Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

20 Ocak 2017 Cuma

EVRENDE VARLIK NE YAPAR DURUR ? Seçme Özgürlüğü ve Özbenlik

 EVRENDE VARLIK NE YAPAR DURUR ?
Seçme Özgürlüğü ve Özbenlik
HAZIRLAYAN : Selman Gerçeksever
Ruhların evrendeki tezâhür uzantıları ve tekâmül araçları olan varlıklar(özbenlikler); deneyim ve görgü birikimlerine, liyakat ve gelişim düzeyleriyle uzmanlık alanlarına göre çok çeşitli organizasyon sistemleri oluşturarak Aslî İlke’nin gerekleri(icaplar) doğrultusunda İlâhi Murad’ın gerçekleşmesine hizmet ederek gelişmeye çalışırlar.(1) Evren varlıkları özlerinde taşıdıkları varlıksal ilkelerin ve “üç bilgi”lerinin (kendini bil, tekâmül et, tanrını bil)(2) itilimiyle, İlÂhî İrâde Yasaları’yla, zaman-mekân koşullarına uyum sağlayarak, evrenin âlemlerindeki uzaysal objelere(“gelişim okulları”na) defalarca enkarne olurlar.
Enkarnasyon türleri çoktur ama bu anlamda enkarnasyonun amaçlarından biri de, şimdi bizler için; dünya maddesinin etkisini tanımak ve bu maddesel etki ile çok değişik haller ve hâletler deneyimleyerek kendi güç alanımızı güçlendirmektir. Evren varlığı(öz benlik, asıl kendimiz) tekrar tekrar bedenlenmeler silsilesi boyunca, bedenli yaşamlarıyla elde ettiği deneyim ve görgü birikimini özbilgi birikimine dönüştürür(3). Bu yolla aynı zamanda varlık; madde üzerinde egemenliğini, onu kontrol etme ve hattâ meddeyi geliştirme(süptilleştirme) becerisini artırır. İşte bizler, enkarne ruh varlıkları olarak bu olgunluğa, güce ve liyakate ulaşmak için; hem rejisör, hem oyuncu rollerine bürünür, yaşam planları hazırlar ne onları uygulamak için maddesel gelişim ortamlarına(âlemin uzaysal objelerine “ineriz”. Şairin dediği gibi; “Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, gâh  inerim yeryüzüne âlem seyreder beni.”           
Tüm bunlar ve evrenlerde olup biten her şey İlâhî İrade Yasaları kapsamında olur ve varlıklar yaratılışlarında(fıtratlarında) bulunan (ve varlıksal ilkelerden olan) seçme özgürlüklerini ve iradelerini kullanarak, evrensel gelişim kervanı içinde sonsuzdan gelip sonsuza giderler. Seçme özgürlüğü hakkını şu ya da bu şekilde kullanmak varlığa sorumluluk yüklediği gibi, varlıklar için yaşam sınavı ve deneyim çokluğu/çeşitliliği de sağlar. Bedri Ruhselman’ın ruh tanımında gördüğümüz gibi, “İrâdesi ve iktidarı sâyesinde uyuyum sağladığı âlemlerin yasalarına, gereklerine ve koşullarına uyarak, bilgi ve uygulama için, her istediği zaman plan düzenleyerek bedenlenebilen, maksatlı ve tesirlilik sâhibi, şuurlu bir varlıktır . Ruh varlığının seçme özgürlüğüne sâhip olduğunu tanımda da görüyoruz.
İşte ruh varlıkları olarak seçme özgürlüğü hakkımızı kullanarak evrensel işlevimizi sürdürüyoruz ki, bu varlıksal işlev; * kendini tanımak, *bulunduğumuz çevrenin/mekânın içeriğini tanımak, * bilgi ve şuur kapsamımızı genişletmek, * beşer olarak maddesel âlemlerle ruhsal âlemler arasında iletişim sağlamak, * İlâhî İrÂde Yasaları’nı tanımak ve onları kullanır olgunluğa gelmek, * bu süreç içinde maddeyi de geliştirmek ve nihayet, * TANRI hakkında giderek artan bir anlayışa sâhibolmak… Bu evrensel işlevin gereği olarak; şimdi, burada “dünya” dediğimiz ve gelişim düzeyi bakımından güneş sisteminin en ileri varlıklarının bulunduğu(4)maddesel bir mekânda tezâhür etmiş durumdayız.
Seçme özgürlüğümüz doğrultusunda bulunduğumuz bu gelişim ortamında, bir bakıma “hazlar ve elemler ortamı”ndayız. Bunlar dünyadaki epröv türlerimizin ağırlıklı bir bölümünü oluşturur ve dünyasal koşulların ve koşullandırmaların pek çoğu bunlara göre âyarlanmıştır. Seçme özgürlüğü bağlamında, yeri gelmişken haz ve elem konusu üzerinde biraz duralım:  Herhangi bir beşerî nedenle, ıstırap mı duyuyoruz, mutsuz muyuz? Bu demektir ki, elemi yaşamanın ve onu yönetmenin yollarını öğreniyoruz. Bizi kimse mutsuz kılmıyor, kimse bize kötülük etmiyor ama elemi/ıstırabı/mutsuzluğu ve bu vesileyle duyguları kontrolu deneyimlemenin, bunun pratiklerini yapmanın yollarını öğrenmemiz için o kimseler bize aracı oluyor. Çünkü genel kural olarak kişi kişinin sınanma aracıdır(5)  ve buna en yakınlarımız da, “yol arkadaşı” bildiklerimiz de dâhildir; aile kurumu bunun en güzel yaşandığı yerdir.
Elem ya da haz veren durumların dışındaki yaşam sınavlarımızda da, genel gelişim düzeyimiz ve seçme özgürlüğümüzü kullanma şeklimize göre tepkiler veririz; böyle yapmakla gelecekte karşılaşacağımız olguların türlerini de belirlemiş oluruz. Yüzde yüz değilse de(çünkü toplum hâlinde yaşıyoruz), tüm yaşamlarımızın tüm olaylarını (spatyom yaşamlarımız da dâhil) bu anlamda kendimiz belirleriz. Bu şekilde, kaderimiz kendiliğinden, kendi elimizle/irâdemizle oluşur da değişir de. Bundan dolayı, her varlık kendi sorumluluğunun gereklerini kendi oluşturur ve sonuçlarına kendi katlanır. Eğer gelişim gereksinimleri gerektiriyorsa; bunda başkaları da yararlanmasa bile, etkilenir, akıllıysa bundan ibretlik dersler çıkarır. Bu anlamda varlık (belli bir olayla karşılaşmışsa) içinde bulunduğu durumun/ olayın yükünü taşıyabilecek güçte ve yüceliktedir. Çünkü özelliklerinden bir “her şeyi açıklayıcı ve eksiksiz” olan(En’am 38+115, Nahl 89) Kutsal Kelam’dan da biliyoruz ki, “omzuna göre yük, dağına göre kar…” söz konusu(Bakara 286).Yapılacak yardım sâdece; o sorumluluğun/yükün nasıl taşınacağını; söylemek, göstermek, öğüt vermek, yolunun üzerindeki engelleri göstermek, tehlikelere ve maddenin cezp edici ve kendine benzetici etkisine karşı dikkat çekmektir. Tüm bunlardan dolayı, çevremizde olup bitenler konusunda iyi bir gözlemci olmanın (gelişim açısından, baktığı şeyi görüyor olmanın) yararı küçümsenemez.(6)
Kısacası, her ne olursa olsun, yüz yüze olduklarımızın, kendi önceki seçimlerimizle ilgili olduğunu akılda tutmak ve bize gelen etkinin kaynağından çok, o etkinin bizde uyandırdığı hâlet ve bunun nedenleri üzerinde durmak gelişim açısından daha isâbetli ve akıllıca bir yoldur. Haz da elem de kendi seçimimizin sonucudur. Ergün Arıkdal’ın bir konuşmasından öğrendiğimiz gibi; “Ruhsal Planlar sâdece varlığın gelişme yönündeki engellerini kaldırmaya çalışır, gelişim yolunda doğru düzgün yürümesi için her türlü olanağı hazırlar, bırakır. Bu olanaklardan (Kur’an’sal söylemle “nimetlerden”) yararlanma şekli hattâ yararlanması(yâni seçim şekli) varlığa âittir. Çünkü sonucundan varlığın kendisi sorumludur.”   
Seçme özgürlüğünün genişliği, aynı zamanda varlığın özgürlük sınırlarını belirler. Varlık gerçek anlamda(şuurlanma olarak gerçek anlamda) ne kadar gelişmişse, o kadar özgürdür. Başka bir deyişle; özgürlük alanı ne kadar genişse, varlık o kadar mütekâmil(olgunlaşmış) ve tesirlilik(müessiriyet) gücü artmış demektir. “Enkarne varlığın irâde özgürlüğünün idrâki oranında arttığını” biliyoruz(7). Bir bedeni bile doğru düzgün yönetemeyen bir varlık ile, bedeni bir galaksi olan varlığın arasındaki fark akıllara durgunluk verecek kadar büyüktür. O halde, seçme özgürlüğünün kapsamı, mâdem ki bir bakıma gelişmişliğin ölçüsü ve göstergesi oluyor, seçme özgürlüğü ile cennet hâli arasında da bir bağlantı olsa gerek… Çünkü gelişmişliğin bir sonucudur cennet hâli. Örneğin, cennetin daha ince, latif(süptil) katmanlarında bulunan varlıklar maddeye karşı büyük ölçüde maddesel bağlardan/bağımlılıklardan arınmış ve özgürlük kazanmışlardır. Buna bağlı olarak bildiğimizden daha süptil maddeler üzerinde kullanım güçleri(tasarrufları) artmıştır.
Maddesel bağımlılıktan, bizlere oranla, çok daha fazla özgürleşmiş(çünkü bizlerden çok daha fazla şuurlunmış) durumda olan varlıkların gelişim ortamı olan; “sevgi planı” ya da “Arasat” da denen(8)gelişim ortamında varlıklar imajinasyon ile kendilerine mekân kurabilmektedirler(8). Öyle bir beceri ve kullanım(tasarruf) gücü dünyanın spatyomunda da bulunmakta ise de, burada oluşturulan mekânlar, objeler vb. dezenkarne varlığın konsantrasyonu zayıfladığı anda dağılmaktadır. Dünya spatyomundaki cennet hâli ile, sevgi planı Arasat’taki cennet hâli arasında çok büyük farklar bulunmaktadır. Bu nedenle burası, din kitaplarında sözü edilen asıl cennettir(8). Bu ek bilgilerden sonra yeniden asıl konumuza dönelim:
Yukarıda, ince, latif (süptil) ortamlarda bulunan varlıkların madde üzerindeki tesirliliklerinin artmış olduğunu ve bunun seçme özgürlükleri ve irâde güçleriyle bağlantılı olduğunu belirtmiştik. Bunun tersi olan cehennem hâli içinde bulunmak, maddeye olan(ve elbette bununla bağlantılı olarak nefse olan) bağımlılıklarının sonucudur. Maddeye ve nefse karşı yeterli özgürlüğün kazanılmamış olması, cehennem hâli yaşatır varlığa. Daha teknik bir söylem ile, eğer enkarne varlık belli bir zaman mekân kesitinde, vicdan mekanizmasının(9) daha çok negatif(alt) tarafına değerler biriktirmekle ömrünü geçiriyorsa, onun kaba eprövler içinde ve kaba maddesel değerlerle halden hâle giriyor olması hemen hemen kaçınılmazdır. Esâsen onun gelişim düzeyi de bunu gerektirmektedir, hattâ enkarne olmadan önce yaşam planına özellikle bu tür kaba/acılı/ıstıraplı eprövlerle boğuşmayı ve gelişim gereksinimlerini gidermeyi almış olabilir. Böyle bir yaşam da “cehennemde olmak” değil midir?
Tüm varlıkların yaratılıştan seçme özgürlükleri olduğunu ve varlıkların bu özgürlüklerini diledikleri gibi kullanma hakları olduğunu geçtiğimiz paragraflarda belirtmiştik. Bu nedenle bir gelişim ortamında çokluk çeşitlilik hâlinde durum ve olgular ortaya çıkar ki bu durum gelişim olanakları bakımından varlıklar için büyük zenginliktir. Bununla birlikte, varlık kendisini belli bir enkarnasyonda sınırlı sayıda bazı gelişim ihtiyaçlarının gidermeye yönelttiği için, enkarnasyon ortamının olanaklarıyla sınırlamış ve hattâ hatta kendisini bazı astrolojik etkilere tâbi kılmıştır. Yani belli astrolojik koşulların oluşmasını beklemiştir enkarne olmak için. Yaşam planını hazırlama kapsamında böyle bir özgürlüğümüz de var. Seçme özgürlüğü hakkı ile vazife yapma hakkını kullanma bağlamında ruhsal gelişim ihtiyaçlarının giderilmesi için kendi kendini belli bi yaşam planı ile sınırlayarak enkarne olur.
Tüm bunlara ek olarak, seçme özgürlüğümüzle bağlantılı olarak, gidermemiz gereken gelişim ihtiyaçlarımızın kaderimizi nasıl oluşturduğuna geçtiğimiz paragraflarda değinmiştik. Bu nedenle, önümüzde/çevremizde bulunan şeyler/koşullar/olanaklar bize zorla kabul ettirilmiş değildir. Ayrıca bunlar geçmişte yapıp ettiklerimizin olmazsa olmaz sonuçlarıdır(Sebep-Sonuç Yasası’na göre). Layık olduklarımızla karşı karşıya olduğumuzu ara sıra anımsamak iyidir. Kendi liyakatimizin gereği olan şeylerle(durumlarla, kişilerle, oluşumlarla) karşı karşıyayız. Bu liyakatı korumak kadar, yitirmek ve artırmak da bizim elimizde. Esâsen ve asıl kendimizin görünen beden organizması olmayıp, öz benliğimiz olduğunu da akıldan çıkarmamakta yarar var. Bu gibi zor durulmadan “alnımızın akıyla”, yâni içsel gelişim yönünde  nasıl çıkacağız? Ergün ARIKDAL hocamız bu sorumuzu bir toplantıda şöyle yanıtlamıştı:
“…Bu durumdan alnımızın akıyla çıkmak istiyorsak; sorumluluklarımızın iyice farkına varmalıyız. Bu konularda birbirimizi uyarmamız ve bilgilendirmemiz gerek. Uyananların, uyanmak üzere olanları uyandırmakla sorumlu olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Üzerimizdeki bu basıncı, ancak; sorumluluklarımızın farkına varmış olduğumuzu belli edecek hareket ve fiillerle azaltabiliriz. Bunu da, birlik ve beraberlik ruhuyla başarabiliriz.”
………………………………………………………………..
(1) “ruh – varlık ilişkisi”, “organizasyon sistemleri”, “Aslî İlke ve Aslî Gerekler” konularında bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 112,116 ,144,111,45,311,315,191,53,54,92,311,64.
(2) “Varlıksal ilkeler” konusunda bkz. VARLIKSAL İLKELER, Ruh ve Madde Yayınları. “Üç bilgi” konusunda bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları, syf.41,67,87.
(3) “özbilgiler” kavramı için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 142,112,144,189.
(4) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 57,58,59,60,62,72,98,167.
(5) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları, syf. 173,342,531,261,439,455,604,662.
(6) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, Ruh ve Madde Yayınları, syf. 26,62,262,281.
(7) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 60
(8) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 308,313,315,317.

(9)  İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, sayfalar: 102 ve devamı, 113 ve devamı, 135, 180 ve devamı,203,206.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder