YAŞAM ve KISMET
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Yaşamımız, çoğu
bizimle / kendimizle ilgili bir çok bileşenin ortak paydasıdır. Bu bileşenler,
önceki yaşamlarımızdan kalma; karmik yükümüz, liyakatimiz, şimdiki yaşam
planımızın içeriği şimdiki yaşam şeklimizdir. Genel ve ana hedefi ruhsallık
olan yaşam aynı zamanda bir olaylar
silsilesidir ki, bu olaylardan doğrudan bizim başımıza gelenler de söz konuşu
bileşenler tarafından belirlenmiştir. Kabaca, bir yaşamın sonucu gelecek yaşamı
hazırlar ve bir yaşam, bir önceki yaşamın sonucudur. Yaşam bu şekilde sürüp
giderken, karşılaştığımız olayların bir kısmı değilse bile, bazıları hoşumuza
gider, bazıları gitmez, hattâ canımızı sıkar, işimize gelmez. Bunlardan çok
beğendiklerimize, ama nasıl olup da önümüze “rastgele” çıktığına akıl
erdiremediklerimize “kısmet” deriz. Aslında “kısmet”
dediklerimiz de de bir rastgelelik yoktur: Yaşam planımızla ilgili bir hakkın
ifadesidir kısmet…
Tesâdüf ve rastgelelik söz konusu değil, ama
âlemde işleyen sebep-sonuç “zincirinin”(1)
önceki halkalarını sağlıklı bir şekilde görecek basiret ve fehme sâhip
olmadığımız için, hiç beklemediğimiz bir zamanda karşımıza çıkan bir olanağa , nîmete,
fırsata ya “tesâdüf” deriz ya da “kısmet”, ama daha çok
beğendiklerimize ve o anki çıkarlarımıza uygun olanına “kısmet”… Aslında o, yıllar öncesine, hattâ bir önceki yaşamımıza
kadar gerilere dayanan olaylar ve liyakatler zincirinin bir sonucudur ve o
kısmet elbette ki, başka bir şeyin/olgunun/liyakatin oluşumunun başlangıcıdır...
Bu özelliğinden dolay kısmet dediğimiz olgu,
bir varlığın yaşam planının belli bir zaman ve mekân kesitindeki en kritik
noktasının da ifadesidir. Gerçek “makas değiştirme anları”dır bunlar.
Örneğin, bilgi de, daha önceden hiç duymamış olsak da bir kısmettir; önümüze
geldiyse(gülüp geçmeden, ötelemeden, iteklemeden, alay etmeye kalkmadan), en
azından ilgilenmeliyiz. Aksi halde; hem kendimizin, hem başkalarının kısmetini
kapamasak bile geciktirmiş/ertelemiş oluruz. Bu kısmet onların ve kendimizin
yaşam planlarımızdaki bir hakkı elde etme fırsatı/vesilesi olabilir. Bu durumda
ve bu anlamda kısmet, bir hakkı elde etme ânı, yeri ya da noktası olabilir…
Sâdece
“kısmet”
nitelikli bu tür olanak ve hak değil, enkarnasyon alanımız içinde bulunan her
şey bizim için gelişim araç-gerecidir ve bunlar Sebep-Sonuç Yasası’na göre
bizim çevremizde tplanmış/oluşmuş durumdadır ya da biz böyle bir
ortamda(zaman-mekân koşullarında) bulunuruz. Esâsen şimdiki yaşamımız ve içinde
bulunduğumuz koşullar, bundan önceki yaşamlarımızın ve bu yaşama doğduğumuz
günden bu güne değin yapıp ettiklerimizin
olmazsa olmaz en doğal sonucudur. Hattâ bir bakıma, sonsuz geçmişten (ki
bunu amorfa değin gerilere götürebiliriz) bu güne kadar ki birikimimizin en
doğal sonucu olarak, bu zaman-mekân kesitinde şu koşullarda böyle bir yaşam
planını uygulama kapsamında deneyim ve görgü birikimi artırmaya çalışıyoruz.
Konuyla ilgilenen okurlarımızın hemen anımsayacakları gibi bu “deneyim
ve görgü biriktirme” etkinliğimiz RUH ve KÂİNAT ile İLÂHÎ NİZAM ve
KÂİNAT’ta çok geçer ve her iki değerli eserin
de yazar bu konuda şöyle demektedir: “Dünya yaşamından ve
deneyimlerinden amaç, ruhun; maddesel kazançları bir hedef değil, yüksek ve
genel hedeflere araç olarak tanımayı görgü ve deneyimle öğrenmesidir. İşte
ruhun bu görgü ve deneyim birikimi oranında maddelere ve olaylara egemen olur
ki, dünya yaşamlarında gösterilen idraklenme cehti bu yöndeki başarının ortaya
çıkması için gerekli olan birer egzersiz / uygulama yerine geçer. “– Bedri RUHSELMAN (Ruh ve Kâinat,
cilt III, 850’den sonraki sayfalardan) Ayrıca, dünyada edindğimiz söz konusu
deneyim ve görgü birikiminin varlığın(öz benliğimiizin) “öz bilgileri”nin alt
yapısını oluşturduğunu da İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT bilgilerimizden anımsıyoruz.(2)
Tüm geçmiş
birikimimizle birlikte; değişe, dönüşe, evrile bu âna geldik ve böyle de
gidiyoruz. Böyle deyince, okuyucunun aklına şöyle bir soru gelebilir: “İyi, anladık da; bu yaşamımıza değin,
kimbilir kaç yaşam geçirdik ve kimb,lir ne kadar görgü ve deneyim birikimimiz
oluştu ve de ne kadar çok şey öğrendik, ama doğarken, sanki her seferinde
sıfırdan başlıyoruz. Geçmişten gelen bilgi, görgü ve deneyim birikimimizi
devreye sokuverseydik? ” Enkarne varlıklar her yaşamda belli sayıda,
hem de bir kaç kalem denecek kadar az bilgi uygulaması yapmak ve idraklenmek
üzere plan hazırlar ve o planı
uygulayabilecek kadar bir şuur birikimi ya da rezerviyle doğar. Başka türlü bir
söylemle, bir evren varlığı(öz benlik) enkarne olurken, o yaşamda bedenli
olarak neler yapacaksa, onlara yetecek kadar
bir şuur uyanıklığını bedene yansıtır. Bu miktar İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT
bilgilerine göre; şuurun tamâmı değil, 8’de 7’sidir. Büyük bir kısmı ama tamâmı
değil. Ayrıca, öz benliğin tüm bigi birikimi de bedene yansıtılıyor değil.
Yaşam planı uygulama
kapsamında ve idraklenme cehti içinde insanlaşmaya çalışan enkarne varlığın
önünde en büyük engel nefsaniyettir. Birey nefsaniyetten arınıp, sahte
benliklerini en aza indirme ve duygularını yönetme bağlamında çalışan birey,
bir yandan nefsinin gelişimine ket vuran ve onun ketmedici(3) etkisinden kurtulurken, bir yandan da
beşerî yaşam düzeninin koşullandırmalarına ve maddenin cezbedici etkisine karşı
da özgürleşir ve güç kazanır. Burada “beşerî
yaşamın koşullandırmaları” önemlidir, çünkü
“yarı idrakli”(4) beşerî varlılar
olarak dğduğumuz günden başlayarak bu
koşullandırmaların etkisi altında bazı doglamar, ön yargılar, inançlar vb.
geliştiririz. Bunlar, bilgi uygulaması yapmaya, “uyanmaya”, aydınlanmaya, yenileşmeye ve şuurlanmaya engel,
bundan dolayı da genellikle sıkıntılı eprövlerle kurtulabildiğimiz
birikimlerdir. “Gerçekten yaşamın ipnotik câzibesine yakalanmış
kalmış, bu câzibenin yörüngesinden sıyrılma gücünü ve çabasını göstermeyen
beşeriyete; ‘ UYAN borusu ‘(kalk borusu), az zaman sonra
çalınınca, kendi yanlışları üzerine kurdukları inanç-itikat-görüş ve zan
saraylarının temelleri yıkılıp, riyâ duvarları da çökünce, ıstırapların erdemi
anlaşılacaktır…..” (Ergün Arıkdal, Ruhsallık Üzerine Denemeler, S:136-137)
Devre sonunda gelişim ve
yeni devreye adaylık liyakati kazanma söz konusu olduğunda ise bu anlamda
kazanımlar daha da önem kazanır. Çünkü devre sonunda, yeni devreye aday
olabilmenin koşulu, belli bir esnekliğe ve “yoğrulabilirliğe”
ulaşmaktır. Bu durum, daha ezoterik anlamda, “Rabb’in ellerinde iyi bir yay
olabilmek…” şeklinde de sözcüklere dökülebilir. Burada “Rabb”den kastımız öz
benliğimizdir, yâni öz benliğin(hattâ öz benlik de ruhun) ellerinde güzel bir “yay”
olsun ki, öz benlik elinde oku hedefe ulaştırabilsin ve hattâ onikiden hedefi
vurabilsin(yâni İlâhî Muradını gerçekleştirebilsin). Hepimizin ideali olan bu
güzel durum, aynı zamanda, “nefsi
Yukarı’nın irâdesine tâbi kılabilme beşerisi ve gücü”dür. Bir devre
boyunca, o devrenin öğrencisi olmuş bir varlıktan o devrenin sonunda beklenen/beklenecek
performans budur. Esâsen tekrar tekrar doğuşlar silsilesi içinde, bu devrenin
varlık kadrosu olarak yapageldiğimiz bundan başkası değildir: Bu devreden mezun
olabilecek insanlık düzeyine gelmek.
Bu kapsamda idraklenme ve
şuurlanma cehti içinde en önemli tutumlardan (ve aynı zamanda meziyetlerden)
biri de içtenlikli (samîmî) olmaktır. Günlük yaşamda içtenlikli ve dürüst
olmak, yâni koşullara (özellikle de zorluklara) uyum olanağı ve kolaylığı
sağlar. Yukarıda değinip geçtiğimiz esnekliğin, uyumla beraber, verimli bir yaşamın belirgin
ögelerinden biri olacağını daha önceki paragraflarımızda da belirtmiştik. Yaşamda
şuurlanmayı önemsemiş ve benimsemiş kişinin kendisine yönelişinde ve bu konuda
başarılı olmasında da samimiyet ve açık yüreklilik esastır.
Geleceğin dünyası böyle
varlıkların enkarnasyon ve gelişim alanı olacaktır. Yâni; samimiyetin,
doğruluğun, bilgeliğin ve bilginin, aydınlığın, sevginin ve saygının ve de
saydamlığın yaygın olarak deneyimlendiği bir dünya… Esâsen beşeriyet olarak bu
erdemleri öğrenmeye çalışıyoruz kavga-döğüş devre boyunca… Bu insânî
değerleri(erdemler) bünyemizde ne kadar tezahür ettirebiliyor ve her şeye
rağmen yaşama geçirebiliyorsak, böyle bir yaşam şekline ne kadar uyumlu isek,
yeni döneme aday olma olasılığımızda o kadar yüksek demektir.
Çeşitli inişlerle
çıkışlarla sonsuza uzayıp giden gelişim yolunda ilerlemenin belki de en önemli
kuralı, evrenin de düzenini sağlayan İlâhî İrâde Yasaları’nın gözetimi ve
denetimi altında olduğunu kabul etmek ve bu yasalara uyumlu yaşama duyarlılığı
içinde bulunmaktır. Varlıklar söz konusu ALLAH Yasaları’na ne kadar uyumlu
düşerlerse, gelişim ivmelerini o kadar artırmış olurlar. Bu ilerleyişte seçme
özgürlüğümüz var ama onu içsel gelişim yönünde kullanıp kullanmadığımız önemli.
Çünkü yaşamda her şey gelişim için araç/gereç ve malzeme ama akıllılık; bunları
gelişim, insanlaşma ve yeni devreye aday olma özlemi ve duyarlılığı içinde
kullanmaktır.
Gelişim yolunda
ilerleyişte ve İlâhî İrâde Yasaları’na uyum konusunda varlığın önünde en
sakınılması gereken engellerden/ dirençlerden biri dogmalar ve ön yargılardır.
Yol ile yol olmadan (yol ile özdeşleşmeden, ki buna öğrencileri olduğumuz yeni
ruhçuluk da dâhil) ilerleme duyarlılığı içinde, doğmalar edinmemeye dikkat
etmekte yarar var. Bu yolda ilerlemenin kolaylığı da; sâdeşme, arınma ve
saflaşma kavramlarında anlamını bulan niyet ve tutumlarla uygulamalardır. Bu
arada, “yapay ihtiyaçlar”dan, ön yargılardan,
dogmalardan ve sahte benliklerden kendimizi ne kadar soyutlarsak, Yasalar’a o
denli uyulmanmış ve öz benliğimize (dolayısıyla planımıza ve sonsuz yüceliklere
o denli ve samimi bir yaklaşma cehti sergilemiş oluruz.
İşte böyle bir duyarlılık
içinde yaşamak, aynı zamanda “yenileşme” yolunda ilerlemektir.
Değişip, dönüşüp, yenileşmenin sürdürülebilir olması da buna bağlıdır.
Yenileşme ve değişim birbirini tetikleyen iki olgudur. Yeni olana açık olmak ve
onu benimseyip uygulamak, değişimi ve gelişimi kolaylaştırır. Yeniye kapalı olmak
zâten; doğmalardan arınamamış, onların güdümünde olan kimselere özgü, kişiyi
âtıllaşmaya sürükleyen olumsuz bir durumdur.
………………………………………………………………
(1) Lafın gelişi olarak
“olaylar
zinciri, sebep-sonuç zinciri” deriz ama bu, doğrusal(lineer)değil, kaotiktir.
(2)
Bkz. sayfalar 112 ve devamı, 133 ve devamı.
(3)
Ketmetmek: gizlemek
(4)
İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,180,197.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder