BENLİKLER VE DEĞİŞİM
HAZIRLAYANLAR: H.Tüfekçioğlu, O.Tüfekçioğlu, O.Şahan, F.Öztürk,G.Sarman,S.Gerçeksever
G i r i ş
Tezahürat ortamında bulunup da değişmemek elbette ki olası değildir. Ancak, değişimin yavaş ya da hızlı olması söz konusudur. Beşeri düzeyde ise değişimim yavaşlığı ve zorluğu söz konusudur. Bu nedenle, değişmek (içsel gelişim) şimdilik ıstırapsız olası değildir. Ama bu demek değildir ki, gelişip, değişip, değer kazanmak illede ıstırap ile olacaktır.
Tüm zorluğuna ve ıstıraplı oluşuna rağmen, değişmek yine de bireyin kendi elindedir. Yaratılmış olan her şey, tezahüratın her birimi birbirinin değişimine hizmet için vardır. Hiç kimse bir başkasını değiştiremez, tekamül ettiremez; ancak, onun değişimine yarımcı(hatta malzeme) olabilir. Bu anlamda her başarılı değişim ile yaşama bakışımız daha derin ve geniş hale gelir. Bu anlamda değişsek bile, bu; mesleğimizin, toplumsal statümüzün de ille de değişeceği anlamına gelemeyebilir. Yani, belli bir değişimden sonra da yine ve hala aynı işi sürdürüyor olabiliriz. Ama söz konusu değişim ile realitemiz ve şuurumuz değiştiği için, işimize yaklaşımımız ve toplumsal statümüzü değerlendirişimiz/algılayışımız, eskisine göre değişik bir anlam kazanmıştır. Bu durumla bağlantılı olarak şöyle bir Zen öyküsü anlatılır(1): “Bir Zen ustasına şöyle soruldu: ‘Aydınlanmadan önce ne yapardınız?’ Usta şöyle yanıtladı, ‘Odun yarıp, kuyudan su taşırdım.’ Sonra şöyle soruldu, ‘Şimdi aydınlandığınız zaman ne yapıyorsunuz?’ Usta şöyle dedi: ‘Odun yarıp, kuyudan su taşıyorum.’ Soruyu soran şaşırdı ve dedi ki, ‘O zaman pek bir fark yok gibi görünüyor.’ Usta şöyle dedi:’Fark benim içimde. Fark edimlerimde değil, fark benim içimde. Ben değiştiğim için edimlerimin anlamları da değişti: Nesir şiir oldu, taş-toprak vaaz vermeye başladı ve madde tümüyle kayboldu. Şimdi sadece Tanrı var ve başka bir şey yok. Yaşam şimdi benim için kurtuluş ve Nirvana.’
Yukarıdaki öyküde de anlamını bulan değişim, aynı zamanda yaşamayı öğrenmenin de yoludur. Yaşamayı öğrenmek ise içsel gelişime katkısı olan bir beceridir. Çünkü bu yol ile kendimize olan güvenimiz artmakla kalmaz, iyilik ve şefkat duygularımız da filizlenir ve doğal bir şekilde içimizden dışarıya ışımaya başlar.
Aslında bedenli yaşamın tamamı, bu güçlü iyilik duygusunun nasıl ortaya çıkacağı konusunu kaplayan bir ders ve bu iyiliği tam anlamıyla kavramak için bir eğitim sürecidir. Ama besbelli ki bu eğitimde başarılı olmak, sahte benliklerin kontrolü çerçevesinde değişmeye bağlıdır. Bu yazımızın konusu olan sahte benlikler ise, kontrol altına alınmadığı sürece, çok büyük ölçüde durmadan değişen çevresel koşullara (yatay tesirlere) bağlıdır. Bu nedenle, beşeri ve maddesel koşullandırmaların hegemonyasından kurtulmak ve kalıcı özgürlüğe kavuşmak için içsel gelişim ve değişim çerçevesinde sahte benlikleri kontrol altına almakta yarar vardır. Zaten sahte benlikler aracılığı ile çevresel, toplumsal koşullandırmalar ile, maddesel cazibenin ne kadar etkili bir güdümünde olduğumuzu içsel gelişim yönünde ilerledikçe anlayabiliriz. Evrensel tekamül kavramında anlamını bulan “değişim ve süreksizlik (hiçbir şeyin sürekli olamayışı)” gerçeği; sürekli ve korkusuzca derinlemesine düşünüş yoluyla ulaşılan çok güzel ve iyileştirici bir gizemdir.
