntem ve teknikler bulunabilir(1,4,6,9). DDA’nın bir kimsede ortaya çıkıvermesi doğuştan ya da sonradan olabilir. Birey, bu algılarından birine ya da birkaçına doğuştan (ya da çok küçük yaşlardan itibâren) sâhip olabileceği gibi, sonradan da bazı pratiklerle / tekniklerle geliştirebilir. ( Bu konuda Bkz. OTUZ DERSTE RUHSAL GÜÇLERİ GELİŞTİRME, Selman Gerçeksever – Ruh ve Madde Yayınları). DDA’la ilgili olarak, bazı vak’alarda gördüğümüz gibi; yaşam akışı içindeki şok nitelikli haller de (ateşli bir hastalık, âni bir darbe, hatta “el vermek / almak” ) PSI olgusunun ortaya çıkışına vesile olmaktadır.

Konumuzun akışı içinde ayrıntılarını sunacağımız, Parapsikolojinin tarihçesine baktığımızda; beşeri tarihimizde, bu yeteneklerin / DDA’nın yaygın olarak kullanıldığı dönemlerin bulunduğu görülmektedir. Örneğin, Atlantisliler’in parapisişik yetenekleri, bugünkü bizlerin beş duyularımız kadar yaygın ve normaldi. Dünyada bulunuş amacımız içsel gelişim ve şuurlanmak olduğuna göre, bu günkü dünya sâkinleri olan bizler için, dünya okulunun bugünkü icaplarına ve zaman-mekân koşullarına göre; bilinen beş duyudan fazla yeteneğin, yani parapsişik yeteneklerin yaygın olarak kullanılmasına gerek yok görünmektedir. Bu devrenin standart beşeri olarak, DDA’dan çok; idraklenme cehti içinde arınmak, saflaşmak / sâdeleşmek, uyum ve esneklik yeteneklerimizi geliştirmek, kısaca giderek daha çok “insanlaşmak” durumundayız. Dolayısıyla esas olan, şuurlanarak “insanlaşmak” (beşeri zaaflardan kurtulmak) oluyor. DDA’lardan birini ya da birkaçını kullanıyor olmak her zaman erdemliliğin / bilgeliğin belirtisi olmayabilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, esas ve temel olan; idraklenme cehti içinde (eğer gerekiyorsa, yaşam planımıza uygunsa, bir karmik gereklilik söz konusu ise) bir ya da birkaç DDA’da açılabilir ama bu çok önemli değildir. Bu yeteneklerle ne yaptığımız, ne hallere girdiğimiz önemlidir.
Deneysel Çalışmaların Başlaması
Parapsikolojinin araştırma alanına giren ve genel olarak da “ruhsal deneyimler / altıncı his” sözcükleriyle adlandırılan PSI fenomeni (olgusu) hemen hemen tüm kültürlerin folklorunda saptanmıştır. Bunların bir kısmı sözlü olarak; daha az bir kısmı da yazılı olarak günümüze kadar gelmiş, literatüre de geçmiştir. Rapor edilenler genellikle birbirine benzer ve birbirini doğrulayan durumlardır. Bu demektir ki, birbirinden habersiz ve apayrı yörelerde / ülkelerde bulunan insanlar hemen hemen benzer yetenekleri (belli bir sınıflamaya sokulabilecek becerileri sergiliyor) (8).

Chicago Üniversitesi’nin “Ulusal Düşünceyi Araştırma Merkezi” tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki; ABD halkının büyük bir çoğunluğu yaşamlarının bir döneminde, bir ya da birden fazla (herhangi bir türden) paranormal bir deneyim geçirmiştir. Avrupa ve dünyanın başka yerlerinde yapılan benzeri araştırma ve anketlerle de buna yakın sonuçlar elde edilmiştir. Görüldüğü gibi, parapsikolojinin kapsamına giren olguların kökleri sanki toplumların kültürlerine kadar nüfuz etmiştir.

Gerek rapor edilen, gerek anketlere konu olan, gerekse konumuzun kökenlerini oluşturan olguların en yaygınlarından biri “gerçek rüya” olarak adlandırılan rüyalardır ki; bu tür rüyalarda şahıs rüyasında, gerçekte o an bulunduğu yerden uzakta olmakta olan bir olayı algılar ve çoğunlukla da uykusundan uyanır. Bu durum sanki, “rüyada durugörü” dür. Kişinin rüyasında algıladığı olay hakkında, uykuya dalmadan önce hiçbir bilgisi ve düşüncesi yoktur. Fakat rüyasını anlattıktan sonra yapılan incelemede, olayın doğruluğunu ve algılamanın gerçekliği ortaya çıkar. Bu tür rüyaları anneler daha çok görmüştür. Örneğin, anne rüyasında evden uzakta bir yerde trafik kazası geçiren çocuğunun durumunu (hem de ayrıntısına varana kadar) rüyasında görmüştür.

Bunun biraz değişik bir tipi de, gündüz (uyanık olarak) görülen rüyalardır. (Daha doğrusu, uyurken durugörü algılamalarıdır) Örneğin, evinden uzakta bulunan bir anne birdenbire fenalaşarak eve gitmesi gerektiğini düşünür ve bunu dile getirir. Gerçekten de evine geldiğinde, çocuğunu kritik durumda bulur ama böyle bir itilim içine neden girdiğini bilemez ve açıklayamaz da…

Bu olayda söz konusu olan, bu anneye (ya da benzerlerine); çeşitli kaynaklardan gelen sezgisel (ya da “titreşimsel”) bilgidir. Bu kaynaklar, olaydan yayılan titreşimsel etki olabileceği gibi, annenin rehber varlığından (özbenliğinden / asıl kendisinden) gelen uyaranlar da olabilir. Anne bunu, beş duyusu dışında, yani DDA’sıyla elde etmiştir. Bu, annenin açıklayamadığı (açıklayamadığı için de “tesadüf” deyip geçtiği) telepatik ir algılama olabileceği gibi, durugörü ya da prekognitif ( prekognisyonla ilgili) bir algılamada olabilir.

Spotan olarak (yani kendiliğinden) ortaya çıkan bu tür olgular, hemen hemen her toplumda halk tarafından ciddiye alınırsa da; sözde çağdaş (ama “maddeci”) bilim tarafından ciddiye alınmaz, çünkü bilim (sâdece maddeci bir bakış açısıyla yetindiği için) bu tür olayları açıklamada acz içindedir ve “tesadüf”, “halüsinasyon” vb. kılıflarla geçiştirmeye çalışır. Şimdilik bilimin parapsikolojik dalı bunlarla ilgilenmemektedir, yeni yeni de; kuantum fiziği ve “kuantum bilgeliği”ne sâhip, zihni madde ile koşullanmamış bilim insanları(9).

Parapsikolojinin 1960’lı yıllarda Prof. J.B. Rhine tarafından (günümüz maddeci bilimine uyumlu) temellerinin atılmasına kadar; bu tür olaylar göz ardı edilmekteydi, rahatsızlık olarak ya da “tesadüf” olarak nitelendirilmekteydi (en azından çağdaş parapsikolojinin ortaya çıkışına kadar…) Parapsikolojinin araştırma alanına giren konular maddeci zihniyetin temsilcilerini rahatsız ediyordu; çünkü, DDA’lar insanın ruhsal bir yanının olduğunun en güzel, en esaslı kanıtıdır ama onlar bu paranormal fenomeni kendi maddeci yöndem ve bilgileriyle açıklayamıyorlardı; kurtuluşu ve rahatı, “olmaz böyle şey, ben inanmam…”demede buluyorlar. Söz konusu zihniyetin kitabında da “ruhsallık” diye bir şey yok… Gerçeklere açık olmayan gözler / zihinler elbette ki bu en büyük gerçekten (insanın gerçek doğasıyla ilgili bu en büyük gerçekten) rahatsız olacaktır.

Bu nedenle parapsikolojinin bilimsel / deneysel bir disiplin olarak ortaya çıkışından önceki maddeci bilimin katılığından ve tutuculuğundan dolayı, ruhsal olgunun felsefî açıdan olanaksızlığı benimsenmişti (19.YY’ın sonları). Bununla birlikte, çok az sayıda öncü bilim insanı(10) konuya karşı ilgilerini canlı tutabilme başarısını gösterebildiler. Bu şekilde dinin spiritüel yanı ile bilimin maddeci felsefesi arasındaki çarpışma, bazı şahısların zihinlerinde entelektüel krizlere / teşevvüşlere neden oldu. Bu teşevvüşten kendini kurtarabilen araştırmacılar çeşitli ülkelerde konuyla ilgili dernekler / vakıflar kurdular. İşte bu tür sivil toplum örgütlerinden ilki 1882’de İngiltere’de kuruldu: İngiliz Ruhsal Araştırma Derneği. Bundan birkaç yıl sonra da Amerikan Ruhsal Araştırma Derneği kurulur.

Metin Kutusu: Aynı zamanda Parapsikoloji Enstitüsü olan FRNM (Foundation for Research on the Nature of Man) Vakfı’nın önceki binası (giriş).Bu derneklerin amacı, o yılların maddeci biliminin yöntemlerini PSI fenomenini incelemesine uyulmamaktı. Bu derneklerin araştırmacıları (11) kendiliğinden (spontan olarak) ortaya çıkan deneyimleri / olguları topladılar, bunları kendilerine göre bir sınıflamaya tâbi tuttular. Bundan amaç, kadîm zamanlardan beri biriken kendiliğinden vak’alar ile telepatinin gerçekliğini kanıtlamaktı. Bu şekilde, bir kimsenin zihinsel durumunu, kendisinden uzakta bulunan başka birisinin zihnine aktarılabildiğini ortaya koymuş oluyordu. Sonunda telepati denemeleri ve testleri, değişik ülkelerdeki bu tür kuruluşlarda gerçekleştirilmeye başlandı.
Bunun yanı sıra başka bir araştırma türü de spiritizm (deneysel ruhçuluk) celselerini kapsamına alıyordu. 19.Y.Y.’ın ruhsal araştırma derneklerinde(12) yapılan spiritizm celselerindeki olaylar incelendi; bununla da kalınmayıp, onlarla ilgili testler düzenlendi. Bu çalışmalardan sonra, netleşen sonuçlardan biri; medyumların (süjelerin), ölmüş kimselerle görüşebildikleri gerçeğiydi. Dolayısıyla da, ölümden sonra da bir hayatın sürüp gittiği fikri zihinlerde yeşermeye başladı.

Bu araştırmalar, Atlantik Okyanusu’nun iki kıyısında da sürüp gitmiştir. Bu araştırmaların ve incelemelerin önde gelen isimleri şunlardır:
v      Sir Oliver LODGE (İngiltere)
v      Sir William BARET ( İngiltere)
v      William JAMES (ABD)
v      G.HEYMANS (Hollanda)
v      William McDOUGAL (ABD, Duke Univ.)

Bu araştırmacılar bağlı oldukları üniversitelerin bünyelerinde telepati testleri geliştirdiler.
Konumuz olan Parapsikolojinin tarihçesi içinde tüm bu araştırmaların belki de sentezi durumunda olan çalışmalar; ünlü bir biyolog ve parapsikolog olan ( ve aynı zamanda “Parapsikolojinin babası” olarak da kabul edilen) Prof. J.B. Rhine tarafından yapılmıştır. 
Prof. Rhine, Parapsikolojiyle ilgili ilk çalışma ve denemelerine; ABD – Kuzey Karolina’daki Duke Üniversitesi’nde başlamış, 1935’te de burada resmen Parapsikoloji laboratuarı kurmuştur. Prof. Rhine’in Duke Üniversitesi’nden emekli oluşundan sonra da, bu laboratuar yine aynı semtteki (Durham Kenti) İnsan Doğasını Araştırma Vakfı’na (FRNM Parapsikoloji Enstitüsüne) aktarılmış ve Prof. Rhine, ölünceye kadar Parapsikoloji etütlerini (karısı Prof. Louisa Rhine’la birlikte) burada sürdürmüştür. Parapsikoloji laboratuarı ve Parapsikoloji Enstitüsü, kuruluşundan beri, ruhsal meleklerin (PSI) fenomeni farklı tiplerim ölçümüyle ilgili yöntemler geliştirmiş, araştırma süreçlerinin standardizasyonuna büyük katkıda bulunmuş; ayrıca her yaz açtığı kurslarla (“Summer Study Programs”) pek çok amatör parapsikoloğun yetişmesine hizmet etmiştir.   
Bu çerçevede Parapsikoloji alanına yapılan en belirgin katkı, duyular dışı algılama ESP / DDA kartlarının Parapsikoloji araştırmalarına uyarlanması (Dr. Zener’inde katkılarıyla) olmuştur.
Sözünü ettiğimiz kartlar her birinin üzerinde beş ayrı şekil bulunan “Zener Kartları”dır. Beş Zener Kartının her bir şekli, beş farklı renkte basıldığından bir destede 25 kart bulunur. Zener Kartları ile; telapati, durugörü ve prekognisyon çalışmaları yapılır. Bu kartlarla bilimsel nitelikli bir DDA çalışmasının nasıl yapılacağı, ilk olarak “THE REACH OF THE MIND” adlı eserinde J.B. Rhine tarafından anlatılmıştır.

