İNSAN
Hazırlayan: Selman
Gerçeksever
İnsan yatay ve düşey tesirlerin kesişmesinden oluşan bir tesir yumağıdır.
Bunlardan yatay tesirler, enkarnasyon ortamından(bedenden ve beden aracılığıyla
ortamdan, toplumsal koşullandırmalar, yer küre ve yerkürenin içinde bulunduğu
uzaysal ortamdan)gelenler, düşeyden gelenler ise, vicdan kanalıyla enkarnenin
öz benliğinden ve onun aracılığıyla sonsuz yüceliklerden gelen tesirlerdir.
Gelişim süreci içinde esas olan, bu iki tesir kanalını bünyede dengelemektir.
Bu denge öyle hassas bir denge olmalı ki, herhangi bir “sarsıntı”dan sonra, denge
düşeyden gelen tesirlere meyilli olmalıdır. Bu makbul durum (SADIKLAR PLANI Tebliğleri’nde),
“Ne yaparsanız yapın, bir eliniz Yukarı’ya dönük
olsun.” şeklinde simgesel/mecazî olarak verilmiştir. İnsan dediğimiz
enkarneyi oluşturan tesir yumağının ortasındaki ışıklı nokta vicdan kanalının
bünyedeki son ucudur. Enkarne varlık yataydan gelen tesirlerden ne kadar
arınmış durumda ise, bu nokta o kadar parlaktır. “Dünyanın yönetimiyle vazifeli RİM’in(Ruhsal İdare Mekanizması’nın)
yüce/göksel(ulvi) ve akışkan(seyyal) bağlantısını sağlayan bu parlak nokta
vicdanınızdır. Vicdanınız, kademeli bir inişle Âlemlerin Rabbi’nden sayılır.
‘Kendinde Hakk’ı bulmak’, içte bulunan o parlak odak noktasını temaşa etmek
demektir. Kadîm zamanlarda bunu deneyimleyenler olmuştur.”(SADIKLAR
PLANI Tebliğleri, syf. 438,+439)
Bu duruma göre İnsan(enkarne durumda varlık) ne
bedendir, ne de ruh; beden + ruhtur. Bir tarafımızla evrenin yüksek/süptil
tesirlerine açık iken, öteki tarafımızla geri/kaba tesirlere açığız. Böyle geri
(titreşimi düşük) ve yüksek tesirlerin bir mekânda müştereken bulunabilmesi
insan düzeyinde ve bu düzeyin gerektirdiği çeşitli gelişim aşamalarında
bulunur. Bunun dışında geri ve yüksek tesirler bu derecede birbirine girmiş
durumda değildir. Bu hâlimizle geri tesir olarak nefsimiz, yüksek tesir olarak
vicdanımız vardır. Nefs ve vicdan(sesi) hakkında bilgilerimizi artırmakta,
onları tanımakta yarar vardır. Kendini tanımanın önemi burada da ortaya
çıkıyor. İçinde bulunduğumuz “yarı
idrakli beşerî düzeyde”( İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.
3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.), ince nefsaniyetler ile vicdan sesi
genellikle birbirine karışır ve bunun bedeli olarak sıkıntılı telâfilerle
karşılaşırız.
Gelişim süreci içinde makbul olan, varlığın; “inançta sorumluluğunu idrakten, vicdanda sorunluluğunu idrake geçmesi
gerçekleşmesi kesinleşmiş bir kaderdir. İnsan, sorumluluğunu vicdanda idrak
etmemiştir, sâdece inancıda idrak etmiştir.”(SADIKLAR PLANI
Tebliğleri, syf. 341 ) Bunun en makbul yolu, doğru bildiğimizi uygulamayla
mümkün olan idraklenme cehtini sürekli kılmak ve idrakli yaşamaktır. Enkarne varlığın
doğru yoldaki ikna araçları; vicdan sesi, aklı, ilkeleri ve realitesinin
doğrularıdır. Doğru yoldan sapmamak bunlarla olanaklıdır. Yukarıda da
belirttiğimiz gibi enkarne varlıklar olarak iki ana tesir bünyemizde(bedensel
bende) birbirine girişim durumunda olduğundan,
beşerî kusurlar/suçlar( taksirat) hemen hemen kaçınılmaz oluyor. “O halde, ALLAH böyle yaratmış, yapılacak bir
şey yok.” demek olmaz elbette. Bu durumda isek, bu durumun
zorluklarının üstesinden gelebilecek gücümüz de, potansiyel olarak var
demektir. Kendini bilme/tanıma duyarlılığı içinde, idraklenme cehtini de
sürekli kılarak bu potansiyeli ortaya çıkarabiliriz. Gelişim yolculuğunda
bizlerden ilerilerde olanların bunu başardıklarını biliyoruz.
Düşey ve yatay tesirlerin bünyede bir yumak oluşturduklarını, çizim
olarak birbirini kesen iki daire olarak gösterebiliriz(SADIKLAR PLANI
Tebliğleri, syf. 477+478). Bu iki dairenin kesiştiği ortak alan bedensel
bendir(enkarne durumdaki bireydir). Bu durumla ilgili olarak SADIKLAR
PLANI’nın, hepimizin işine yarayacak önemli bir önerisi var(syf. 477+478):
“Daireler birbirinden ayrıldığı zaman; nefs nefs olarak, vicdan da vicdan
olarak belirecek ve fert bir ‘ayıklanma’
ya tabi kılınacaktır. Hangi daire içinde kalabilme liyakati elde edebilmişse
orada kalacaktır. Demek oluyor ki, sizler bugünkü gelişmişlik düzeyinizle, ince
nefsâniyetinizi vicdan sesinizden kolay kolay ayırt edemeyeceksiniz. Bu durumda
sizleri yanılmaktan kurtaracak şu uygulamaları yapabilirsiniz: Bir harekete
başlamadan önce, onun yeri olan mekândaki koşulları inceleyin. Elinizdeki
olanakları gözden geçirin. Tamamıyla akla uygun ve mantık dahilinde olmak üzere
kendinizi onların yerine koyarak inceleyin. Eğer duygularınız, düşünceleriniz
ve istekleriniz zayıf ve nefs kanalından geliyorsa; bu açık, deneyimlenmiş
kanıtlar ve düşünceler karşısında sapacaktır(inhiraf edecektir)(örnek için bkz.478
(“birine bir şey
yapmak/vermek/söylemek...”). Eğer vicdan sesiniz, vicdan sesi olarak
karşınızda ise, hareketleriniz düşüncelerinizin düzeyine çıkacak ve bir
uygulama yapacaksınız. Birkaç iç denetim(murakabe) ve öz eleştiri bu fiilinizin
ömrünü kısa kesiyorsa, bilin ki, bir vicdan sesinden değil, ince bir
nefsaniyetle hareket ediyorsunuz demektir. Bu arada, tevilci olmayıp, objektif
kalmayı bilmek gerek. Bununla birlikte öyle olaylar vardır ki, vicdansal bir
tepki olmakla beraber, ferdin kendisine bin bir soru içinde nefsaniymiş gibi de
görünebilir. Bu durumda gene akla uygun ve mantıklı olmakta(mâkul kalmakta)
yarar vardır.
Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, insan ancak; sınamak, görmek, iyice düşünüp
taşınmak suretiyle(teemmül) yükselir. Olaylar içinde gözlemlenen ile alınan
tesir arasındaki ve bunun bir izdüşümü olan vicdanî kanaatin bileşkesini/ortalamasını(muhassalasını)
de sürekli olarak incelemek zorunluluğu vardır. Gelişmek, insanlaşmak kolay
değil. Gelişmemek söz konusu olmadığına göre bunu başaracağız ve vazife
planına(*) katılmaya aday varlıklar hâline geleceğiz.
...................................
(*) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.
70-74-103-106-110-135-160-162¬163-164-166-168-169-171-173-174¬194-197.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder