Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

12 Mayıs 2022 Perşembe

İNSAN

 

 İNSAN

Hazırlayan: Selman Gerçeksever

İnsan yatay ve düşey tesirlerin kesişmesinden oluşan bir tesir yumağıdır. Bunlardan yatay tesirler, enkarnasyon ortamından(bedenden ve beden aracılığıyla ortamdan, toplumsal koşullandırmalar, yer küre ve yerkürenin içinde bulunduğu uzaysal ortamdan)gelenler, düşeyden gelenler ise, vicdan kanalıyla enkarnenin öz benliğinden ve onun aracılığıyla sonsuz yüceliklerden gelen tesirlerdir. Gelişim süreci içinde esas olan, bu iki tesir kanalını bünyede dengelemektir. Bu denge öyle hassas bir denge olmalı ki, herhangi bir “sarsıntı”dan sonra, denge düşeyden gelen tesirlere meyilli olmalıdır. Bu makbul durum (SADIKLAR PLANI Tebliğleri’nde), “Ne yaparsanız yapın, bir eliniz Yukarı’ya dönük olsun.” şeklinde simgesel/mecazî olarak verilmiştir. İnsan dediğimiz enkarneyi oluşturan tesir yumağının ortasındaki ışıklı nokta vicdan kanalının bünyedeki son ucudur. Enkarne varlık yataydan gelen tesirlerden ne kadar arınmış durumda ise, bu nokta o kadar parlaktır. “Dünyanın yönetimiyle vazifeli RİM’in(Ruhsal İdare Mekanizması’nın) yüce/göksel(ulvi) ve akışkan(seyyal) bağlantısını sağlayan bu parlak nokta vicdanınızdır. Vicdanınız, kademeli bir inişle Âlemlerin Rabbi’nden sayılır. ‘Kendinde Hakk’ı bulmak’, içte bulunan o parlak odak noktasını temaşa etmek demektir. Kadîm zamanlarda bunu deneyimleyenler olmuştur.”(SADIKLAR PLANI Tebliğleri, syf. 438,+439)

 

Bu duruma göre İnsan(enkarne durumda varlık) ne bedendir, ne de ruh; beden + ruhtur. Bir tarafımızla evrenin yüksek/süptil tesirlerine açık iken, öteki tarafımızla geri/kaba tesirlere açığız. Böyle geri (titreşimi düşük) ve yüksek tesirlerin bir mekânda müştereken bulunabilmesi insan düzeyinde ve bu düzeyin gerektirdiği çeşitli gelişim aşamalarında bulunur. Bunun dışında geri ve yüksek tesirler bu derecede birbirine girmiş durumda değildir. Bu hâlimizle geri tesir olarak nefsimiz, yüksek tesir olarak vicdanımız vardır. Nefs ve vicdan(sesi) hakkında bilgilerimizi artırmakta, onları tanımakta yarar vardır. Kendini tanımanın önemi burada da ortaya çıkıyor. İçinde bulunduğumuz “yarı idrakli beşerî düzeyde”( İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.), ince nefsaniyetler ile vicdan sesi genellikle birbirine karışır ve bunun bedeli olarak sıkıntılı telâfilerle karşılaşırız.

 

Gelişim süreci içinde makbul olan, varlığın; “inançta sorumluluğunu idrakten, vicdanda sorunluluğunu idrake geçmesi gerçekleşmesi kesinleşmiş bir kaderdir. İnsan, sorumluluğunu vicdanda idrak etmemiştir, sâdece inancıda idrak etmiştir.(SADIKLAR PLANI Tebliğleri, syf. 341 ) Bunun en makbul yolu, doğru bildiğimizi uygulamayla mümkün olan idraklenme cehtini sürekli kılmak ve idrakli yaşamaktır. Enkarne varlığın doğru yoldaki ikna araçları; vicdan sesi, aklı, ilkeleri ve realitesinin doğrularıdır. Doğru yoldan sapmamak bunlarla olanaklıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi enkarne varlıklar olarak iki ana tesir bünyemizde(bedensel bende) birbirine girişim durumunda olduğundan,  beşerî kusurlar/suçlar( taksirat) hemen hemen kaçınılmaz oluyor. “O halde, ALLAH böyle yaratmış, yapılacak bir şey yok.” demek olmaz elbette. Bu durumda isek, bu durumun zorluklarının üstesinden gelebilecek gücümüz de, potansiyel olarak var demektir. Kendini bilme/tanıma duyarlılığı içinde, idraklenme cehtini de sürekli kılarak bu potansiyeli ortaya çıkarabiliriz. Gelişim yolculuğunda bizlerden ilerilerde olanların bunu başardıklarını biliyoruz.

 

Düşey ve yatay tesirlerin bünyede bir yumak oluşturduklarını, çizim olarak birbirini kesen iki daire olarak gösterebiliriz(SADIKLAR PLANI Tebliğleri, syf. 477+478). Bu iki dairenin kesiştiği ortak alan bedensel bendir(enkarne durumdaki bireydir). Bu durumla ilgili olarak SADIKLAR PLANI’nın, hepimizin işine yarayacak önemli bir önerisi var(syf. 477+478): “Daireler birbirinden ayrıldığı zaman; nefs nefs olarak, vicdan da vicdan olarak belirecek ve fert bir ‘ayıklanma’ ya tabi kılınacaktır. Hangi daire içinde kalabilme liyakati elde edebilmişse orada kalacaktır. Demek oluyor ki, sizler bugünkü gelişmişlik düzeyinizle, ince nefsâniyetinizi vicdan sesinizden kolay kolay ayırt edemeyeceksiniz. Bu durumda sizleri yanılmaktan kurtaracak şu uygulamaları yapabilirsiniz: Bir harekete başlamadan önce, onun yeri olan mekândaki koşulları inceleyin. Elinizdeki olanakları gözden geçirin. Tamamıyla akla uygun ve mantık dahilinde olmak üzere kendinizi onların yerine koyarak inceleyin. Eğer duygularınız, düşünceleriniz ve istekleriniz zayıf ve nefs kanalından geliyorsa; bu açık, deneyimlenmiş kanıtlar ve düşünceler karşısında sapacaktır(inhiraf edecektir)(örnek için bkz.478 (“birine bir şey yapmak/vermek/söylemek...”). Eğer vicdan sesiniz, vicdan sesi olarak karşınızda ise, hareketleriniz düşüncelerinizin düzeyine çıkacak ve bir uygulama yapacaksınız. Birkaç iç denetim(murakabe) ve öz eleştiri bu fiilinizin ömrünü kısa kesiyorsa, bilin ki, bir vicdan sesinden değil, ince bir nefsaniyetle hareket ediyorsunuz demektir. Bu arada, tevilci olmayıp, objektif kalmayı bilmek gerek. Bununla birlikte öyle olaylar vardır ki, vicdansal bir tepki olmakla beraber, ferdin kendisine bin bir soru içinde nefsaniymiş gibi de görünebilir. Bu durumda gene akla uygun ve mantıklı olmakta(mâkul kalmakta) yarar vardır.

 

Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, insan ancak; sınamak, görmek, iyice düşünüp taşınmak suretiyle(teemmül) yükselir. Olaylar içinde gözlemlenen ile alınan tesir arasındaki ve bunun bir izdüşümü olan vicdanî kanaatin bileşkesini/ortalamasını(muhassalasını) de sürekli olarak incelemek zorunluluğu vardır. Gelişmek, insanlaşmak kolay değil. Gelişmemek söz konusu olmadığına göre bunu başaracağız ve vazife planına(*) katılmaya aday varlıklar hâline geleceğiz.

...................................

(*) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 70-74-103-106-110-135-160-162¬163-164-166-168-169-171-173-174¬194-197.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder