Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

16 Eylül 2016 Cuma

İ H T İ Y A Ç L A R

İ H T İ Y A Ç L A R
HAZIRLAYAN : Selman Gerçeksever

Günlük yaşamda çokluk ve çeşitlilik hâlinde hemen sürekli hareket hâlindeyizdir. Bu hareketlerin her biri hem sebep, hem de sonuçtur. Bir hareket ya da eylem başka hareketleri (kaotik) ya da bir sonraki hareketi (lineer, doğrusal) başlatması bakımından onların / onun bir nedenidir. Ama o hareketin de bir başlatıcısı, bir nedeni vardır. Bir harekette bulunmak için bazı ihtiyaçlar hissederiz. Yani bir şeye ihtiyacımız olduğu zaman harekete geçeriz. Bu yazımızın konusu hareketlerimizin nedeni ihtiyaçlar olacaktır.

İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT öğretisinden biliyoruz ki, bir tesir madde ortamında hareket (ler) şeklinde tezâhür eder. Bir yerde bir hareket varsa, bu hareket bir tesirden dolayıdır. Hattâ maddedeki hareketler aşkın anlamada ve simgesel olarak “ruhların kıpırdanışları” nın (38) (*) ifâdesidir. Bu durumda hareketlerimizin arka planındaki ihtiyaçlar sâdece fiziksel etkilerden değil, ruhsal tesirlerden de kaynaklanmaktadır. Açlık, susuzluk, acı, korku vb. gibi fiziksel etmenler ile harekete geçtiğimiz gibi vicdâni ya da nefsâni itilimlerle de harekete geçeriz.

Örneğin, tatile çıkmak için pek çok neden / ihtiyaç vardır ama en sıradan ve yaygın neden dinlenme ihtiyacıdır. Neden orada değil de, şurada tatile gitmemizin nedenleri de herkese göre farklı ihtiyaçlara dayanır. Bir süre çalıştıktan sonra dinlenme ihtiyacı hissederiz, kalkıp uzanırız ya da elimizden kalemi / mausu (fareyi) bırakır, oturduğumuz yerde şöyle bir doğruluruz. Susamışızdır, su içeriz; acıkmışızdır, yemek molası veririz. Kitap okumak, araştırma yapıp bir yazı kaleme almak için, bilgilenmek ihtiyacı hissetmemiz gerekir. Dış görünüşümüzle insanları etkilemek için, kaale alınma ve ilgi toplama açlığı ihtiyacı içinde olmamız gerekir.

Görüldüğü gibi, bir harekette bulunmak,  aksiyona geçmek için, o hareketle ilgili bir şeyin ihtiyacını  hissetmemiz gerekir. Tüm yaşam hareketler silsilesi ya da bir aktivite topluluğu / akışı olduğuna göre; hareketlerin, davranışların, etkinliklerin temelinde ihtiyaçlar vardır. Durum böyle olunca, oldukça önemli bir konuyla karşı karşıyayız demektir: Genellikle ihtiyaçlarımızın neler olduğu, ihtiyaçların kökenleri, ihtiyaçlarımızın ne kadarı, nasıl karşıladığımız, ihtiyaçlarımızı karşılayamadığımız zaman ne yaptığımız vb. konular önem kazanmaktadır. Ortaya çıkan herhangi bir ihtiyaç bize yönelik bir etkidir(uyarandır); bu etkiye nasıl ve ne şekilde tepki vereceğimiz gelişim düzeyimiz hakkında da ip uçları içerir.

Kendi gelişim ihtiyaçlarımızı gidereceğimiz ve başkalarının gelişim ihtiyaçlarını gidermelerine yardımcı olacağımız zaman-mekân koşulları içine enkarne oluyoruz. Ne türl koşullar içine ne zaman enkarne olacağımızı da; geçmişten getirdiğimiz karmik birikimimiz ile, seçme özgürlüğümüzü ve özgür irâdemizi kullanma şeklimiz belirliyor. Ama bir enkarnasyonda tüm gelişim ihtiyaçlarımızı karşılamamız söz konusu değildir. Bir tek enkarnasyonda gidermeyi yaşam planımıza aldıklarımızın da bir kısmını bu zor gelişim koşulları içinde gideremiyoruz ve bir takım noksanlarla / başarısızlıklarla geldiğimiz yere (ahret yurduna / spatyoma) dönüyoruz. Bu nedenler belli bir gelişim düzeyine yükselmek için pek çok yaşamlar (enkarnasyonlar) gerekebiliyor.

Ruh varlıkları olarak, iç potansiyelimizi maddesel ortamlarda tezâhür ettirmek ve gelişmek / şuurlanmak ihtiyacındayız. Bu, varlıksal bir ihtiyaç ve aynı zamanda evrensel bir etkinlik. Bu arada, her gelişim ihtiyacı da her ortamda giderilmez. Başka türlü bir deyişle, tüm ihtiyaçlarımızı ebediyen belli bir uzaysal objede (gezegen, asteroid, yıldız vb.) karşılamamız söz konusu değildir. Her maddesel ortam (uzaysal obje) belirli yeteneklerin tezahür ettirilmesine; tüm ihtiyaçlarımızın değil, belirli ihtiyaçlarımızın giderilmesine elverişli olanaklara sâhiptir. Çok genel anlamda maddenin olanaklarıyla ruhun tekâmül ihtiyaçları Aslî İlke’nin kudreti içinde bir araya getirilmiştir. Aslî İlke’nin gereklilikleri (icapları) içinde hem ruhun tekâmül ihtiyaçları, hem de bu ihtiyaçları karşılayacak maddesel olanaklar bulunur (191).

SADIKLAR PLANI bilgilerine göre varlığın fıtratında bulunan Üç Bilgi’den dolayı; kendini bilme yolunda idraklenmemesi / şuurlanmaması, gelişmemesi ve dolayısıyla Rabb’ini bilmemesi söz konusu değil. Kısacası, varlığın gelişmemesi, ruhun tekâmül etmemesi söz konusu değil, seçme özgürlüğümüzü gelişmeme yönünde kullanma lüksümüz yok.  Dolayısıyla gelişmek ve değişmek varlıksal ve evrensel kapsamda en temel ihtiyacımız. Bu temel ihtiyaç içinde varlıksal ve evrensel etkinliğimiz devresel olarak ve ebedîyen sürmektedir. Bu edebî gelişim yolunda çokluk ve çeşitlilik hâlinde ortaya çıkan ihtiyaçlarla yine çokluk ve çeşitlilik hâlinde pek çok hareket sergileriz ki, olgunlaşmanın şuurlanmanın doğal sürecidir bu.

Bu yol üzerinde herhangi bir gelişim ortamındaki zaman-mekan koşulları, o ortama enkarne durumda bulunan en yüksek realitenin gözetimi  ve kontrolü altındadır. Böyle yüce bir varlık kendi gelişim yolunda böyle bir liyakat ve olgunlukla vazifesini yaparak kendi gelişim ihtiyaçlarını giderirken, gözetimi altında ve kapsamında bulunan varlıkların da gelişimlerine yardım etmektedir. Bu ortamda gelişen varlıkların vazifesi de, görüp gözetici ve esirgeyici olan rablerinin irâdesine hizmet ederek gelişmektir. Tezâhürat ortamının tüm varlıkları da, değişik şuur düzeylerinde olmak üzere âlemlere (ve dolayısıyla evrene) yayılmış olarak İlâhi Murad’a hizmet ederek gelişmek durumundadır. Bu nedenle evrende zeki yaşam türlerinin nâdirliği değil; bolluğu, çokluğu ve çeşitliliği söz konudur.

Bu yazımızın ana teması olan varlıkların gelişim ihtiyaçları, yaşamlar boyunca sergiledikleri gelişim etkinliklerinin genel sonucudur. Görülüyor ki, genel anlamda hareket (etkinlik, aksiyon) ihtiyaçları, ihtiyaçlar da hareketleri doğurmaktadır. Bu, Sebep-Sonuç Yasası’na göre işleyen bir mekanizmadır. Bu evrensel ve varlıksal gidiş içinde, gelişim ve değişim evrensel kaderimizdir. Gelişmemek ve değişmemek söz konusu değildir. Bu bağlamda yaşamlar boyu yapıp durduklarımız; özümüzde potansiyel olarak bulunan bilginin maddesel ortamlarda uygulama ile; görgü ve deneyim birikimine, onları da öz bilgilere dönüştürmektir. Bu arada elbette maddeyi de geliştiriyoruz ve giderek daha süptil bedenlere enkarne olur hale geliyoruz. “Öyle bedenler vardır ki, siz onları ruh zannedersiniz…” deniyordu SİRİUS CELSELERİ ’nde verilen bilgilerde. Genel varlıksal ve evrensel kaderimiz olan gelişim ve değişim olgusu içinde, giderek, öz benlikler olarak mensubu olduğumuz planın daha kalifiye işçisi olmak durumundayız. İlâhi İrade Yasaları’nın uygulayıcısı ve yöneticisi olmak da gelişmek ve şuurlanmak ile olası. İşte tüm bunlar için gerekli olan araç-gereçler ihtiyaçlarımızı oluşturmaktadır.

Ama  gelin görün ki, enkarne olduktan sonra; madde, enkarne varlığı   için, toplumun da etkisiyle yapay ihtiyaçları empoze eder ve kişi genellikle bunlarla sınanır. İşte tam da burada, yapay ihtiyaçlara muhalefet kişinin gerçek samimiyetini ortaya kor. Söz konusu yapay ihtiyaçlar ve hattâ yapay îcaplar (gereklilikler) kargaşası ve karmaşası içinde belli bir yaşam için gerekli olan gerçek gelişim ihtiyaçlarımızdan uzaklaşabilir, yeniden onları bulana kadar acılı / ıstıraplı eprövlerle karşılaşmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan her konuda sâdelik içinde yaşamakta, az ile yetinmekte, açgözlülük /biriktiricilik yapmamakta yarar var. Bu beşerî aldanmayı önlemek için; Kur’an’da, “servetin belli ellerde toplanmaması”  ve “servet şımarıklığı”  konusunda uyarı yapılmıştır (Haşr 7, Zühruf 23, Hûd 82+83, Nisa 61, Mâide 1043, Vakıa 45, Nahl 71, Zariyat 19, Enam 141).
Görülüyor ki, ihtiyaç belirlemedeki isâbetsizlik de birtakım ıstıraplarımızın kaynağı olmaktadır. Bir sonraki enkarnasyonumuzun şeklini belirleyen etmenlerden biri de budur. Belirli koşulları ve özellikleri içeren zaman – mekân koşulları içine enkarne olmamızı belirleyen etmenlerden biri de genel gelişim ihtiyaçlarımız olmaktadır. Çünkü belli bir yaşamlık ihtiyaç birikimimiz bizi yeni bir enkarnasyona zorlar. Yaşam planımızın hazırlanmasında da; toplumun öteki bireyleriyle (aile, iş arkadaşları vb.) iletişim zorunluluklarını da “karşılıklı ihtiyaç giderme faktörü” oluşturur.

Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, şu andaki gerçek (varlıksal / ruhsal) ihtiyaçlarımız ve onların oluşturduğu maddesel çevremiz (ki buna bedenimiz de dâhildir) varlık olarak kendi elimizin emeğimizin sonucudur. Böyle olunca, bu bir anlamda; alın yazımızdan da (kaderimizden de) sorumluyuz demektir. Bir başka söylemle, bugünkü genel manzara, önceki beyanlarımızdan oluşan istek ve ihtiyaçlarımızın perişan manzarasıdır. Bu nedenle bir şey isterken, ihtiyaç beyanında bulunurken, biraz düşünmek ve çocukları da buna alıştırmak gerek… “Şunu canım istiyor ama gerçekten ona ihtiyacım var mı?” Mâkul vicdana dayalı bir sâdeleşme içinde; çok şey istemeden, istekleri olabildiğince azaltarak ama bolca şükrederek yaşamasını öğrenmeliyiz ve öğretmeliyiz. Çünkü şu anda nelere sâhipsek, onlara lâyıkız demektir; onları içsel gelişim yönünde değerlendirmek durumundayız. Elimizdekinin “hakkını vermeden”, ondan gelişim yönünde yararlanmadan; başka şeyler ya da aynı şeyden daha fazla miktarda istemek, beşerî bir zaaf ve açgözlülükten başka bir şey değildir. Burada “”hakkını vermeden derken, kendi içsel gelişimimiz ve başkalarının gelişimi için kullanıp kullanmamayı kastediyoruz.

ihtiyaçlar yazısı, sayfa 2'ye .jpgAçık gerçek bu olduğunu bazen bile bile ve dahası, hiçbir şeyin ölüm ötesine geçirilemeyeceği de çok iyi bilmemize karşın, biriktirme işlemini sürdürürüz. Biriktirdiklerimizin içinde hareket ve düşünce (küresel düşünme) yeteneğimizi yitirip, sâbitleşiriz. Bu kusurumuzu tevil etmek için güzelce sözler de uydurmuşuzdur: “Fazla mal göz çıkarmaz…”, “Mal canın yongasıdır” Bu ya da benzeri tekerleme ve atasözleriyle açgözlülüğümüzü tevil etmeye çalışırız ama unutmayalım ki, kişiyi biriktirdikleri batırır. Ayrıca, “hazineniz neredeyse, gönlünüz oradadır”  özlü ifadesini de burada anımsamakta yarar var. “Hazinelerimiz yeryüzünde değil gökyüzünde olmalıdır…”
Açgözlülük, elbette derece derece olmak üzere eğitilmemiş ve aklı da egemenliği altına almış bir nefsin en belirgin niteliklerindendir. Acaba her isteğimiz birim gerçekten ihtiyacımız mı? İstediğimiz şeyin sorumluluğunu kaldırabilecek olgunluk ve güçte miyiz? Gerçekten ihtiyacımız olan şeyleri istediğimizden emin miyiz? Daha çok ne türden şeyler istiyoruz? “Yarı İdrakli”  varlıklar (3+50+58+60 +77+101+135+197) olduğumuz için, büyük bir olasılıkla gerçek ihtiyacımız olan şeyi bilemeyiz, dolayısıyla istemediğimiz de dahası, istediğimiz şeyler de o andaki gerçek ihtiyacımız değildir. Yapay ihtiyaçlar ve yapay îcaplar içinde kendi kendilerini “boğmuş” kimselerin sayısı az değildir. Bu olumsuz durum bir bakıma, gelişim yolundaki bireyin kendi, kendini engellemesidir. İçsel gelişimde en büyük engel yine kendi egosudur. Bu olumsuz durum kişinin kendi kendine zulmüdür. “Alın yazımız buymuş, ALLAH böyle yazmış, kader işte…” vb. gibi söylemler, kusurlarımızın sonuçlarını ALLAH’a fatura etmeler varlıksal gerçeklerle bağdaşmayan, insanın gerçek doğasıyla örtüşmeyen beşerî hezeyanlardır. “ALLAH zulmetmez” (Yunus 44), tam tersine, “ALLAH insana kolaylık diler” (Bakara 185) ama “insan kendi kendine zulmeder” (Yunus 44)

Kendi kendimize yönelik olarak sergilediğimiz bu talihsizlikler ve basiretsizlikler maddenin câzibesi ve toplumsal koşullandırmaların da etkisiyle (örneğin moda ve reklamlar) daha da vahim ve sakınılması zor bir hal alır. Bu bağlamda asıl ve normal / doğal ihtiyaçlarının dışında olan ihtiyaçlar ve icaplar “istekler” olarak empoze edilir ve kişiler “ister hâle” getirilir. Bu en istenmeyen, etik açıdan da “sinsice kandırma” denebilecek en zararlı ve bireyleri tüketici konuma getiren toplumsal / ekonomik koşullandırmalardan biridir. Açıkçası, moda ve reklam sektörleri kendinden habersiz bireyin beşerî zaaflarından yararlanarak palazlanır / palazlanmaktadır.

İşte tüm bunlardan dolayı, kişinin seçme özgürlüğüne ve özgür irâdesine ket vuran bu tür ve benzeri koşullandırmalara karşı “uyanık” olabilmek için nefsin eğitimi ve duyguların yönetimi önem kazanmaktadır. Bedenlenme ile varlıksal özgürlüklerimiz sınırlanır. Bedenin kapasitesiyle, maddesel etmenlerin ve koşulların etkisiyle varlıksal özgürlüklerimizin çoğunu yitiririz. Bu nedenle, bedenli haldeyken kendimizi çok özgür sanmayalım. Nefsin başıboşluğunu özgürlük sanmayalım. Aksi takdirde, doğmadan önce (enkarne olmaya hazırlanırken) seçme özgürlüğü ve özgür irâdemiz (varlıksal ilkeler) doğrultusunda aldığımız kararları, kendi kendimize ve planımıza verdiğimiz sözleri (Kur’an – Tevbe 4, Bakara 63, Nahl 91, İsra 34+37+38) enkarne olduktan sonra uygulayamayabiliriz. Bu duruma düşmemek için, maddenin / bedenin daraltıcı ve karatıcı etkisine karşı “uyanık”  olmak durumundayız. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bedenli haldeyken kendimizi çok özgür zannetmeyelim. Nefsin kandırmacalarının, toplumun koşullandırmalarının kurbanı olmuş olabiliriz. Unutmayalım ki, asıl özgürlük; nefsin kontrol altına alınmasından sonra gelir ki, o da vicdan özgürlüğüdür.Kişi, vicdanını nefsin egemenliğinden kurtarabildiği ölçüde gerçek ihtiyaçlarını daha isâbetli oranda belirleyebilir, bağlı olarak gelişim hızını da arttırabilir.


İşte âkil ve kâmil ve de müdrîke sâhibi (idrakli) insana yaraşan bu duruma ulaşabilmek; çok büyük ölçüde, kendini tanıma ve bilme duyarlılığı içinde nefsin eğitimi ve buna bağlı olarak ve duygusallığın kontrol altına alınmasına bağlıdır. Nefsini eğitememiş,  bencilliklerden kurtulamamış, duygularını kontrol etmeyi öğrenmemiş (daha doğrusu öğretilmemiş) bir genç, kolaylıkla; dünyasal / maddesel câzibenin, beşerî koşullandırmaların ve ideolojik empozisyonların oyuncağı olabilir. Dahası, birey ihtiyaçlar karmaşası içinde; dünyasal câzibeye ve beşerî koşullandırmalara yatkın olan beşerî ego az yukarıda söz konusu ettiğimiz toplumsal / ekonomik empozisyonlara yatkın ve onların bir enstrümanı (aracı maşası) hâline gelir. Bunun peşi sıra oluşan özdeşleşmeler, başımıza; atlatılması çok zor yaşam sınavlarını (eprövler) açabilir.

O halde, ihtiyaçlar ile seçme özgürlüğü ve ego eğitimi arasında (önceden duygular arasında) sıkı ilişki var. Hattâ ihtiyaçların, küresel anlamda, vazife ile de ilişkisi bulunduğunu söyleyebiliriz çünkü ihtiyaç, vazifesinin yerine getirilmesi sırasında gerekli olan her şeydir. Burada “vazife” derken, bir tezahür uzantısı olduğumuz ruhsal planın hedefine hizmeti kastediyoruz. Bu bir bakıma planımızın ilâhi muradına hizmettir ve planlar da ALLAH’ın ilâhi muradına hizmet eder durumdadır. Bu anlamda her şey vazifenin yerine getirilmesine araçtan / malzemeden başka bir şey değildir. Her varlık gelişmişlik durumuna ve düzeyine göre vazifenin yerine getirilmesinde görev alır. İşte tekâmülden amaç, giderek daha kapsamlı vazifelere aday ve lâik duruma gelmektir. Örneğin, bizler için dünyadan sonraki aşama olan Vazife Planı’nda (238) yer almak “tam idrak” düzeyine ulaşmakla olası. Bizler şimdi dünya gelişim okulunu bitirene kadar “otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli”  varlıklarıyız(3+50+58+60+77+101+135+197). Biz enkarne varlıklar için vazifenin gerçekleşmesine yönelik hazırlık mekanizması vicdandır (97). Bu nedenle vicdan birim dualitesinin (135+181) üst değeri, alt değerinden fazla olmasında yarar vardır. Vicdanın bu üst değerlerini besleyecek şekilde ve kalitede bir yaşam sürdürdüğümüzde, bu, İlâhi Murad’a daha etkin hizmet anlamına geliyor ki, (Kur’an söylemi ile ) “doğru yolda” (Sırat-ı Mustakîm) olmak da bundan başkası olmasa gerek (Bkz. En’am 153). Kur’an terminolojisiyle düşünmeyi sürdürdüğümüzde, belki şunu söylemek de olası: “dosdoğru yol” dan sapmak demek, vicdanın alt değerleri sürekli beslendiğinde ortaya çıkan istenmeyen durumlar (parçalanma “teferruk”) oluyor (En’am 153). İşte bu duruma düşmek ya da düşmemek; vazifenin yerine getirilmesi için malzemeden başka bir şey olmayan ihtiyaçlarımızı belirleme ve onları değerlendirme şeklimize bağlı oluyor. Bedenli /“bedensiz” tüm varlıklar, gelişmek için ve vazifelerini yerine getirmek için; bedenlenmeye, bedenli eprövler geçirmeye ihtiyaç duyarlar. Bu belki en genel anlamda bizlerin varlıksal ihtiyaçlarımızdır. Varlıklar söz konusu gelişim ihtiyaçlarını gidermek için değişik zaman-mekân koşullarına (maddesel ortamlara) enkarne olurlar. Hem enkarnasyondan sonra, enkarne olmadan önceki kadar şuurlu değildir. Enkarnasyonla (yaşam planlarının gerektirdiği kadar) bir şuursal daralmaya uğrarlar. Bir bakıma, şuur kısmen “kapanır” enkarnasyon ile.

Vazifenin yerine getirilmesi sırasında, vazife için gerekli olan her şey ihtiyaçtır. İşte burada gerekli olanı (ama gerçekten gerekli olanı) bilebilecek idrak düzeyine, anlayış kapasitesine, içsel birliğe ve sâfiyete ulaşmak, bizim için en büyük idealdir. Bedenli yaşamın amacı da budur zâten.

Şimdi yazımızın bu aşamasında vazife ve ihtiyaçlar bağlamında şu devre sonunda gerçekten ne yaptığımıza bakarak konumuzu sürdürelim:

Çokluk ve çeşitlilik hâlinde binbir türlü işler peşinde koşarken, gerçekten ne yapıyoruz? Zaman zaman şuurlu, bazen yarı şuurlu ama çoğu zaman “şuursuz” olarak yapmakta olduğumuz budur: Öz benliğimiz aracılığıyla mensubu olduğumuz ruhsal planın giderek daha kaliteli ve işe yarar bir elemanı hâline gelmeye çalışıyoruz yaşamlar boyu… Bu vazifeyle, maddesinin her türlü ağırlığına ve bizleri kendine benzetme gayretine rağmen; ihtiyaçlarımızı çok isâbetli belirleyerek idrak düzeyimizi, anlayış kapasitemizi ve sâfiyetimizi artırmaya çalışıyoruz. Yapmakta olduğumuz ve ebediyen de yapacağımız budur. Her şey de bunun için araçtır.

İhtiyaçlara karşı duyarlılık seçici olmayı da gerektirir. İhtiyaçların / isteklerin ayıklanması, azaltılması ve geri kalanların da önem sırasına göre dizilmesi… Unutmayalım ki, her önemi önemli değildir. İhtiyaç giderilmesinde, en önemliyi seçmek ve onu en ön sıraya almak daha akıllıca bir tutum olur. Böyle bir seçimi yapabilmek, belli bir düzeyde rikkate ve fehim gücüne sâhip olmakla olasıdır. İhtiyaçlara yönelik seçimlerimizi bu şekilde yapabildiğimiz zaman, kendi keyfî (yâni nefsâni ve bencilce) isteklere kapılmayabiliriz. Bu tutum, aynı zamanda nefse karşı muhâlefet gücü sergilemenin belirtisidir. Bunun tersi yöndeki tutuma Kur’an “nefsin hevâ ve hevesine uymak” diyor ki, bilgelikle / olgunlukla bağdaşmayan ve çocuklara özgü bir durumdur (Câsiye 23, Furkan 43, Mâide 70, Necm 23). İhtiyaçları belirleme kapsamında böyle bir farkındalık içinde bulunabilirsek, içsel gelişime daha çok katkısı olacak gerçek ihtiyaçlara yönelmemiz kolaylaşır ve gerçek ihtiyaçlara göre her şeyi yeniden tanzim etme fırsatını yakalayabiliriz. İhtiyaçlar ve istekler enkarne varlık için en değerli ve kuvveti, motivasyonlardır ama yukarıda öğrenmeye çalıştığımız koşullarda değerlendirmek kaydıyla…


Psikolojinin Yaklaşımı
Davranış bilimi olan psikolojiye göre, ihtiyaçlarımız; aynı zamanda, davranışlarımızı yönlendiren faktörlerdir. Günümüz psikolojisinde ihtiyaçlarımızı konu alan bir dizi teori geliştirilmiştir ki bunlara motivasyon teorileri denir(3).

Şimdi konumuzu biraz da motivasyon açısından inceleyelim: Motivasyon (güdüleme) “Belli bir davranışı başlatan, sürdüren ve yönlendiren güç” olarak tanımlanmaktadır. Motivasyon teorilerinin konusu; davranışlarımıza / hareketlerimize yön veren ihtiyaçlarımızdır. İhtiyaçlarımız da, fizyolojik ve psikolojik / düşünsel olmak üzere iki gruba ayrılır.

Psikolojinin açıklamasına göre herhangi bir ihtiyaç içinde bulunan birey gerginlik durumuna girer. Güdü (motive) ise, söz konusu “gerginlik durumu” nun gidermek için bireyi davranışa iten güçtür. Başka bir söylemle, birey doyurulmamış bir ihtiyacın gerginlik yaratan durumundan kurtulmak için, o ihtiyacı doyurmaya / gidermeye yönelik davranış geçer. Bu yazımızın başlangıç paragrafında da “ihtiyaç harekete neden olur” demiştik. Görüldüğü gibi aktivasyonlarımızın kökeninde değişil ihtiyaçlar vardır. Bu gerçeği göz önünde tutarak; içimizde istek olarak doğan bir ihtiyacın, gerçekten bir takım davranışlara (aksiyona/etkinliğe) girmeye değer olup olmadığını belirleyebilecek fehim gücüne ve rikkatine sahip olmalıyız ki, bu da çok büyük ölçüde kişinin kendi kendisini tanıma duyarlılığı içinde; nefsini eğitmiş, duygularını kontrol altına almış olmasına bağlıdır. Bu tutum ve duyarlılık hiç kuşkusuz, kendimizi tanımak açısından olduğu gibi, çevremizdekileri tanımak ve onlarla sağlıklı bir iletişim kurmak (yâni, uyum, esneklik, hoşgörü açısından da önemlidir.)

Kuşkusuz, insanın araştırılması, anlaşılması ve güdülenmesi kolay değildir. Nasıl ki, bu konuda karşılaşılan zorluklar şu şekilde sıralanmıştır: İhtiyaçlar konusunun kapsamını anlamak bakımından büyütecimizi biraz da insanın; araştırılması, anlaşılması ve güdülenmesi konusunda karşılaşılan zorluklara çevirelim. Bu konuda kaynakların saptamaları şöyle sıralanıyor:

1)     Güdüler doğrudan gözlenemez, ancak; insan davranışları gözlenerek, kişinin performansındaki değişiklikler ölçülerek ya da kişiye ihtiyaçları ve amaçlarıyla ilgili sorular sorularak güdüler (motives) hakkında varsayımlar geliştirilebilir.
2)     Güdüleri davranışlardan soyutlamak da zorluklar içerir. Çünkü bir davranış birden fazla güdüye karşılık olabileceği gibi; aynı güdü, değişik davranışlar şeklinde de kendini ifâde edebilir.
3)     Performans değişikliğinden hareketle, güdülenmeyle ilgili soyutlama yapmak risklidir. Çünkü performans; motivasyon (güdülenme) kadar, kişinin yetenek ve işle ilgili algılamalarına da bağlıdır.
4)     Kişinin kendinden bilgi alma yönteminin de kullanışlılığı sınırlıdır. Çünkü kişilerin kendi güdülerinin yapısı ve şiddeti hakkında farkındalıklarının ve bunu ifâdeye koymalarının geçerlilik ve güvenirliliğinin ne ölçüde olduğu tartışmalıdır. Bazı güdüler bilinç altında olabilirler; bazıları da bilinçli bile olsalar, kişinin utanma ya da araştırmacıya güvensizlik duyguları, bu bilinçteki güdüleri açıklamalarına engel olabilir.
5)     Güdüler, ayrıca biri ötekini tamamlayarak ya da gücünü azaltarak da birbirleriyle etkileşebilirler ve karmaşık yapılar oluştururlar.
6)     Karşılanan / giderilen ihtiyaç doyum etkisi geçene kadar davranışı etkilemez, yâni güdüleyici etkisi yoktur. Örneğin, keşif ihtiyacı gibi bazı üst düzey ihtiyaçlar doyuruldukça artarlar. Bu demektir ki, bunlar doyuruldukça davranışı güdüleme özelliği yükselir.

Görüldüğü gibi, kişinin güdülenmesi bağlamında davranışlar psikolojisinin, hiç değilse iş hayatıyla ilgili önemli bir kısmını da ihtiyaçlar konusu oluşturmaktadır. Hemen hemen tüm hareketlerimizin kökeninde ihtiyaç ve isteklerimiz bulunmaktadır. Bu bakımdan ihtiyaçlarımızın / isteklerimizin neler olduğu ve bizleri nerelere yönelttiğini bilmek durumundayız. Bu bağlamda ihtiyaçları, gelişim açısından önem sırasına dizme konusu ve bunu yaşama geçirmenin önemi / yararı iyice ortaya çıkmış bulunuyor. Bu konuda başarılı ve isâbetli seçim yapıp, gerçek gelişim ihtiyaçlarına yönelebilmek; mâkul vicdan doğrultusunda sağlıklı bir sâdeleşmeye bağlıdır.

Burada “mâkul vicdan” akıl ve vicdanın paralelliği de diyebileceğimiz; aklın nefse hizmetten çok, vicdana hizmet etmesidir. Buna, aklın; mukadderat (yaşam planı) ve îcaplar dengesi yönünde kullanılmasıdır. Üsteki paragrafın son cümlesindeki “sâdeleşme” ye gelince, bundan anladığımız da şudur: Dünyasal özdeşleşmelerden soyutlanmak, yapay îcap ve ihtiyaçlardan arınmak, giyimde-kuşamda, yemede-içmede, hattâ düşüncelerde sâdeleşmektir. Kişini, bilgilerine ve içinde bulunduğu realiteye göre “en gerekli olan”  ile yetinmesidir, sâdeleşmek.

Sâdeleşmenin konusu olan öğelere şunları eklemek de yerinde olabilir: Yenileşmemizi ağırlaştıran, şuurda uyandırıcı etkiyi engelleyen, sevgi enerjisinin akışını, bloke eden kısacası olgunlaşmamızı engelleyen tortular ve kabuklar” olmaktadır. Bu anlamda sâdeleşmek; miskinlik, pasiflik ve kadercilik değildir. Tam tersine; ayrıntılardan sıyrılarak, asıl problemin üzerine gitmeyi olanaklı hâle getiren, gerçek anlamda aktif yaşamaktır.

Sonuç
Hareketlerimizin /  fiillerimizin kökeninde ihtiyaçlar vardır. “Tüm hareketlerin ve fiillerin hedefi vazifedir.” (Bedri Ruhselman). İhtiyacını duyduğumuz şeyler, vazifemizin yerine getirilmesinde birer araçtır. Başka türlü bir deyişle vazifemizi yerine getirmek için bir takım araç-gerece ihtiyaç duyuyoruz. Bunu, elbette belli bir şuurlanma düzeyine gelmedikçe bilerek yapamayız ama bilsek de bilmesek de İlahî Murad’a hizmetten başka bir şey yapmıyoruz.   
-----------------------
(*) Yazının akışı içinde görülecek rakamlar İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT’tan yaptığımız alıntıların sayfa numaralarıdır.
(1) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, Syf. 41+67+87
(2) Dezenkarne varlıklara (yanlış olarak) “bedensiz” deriz ama aslında ruh varlığı hiçbir mekânda bedensiz değil, olamaz, irade ile bağlantı kuramaz. Maddesel ortam ne kadar süptil (titreşimi yüksek) olursa olsun, ruh varlığı oraya enkarne olabilmek için (orada tezahür edebilmek için) muhakkak oranın maddelerinden bir beden edinir kendine.
(3) Maslow’un teorisi (ihtiyaçlar hiyerarşisi), Herzberg’in iki faktör teorisi, Alderfer’in erg teorisi, Vroom’un beklenti teorisi, Equaity teorisi.       


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder