Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

18 Şubat 2017 Cumartesi

YAŞAM ve KISMET

YAŞAM ve KISMET
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

Yaşamımız, çoğu bizimle / kendimizle ilgili bir çok bileşenin ortak paydasıdır. Bu bileşenler, önceki yaşamlarımızdan kalma; karmik yükümüz, liyakatimiz, şimdiki yaşam planımızın içeriği şimdiki yaşam şeklimizdir. Genel ve ana hedefi ruhsallık olan yaşam  aynı zamanda bir olaylar silsilesidir ki, bu olaylardan doğrudan bizim başımıza gelenler de söz konuşu bileşenler tarafından belirlenmiştir. Kabaca, bir yaşamın sonucu gelecek yaşamı hazırlar ve bir yaşam, bir önceki yaşamın sonucudur. Yaşam bu şekilde sürüp giderken, karşılaştığımız olayların bir kısmı değilse bile, bazıları hoşumuza gider, bazıları gitmez, hattâ canımızı sıkar, işimize gelmez. Bunlardan çok beğendiklerimize, ama nasıl olup da önümüze “rastgele” çıktığına akıl erdiremediklerimize “kısmet” deriz. Aslında “kısmet” dediklerimiz de de bir rastgelelik yoktur: Yaşam planımızla ilgili bir hakkın ifadesidir kısmet…

Tesâdüf ve rastgelelik söz konusu değil, ama âlemde işleyen sebep-sonuç “zincirinin(1) önceki halkalarını sağlıklı bir şekilde görecek basiret ve fehme sâhip olmadığımız için, hiç beklemediğimiz bir zamanda karşımıza çıkan bir olanağa , nîmete, fırsata ya “tesâdüf” deriz ya da “kısmet”, ama daha çok beğendiklerimize ve o anki çıkarlarımıza uygun olanına “kısmet”… Aslında o,  yıllar öncesine, hattâ bir önceki yaşamımıza kadar gerilere dayanan olaylar ve liyakatler zincirinin bir sonucudur ve o kısmet elbette ki, başka bir şeyin/olgunun/liyakatin oluşumunun başlangıcıdır...

Bu özelliğinden dolay kısmet dediğimiz olgu, bir varlığın yaşam planının belli bir zaman ve mekân kesitindeki en kritik noktasının da ifadesidir. Gerçek “makas değiştirme anları”dır bunlar. Örneğin, bilgi de, daha önceden hiç duymamış olsak da bir kısmettir; önümüze geldiyse(gülüp geçmeden, ötelemeden, iteklemeden, alay etmeye kalkmadan), en azından ilgilenmeliyiz. Aksi halde; hem kendimizin, hem başkalarının kısmetini kapamasak bile geciktirmiş/ertelemiş oluruz. Bu kısmet onların ve kendimizin yaşam planlarımızdaki bir hakkı elde etme fırsatı/vesilesi olabilir. Bu durumda ve bu anlamda kısmet, bir hakkı elde etme ânı, yeri ya da noktası olabilir…

Sâdece “kısmet” nitelikli bu tür olanak ve hak değil, enkarnasyon alanımız içinde bulunan her şey bizim için gelişim araç-gerecidir ve bunlar Sebep-Sonuç Yasası’na göre bizim çevremizde tplanmış/oluşmuş durumdadır ya da biz böyle bir ortamda(zaman-mekân koşullarında) bulunuruz. Esâsen şimdiki yaşamımız ve içinde bulunduğumuz koşullar, bundan önceki yaşamlarımızın ve bu yaşama doğduğumuz günden bu güne değin yapıp ettiklerimizin  olmazsa olmaz en doğal sonucudur. Hattâ bir bakıma, sonsuz geçmişten (ki bunu amorfa değin gerilere götürebiliriz) bu güne kadar ki birikimimizin en doğal sonucu olarak, bu zaman-mekân kesitinde şu koşullarda böyle bir yaşam planını uygulama kapsamında deneyim ve görgü birikimi artırmaya çalışıyoruz. Konuyla ilgilenen okurlarımızın hemen anımsayacakları gibi bu “deneyim ve görgü biriktirme” etkinliğimiz RUH ve KÂİNAT ile İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’ta çok geçer ve her iki değerli eserin  de yazar bu konuda şöyle demektedir: “Dünya yaşamından ve deneyimlerinden amaç, ruhun; maddesel kazançları bir hedef değil, yüksek ve genel hedeflere araç olarak tanımayı görgü ve deneyimle öğrenmesidir. İşte ruhun bu görgü ve deneyim birikimi oranında maddelere ve olaylara egemen olur ki, dünya yaşamlarında gösterilen idraklenme cehti bu yöndeki başarının ortaya çıkması için gerekli olan birer egzersiz / uygulama yerine geçer. “– Bedri RUHSELMAN (Ruh ve Kâinat, cilt III, 850’den sonraki sayfalardan) Ayrıca, dünyada edindğimiz söz konusu deneyim ve görgü birikiminin varlığın(öz benliğimiizin) “öz bilgileri”nin alt yapısını oluşturduğunu da İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT bilgilerimizden anımsıyoruz.(2)

Tüm geçmiş birikimimizle birlikte; değişe, dönüşe, evrile bu âna geldik ve böyle de gidiyoruz. Böyle deyince, okuyucunun aklına şöyle bir soru gelebilir: “İyi, anladık da; bu yaşamımıza değin, kimbilir kaç yaşam geçirdik ve kimb,lir ne kadar görgü ve deneyim birikimimiz oluştu ve de ne kadar çok şey öğrendik, ama doğarken, sanki her seferinde sıfırdan başlıyoruz. Geçmişten gelen bilgi, görgü ve deneyim birikimimizi devreye sokuverseydik? ” Enkarne varlıklar her yaşamda belli sayıda, hem de bir kaç kalem denecek kadar az bilgi uygulaması yapmak ve idraklenmek üzere plan hazırlar  ve o planı uygulayabilecek kadar bir şuur birikimi ya da rezerviyle doğar. Başka türlü bir söylemle, bir evren varlığı(öz benlik) enkarne olurken, o yaşamda bedenli olarak neler yapacaksa, onlara yetecek  kadar bir şuur uyanıklığını bedene yansıtır. Bu miktar İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT bilgilerine göre; şuurun tamâmı değil, 8’de 7’sidir. Büyük bir kısmı ama tamâmı değil. Ayrıca, öz benliğin tüm bigi birikimi de bedene yansıtılıyor değil.

Yaşam planı uygulama kapsamında ve idraklenme cehti içinde insanlaşmaya çalışan enkarne varlığın önünde en büyük engel nefsaniyettir. Birey nefsaniyetten arınıp, sahte benliklerini en aza indirme ve duygularını yönetme bağlamında çalışan birey, bir yandan nefsinin gelişimine ket vuran ve onun ketmedici(3) etkisinden kurtulurken, bir yandan da beşerî yaşam düzeninin koşullandırmalarına ve maddenin cezbedici etkisine karşı da özgürleşir ve güç kazanır. Burada “beşerî yaşamın koşullandırmaları” önemlidir, çünkü “yarı idrakli”(4) beşerî varlılar olarak dğduğumuz günden başlayarak  bu koşullandırmaların etkisi altında bazı doglamar, ön yargılar, inançlar vb. geliştiririz. Bunlar, bilgi uygulaması yapmaya, “uyanmaya”, aydınlanmaya, yenileşmeye ve şuurlanmaya engel, bundan dolayı da genellikle sıkıntılı eprövlerle kurtulabildiğimiz birikimlerdir. “Gerçekten yaşamın ipnotik câzibesine yakalanmış kalmış, bu câzibenin yörüngesinden sıyrılma gücünü ve çabasını göstermeyen beşeriyete; ‘ UYAN borusu ‘(kalk borusu), az zaman sonra çalınınca, kendi yanlışları üzerine kurdukları inanç-itikat-görüş ve zan saraylarının temelleri yıkılıp, riyâ duvarları da çökünce, ıstırapların erdemi anlaşılacaktır…..”    (Ergün Arıkdal, Ruhsallık Üzerine Denemeler, S:136-137)

Devre sonunda gelişim ve yeni devreye adaylık liyakati kazanma söz konusu olduğunda ise bu anlamda kazanımlar daha da önem kazanır. Çünkü devre sonunda, yeni devreye aday olabilmenin koşulu, belli bir esnekliğe ve “yoğrulabilirliğe” ulaşmaktır. Bu durum, daha ezoterik anlamda, “Rabb’in ellerinde iyi bir yay olabilmek…” şeklinde de sözcüklere dökülebilir. Burada “Rabb”den kastımız öz benliğimizdir, yâni öz benliğin(hattâ öz benlik de ruhun) ellerinde güzel bir “yay” olsun ki, öz benlik elinde oku hedefe ulaştırabilsin ve hattâ onikiden hedefi vurabilsin(yâni İlâhî Muradını gerçekleştirebilsin). Hepimizin ideali olan bu güzel durum, aynı zamanda, “nefsi Yukarı’nın irâdesine tâbi kılabilme beşerisi ve gücü”dür. Bir devre boyunca, o devrenin öğrencisi olmuş bir varlıktan o devrenin sonunda beklenen/beklenecek performans budur. Esâsen tekrar tekrar doğuşlar silsilesi içinde, bu devrenin varlık kadrosu olarak yapageldiğimiz bundan başkası değildir: Bu devreden mezun olabilecek insanlık düzeyine gelmek.

Bu kapsamda idraklenme ve şuurlanma cehti içinde en önemli tutumlardan (ve aynı zamanda meziyetlerden) biri de içtenlikli (samîmî) olmaktır. Günlük yaşamda içtenlikli ve dürüst olmak, yâni koşullara (özellikle de zorluklara) uyum olanağı ve kolaylığı sağlar. Yukarıda değinip geçtiğimiz esnekliğin,  uyumla beraber, verimli bir yaşamın belirgin ögelerinden biri olacağını daha önceki paragraflarımızda da belirtmiştik. Yaşamda şuurlanmayı önemsemiş ve benimsemiş kişinin kendisine yönelişinde ve bu konuda başarılı olmasında da samimiyet ve açık yüreklilik esastır. 

Geleceğin dünyası böyle varlıkların enkarnasyon ve gelişim alanı olacaktır. Yâni; samimiyetin, doğruluğun, bilgeliğin ve bilginin, aydınlığın, sevginin ve saygının ve de saydamlığın yaygın olarak deneyimlendiği bir dünya… Esâsen beşeriyet olarak bu erdemleri öğrenmeye çalışıyoruz kavga-döğüş devre boyunca… Bu insânî değerleri(erdemler) bünyemizde ne kadar tezahür ettirebiliyor ve her şeye rağmen yaşama geçirebiliyorsak, böyle bir yaşam şekline ne kadar uyumlu isek, yeni döneme aday olma olasılığımızda o kadar yüksek demektir.

Çeşitli inişlerle çıkışlarla sonsuza uzayıp giden gelişim yolunda ilerlemenin belki de en önemli kuralı, evrenin de düzenini sağlayan İlâhî İrâde Yasaları’nın gözetimi ve denetimi altında olduğunu kabul etmek ve bu yasalara uyumlu yaşama duyarlılığı içinde bulunmaktır. Varlıklar söz konusu ALLAH Yasaları’na ne kadar uyumlu düşerlerse, gelişim ivmelerini o kadar artırmış olurlar. Bu ilerleyişte seçme özgürlüğümüz var ama onu içsel gelişim yönünde kullanıp kullanmadığımız önemli. Çünkü yaşamda her şey gelişim için araç/gereç ve malzeme ama akıllılık; bunları gelişim, insanlaşma ve yeni devreye aday olma özlemi ve duyarlılığı içinde kullanmaktır.

Gelişim yolunda ilerleyişte ve İlâhî İrâde Yasaları’na uyum konusunda varlığın önünde en sakınılması gereken engellerden/ dirençlerden biri dogmalar ve ön yargılardır. Yol ile yol olmadan (yol ile özdeşleşmeden, ki buna öğrencileri olduğumuz yeni ruhçuluk da dâhil) ilerleme duyarlılığı içinde, doğmalar edinmemeye dikkat etmekte yarar var. Bu yolda ilerlemenin kolaylığı da; sâdeşme, arınma ve saflaşma kavramlarında anlamını bulan niyet ve tutumlarla uygulamalardır. Bu arada, “yapay ihtiyaçlar”dan, ön yargılardan, dogmalardan ve sahte benliklerden kendimizi ne kadar soyutlarsak, Yasalar’a o denli uyulmanmış ve öz benliğimize (dolayısıyla planımıza ve sonsuz yüceliklere o denli ve samimi bir yaklaşma cehti sergilemiş oluruz.

İşte böyle bir duyarlılık içinde yaşamak, aynı zamanda “yenileşme” yolunda ilerlemektir. Değişip, dönüşüp, yenileşmenin sürdürülebilir olması da buna bağlıdır. Yenileşme ve değişim birbirini tetikleyen iki olgudur. Yeni olana açık olmak ve onu benimseyip uygulamak, değişimi ve gelişimi kolaylaştırır. Yeniye kapalı olmak zâten; doğmalardan arınamamış, onların güdümünde olan kimselere özgü, kişiyi âtıllaşmaya sürükleyen olumsuz bir durumdur.
………………………………………………………………
(1)     Lafın gelişi olarak “olaylar zinciri, sebep-sonuç zinciri” deriz ama bu, doğrusal(lineer)değil, kaotiktir.
(2)    Bkz. sayfalar 112 ve devamı, 133 ve devamı.
(3)    Ketmetmek: gizlemek

(4)    İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,180,197.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder