ERDEMLİLİK /
ERDEMSİZLİK ve TOPLUM
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Toplum bireylerden oluşur, dolayısıyla bireylerin
gelişmişlik düzeyi ile, toplumun durumu(huzur, barış, güvenlik, komşu
toplumlarla iyi ilişkiler vb.) arasında
birbiriyle örtüşen bir ilişki söz konusudur. Toplumun bireylerinin, en
azından yeterli bir kısmı; erdemler yönünde barışa ve hizmete yönelik
etkinlikler(ki bunun Kur’an terminolojisindeki karşılığı “sâlih amel”dir)(*) içinde
bulunmayı kendilerine ilke edinmişlerse, o toplumda huzur, barış ve güvenlik
mayalanmış demektir. Böyle bireylerden oluşan toplumlar, komşuları arasında;
askerî, politik ve ekonomik bakımdan güçlü, güvenilir, aranan, sevilen ve saygı
duyulan toplumlardır.
Bu güzel ve makbul durumun yanı sıra, bazı toplumlarda
ya da yukarıda kabaca betimlemeye çalıştığımız ideal toplumların bir kısmında;
erdemlerle ilgisi olmayan, büyük ölçüde kaba nefsi, sahte benlikleri yönünde hareket etmekten hattâ böyle
yaşamaktan kendini alamayan âdap edep özürlü ve bu durumlarından dolayı da
yakın uzak çevresindekilerin(toplumun) başına belâ ve sıkıntılı eprövlerin
malzemesi durumunda olan bireyler de yok değildir. ALLAH’tan korkmaz ve kuldan
utanmaz durumda olan bu kimseler toplumda barış ve hizmete yönelik hareket
etmek şöyle dursun; kendi çıkarları yönünde bozgunculuk yapmak, savurganlık
sergilemek ve her konuda haddi aşmaktan geri kalmazlar.
Bu gibiler toplumun yönetim kademelerinde de
bulunabilirler ki o zaman o toplum daha büyük talihsizlikleri deneyimlemesi
kaçınılmaz olur. Eğer bu yöneticiler dünyada güçlü devletlerin yöneticileri
ise; dünyanın çeşitli yerlerinde (şeytanca kurnazlıklarla) karışıklık yapmak,
bozgunculuk yapmak, toplumları birbirine düşürerek çıkar sağlamak bunların
görevidir çünkü bir bakıma bunlar sanki İblis Planı’nın maşası durumundadırlar,
gelişmişlik düzeyleri bunu gerektirir. Konunun toplumsal boyutu ayrı bir
inceleme ve yazımıza bırakarak, kaldığımız yerden devamla, konun bireysel
düzeydeki durumuna bakmayı sürdürelim:
Sâdece kendilerine değil, topluma da(herkesin
başına belâ ve sıkıntılı epröv malzemesi olmak dışında) bir hayrı olmayan bu
bireylerin en belirgin iki kusurlarına biraz daha yakından bakarak ibretlik
dersler çıkarmaya çalışalım: Bozgunculuk
ve haddi aşmak. Bunlardan “bozgunculuk”un,
yaygın olarak bilinenin dışında daha derin anlamları da var: Örneğin, Kur’an’a
göre ve meâlen; “Bozgunculuk yapmak, cennete girebilmenin önündeki engellerden biri…”dir(Kasas
83). Kur’an âyetinde anlamını bulan bu ilâhi söylemi tersinden okumak da onu
daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır: “Bozgunculuk yapmamak, cennete girmeyi
kolaylaştırıyor…” Beşerî kusurlarımızdan biri olan “bozgunculuk”un
elbette bireyin gelişim düzeyinin düşüklüğüyle yakından ilgisi var ama “bozgunculuk”un
nedenlerinden biri de, eldeki gelişim olanaklarını(isterseniz “ALLAH’ın
lutfettiği nimetleri”diyelim) insanca (yâni erdemliliğin gereği olarak)
kullanmamaktır. Zâten bu “nimetler” her türü ile birer sınanma
aracı ve malzemesidir. Bunlarla hizmete ve barışa yönelik, dolayısıyla insanlaşmaya
yönelik işler yapacak mıyız yapmayacak mıyız…
Eldeki olanakları / nimetleri erdemsizlikler
yönünde kullanmak gibi basiretsiz ve beceriksiz tutum da nefsin yeterince
eğitilmemiş olmasından kaynaklanan ve telâfisi ancak sıkıntılı yaşam
sınavlarıyla olanaklı olan bir talihsizliktir. Bu talihsizlik Kur’an’da şöyle
ifadesini bulmuş: “İnsanlarının ellerinin kazanmış oldukları yüzünden, denizde ve karada
bozgun çıktı. ALLAH onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor ki, geri
dönebilsinler.”(Rûm 41) Elbette burada
kusur, “ellerimizin kazanmış olduğu şeyler”de(yâni elde avuçta
olanlarda) değil, onları erdemler yönünde, barışa ve başkalarına hizmet yönünde
kullanmayan kişiye âittir. Elindeki olanakları “bozgunculuk” yapıp, çıkar
sağlamak için kullananlardan daha talihsiz ve hepimize ibretlik durumda olan
olabilir mi… Dahası, âyette gördüğümüz
gibi ALLAH onlara yanlış yoldan dönmeleri, çıkmaz sokaklara girmemeleri için
bir şans da veriyor(“…yaptıklarının bir kısmını tattırıyor…”)
ama nâfile… Bu arada, elbette; akıllarını işleterek, başlarına gelenlerden
ibretlik dersler çıkartıp, biraz kendine gelenler de muhakkak vardır. Keşke hepimiz
başımıza gelenlerden hemen gelişim yönünde yararlanabilsek de gelişim yolunda
doğu düzgün ilerleyebilsek… Tüm bunlara ek olarak, İlâhî Kelam’da daha net ve
kesin bir uyarı da yok değil: “…yeryüzünde bozgunculuk yaprak dolaşmayın.”(Hûd
85) Bu ilâhî uyarı da ister istemez bizlere, maddesel(ekonomik ve askerî) gücü
tam, şeytaniyette uzman ve çıkarcılıkta destanlar yazan küresel kapitalizmin
hegemonik gücü olan emperyalist saldırganları anımsatıyor.
İnsanlaşmaya çalışan beşerî varlıklar olan bizlerin
fıtratında(yaradılışında, mizacında) “bozgunculuk” ve hatta “kan
dökmek” var(Bakara 30) ve esâsen yaşamlar boyu ve yeniden yeniden
doğuşlar silsilesi içinde bu kusurdan kurtulmak için dünyaya geliyoruz. Bir
bakıma sanki; bozgunculuk yapa yapa, hattâ kan döke döke, bozgunculuk yapmamayı
ve kan dökmemeyi öğreniyoruz. Rûm 41’deki söylem ile “Ellerimizin kazanmış oldukları”nı
içsel gelişim duyarlılığı içinde, hizmet ve barış amacıyla kullanmayınca,
elimizdekiler ve kazandıklarımız, “kalp üzerinde pas”oluşturuyor(Mutaffifin
14) Burada da, hak ihlalleriyle haksız para kazanlar için ürpertici bir uyarı
var ama elbette anlayanlara… Çünkü “kalbin paslanması” deyiminin geçtiği
âyetlere baktığımız zaman, maddî birikimin, daha doğrusu bu yöndeki doymazlığın
kişiye telâfisi zor yaşam sınavlarına mâl olduğunuz görüyoruz(**).
Erdemli olmak ve insanlaşmak bağlamında bizler için bu
başarının önündeki engellerden biri olan ve beşerin fıtratında olduğunu
bildiğimiz “bozgunculuk” özelliğimizi Kur’an penceresinden ve ruhçuluk
bilgilerimiz kapsamında gözden geçirdikten sonra biraz da öteki özelliğimize
bakalım: Haddi aşmak. Bu sözcüğün; “orta
yolda olmayan”,”ahlâka uymayan”, “mâkul
vicdan ile bağdaşmayan” vb. gibi anlamları bulunuyor. Açıktır ki, bunlar;
kendini bilen, insan haklarına saygılı, fehim ve ferâset sâhibi kişinin
özellikleriyle bağdaştırılabilecek edimler değil. Zâten bu sıfatlar, bozgun
çıkaran kendini bilmezlerin nitelikleri olarak dikkat çekiliyor Kur’an’da(Şuara
151+152).
Fâsık
bir adamdan/kadından beklenen sıradan tavırlardan biri “haddi aşmak”tır. Burada “fâsık”,
“Allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen,
kötülük eden, fesatçı” anlamında bir
sözcüktür. Bir kimsenin kalbinde bir fenalık hissi uyanırsa; yüksek
hissiyatı, olgunluğu sükût etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir
eğilim oluşur. Bir şeyi çok büyük veya çok küçük, ve olduğundan fazla /eksik
göstermek, hattâ “habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak” bu gibi kendini
bilmezlerin tavrıdır. Tarih boyunca böyle bir sağmışlıkla pek çok gerçek beşeriyetten
gizlenmiş ve hattâ bazı Kur’an âyetleri halka anlamları saptırılarak
yorumlanmıştır(Emeviler’den başlayarak). Bu uygulamalar da toplumda ardı arkası
gelmez tartışmalara, kutuplaşmalara(ve hattâ mezhepleşmelere) neden olmuştur.
Konunun öneminden dolayı, insanlar bu kusurları işlememeleri için,
bozguncuların tuzaklarına düşmemeleri, hiçbir konuda “haddi aşmaları” konusunda
1400 yıl öncesinden uyarılmıştır. Buna karşın, şu sözde “modern” zamanlarda
bile beşeriyetin büyük bir kısmının; itidâli(soğuk kanlılığı), düşüne düşüne
önlem alarak hareket etmeyi öğrendiğini söyleyemiyoruz.
Haddi aşmak ya da
aşmamak, hattâ bozgunculuk yapmak ya da yapmamak elbette herkesin kendi
bileceği iştir. Çünkü fıtratımızda seçme özgürlüğü de var. Ama unutmamak
gerekir ki, Sebep Sonuç Yasası’na göre yapıp ettiklerimizden sorumluyuz. İlâhî Kelam da dâhil, her uyarı
sâdece bir öneridir/öğüttür. Ama akıllılık bu öğütlerle/önerilerle gelen
yardımlara uymak ve dosdoğru gelişim çizgisinde kalarak idraklenmek, şuurlanmak
ve insanlaşmak değil midir. ALLAH’ın bizlere hitap şekillerinden biri olan
Kur’an’daki ilâhî uyarı ile satırlarımızı sonlandıralım: “Savurganlık edenler, haddi aşanlar
yeryüzünde bozgun çıkarırlar ve barış için çalışmazlar.”(Şuara 151+152)
“Eğer
inananlar iseniz, ALLAH’a güvenin.”(Mâide 23)
…………………………………………………….
(*)
Bkz. âyetler; Yunus 81, A’raf 170, Bakara 63, Mâide 69, Casiye 30, Nahl 97, Meryem 60,
Zühruf 72, Kehf 110.
(**) Kalbin (“paslanması”) ve kalbin öteki durumlarıyla ilgili Kur’an
âyetleri; Rûm 59, Ali İmran 7, Bakara 225, Hûd 5, Hadid 16, Yunus 43, Kaf 37,
Mutaffifin 14.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder