Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

12 Ocak 2017 Perşembe

ERDEMLİLİK / ERDEMSİZLİK ve TOPLUM

ERDEMLİLİK / ERDEMSİZLİK ve TOPLUM
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Toplum bireylerden oluşur, dolayısıyla bireylerin gelişmişlik düzeyi ile, toplumun durumu(huzur, barış, güvenlik, komşu toplumlarla iyi ilişkiler vb.) arasında  birbiriyle örtüşen bir ilişki söz konusudur. Toplumun bireylerinin, en azından yeterli bir kısmı; erdemler yönünde barışa ve hizmete yönelik etkinlikler(ki bunun Kur’an terminolojisindeki karşılığı “sâlih amel”dir)(*) içinde bulunmayı kendilerine ilke edinmişlerse, o toplumda huzur, barış ve güvenlik mayalanmış demektir. Böyle bireylerden oluşan toplumlar, komşuları arasında; askerî, politik ve ekonomik bakımdan güçlü, güvenilir, aranan, sevilen ve saygı duyulan toplumlardır.
Bu güzel ve makbul durumun yanı sıra, bazı toplumlarda ya da yukarıda kabaca betimlemeye çalıştığımız ideal toplumların bir kısmında; erdemlerle ilgisi olmayan, büyük ölçüde kaba nefsi, sahte benlikleri  yönünde hareket etmekten hattâ böyle yaşamaktan kendini alamayan âdap edep özürlü ve bu durumlarından dolayı da yakın uzak çevresindekilerin(toplumun) başına belâ ve sıkıntılı eprövlerin malzemesi durumunda olan bireyler de yok değildir. ALLAH’tan korkmaz ve kuldan utanmaz durumda olan bu kimseler toplumda barış ve hizmete yönelik hareket etmek şöyle dursun; kendi çıkarları yönünde bozgunculuk yapmak, savurganlık sergilemek ve her konuda haddi aşmaktan geri kalmazlar.
Bu gibiler toplumun yönetim kademelerinde de bulunabilirler ki o zaman o toplum daha büyük talihsizlikleri deneyimlemesi kaçınılmaz olur. Eğer bu yöneticiler dünyada güçlü devletlerin yöneticileri ise; dünyanın çeşitli yerlerinde (şeytanca kurnazlıklarla) karışıklık yapmak, bozgunculuk yapmak, toplumları birbirine düşürerek çıkar sağlamak bunların görevidir çünkü bir bakıma bunlar sanki İblis Planı’nın maşası durumundadırlar, gelişmişlik düzeyleri bunu gerektirir. Konunun toplumsal boyutu ayrı bir inceleme ve yazımıza bırakarak, kaldığımız yerden devamla, konun bireysel düzeydeki durumuna bakmayı sürdürelim:
Sâdece kendilerine değil, topluma da(herkesin başına belâ ve sıkıntılı epröv malzemesi olmak dışında) bir hayrı olmayan bu bireylerin en belirgin iki kusurlarına biraz daha yakından bakarak ibretlik dersler çıkarmaya çalışalım: Bozgunculuk ve haddi aşmak. Bunlardan “bozgunculuk”un, yaygın olarak bilinenin dışında daha derin anlamları da var: Örneğin, Kur’an’a göre ve meâlen; “Bozgunculuk yapmak, cennete girebilmenin önündeki engellerden biri…”dir(Kasas 83). Kur’an âyetinde anlamını bulan bu ilâhi söylemi tersinden okumak da onu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır: “Bozgunculuk yapmamak, cennete girmeyi kolaylaştırıyor…” Beşerî kusurlarımızdan biri olan “bozgunculuk”un elbette bireyin gelişim düzeyinin düşüklüğüyle yakından ilgisi var ama “bozgunculuk”un nedenlerinden biri de, eldeki gelişim olanaklarını(isterseniz “ALLAH’ın lutfettiği nimetleri”diyelim) insanca (yâni erdemliliğin gereği olarak) kullanmamaktır. Zâten bu “nimetler” her türü ile birer sınanma aracı ve malzemesidir. Bunlarla hizmete ve barışa yönelik, dolayısıyla insanlaşmaya yönelik işler yapacak mıyız yapmayacak mıyız…

Eldeki olanakları / nimetleri erdemsizlikler yönünde kullanmak gibi basiretsiz ve beceriksiz tutum da nefsin yeterince eğitilmemiş olmasından kaynaklanan ve telâfisi ancak sıkıntılı yaşam sınavlarıyla olanaklı olan bir talihsizliktir. Bu talihsizlik Kur’an’da şöyle ifadesini bulmuş: “İnsanlarının ellerinin kazanmış oldukları yüzünden, denizde ve karada bozgun çıktı. ALLAH onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor ki, geri dönebilsinler.”(Rûm 41) Elbette burada kusur, “ellerimizin kazanmış olduğu şeyler”de(yâni elde avuçta olanlarda) değil, onları erdemler yönünde, barışa ve başkalarına hizmet yönünde kullanmayan kişiye âittir. Elindeki olanakları “bozgunculuk” yapıp, çıkar sağlamak için kullananlardan daha talihsiz ve hepimize ibretlik durumda olan olabilir mi…  Dahası, âyette gördüğümüz gibi ALLAH onlara yanlış yoldan dönmeleri, çıkmaz sokaklara girmemeleri için bir şans da veriyor(“…yaptıklarının bir kısmını tattırıyor…”) ama nâfile… Bu arada, elbette; akıllarını işleterek, başlarına gelenlerden ibretlik dersler çıkartıp, biraz kendine gelenler de muhakkak vardır. Keşke hepimiz başımıza gelenlerden hemen gelişim yönünde yararlanabilsek de gelişim yolunda doğu düzgün ilerleyebilsek… Tüm bunlara ek olarak, İlâhî Kelam’da daha net ve kesin bir uyarı da yok değil: “…yeryüzünde bozgunculuk yaprak dolaşmayın.”(Hûd 85) Bu ilâhî uyarı da ister istemez bizlere, maddesel(ekonomik ve askerî) gücü tam, şeytaniyette uzman ve çıkarcılıkta destanlar yazan küresel kapitalizmin hegemonik gücü olan emperyalist saldırganları anımsatıyor.

İnsanlaşmaya çalışan beşerî varlıklar olan bizlerin fıtratında(yaradılışında, mizacında) “bozgunculuk” ve hatta “kan dökmek” var(Bakara 30) ve esâsen yaşamlar boyu ve yeniden yeniden doğuşlar silsilesi içinde bu kusurdan kurtulmak için dünyaya geliyoruz. Bir bakıma sanki; bozgunculuk yapa yapa, hattâ kan döke döke, bozgunculuk yapmamayı ve kan dökmemeyi öğreniyoruz. Rûm 41’deki söylem ile “Ellerimizin kazanmış oldukları”nı içsel gelişim duyarlılığı içinde, hizmet ve barış amacıyla kullanmayınca, elimizdekiler ve kazandıklarımız, “kalp üzerinde pas”oluşturuyor(Mutaffifin 14) Burada da, hak ihlalleriyle haksız para kazanlar için ürpertici bir uyarı var ama elbette anlayanlara… Çünkü “kalbin paslanması” deyiminin geçtiği âyetlere baktığımız zaman, maddî birikimin, daha doğrusu bu yöndeki doymazlığın kişiye telâfisi zor yaşam sınavlarına mâl olduğunuz görüyoruz(**).

Erdemli olmak ve insanlaşmak bağlamında bizler için bu başarının önündeki engellerden biri olan ve beşerin fıtratında olduğunu bildiğimiz “bozgunculuk” özelliğimizi Kur’an penceresinden ve ruhçuluk bilgilerimiz kapsamında gözden geçirdikten sonra biraz da öteki özelliğimize bakalım: Haddi aşmak.   Bu sözcüğün; “orta yolda olmayan”,”ahlâka uymayan”, “mâkul vicdan ile bağdaşmayan” vb. gibi anlamları bulunuyor. Açıktır ki, bunlar; kendini bilen, insan haklarına saygılı, fehim ve ferâset sâhibi kişinin özellikleriyle bağdaştırılabilecek edimler değil. Zâten bu sıfatlar, bozgun çıkaran kendini bilmezlerin nitelikleri olarak dikkat çekiliyor Kur’an’da(Şuara 151+152).

Fâsık bir adamdan/kadından beklenen sıradan tavırlardan biri “haddi aşmak”tır. Burada “fâsık”, “Allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, kötülük eden, fesatçı” anlamında bir sözcüktür. Bir kimsenin kalbinde bir fenalık hissi uyanırsa; yüksek hissiyatı, olgunluğu sükût etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir eğilim oluşur. Bir şeyi çok büyük veya çok küçük, ve olduğundan fazla /eksik göstermek, hattâ “habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak” bu gibi kendini bilmezlerin tavrıdır. Tarih boyunca böyle bir sağmışlıkla pek çok gerçek beşeriyetten gizlenmiş ve hattâ bazı Kur’an âyetleri  halka anlamları saptırılarak yorumlanmıştır(Emeviler’den başlayarak). Bu uygulamalar da toplumda ardı arkası gelmez tartışmalara, kutuplaşmalara(ve hattâ mezhepleşmelere) neden olmuştur. Konunun öneminden dolayı, insanlar bu kusurları işlememeleri için, bozguncuların tuzaklarına düşmemeleri, hiçbir konuda “haddi aşmaları” konusunda 1400 yıl öncesinden uyarılmıştır. Buna karşın, şu sözde “modern” zamanlarda bile beşeriyetin büyük bir kısmının; itidâli(soğuk kanlılığı), düşüne düşüne önlem alarak hareket etmeyi öğrendiğini söyleyemiyoruz.

Haddi aşmak ya da aşmamak, hattâ bozgunculuk yapmak ya da yapmamak elbette herkesin kendi bileceği iştir. Çünkü fıtratımızda seçme özgürlüğü de var. Ama unutmamak gerekir ki, Sebep Sonuç Yasası’na göre yapıp ettiklerimizden  sorumluyuz. İlâhî Kelam da dâhil, her uyarı sâdece bir öneridir/öğüttür. Ama akıllılık bu öğütlerle/önerilerle gelen yardımlara uymak ve dosdoğru gelişim çizgisinde kalarak idraklenmek, şuurlanmak ve insanlaşmak değil midir. ALLAH’ın bizlere hitap şekillerinden biri olan Kur’an’daki ilâhî uyarı ile satırlarımızı sonlandıralım: “Savurganlık edenler, haddi aşanlar yeryüzünde bozgun çıkarırlar ve barış için çalışmazlar.”(Şuara 151+152) “Eğer inananlar iseniz, ALLAH’a güvenin.”(Mâide 23)
…………………………………………………….
(*) Bkz. âyetler;  Yunus 81, A’raf 170, Bakara 63, Mâide 69, Casiye 30, Nahl 97, Meryem 60, Zühruf 72, Kehf 110.
(**) Kalbin (“paslanması”) ve kalbin öteki durumlarıyla ilgili Kur’an âyetleri; Rûm 59, Ali İmran 7, Bakara 225, Hûd 5, Hadid 16, Yunus 43, Kaf 37, Mutaffifin 14.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder