EVRENDE VARLIK NE YAPAR DURUR ?
Seçme Özgürlüğü ve Özbenlik
HAZIRLAYAN : Selman Gerçeksever
Ruhların
evrendeki tezâhür uzantıları ve tekâmül araçları olan varlıklar(özbenlikler);
deneyim ve görgü birikimlerine, liyakat ve gelişim düzeyleriyle uzmanlık
alanlarına göre çok çeşitli organizasyon sistemleri oluşturarak Aslî İlke’nin
gerekleri(icaplar) doğrultusunda İlâhi Murad’ın gerçekleşmesine hizmet ederek
gelişmeye çalışırlar.(1)
Evren varlıkları özlerinde taşıdıkları varlıksal ilkelerin ve “üç
bilgi”lerinin
(kendini bil, tekâmül et, tanrını bil)(2) itilimiyle, İlÂhî İrâde Yasaları’yla,
zaman-mekân koşullarına uyum sağlayarak, evrenin âlemlerindeki uzaysal
objelere(“gelişim okulları”na) defalarca enkarne olurlar.
Enkarnasyon
türleri çoktur ama bu anlamda enkarnasyonun amaçlarından biri de, şimdi bizler
için; dünya maddesinin etkisini tanımak ve bu maddesel etki ile çok değişik
haller ve hâletler deneyimleyerek kendi güç alanımızı güçlendirmektir. Evren
varlığı(öz benlik, asıl kendimiz) tekrar tekrar bedenlenmeler silsilesi
boyunca, bedenli yaşamlarıyla elde ettiği deneyim ve görgü birikimini özbilgi
birikimine dönüştürür(3).
Bu yolla aynı zamanda varlık; madde üzerinde egemenliğini, onu kontrol etme ve
hattâ meddeyi geliştirme(süptilleştirme) becerisini artırır. İşte bizler,
enkarne ruh varlıkları olarak bu olgunluğa, güce ve liyakate ulaşmak için; hem
rejisör, hem oyuncu rollerine bürünür, yaşam planları hazırlar ne onları
uygulamak için maddesel gelişim ortamlarına(âlemin uzaysal objelerine “ineriz”.
Şairin dediği gibi; “Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,
gâh inerim yeryüzüne âlem seyreder beni.”
Tüm
bunlar ve evrenlerde olup biten her şey İlâhî İrade Yasaları kapsamında olur ve
varlıklar yaratılışlarında(fıtratlarında) bulunan (ve varlıksal ilkelerden
olan) seçme özgürlüklerini ve iradelerini kullanarak, evrensel gelişim kervanı
içinde sonsuzdan gelip sonsuza giderler. Seçme özgürlüğü hakkını şu ya da bu
şekilde kullanmak varlığa sorumluluk yüklediği gibi, varlıklar için yaşam
sınavı ve deneyim çokluğu/çeşitliliği de sağlar. Bedri Ruhselman’ın ruh
tanımında gördüğümüz gibi, “İrâdesi ve iktidarı sâyesinde uyuyum
sağladığı âlemlerin yasalarına, gereklerine ve koşullarına uyarak, bilgi ve
uygulama için, her istediği zaman plan düzenleyerek bedenlenebilen, maksatlı ve
tesirlilik sâhibi, şuurlu bir varlıktır ”. Ruh varlığının seçme
özgürlüğüne sâhip olduğunu tanımda da görüyoruz.
İşte
ruh varlıkları olarak seçme özgürlüğü hakkımızı kullanarak evrensel işlevimizi
sürdürüyoruz ki, bu varlıksal işlev; * kendini tanımak, *bulunduğumuz
çevrenin/mekânın içeriğini tanımak, * bilgi ve şuur kapsamımızı genişletmek, *
beşer olarak maddesel âlemlerle ruhsal âlemler arasında iletişim sağlamak, *
İlâhî İrÂde Yasaları’nı tanımak ve onları kullanır olgunluğa gelmek, * bu süreç
içinde maddeyi de geliştirmek ve nihayet, * TANRI hakkında giderek artan bir
anlayışa sâhibolmak… Bu evrensel işlevin gereği olarak; şimdi, burada “dünya”
dediğimiz ve gelişim düzeyi bakımından güneş sisteminin en ileri varlıklarının
bulunduğu(4)maddesel
bir mekânda tezâhür etmiş durumdayız.
Seçme
özgürlüğümüz doğrultusunda bulunduğumuz bu gelişim ortamında, bir bakıma “hazlar
ve elemler ortamı”ndayız. Bunlar dünyadaki epröv türlerimizin ağırlıklı
bir bölümünü oluşturur ve dünyasal koşulların ve koşullandırmaların pek çoğu
bunlara göre âyarlanmıştır. Seçme özgürlüğü bağlamında, yeri gelmişken haz ve
elem konusu üzerinde biraz duralım: Herhangi
bir beşerî nedenle, ıstırap mı duyuyoruz, mutsuz muyuz? Bu demektir ki, elemi
yaşamanın ve onu yönetmenin yollarını öğreniyoruz. Bizi kimse mutsuz kılmıyor,
kimse bize kötülük etmiyor ama elemi/ıstırabı/mutsuzluğu ve bu vesileyle
duyguları kontrolu deneyimlemenin, bunun pratiklerini yapmanın yollarını
öğrenmemiz için o kimseler bize aracı oluyor. Çünkü genel kural olarak kişi
kişinin sınanma aracıdır(5) ve buna en yakınlarımız da, “yol
arkadaşı” bildiklerimiz de dâhildir; aile kurumu bunun en güzel
yaşandığı yerdir.
Elem
ya da haz veren durumların dışındaki yaşam sınavlarımızda da, genel gelişim düzeyimiz
ve seçme özgürlüğümüzü kullanma şeklimize göre tepkiler veririz; böyle yapmakla
gelecekte karşılaşacağımız olguların türlerini de belirlemiş oluruz. Yüzde yüz
değilse de(çünkü toplum hâlinde yaşıyoruz), tüm yaşamlarımızın tüm olaylarını
(spatyom yaşamlarımız da dâhil) bu anlamda kendimiz belirleriz. Bu şekilde,
kaderimiz kendiliğinden, kendi elimizle/irâdemizle oluşur da değişir de. Bundan
dolayı, her varlık kendi sorumluluğunun gereklerini kendi oluşturur ve
sonuçlarına kendi katlanır. Eğer gelişim gereksinimleri gerektiriyorsa; bunda
başkaları da yararlanmasa bile, etkilenir, akıllıysa bundan ibretlik dersler
çıkarır. Bu anlamda varlık (belli bir olayla karşılaşmışsa) içinde bulunduğu
durumun/ olayın yükünü taşıyabilecek güçte ve yüceliktedir. Çünkü özelliklerinden
bir “her
şeyi açıklayıcı ve eksiksiz” olan(En’am 38+115, Nahl
89) Kutsal Kelam’dan da biliyoruz ki, “omzuna göre yük, dağına göre kar…”
söz konusu(Bakara 286).Yapılacak yardım sâdece; o sorumluluğun/yükün nasıl
taşınacağını; söylemek, göstermek, öğüt vermek, yolunun üzerindeki engelleri
göstermek, tehlikelere ve maddenin cezp edici ve kendine benzetici etkisine
karşı dikkat çekmektir. Tüm bunlardan dolayı, çevremizde olup bitenler
konusunda iyi bir gözlemci olmanın (gelişim açısından, baktığı şeyi görüyor
olmanın) yararı küçümsenemez.(6)
Kısacası,
her ne olursa olsun, yüz yüze olduklarımızın, kendi önceki seçimlerimizle
ilgili olduğunu akılda tutmak ve bize gelen etkinin kaynağından çok, o etkinin
bizde uyandırdığı hâlet ve bunun nedenleri üzerinde durmak gelişim açısından
daha isâbetli ve akıllıca bir yoldur. Haz da elem de kendi seçimimizin
sonucudur. Ergün Arıkdal’ın bir konuşmasından öğrendiğimiz gibi; “Ruhsal
Planlar sâdece varlığın gelişme yönündeki engellerini kaldırmaya çalışır,
gelişim yolunda doğru düzgün yürümesi için her türlü olanağı hazırlar, bırakır.
Bu olanaklardan (Kur’an’sal söylemle “nimetlerden”) yararlanma şekli hattâ yararlanması(yâni seçim şekli) varlığa
âittir. Çünkü sonucundan varlığın kendisi sorumludur.”
Seçme
özgürlüğünün genişliği, aynı zamanda varlığın özgürlük sınırlarını belirler.
Varlık gerçek anlamda(şuurlanma olarak gerçek anlamda) ne kadar gelişmişse, o
kadar özgürdür. Başka bir deyişle; özgürlük alanı ne kadar genişse, varlık o
kadar mütekâmil(olgunlaşmış) ve tesirlilik(müessiriyet) gücü artmış demektir. “Enkarne
varlığın irâde özgürlüğünün idrâki oranında arttığını” biliyoruz(7). Bir bedeni bile doğru
düzgün yönetemeyen bir varlık ile, bedeni bir galaksi olan varlığın arasındaki
fark akıllara durgunluk verecek kadar büyüktür. O halde, seçme özgürlüğünün
kapsamı, mâdem ki bir bakıma gelişmişliğin ölçüsü ve göstergesi oluyor, seçme
özgürlüğü ile cennet hâli arasında da bir bağlantı olsa gerek… Çünkü
gelişmişliğin bir sonucudur cennet hâli. Örneğin, cennetin daha ince,
latif(süptil) katmanlarında bulunan varlıklar maddeye karşı büyük ölçüde
maddesel bağlardan/bağımlılıklardan arınmış ve özgürlük kazanmışlardır. Buna
bağlı olarak bildiğimizden daha süptil maddeler üzerinde kullanım
güçleri(tasarrufları) artmıştır.
Maddesel
bağımlılıktan, bizlere oranla, çok daha fazla özgürleşmiş(çünkü bizlerden çok
daha fazla şuurlunmış) durumda olan varlıkların gelişim ortamı olan; “sevgi
planı” ya da “Arasat” da denen(8)gelişim ortamında varlıklar
imajinasyon ile kendilerine mekân kurabilmektedirler(8). Öyle bir beceri ve kullanım(tasarruf)
gücü dünyanın spatyomunda da bulunmakta ise de, burada oluşturulan mekânlar,
objeler vb. dezenkarne varlığın konsantrasyonu zayıfladığı anda dağılmaktadır.
Dünya spatyomundaki cennet hâli ile, sevgi planı Arasat’taki cennet hâli
arasında çok büyük farklar bulunmaktadır. Bu nedenle burası, din kitaplarında
sözü edilen asıl cennettir(8).
Bu ek bilgilerden sonra yeniden asıl konumuza dönelim:
Yukarıda,
ince, latif (süptil) ortamlarda bulunan varlıkların madde üzerindeki
tesirliliklerinin artmış olduğunu ve bunun seçme özgürlükleri ve irâde
güçleriyle bağlantılı olduğunu belirtmiştik. Bunun tersi olan cehennem hâli
içinde bulunmak, maddeye olan(ve elbette bununla bağlantılı olarak nefse olan)
bağımlılıklarının sonucudur. Maddeye ve nefse karşı yeterli özgürlüğün
kazanılmamış olması, cehennem hâli yaşatır varlığa. Daha teknik bir söylem ile,
eğer enkarne varlık belli bir zaman mekân kesitinde, vicdan mekanizmasının(9) daha çok negatif(alt)
tarafına değerler biriktirmekle ömrünü geçiriyorsa, onun kaba eprövler içinde
ve kaba maddesel değerlerle halden hâle giriyor olması hemen hemen
kaçınılmazdır. Esâsen onun gelişim düzeyi de bunu gerektirmektedir, hattâ
enkarne olmadan önce yaşam planına özellikle bu tür kaba/acılı/ıstıraplı
eprövlerle boğuşmayı ve gelişim gereksinimlerini gidermeyi almış olabilir.
Böyle bir yaşam da “cehennemde olmak” değil midir?
Tüm
varlıkların yaratılıştan seçme özgürlükleri olduğunu ve varlıkların bu
özgürlüklerini diledikleri gibi kullanma hakları olduğunu geçtiğimiz
paragraflarda belirtmiştik. Bu nedenle bir gelişim ortamında çokluk çeşitlilik
hâlinde durum ve olgular ortaya çıkar ki bu durum gelişim olanakları bakımından
varlıklar için büyük zenginliktir. Bununla birlikte, varlık kendisini belli bir
enkarnasyonda sınırlı sayıda bazı gelişim ihtiyaçlarının gidermeye yönelttiği
için, enkarnasyon ortamının olanaklarıyla sınırlamış ve hattâ hatta kendisini bazı
astrolojik etkilere tâbi kılmıştır. Yani belli astrolojik koşulların oluşmasını
beklemiştir enkarne olmak için. Yaşam planını hazırlama kapsamında böyle bir
özgürlüğümüz de var. Seçme özgürlüğü hakkı ile vazife yapma hakkını kullanma
bağlamında ruhsal gelişim ihtiyaçlarının giderilmesi için kendi kendini belli
bi yaşam planı ile sınırlayarak enkarne olur.
Tüm
bunlara ek olarak, seçme özgürlüğümüzle bağlantılı olarak, gidermemiz gereken
gelişim ihtiyaçlarımızın kaderimizi nasıl oluşturduğuna geçtiğimiz paragraflarda
değinmiştik. Bu nedenle, önümüzde/çevremizde bulunan şeyler/koşullar/olanaklar
bize zorla kabul ettirilmiş değildir. Ayrıca bunlar geçmişte yapıp
ettiklerimizin olmazsa olmaz sonuçlarıdır(Sebep-Sonuç Yasası’na göre). Layık
olduklarımızla karşı karşıya olduğumuzu ara sıra anımsamak iyidir. Kendi
liyakatimizin gereği olan şeylerle(durumlarla, kişilerle, oluşumlarla) karşı
karşıyayız. Bu liyakatı korumak kadar, yitirmek ve artırmak da bizim elimizde.
Esâsen ve asıl kendimizin görünen beden organizması olmayıp, öz benliğimiz
olduğunu da akıldan çıkarmamakta yarar var. Bu gibi zor durulmadan “alnımızın
akıyla”, yâni içsel gelişim yönünde nasıl
çıkacağız? Ergün ARIKDAL hocamız bu sorumuzu bir toplantıda şöyle yanıtlamıştı:
“…Bu durumdan alnımızın akıyla çıkmak istiyorsak; sorumluluklarımızın
iyice farkına varmalıyız. Bu konularda birbirimizi uyarmamız ve
bilgilendirmemiz gerek. Uyananların, uyanmak üzere olanları uyandırmakla
sorumlu olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Üzerimizdeki bu basıncı, ancak;
sorumluluklarımızın farkına varmış olduğumuzu belli edecek hareket ve fiillerle
azaltabiliriz. Bunu da, birlik ve beraberlik ruhuyla başarabiliriz.”
………………………………………………………………..
(1) “ruh – varlık ilişkisi”, “organizasyon
sistemleri”, “Aslî İlke ve Aslî Gerekler”
konularında bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 112,116 ,144,111,45,311,315,191,53,54,92,311,64.
(2) “Varlıksal ilkeler” konusunda bkz.
VARLIKSAL İLKELER, Ruh ve Madde Yayınları. “Üç bilgi” konusunda bkz. SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları, syf.41,67,87.
(3) “özbilgiler” kavramı için bkz. İLÂHÎ
NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 142,112,144,189.
(4) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar:
57,58,59,60,62,72,98,167.
(5) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde
Yayınları, syf. 173,342,531,261,439,455,604,662.
(6) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde
Yayınları, syf. 26,62,262,281.
(7) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 60
(8) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar:
308,313,315,317.
(9) İLÂHÎ
NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 102 ve devamı, 113 ve devamı, 135, 180 ve
devamı,203,206.