ORTA YOL
OLGUNLAŞMA YOLU…
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Dünyanın kaba maddesinden (topraktan) bedebler edinmiş
enkarne varlıklar olan bizler için gelişimde esas olan, dünya maddesine sırt
çevirmek değil; onunla birlikte ve ona rağmen, onun ketmedici ve kendisine
benzetici etkisine rağmen, ruh varlığı bilinciyle yaşamak ve şuurlanmaktır. Bu
varlıksal ve temel amaçta başarılı olmak için gelişim aracımız olan bu geçici
beden sağlıklı olmalıdır. Yeri gelmişken, beşerî beden ve onun sağlığı söz
konusu olduğunda, insan bedeninin; dünya maddesinin öz benliğimiz(ve
dolayısıyla ruhumuzla) en üst düzeyde temas hâlindeki bölümüdür. Bu nedenle
bedenin sâdece fizyolojik, biyokimyasal durumunun değil; duygusal ve düşünsel
arınmışlığının önemi de ortaya çıkmaktadır. Durum böyleyken, vücut dediğimiz
organizmamızı sağlıksız hâle getirip; o vücuttan sağlıklı düşünmeyi,
duyumsamayı ve öz benliğin dünya ile sağlıklı bağlantısını düşünmek sağlıklı
bir yaklaşım olmasa gerek. Her alanda; sağlık, sâfiyet, temizlik, arınmışlık ve
duruluk güzel şeydir. Üzerinde bulunduğumuz “yer kürenin maddesel koşullarının
derecelenmiş bir formasyon hâli”(147)(*) olan
bedenin temizliğinde de, sağlığının korunmasında da orta yol en isâbetli ve işe
yarar yol olmaktadır. Dünya yaşamında orta yolda olmak ve ilerlemek,
ezoterizmde ve tasavvufta, “bir elin göğe açık, öteki elin yere bakar
durumda
olması” şeklinde ifadesini bulmuştur. Bu tutum yer ile gök arasındaki
orta yoldur ki, kadîm bilgelikte ve dinsel öğretilerde “dengeli ve güvenli gidiş”
olarak önerilmiştir.
Negatif yönde aşırılık dünya maddesinin bugünkü
titreşim düzeyinin doğal eğilimidir. Maddeye dönük, madde ağırlıklı yaşamak,
maddesel birikimi güç ve iktidar sanmak, madde gibi âtıl ve “hep bana hep
bana”cılığı, yâni madde gibi olmayı beraberinde getirecektir/getirmektedir. Bu
nedenle, “madde ahtapotu”nun vantuzlu kollarına yakalanmamak için, “bir
elin sürekli yukarıya açık” olmasında(yâni orta yolda olmakta yarar
vardır ve zâten “olgunlaşma yolu” da budur.
Maddenin bizleri “orta yol” olan olgunlaşma yolundan
ayırıp, kendine çekici ve kendine benzetici etkileri kapsamına; atâlet,
monotonluk ve alışkanlıkların rehâvetine düşmek de girer. Dolayısıyla değişip,
gelişip, şuurlanmak bizler için önemliyse,
“orta yol”da ilerlerken, bunlara da dikkat etmek durumundayız. Belirli, yâni
hep aynı alışkanlıklar örüntüsü içinde otomatik/monoton bir yaşam şekli gelişim
açısından verimli bir gidiş olmamaktadır… “Ruhun tesirliliğiyle oluşmuş şuurlu madde
hâli”(35) dediğimiz dünya bedeni, “nefs” dediğimiz, gelişime/eğitilmeye
muhtaç yanından dolayı atâlete, rehâvete
va monotonluğa yatkındır. Nefsin bu etkisine karşı da uyanık olmak
durumundayız. Nefs, alıştığı şeylerin dışına çıkıp, rahatının bozulmasını
istemez. Bu nedenle, nefsin rahatını kaçırsa da, monoton bir yaşam üzerine
kurulmuş dengelerin arasıra bozulmasında gelişim açısından yarar vardır.
Bu durumda varlık bozulan dengeyi yeniden kurmak için;
hâlet deneyimlemek (üzülmek, sıkılmak, sevinmek vb.), aklını işletmek zorunda
kalır ki, bu da yeni yeni görgü ve deneyim birikimi oluşturması bakımından
önemlidir. Bu anlamda kim yaşamın kısır döngüsünden sıyrılır; ona rehber
varlıklar tarafından yol verilir, yoluna ışık tutulur, ışığı güçlendirilir,
beslenir ve rehberlik edilir. Enkarne varlık kendi iradesiyle,
alışkanlıklarının rehâveti ve otomatizması içinde, onları değiştirme ve
iyileştirme hareketleri yapmayıp, atâlete düşerse, öz benliği ve ona bağlı
rehberlik sistemi onu, atâlet ve rehâvetle gelen verimsizlikten kurtarmak için
yeni yeni mizansenler ve problemler düzenler. Bunun için motivasyon ögesi
olarak; duygusallıklar, korkular, endişe, hırs ve hatta açgözlülük gibi çeşitli
beşerî zaaflardan yararlanılır.
Tüm bunlardan amaç, biz dünya beşeriyeti için hedef
olan bir üst gelişim düzeyine, Yeni İnsanlık aşamasına geçebilecek duruma
gelmektir. Yeni İnsanlık düzeyine, geleceğin dünyasında yaşamaya aday olabilmek
için, elbette; şu içinde bulunduğumuz ve sonuna hızla yaklaşmakta olduğumuz
devrenin varlığa verebileceği her şeyi almış ve hazmetmiş olmak gerek. Çünkü
geleceğin dünyası bu durumda olan varlıklardan, yâni “iyi bireyler”den
oluşacak. Büyük ölçüde insanlaşmış bu “iyi bireyler” kendi ruhsal
enerjilerini bedende daha çok tezâhür ettiren fertler olacaktır. Başka bir
deyişle, geleceğin dünyası; dünyanın toplam beşerî nüfusuna göre az sayıda ve
içinde bulunduğumuz devrenin kıyam etmiş(şuurda uyanmış) “yarı idrakli” düzeyin(3,50,58,60,77,101,135,197,180)
en seçkinlerinin dünyası olacaktır. “İyi insan” konusunda Hz.Muhammed’in
de bir hadisi olduğu bilinmekredir: “Tüm yaratılmışlar ALLAH’ın ev halkıdır.
ALLAH’ın en çok sevdiği insan, O’nun ev halkına en çok yararlı olandır.”(Prof
Dr.Mustafa Sıbai, İSLAM SOSYALİZMİ, baskı 2, syf.230)
Samimiyetin(içtenliğin), doğruluğun/dürüstlüğün, insan
haklarına en üst düzeyde saygının, bilginin ve bilgeliğin, aydınlığın,
sevginin, karşılıklı saygının ve saydamlığın dünyası… Bu beşer tiplemesine
kabaca da olsa ne kadar uyarsak, yâni bu insânî değerleri ve özellikleri
bünyede ne kadar tezâhür ettirip yaşama geçirmişsek, rolümüze ve vazifemizin
kisvesine o denli bürünmüşüz demektir. Bu elbette kolay değil, çünkü; şunu da
unutmayalım ki, kaba bir ortamın tesirlerinin örüntüsü içindeyiz. Bu kaba
tesirlerin bir kısmı, “yarı idrakli” dünya beşeriyeti olan
bizlerin mârifetidir. Bu yükleri üzerimizden atmak, önce; kendimize karşı
dürüstlükle/samimimyetle ve açık yüreklilikle başlar. Bunu bir yaşam biçimi
olarak benimseyen bir kişi, içinde bulunduğu topluma ve doğaya saygılı ve sevgi
dolu olur. Asıl kendimiz olan öz benliğimizin(dolayısıyla ruhumuzun)
tesirliliği ve irâdesi böylece bedende tezâhür etmiş olur. Bu tesirliliği emip
yansıtmak, erdemli bilge kişilere özgü bir özelliktir.
………………………………………………….
(*) Yazı akışı içinde görülecek rakamlar İLÂHÎ NİZAM ve
KÂİNAT’tan yaptığımız alıntıların sayfa numaralarıdır.