Gerek ABD’deki, Parapsikoloji Enstitüsü, gerekse İngiltere’deki Ruhsal Araştırma Derneği’nin yaptığı çalışmalarda yaklaşık 12.000 (On iki bin) adet sponton vak’a incelenmişti. Bunların büyük çoğunluğunu prekognisyon, durugörü ve telepati türü deneyimler oluştururken; kalan kısmını da, telekinetik vak’alar oluşturuyordu. Psikokinezi ( ya da Ruslar’ın ifadesiyle “telekinezi”) yeteneği DDA’nın ikinci ana türünü oluşturur. (bkz.dipnot 8)

Bu yeteneğin test edilmesiyle ilgili olarak bildiğimiz tavla oyunu zarları da kullanılmıştır. Zar atma işinin gelişi güzelliğini (randomization) sağlamak için çeşitli yollar denendiğini biliyoruz. Beşerî hilenin bu işe de bulaşmaması için, akla gelebilecek her türlü önlem alınmıştır. Bu araştırma ve ölçümlerin bilimsel ayrıntıları ve sonuçları FRNM’in yayın organı olan “Journal of Parapsychology”de yayınlanmıştır.

Psikokinezi’nin (PK’nın) deneysel testlerine, kas teması olmaksızın bir kimsenin; hareket eden objeleri doğrudan doğruya zihinsel olarak etkileyip etkileyemeyeceğinin anlaşılması amacıyla başlanmıştı. Bu amaçla, zar atma yöntemiyle denemeler yapıldı: Bu şekilde süjeler hareket hâlindeki zarları istedikleri şekilde etkilemeyi hedefliyorlardı. Zarların atılışı sırasında herhangi bir hile olasılığını ortadan kaldırmak için, dikkatli ve titiz önlemler alındı. Bu konuyla ilgili ilk bilimsel nitelikli (laboratuar koşulları altındaki) çalışmalar “Journal of Parapsychology”de yayınlanmıştır. Dokuz yıl süreyle yapılan bu test çalışmaları sonunda ; süjelerin, zihinsel güçleriyle zarları etkiledikleri anlaşıldı ve sonuçlar 1943’te sâdece bilimsel raporlar hâlinde yayınlanmakla da kalmadı, bildirilere de konu yapıldı. Bu şekilde beşerî zihnin telekinetik gücü kanıtlanmış ve test edilmiş oluyordu.
Titizlikle oluşturulmuş laboratuar koşullarında yapılan psikokinezi denemelerine örnek olarak; (ABD’de Prof. Rhine’in çalışmalarından ayrı olarak) Pittsburg Üniversitesi’nden Robert McCONNELL’in çalışmaları ile, W.E.COX ve H.FORWALD’ın deneysel testleri gösterilebilir. Bunlardan özellikle COX, bildiğimiz tavla zarı yerine; madeni para (yazı – tura…), su spreyi, su içindeki hava kabarcıkları ile süjeler üzerinde denemeler yapmıştır.

Kuşkusuz, 40’lı yılların başlarından itibaren elektronik teknolojideki gelişmeler bilgisayarı bu alana itmiştir. Bilgisayarla son derece rastgele bir şekilde (randomly) zar atışlarıyla pek çok PSI testi yapılmıştır. (Prof. Richard BROUGHTON, TARTIŞMALI BİLİM PARAPSİKOLOJİSİ, Say Yayınları). Bu araştırmalar kapsamında, rastgele sayı üreticilerinin daha ilginç öncü kullanıcılarından biri Prof. Helmut SCHIMIDT’dir. Denemelerinde bir dizi lamba ve bunları yakmak için radyoaktif kaynaklar (örneğin, strontiım 90) kullanılmıştır. Prof. Schimidt’in bu tip denemeleri başka araştırmacı parapsikologlar tarafından da yinelenmiştir.
Aslında en doğru spontan telekinetik vak’a örnekleri, ruhsal deneyimler döneminin resmi başlangıcı olarak da kabul edilen FOX KARDEŞLER’e aittir. Bu iki kız kardeş ABD New York Eyaleti sınırları içinde fakir bir çiftçi ailesinin (okula gitmemiş) çocuklarıdır. FOX ailesi bu iki kız aracılığıyla (medyumluğu ile) spontan tekinsizlik (psikokinetik) vak’alarla karşılaştıkları zaman, yıl 1847’ydi. Bu vak’ann deneysel ruhçuluktaki adı “tiptoloji fenomeni”dir. Tiptoloji, anlamlı darbe sesleriyle ortaya çıkan bir olgudur. Aslında söz konusu darbe sesleri  dünyada ilk kez FOX’ların evinde duyulmuş değildir. Yazılı kayıtlara göre tiptoloji fenomeni bilinen şu mekanlarda da  görüldü:

v      1661’de, İngiltere – Tedworth (Bay Mompesson’un evi)
v      1520’de, Almanya – Oppenheim (Melancthon’ların evi)
 Parapsikolojinin Konusu
Parapsikoloji’nin hedef konusu genel anlamda “PSI Fenomeni”dir. Yani, bireyin; enkarne bir ruh varlığı olmasından dolayı, ortaya çıkan ruhsal deneyimler (paranormal deneyimler) toplamının genel adıdır “PSI olgusu”. Buna, “ruhsal yeteneklerimizin bir kısmının enkarne varlık aracılığıyla tezahür etmesinin adıdır…” da denilebilir. PSI (“say” diye telaffuz edilir) fenomeni; ya zihinsel deneyimler / algılamalar (telepati, durugörü, prekognisyon) şeklinde, ya da fiziksel etkiler (psikokinezi / telekinezi, “mind over matter”) şekilnde ortaya çıkmaktadır. Daha öncede belirttiğimiz gibi; DDA’da beş duyu tamamen devre dışıdır.

PSI olgusunun DDA’lar aracılığıyla ortaya çıktığı durumlar şunlardır:
v      Rüyalar,
v      Sezgiler,
v      İpnoz,
v      Meditasyon (13)
v      Beden dışı deneyimler
Bu durumlar genellikle algılamaları kapsadığından; telepati, durugörü ya da prekognisyon türlerinden biriyle ilgili olabilir. Psikokinezi (“tekinsizlik”) türündeki vak’alar ise, yaygın olarak; poltergeist (“poltırgayst” okunur) ve haunting (“honting” okunur) vak’alarında ortaya çıkmaktadır. Bunlardan “poltergeist”; bir kişiyle (“focal person”) ilgili olup, kısa bir zaman dilimi içinde çok sayıda görünür. Tekinsizliğin “haunting” türünde ise, ortada “focal person” yoktur. (perili köşkler, hayalet şatolar vb.)
Parapsikolojinin Genel Görünümü
Bu yazı dizimizin akışı içinde özetlemeye çalıştığımız DDA araştırmalarının ilk sonuçları yayımlanmaya başladığı günlerde, konunun araştırmacıları; maddeci septiklerden, inançsızlardan ve özellikle de klasik psikolojinin tutucu mensuplarından çok eleştiri almışlardı. Bu eleştiriler, bu çok bilmiş maddeci zihniyetin mensuplarından o kadar yoğun bir şekilde gelmişti ki; aydın parapsikologlar, işi gücü bırakarak eleştrileri karşılamaya koyulmuşlar, bu önyargılı sözde bilim insanlarını biraz olsun yumuşatmaya çalışmışlardı. İşin kötüsü ve gerçek / yapıcı bilimsel zihniyet ile kolay kolay bağdaştırılamayan yanı, bu eleştirilerin yapıcı olmaktan çok uzak olmasıydı…

Aradan geçen yıllat, septiklerin (“goats”= keçiler) biraz rahatlamasına, parapsikologların da daha dikkatli çalışmasına zemin hazırlamıştır. Aslında septikler; saldıracak pek bir şey bulamamışlardı da onun için geri çekilmişlerdi. Çünkü gerçekten de ortada “PSI fenomeni” diye bir şey vardı ve aslında bu “şey” dev bir buzulun okyanus üzerinde görünen sadece (1/10’luk ) uç kısmıydı. Evet, günümüz maddeci biliminin son 60-70 yıldan beri kabul etmek lütfunda bulunduğu Parapsikoloji’nin kapamına giren PSI fenomeni, asıl temelde olan Metapsişik Tetkilerin sadece ondabirlik uç kısmıdır. İnsanın gerçek doğasının tanınmasına yönelik araştırmaları kapsayan metapsişiğin en özgün çalışmaları da Dr. Bedri RUHSELMAN tarafından başlatılmıştır. Yurdumuzdaki metapsisik araştırmaların ayrıntıları için astroset sitemizin, konuyla ilgili bölümlerini incelemelerini okurlarımıza öğütleriz.

Günümüze daha yakın yıllarda (örneğin 90’lı yıllarda) gözden kaçmayan başka bir durumda; bu alanın araştırmacılar tarafından yavaş yavaş profesyonel bir meslek olarak benimsenmeye başlanmış olmasıdır. 90’lı yılların en önde gelen parapsikologları (hepside Prof. Dr. Olarak); Richard BROUGHTON, Ramakrishna RAD, John PALMER, KANTHAMANI, Morris ROBERT, William BRAUDE, Rek STANFORD, Roger NELSON, Charles TART, Helmut SCHIMIDT, Scot ROGO, TENHAEFF (14) .

Doksanlı yıllardan sonra, Parapsikoloji’nin içinde olduğu kadar, dışında da göze batar bir değişim olagelmektedir: Artık bilimsel alandan, konuya karşı yöneltilen önyargılar; yerlerini deneysel sonuçların yaygın olarak anlaşılmasına bırakmaktadır. İnsanın kendini gerçek doğasıyla (asıl varlıksal yapısıyla) ilgili, doğal merakından dolayı; halkın DDA’a ve DDA araştırmalarına karşı duyduğu yaygın ilgi, başlangıçtan beri canlılığını korumaktadır. Bununla birlikte işin şarlatanlığı ve sahtekarlığı çok eski yıllardan beri gözden kaçmamaktadır. Bilime ve insanın gerçek doğasının anlaşılmasına karşı sergilenmiş olan bu zulüm; kötü niyetli cahillerin elinde bir karalama aracı olurken, konunun samimi ve dürüst araştırmacıları için daha dikkatli ve titiz olma nedenini oluşturmuştur. Her yeniliğin (“yeni” olanın) başına gelen bu durum, zaman zaman halkın yanılmasına neden olmuşsa da; çok geçmeden, şarlatan ile dürüst araştırmacı herkes tarafından ayırt edilir duruma gelmiştir. Her alanda olduğu gibi, parapsikoloji alanında da söz konusu sahtekarlar, samimiyetle sürdürülen bilimsel araştırma ve denemelere gölge düşürmüşse de, halk tarafından çok geçmeden işin aslı anlaşılmıştır. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra şu ya da bu nedenle; konuya karşı halkın gösterdiği güçlü merak / ilgi alanı sürekli olarak canlı tutmuş ve az yukarıda belirtmeye çalıştığımız kritik dönemlerin hızla geçilmesinde önemli rol oynamıştır. Artık günümüzde, bilimsel nitelikli elemanların sıkıntısı çekiliyor. Geçmiş yıllara göre, pek çok kitap yayınlanmış ve konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinde konferanslar / seminerler verile gelmiştir. Bunlardan yurdumuzdaki en güzel örneklerinden biri son iki yıldır (uluslar arası nitelikte olmak üzere BİLYAY Vakfı tarafından başarıyla sergilenmiştir (15) .
Parapsikolojik Vak’a Etüd Yöntemleri
Parapsikolojide “olay / vak’a etüd yöntemleri” iki ana grupta toplanır.
A)      Spontan vak’a etütleri
B)      Serbest tepki yöntemleri.
Bunlarda kendi içlerinde dallara ayrılır:
A)      Spontan olay yöntemleri:
1) Mahalinde vak’a etüdleri                    2)  Anketler                          3) Röportajlar
B) Serbest Tepki Yöntemleri
1) Algılanacak hedef olarak kartpostal resimler (remote viewing)
2) Algılanacak hedef olarak çeşitli küçük objeler (remote viewing)
3) Kişiler (Psychometry)
Bu konular ve genel anlamda Parapsikoloji konusunda okunabilecek eserler:
  • PARAPSİKOLOJİ, D.Scott Rogo (Ruh ve Madde)
  • ALTINCI DUYUNUZU GELİŞTİRİNİZ, Milan Ryal (Ruh ve Madde)
  • PARAPSİKOLOJİ, Richard Broughton (Say)
  • RUH VE MADDE Dergisi (İstanbul)
  • ÜÇÜNCÜ GÖZ Dergisi (İstanbul)
  • PARAPSİKOLOJİ Dergisi (Bursa)
  • PARAPSİKOLOJİ DERSLERİ, Paul Krafchik (Ruh ve Madde)
  • GİZLİ PARAPSİKOLOJİ SAVAŞI, Jacques Bergier (Ruh ve Madde)
  • RUHSAL ARAŞTIRMALAR, S.Ostander + L. Schroeder (Ruh ve Madde)
  • UYANIŞ, Charles Tart (Ege Meta)
  • PARAPSİKOLOJİ ve FELSEFE, D. Ray Griffin (Ruh ve Madde)
  • Metapsişik terimler sözlüğü, Ergün Arıkdal (Ruh ve Madde)

Dipnotlar :

(1) Bu konuda ayrıntılı bilgi ve örnekler için bkz. DİN PSİKOLOJİSİ, Prof. Dr. Hayati Hökelekli – Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ayrıca, Prof. Dr. Phil Zuckerman’ın DİN SOSYOLOJİSİNE GİRİŞ adlı kitabına da başvurulabilir. (Birleşik Kitabevi Yayınları)
(2) Dr. KRIPPNER, söz konusu araştırmalarını 2009 yaz aylarında İstanbul’da da anlatmıştı.
(3) FRNM’nin günümüzdeki adı “Rhine Research Center” olup, aynı adlı siteye internet aracılığıyla girilebilir.
(4) BİTKİLERİN GİZLİ YAŞAMI, Dr. Baxter
(5) Adı geçen şahıslarla ilgili kurumlardan bazılarının adları şöyledir:
            * Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği, İstanbul
            * Bilyay Vakfı, İstanbul
            * Andhra Universitesi, Hindistan
            * Ednbrough Üniversitesi, İskoçya
            * St.Jones Üniversitesi, New York
            * San Antonio, Mind Sciene Founndation, USA
            * Princeton Ünversitesi, New Jersey
            * FRNM / Rhine Research Center, North Carolina – USA
(6) Bu konuda kaynak kitap; GİZLİ PARAPSİKOLOJİ SAVAŞI, Ruh ve Madde Yayınları
(7) PSI olgusu, DDA ve Paranormal konusunda yaşanmış ve doğruluğu kanıtlanmış örnekler için kaynaklar:
            * Ruh ve Madde Dergisinin (önceki sayıları)
            * Astroloji BURÇ Dergisi
            * Bilinmeyen Dergisi
            * Berrin TÜRKOĞLU’nun kitapları
            * www.astroset.com – Paranormal Bölümü
(8) Parapsikoloji bu sınıflamayı yaparken PSI olgusunu önce iki ana kola / türe ayırır: DDA ve psikokinezi. DDA da üç türlüdür: Telepati, durugörü, önceden algılama (prekognisyon).
(9) Bu konuda, Doç. Dr. Haluk BERKMEN’in KUANTUM BİLGELİĞİ ve TASAVVUF adlı kitabının okunmasını öneririz.
(10)     * Fransız CHARLES RICHET ve Dr. DARIEX
            * İtalyan PAOLO MORELLE,
            * Alman SHRENK NOTZING,
            * Fransız ALLAN KARDEC,
            * Fransız PAUL JOIRE,
            * Fransız GABRIEL DELANNE
(11) Sir Oliver LODGE (Ö. 1940), Emmanuel SWEDENBORG (Ö.1772) William BARET (Ö. 1876), Edward IRVING (Ö.1830)
(12) İngiliz Ruhsal Araştırma Derneği, Amerikan Ruhsal Araştırma Derneği ve Paris Metapsişik Enstitüsü
(13) Meditasyon Zihnin ALFA durumu ile ilgili bir çalışmadır. Zihin ALFA durumunda saniyede 8 – 13 frekanslı dalgalar Uyku ile uyanıklık arası, değiştirilmiş şuur halidir. Değiştirilmiş öteki şuur hallerimiz;
BETA: Frekansı, saniyede 14’ten fazladır. Merkezi sinir sisteminin aktif olduğu ve gerginlik hallerinde bu titreşim daha da artabilir.
TETA: Frekansı, saniyede 4-7 arasıdır. Özellikle çocuklarda yaygın olarak görülür.
DELTA: Saniyede 3 frekansın altındaki tüm dalgaları kapsar ve derin uyku durumundaki zihnin emisyonudur. Süt çocuklarında / bebeklerde yaygın olarak görülür.
(14) Bu değerli araştırmacıların bir kısmıyla yapılan söyleşilerin metinleri, Ruh ve Madde Dergisi’nin 90’lı yıllarına ait sayılarında bulunabilir.
(15) Buna ek ve benzer olarak başarılı bir etkinlikler dizisi de Sirius UFO ve Uzay Araştırmaları Merkezi Derneğince 90’lı yıllardan beri organize edilmektedir. Uluslararası nitelikli bu kongrede de, bazı UFO gözlemcilerinin DDA’larıyla ilgili incelemeleri ve testleri kapsayan bildiriler sunulmuştur. Evet, Parapsikolojinin, UFO gözlemcilerinin özgün deneyimleriyle de ilgisi bulunmaktadır. Konunun bu yanını, gerekirse (okuyucu / izleyici talebi olursa, başka bir yazımızda ele alabiliriz.)
           









İLETİŞİM ALANIMIZIN KÜRESELLİĞİ

İLETİŞİM ALANIMIZIN KÜRESELLİĞİ
DERLEYEN: Selman Gerçeksever

GİRİŞ
Bildiğimiz kadarıyla, ruh varlığının kozmik görevi, ruhsal âlemlerle maddesel âlemler arasındaki iletişimi gerçekleştirmektir. Ruhsal âlemden maddesel âleme, maddesel âlemden ruhsal âleme tesir(bilgi) alışverişi (iletişim ve etkileşim) özellikle “ara plan” durumunda olan enkarne ruh varlığı aracılığıyla olur. Bu iletişim ve etkileşim sâyesinde maddesel âlemler gelişir. Ruh varlığı söz konusu iletişim işlevini bedenlenerek yapar.

Enkarne durumda olan her varlık, kendisi bilsin ya da bilmesin, yüce ruhsal tesirlerin enkarnasyon ortamına aktarılmasında hizmetlidir. Ruhsal planlardan akıp gelen “geliştirici tesirler”in  fizik planlardaki dağılımını ve işlevlerinin düzenli bir şekilde oluşmasını sağlamak için, bu tesirlerin aktarılmasında, enkarne varlıklar olarak görev alırız. Bu cümleden olmak üzere, seçme özgürlüğümüzü ve vazife yapma hakkımızı kullanarak aldığımız göreve göre, plansal organizasyon içindeki yerimiz belirlenir.

Başka türlü bir söylem ile, varlıkların şuursal gelişim düzeyine ve vazife yapma hakkını kullanış şekillerine göre; bir kısım varlıklar aldıkları tesiri sâdece taşır, yansıtır ve (otomatik bir şekilde) aktarır. Bir kısım varlıklar ise; yerli yerine, zamanında aktarır ve bu aktarımı neden yaptığının bilgisine de sahiptir. Kısacası, kutsal olanın; maddesel ortamlarda sürekli tezahürüne araç ya da aracı olmak ruh varlığının en büyük görevidir.

Bu iş tüm evrenlerde planlar hâlinde yapılır. Plansal topluluklar hâlinde bulunan ruh varlıkları belirli bir zaman-mekân kesitinde, irâdesi ve iktidarı sâyesinde uyum sağladığı bir ortama yönelir(şuurunu oraya yansıtır…). Bu yönelişi belirleyen faktörler; seçme özgürlüğü, plan içindeki vazife yapma hakkı ve o zaman-mekân kesiti içindeki içsel gelişim ihtiyaçlarıdır. Varlığın bu ihtiyacını da, büyük ölçüde, özündeki bilginin kullanılabilirlik yüzdesini artırma eğilimi ve idraklenme cehti belirler.

Bu yönelişle ruh varlığı enkarne olacağı ortamı, zaman enerjisini kullanarak (1) enkarne olacağı ortamı etkisi altına alır. Kendi alanı ile yöneldiği alan arasındaki ortak alanı “endüksiyon” yoluyla oluşturur ya da bu oluşumun zamanını bekler. Yukarıda söz konusu edilen iletişimin/etkileşimin gerçekleşmesi için, bu iki alanın en azından  birbirine teğet olması gerekir. Bir ortak alan oluşumu için bu, en az ve yeterli koşuldur. Ama iki alan çemberlerinin (sınırlarının) kesişip iç içe olması daha güzeldir. Bu aşamadan sonra enkarnasyon, mantal düzeyden fizik/biyolojik düzeye indirilmiş olur. Bundan sonra, ruh ve madde arasındaki iletişim tekrar tekrar doğuşlar süreci ve silsilesi içinde mensup olduğu planın genel vazife kapsamı içinde bir devrenin sonuna kadar sürüp gider.

KOZMİK İŞLEVLER  
Bu şekilde, enkarnasyonlardan oluşan iletişim süreci içinde ruh varlıkları hem yukarıda belirtilen kozmik işlevlerini(2) gerçekleştirirler, hem de maddeyi geliştirirler ve bu yolla da kendileri için daha süptil düzeyde maddesel formları da hazırlarlar.

Söz konusu süreç içinde olan öyle maddesel ortamlar vardır ki, biz onları ruh zannedebiliriz. Bu bakımdan ruhun özündeki bilgisinin uygulamasının da, maddenin gelişiminin de sonu yoktur. Ruh ve madde arasındaki bu etkileşim süreci içinde ruh, maddesel ortamlarda sürekli olarak enkarne durumdadır.(3) Ne kadar ince düzeye olursa olsun, ruh hiçbir zaman bedensiz (araçsız) olarak madde âleminde bulunmaz.

Dolayısıyla enkarnasyon, evrenler boyunca sürüp giden iletişim ve etkileşimin kaçınılmaz gereğidir.Her iletişim süreci bir enkarnasyonu gerektirir. Bildiğimiz kadarıyla, enkarnasyon-
suz iletişim olmamaktadır. En aşkın (müteal) anlamda öz olarak da düşünsek, özün madde ile iletişimini sağlayan, onun cevheridir. Öz olarak, ruh varlığı söz konusu iletişime geçebilmek için, cevheriyle en genel anlamda zâten maddeye enkarne durumdadır.

 GELECEĞE ENKARNASYON…
Bu genel girişten sonra,koşulları ve genel durumu bizlerce az çok belli olan ve şu zaman-mekân kesitinde bulunan kendimize iletişim ve enkarnasyon açısından bakalım: Ruh varlığı için, iletişim aracının çeşitli bedenler olduğunu yazımızın giriş kısmında belirtmiştik. Bu iletişim aracıyla, herhangi bir yaşamda bulunurken, genel anlamda belirli bir yaşam planı uygulamak için bir enkarnason ortamında tezâhür ediyoruz demektir. Bu genel uygulama içinde yaptığımız işleri 2 ana grupta toplayabiliriz:
1-       Yaşam planımızla ilgili uygulamalar,
2-       Eski yaşamlarımızda noksan bıraktığımız uygulamalar.
Bu bakımdan, ruh varlıklarının belli bir enkarnasyondaki iletişim alanı, geçmiş ve gelecek yaşamlarını da kapsayan bir küresellik içindedir. Yani bu günkü yaşam planı uygulamamızı yaparken, bağlı olduğumuz plan içinde vazife yapma hakkını kullanırken, zaman zaman eski realitemizle ilgili noksanlarımızı da tamamlayabildiğimiz gibi, zaman zaman da gelecekteki enkarnasyon alanımızla ortak alan oluşturma girişimlerinde (uzaktan etkileme, endüksiyon şeklinde) bulunuruz. Bu anlamda zaman zaman gelecekte yaşadığımızı ve bu şekilde geleceğimizi hazırladığımızı söyleyebiliriz. Geleceğe beklide bu şekilde şimdiden enkarnasyon girişimlerinde bulunuyoruz…

ORTA YOLDA OLMAK…
Bu durumda, bizlerin belli bir zaman ve mekân kesiti içinde (şimdi ve burada) “iletişim etki alanımız” küresel bir görünüm arz eder. Yaşam planımızın ve belli bir yaşamdaki vazifemizin gerektirdiği kadar bir şuur konsantrasyonu ile dünya bedeninde bağlıyken bile, dünya şuuruyla uzanabildiği kadar, zaman zaman da olsa, geçmişe ve geleceğe yöneliriz.  Ayrıca, ruh varlığı olarak konsantrasyonumuzun geri kalan kısmıyla düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü bir iletişim etkinliği içinde bulunuyoruz ve bu etkinlik, hazırlık ve uygulama aşamalarında da  tek yönlü bir iletilişim şeklinde doğrusal (linear) değildir ve bu, geçmiş ve gelecekle bağlantılı olarak sürüp gider.

Bu şekilde küresel olduğunu gördüğümüz bu iletişim sâdece dünya bedeni ve onun uzantılarıyla gerçekleştirmeye çalıştığımız yönüne tekrar dönecek olursak; bu iletişimin kuşkusuz, sağlıklı ya da sağlıksız olması söz konusudur. Burada “sağlıklı iletişim ” dünya maddesiyle %5o oranında bir alışverişle gerçekleşen iletişimdir. Bu bizim yaşamda, madde içindeyken ruhsal dünyanın yasalarını burada fizik âlemde uygulamamız gereken gerekli ve yeterli koşuldur. Maddesel câzibeye rağmen maddeye kapılmadan, onun (yolun) esiri ve oyuncağı olmadan her iki tarafın da hakkını vererek iletişimi sürdürmektir ki, bu tutum “orta yolda olmak ”tır. Eğer bu denge, maddenin doğal câzibesinden ve beşeri koşullandırmalardan dolayı madde lehine bozuluyorsa, o zaman sağlıksız iletişim söz konusudur. Sağlıksız iletişimde; enkarne varlık olarak kendi açımızdan düşünürsek, bize oranla madde daha çok ve hızlı gelişiyor demektir. Oysa, bizden beklenen; maddeyi geliştirmek ama aynı zamanda, kendi özümüzdeki bilginin o mekândaki kullanılabilirlik yüzdesini en üst düzeye çıkartmaktır. Bu şekilde, belirli bir siklus içinde(devre sonuna kadar) başlangıçtaki ahdimizi(4)  planımızla birlikte gerçekleştir-
mektir. Sonunda, “bize söylendiği gibi olmak ”tır. Bu sâyede de , eşyanın hakikatine maksimum düzeyde nüfuz etmiş olmaktır.(5)

SABIR VE TAHAMMÜL
Yukarıda söz konusu ettiğimiz istenmeyen tehlikeye karşı, bedenli ruh varlıkları olarak bizler taa eski dönemlerden beri uyarıldık. Dinlerin ve seçkin inisiyatik öğretilerin ortak hedefi bu değil miydi? Aslında uyaran da biziz, uyarılan da… Sâdece inisiyatik ve dinsel öğretilerle değil, toplumsal ve doğal âfetelerle de gelen tüm uyarılar çerçevesinde biliyoruz ki, söz konusu iletişimimiz sağlıksız olduğu zaman, icaplar ortamında ıstırap hazır… Çünkü yine ıstıraplar ve eprövler(yaşam sınavları) sâyesinde biliyoruz ki, daha çok bize ıstırap veren şeylerde hikmet ve rahmet bulunmaktadır. Ayrıca, ıstırap durumunun bireyi uyanık tutucu bir yararı olduğunu da biliyoruz. Biraz uyanık olunabilirse, ıstırapta “sabır ve tahammül durumu ” vardır (ya da kişi ıstırap çektiği zamanlarda sabır eve tahammül durumu içine girer) ki, bu durum da  kişi için, bağlı olduğu ruhsal plandan düşey tesirleri aldığı en elverişli durumdur. Başka bir deyişle, enkarne varlığın, planıyla iletişiminin yoğunlaştığı zamandır/durumdur.

ISTRAPLARDAN YARARLANMAK…
Bu nedenle, maksatlı ıstırap durumunun önemi tüm ciddi inisiyasyonlarda vurgulandı durdu. Çünkü belirli bir enkarnasyon ile geçmiş olduğumuz iletişimden beklenen değişimin, gelişimin , farkındalığın, anlayışın ve uyanışın gerçekleşmesi için, söz konusu iletişimin sağlıklı sürmesi yönünde titizlik göstermek durumundayız. Ya da olası ve istenmeyen bir “sapma” ortaya çıktığında da ıstıraplardan yararlanma yönünde titizlik göstermeliyiz.

Bir enkarnasyon ile sağlanmış bulunan iletişimin sağlıklı oluşunun başka bir yan ürünü de sağlıklı bir yardımlaşma ve dayanışma bilincidir. Çünkü iletişimde bir şeyleri(düşünce, duygu, bilgi) paylaşmak söz konusudur. Paylaşmak ise ancak sağlıklı bir iletişim halinde “yardımlaşma ve dayanışma bilinci ” içinde olur. Bu nedenle, yardımlaşma ve dayanışmanın hedefi de, plansal anlamda bir iletişimdir. Bu durumda en önemli katalizör ise sevgidir. Çünkü sevgi enerjisinin en büyük işlevi ortak alan kurdurma etkisidir. Evrensel sevgi enerjisi gereği, varlıklar enkar-
nasyonlar süreci içinde sağlıklı iletişim eve etkileşim  ile yardımlaşmaya ve dayanışmaya giriyorlar. Bu şekilde, “varlık varlığın gelişim aracıdır..” ya da “her şey birbirini geliştirmek için vardır…” bilgisinin gereğini yerine getirmiş oluyorlar.

Bu durum aslında, plansal büyüklükte ve küresellik boyutunda bir plan içinde olup duran en belirgin süreçtir. Planın payına düşen bilginin, tüm plan katmanları ve varlıklarınca emilmesi, paylaşılması ve hazmedilmesidir. Plansal bir yapı en kusursuz ortak alan olduğu
gibi, o aynı zamanda; yardımlaşama ve dayanışma bilincinin en kusursuz şekilde gerçekleştiği bir mekândır. Söz konusu yardımlaşma ve dayanışma sâdece plan bünyesinde değil, bir üst ve bir alt planlarla da bağlantılı olarak gerçekleşir. İşte bu iletişime katılma şeklimizi ve plansal hiyerarşi içindeki yerimizi genel tekamül düzeyimiz belirliyor.

EVRENLERİN AKTİF ELEMANI
Yukarıda sözünü ettiğimiz iletişimin temelinde, hem plansal hem de dünyasal anlamda fedakârlık vardır.(6) Çünkü söz konusu iletişime sağlıklı bir şekilde katılmak; maddenin üzerimizdeki câzibesini %50’ye kadar indirmekle olasıdır. Bu ise fedakârlığı gerektiren bir zorunluluktur. Bunu için maddenin câzibesiyle ortaya çıkan atâletten uzak olarak iletişimin gereği olan sağlıklı ve içsel gelişim yönündeki etkinliklere önem vermekte yarar vardır.

Evrenlerin aktif unsuru(elemanı) ruhtur. Bu nedenle, hem bedenli ruh varlığı olarak, hem de “sağlıklı iletişim ”in doğal gereği olarak kendimizi her an hatırlar halde uyanık tutmaya  özen göstermeliyiz. Başka bir söylemle, madde ile iletişim durumunda bulunduğumuz şu halde aktivitemiz ne kadar yoğun ise, iletişimimizin “kalitesi ” de o denli yüksek olacak demektir. Bu “kalite ”, aynı
zamanda ruhsal rahmetten yararlanma oranımızı da belirler, unutmayalım…

S  O  N  U  Ç
Tüm bu açıklamalardan sonra, içsel gelişim açısından ortak alan kurmanın ve onu sağlıklı ilişkiler ve etkileşim içinde sürdürmenin önemi herhalde ortaya çıkmıştır. Çünkü besbelli ki; anlayıştaki ve sezişteki olası tıkanıklıkların giderilmesi ve ruhsal gücün tezahürü ortak alanın verimli zemini içinde olasıdır. Şuursal darlığın anlayışa dayalı iletişimle giderilmesi de ortak alanın verimli ortamında deneyimlenebilecek  güzel bir başarıdır. Ayrıca, anlayışa dayalı böyle bir iletişim ile; konuların/kavramların derin anlamlarına varılması da ortak alanda olasıdır. Bu şekilde, anlayışına/idrakine varılan bilgi ”nin uygulaması da içtenlikle/sabırlı tahammül ile böyle etkili bir ortak alan çalışmasından sonra olasıdır. Bu nedenle, irşadından yıllardan beri yararlanmayı sürdürdüğümüz yüce Sadıklar Planı Tebliğleri’nde, “…ikili üçlü gruplar oluşturarak çalışınız….” anımsatmasının bir çok celsede yinelenmiş olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
…………………..
(1)     Zaman enerjisinin en büyük işlevi , olgunlaşma yönünde değiştiriciliktir. Ruh varlığı tesirliliğini Zaman Enerjisi ile gösterir. Evrenlerde, Zaman Enerjisinin etkisi altında olup da, tekamül etmeyen hiçbir şey bilmiyoruz. Ruh varlığı yaratma eylemine, Zaman Enerjisini kullanarak başlar. Başka türlü ifadesiyle, bir yerdeki/zemindeki tezahüratı (yaratılışı)  Zaman Enerjisi (Kronos Tanrı) başlatır. Gerçek anlamda “zamanı yaşamak”, “çağdaşlık”, “zamana uymak” emek, bulunduğumuz mekândaki Zaman Enerjisinin en ince titreşimine uyum sağlama performansı sergilemek demektir.
(2)     Ruh varlığının kozmik işlevini şöylece özetleyebiliriz:
* Ruhsal âlem ile maddesel alem arasında iletişim.
* Yüce ruhsal tesirliliğin maddesel evrenlerde sürekli tezahürüne araç olmak canlı (ve hele zeki) varlıkların görevidir. Bu, ebedi ve en kutsal görevimizdir. Bu görevimizi giderek daha iyi yapar kaliteye yükseltmek durumundayız.
*  Enkarne olan her varlık, bilerek/bil-
meyerek yüce ruhsal etkileri aktarır/yayar ya da yansıtır. Ruh varlığı bu işlevini ortak alan kurarak gerçekleştirir.(Bu konuda daha ayrıtılı ve teknik bilgi için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, Bedri Ruhselman)
(3)     Bir maddesel ortamın fiziğinden astraline çekilmesi (hatta, tekrar bedenlenmek üzere) o ortamın spatyomuna çekilmesi, oradan ayrılmışlığını ifâde etmez.
(4)     Ahdini bozanlardan olmayın!” meâlindeki Kur’an ayetleri için bkz. Bakara: 11,63; Nahl: 34; İsra: 34,37,38.
(5)     Eşyanın hakikatini görme duasını sâdece  Muhammed Peygamber değil, Hermes de yapmıştır: Kadim Mısır’ın yüce inisiyesi Hermes, “eşyanın hakikatini görme arzusu”nu dile getirdiğinde; kendisini önce, içinde tüm canlı formların kıpır kıpır hareket ettiği latif bir ışığın esiri dalgaları içine gömülmüş halde hissetmiş, ardından yoğun maddeye özgü karanlıkların  çine dalmış ve o anda bir ses işitmişti. Bu ses ışığın sesiydi(*) Aynı anda derinliklerden bir ateş fışkırmış, bunun üzerine de kaos birden kayboluvermiş, her taraf sütliman olmuş ve aydınlanıvermişti.(*)Bu ışık, yıldızların ışığından önce yaratılmış bir ışık; yani, anlamakla kavranılabilen bir ışıktı.(*)Kaynak: Büyük İnisiyeler -sayfalar 291,292, Ruh ve Madde Yayınları
(6)     Fedâ etmek”, “terk etmek ”, “sâdeleşmek ” sözcüklerinde anlamını bulan  “fedakarlık ” adına, sevdiğinizden dolayı, bir çok şeyi feda edebilirsiniz. Feda etmesini öğrenmek sevgi pratikleriyle olur ve vericiliğin,
elciliğin (digerkamlığın) en doğal şekli

de sevgi ile olur. Bunların ileriki aşamalarında bir yerde; çok daha yüksek bir hedef için sevdiğinizi feda edersiniz…