Kadim zamanlardan beri, seçkin inisiyatik öğretilerin ustaları bizlere yaşamın içsel değişim açısından çok değerli olduğunu her zaman anımsatmışlardır. Neden? Çünkü beşer olarak bizler, aydınlanma/uyanma yolunda hammaddelerimiz olan farkındalık ve zekaya sahibi. Çünkü bu tekamül ortamının her yanına yayılmış olan acı çekmek (ıstırap) ruhsal değişimin dayanağı durumundadır: Acı, keder, yoksunluk ve sürekli gerginliğin ve gerilimin her türünün gerçekte etkileyici bir nedeni vardır ki bu neden de; bizi uyandırmak, samsaranın(2) döngüsünü kırmamıza yardımcı olmak ve böylelikle hapis kalmış ışığımızı özgürleştirmek… Tüm bunlardan dolayı, yaşamın bize, kendimizi değiştirmek için sunduğu fırsatları kaçırmamakta yarar vardır. Ancak yaşamın sunduğu içsel gelişim olanaklarıyla gelen fırsatların kaçırılmaması, sahte benliklerin kontrolüne ve onları olumlu yönde değiştirilmesine bağlıdır. Aksi taktirde “samsara bağımlısı olmak” niteliğimizden kurtulmak kolay kolay olası değildir. Ama yine unutmayalım ki, bu konuda yardımın bize ulaşacağı an, söz konusu bağımlılığımızı kabul ettiğimiz ve yardım istediğimiz andır.
Sahte Benliklerin Bolluğu
Bireyin sürekli olarak bir ve aynı olduğunu düşünmek doğru değildir. Kişi hiçbir zaman uzun süre aynı kalamaz, hemen hemen sık sık ve sürekli olarak değişir. Burada değişen , onun sahte benlikleridir. Yani dönüşümlü olarak ya da, bireyin içine girdiği duruma göre bir sahte benliği ortaya çıkar. Bu sahte benliklerden, örneğin; biri yalan söylemezken, bir ötekisi rahatlıkla yalan söyler. Bu, bireyin çok zor kontrol edebildiği bir şeydir; nasıl olup da, yalan söyleyebildiğine kendisi de şaşırır ki bu şaşıran da başka bir sahte benliktir. Bu durum; kendinden habersiz uyurgezer beşerin tipik halidir: sahte benliklerin güdümünde, Yüksel Benlik’ in devrede olmadığı bir yaşam şekli.
Beşerin sürekli ve değişmez beni yoktur: Her içsel durum, her arzu, her duyu; kısacası, her içsel hal bir bene karşılıktır. Bu benler bütünden (asıl kendimizden) tamamen ayrı ve bağımsız ortaya çıkar ve yaşar. Birey bu benliklerini kontrol altına almaya çalışmazsa, asıl benlik (Yüksek Ben) hiçbir zaman kendini ortaya koyamayacaktır. İşte “uyanmak” demek, bir bakıma söz konusu benlikleri kontrol altında en aza indirmektir. Oysa ki, uyurgezer durumda olan beşer, asıl kendisinden kopuk olarak; bir birini hiç tanımayan, birbiriyle hemen hemen hiç bağlantısı olmayan ve hatta birbirine düşman olan, birbiriyle çelişki içinde bulunan yüzlerce ve binlerce bağımsız irili ufaklı benlerden oluşmuştur. Zaten onun uyur gezerliğini oluşturan etmen de bu durmadan başkası değildir.
Uyur gezer makine bireyin benlerinin (benliklerinin) hemen hemen sürekli olarak birbirinin yerini almaları üstünlük için yaptıkları sürekli mücadele beşeri koşullandırmalar ve maddesel cazibenin yönlendirmesi doğrultusundadır ve uyuyan birey be benlik değişmelerini kontrol edebilecek durumda değildir. Doğaldır ki, bazı benlikler ötekilerinden daha güçlüdür, ama bu onların kendi bilinçli güçleri değildir. Çünkü benlikler, yukarıda da belirttiğimiz gibi beşeri koşullandırmalar ve maddesel cazibe odakları tarafından yaratılmış ve bedenlenmeden dolayı doğal olarak ortaya çıkmış nefsaniyetin değişik veçheleridir.(3) Dolayısıyla hepsi yapaydır ama kontrol altına alınmadığı sürece içsel gelişimin önünde en büyük engeldir. Doğduğumuz günden itibaren; eğitim, taklit, okuma, adet ve geleneklerin uyutuculuğu, sınıflar ve hatta moda sloganları cazibesi (çocukluktan itibaren) bizde çok güçlü benler yaratır ki, bu güçlü benler, daha zayıf benlere egemen olurlar. Görüldüğü gibi gerek benliklerin oluşumu ve gerekse onlar tarafından yönetilişimiz dış tesirlerin sonuçlarıdır ki, bu da “yataydan beslenmek” ten başka bir şey değildir. Oksa ki, esas olan; daha çok (ve büyük ölçüde) Yukarı’dan (yani, asıl kendimizden, asıl şahsiyetimizden) beslenmektir. Ancak bu makbul durum, idraklenme cehti içinde söz konusu sahte benliklerin eğitilip kontrol altına alınmasına bağlıdır. Bu kontrol konusu, kendini tanımanın ağırlık noktasını oluşturur.
Konağına Giremeyen Efendi…
Gurdjieff’in benzetmesiyle, söz konusu sahte benlikler sanki bir konağın hizmetkarları gibidir. Bu hizmetkarlar evin yönetimini öylesine etkili bir şekilde ele geçirmişlerdir ki; konağın sahibinin yani efendinin yönetimi ele alması bir yana, sahibi olduğu konağına girmesi bile olası değildir. Bu durumda, kontrolden çıkmış, başıboş hizmetkarlar, hizmetlerini yerine getirmek şöyle dursun, ne yapmaları gerektiğini bile unutmuş durumdadırlar. Dahası; görev yapmak, hizmet etmek yerine, her biri efendi olmak sevdasına ve hatta hırsına düşmüş durumdadır. Doğaldır ki, böyle bir düzensizlik(anarşi) içindeki bir ortam sürekli tehlike karşısında demektir. Bu durumda tek kurtuluş şansı, nispeten makul hizmetkarlar grubunun toplanması ve geçici bir vekil kahya seçmeleridir. Bu vekil kahya, öteki hizmetkarları kendi yerlerine yerleştirebilir ve her birinin kendi işini yapmasını sağlayabilir: Aşçıyı mutfağa, arabacıyı ahıra, bahçıvanı bahçeye gibi… Bu şekilde ev, efendinin gelişine ve asıl yönetimi ele alışına hazırlanabilir. Açıktır ki, Gurdjieff’in bu öğretisi de “efendi” Yüksek Ben, hizmetkarlar da sahte benlere karşılıktır. Görülüyor ki, bedensel benin; Yüksek Ben’in egemenliği altına girmesi için, önce sahte benliklerin kontrol alınması ve içsel sükunet ile içsel dengenin oluşturulmasına bağlıdır.
Yukarıda betimlemeye çalıştığımız durumu, Gurdjieff’in öğretisinin bir başka yerinde (4) “deli makineler” e de benzetmiştir. Bedensel beni oluşturan “deli makineler” in (yani sahte benliklerin) geleceğini söylemek de hemen hemen olası değildir. Çünkü bu “deli makineler” in yönleri her an değişir: Bu makinelerden biri, bir an için (ya da belli bir etki altında) belli bir yönde ilerlerken, onun nereye gidebileceğini hesap edebilirsiniz. Fakat 5 dakika sonra, (başka bir yatay güdümün tesiri altında) tamamen farklı bir yönde ilerleyecektir. Zaten sahte benliklerin güdümünde olan bireyin aynı zamanda duygusal karmaşa içinde olması kaçınılmazdır. Bu nedenle böyle bir kişiye güvenmek, onun geleceğiyle bağlantılı olarak hesaplar içine girmek elbette ki yararlı sonuçlar vermez.
Yukarıdan beri sözünü ettiğimiz sahte benliklerin kontrol altına alınması çerçevesinde içsel dengeye ve içsel huzura doğru ilerlemek aynı zamanda, aydınlanmak ve arınmak kavramlarında anlamını bulan değişimdir. Esasen kendini bilmek/tanımak, bireyin değişemezi zorunluluğunun doğal bir uzantısıdır. Aslında tekamülün gereği olan değişmek, uyanmak ve şuurlanmak için önce sahte benlikleri kontrol altına almak (yani içsel bir mücadeleye girmek), özdeşleşmeyi ve tutkuları kolaylaştıran bağımlılıklardan kurtulmak şarttır. Üstün bir çaba ile, idraklenme cehti sergilenmeksizin, uyanmak ve şuurlanmak olası değildir. Tüm ezoterik çalışmaların ve inisiyatik öğretilerin temeli de bundan başkası değildir. Bu, içsel bir mücadeleyi ve şuurlanmak için “fazlalıklar” ı gidermeyi getiren (içsel gelişmeye yönelik) maksatlı ıstıraptır. Buradaki “fazlalıklar” dan kasıt, yapay icaplarla, yapay ihtiyaçlardaki beşeri koşullandırmalar ve maddesel cazibeyle oluşmuş “örtüler”dir. Kısacası, değişmek isteyen kimse fazlalıklarını terk etmelidir.
İşte bundan dolayı içsel değişim küçümsenmeyecek kadar zordur, ama zor olduğu kadar da önemlidir. İçinde bulunduğumuz günlük ve sırada koşullar altında değişmek olası değildir. Çünkü kişi bir şeyi değiştirmek istediğinde, sadece o şeyi değiştirmek ister. Fakat uyurgezer, hatta deli bir makineden başka bir şey olmayan bedensel bende her şey birbirine bağlıdır ve her işlev kaçınılmaz şekilde başka bir işlev ya da tüm bir dizi işlev tarafından dengelenmektedir. İşin kötüsü, içimizdeki çeşitli işlevlerin birbirleriyle olan bağlantılarından haberdar değiliz; yani, makine işlevlerinin her anında tüm ayrıntıları itibarıyla dengelenmektedir. Eğer kendimizde hoşlanmadığımız bir şey görür de, bun bertaraf etmek için çaba göstermeye başlarsak, belli bir sonucu elde etmede başarılı olabiliriz. Fakat bu sonuç ile birlikte, kaçınılmaz olarak hiç beklemediğimiz hatta istediğimiz ve ortaya çıkacağından kuşkulanmadığımız başka bir sonuç daha elde edebiliriz. Yani birey, istemediği her şeyi ortadan kaldırmaya, yok etmeye gayret etmekle, makinenin dengesini bozabilir.
Esas olan içsel değişimdir. İçsel değişim olmadan dışın (çevrenin) değişimi söz konusu değildir. İç değiştikten sonra dış, yani çevre kendiliğinden değişecektir. Bir Tantra özdeyişi bu konuda şöyle der:” Önce varlığınızı değiştirin, sonra edimleriniz kendiliğinden değişir. Önce, değişik türde bir bilinç kazanın; bunu değişik bir tür edim, karakter ve davranış zaten izleyecektir.” Görüldüğü gibi önce için (yani, mantalin ve astralin) tanzimi ve sadeleşmesi ve arındırılması söz konusudur. Bu anlamda bir değişim, dönüşüm gerçekleştiği zaman, bunun davranışlara ve yaşama yansımaması olası değildir. Ama uygulama genellikle böyle olmaz; uyuyan beşer kendisini değiştirme zahmetine katlanmadan ve çoğu zaman da (kendisini bir “şey” zannettiği için) buna gerek görmeden çevresini değiştirmeye, ya da değişmiş olarak görünme çalışır ama bu, temelinde samimiyetsizlik yatan taklitten başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda, bireye telafi edilmesi zor eprövlere davetiye çıkartan bir zorlamadır. İçsel çatışmalar eve duygusal karmaşalar sürüp gider. Çünkü içsel yapı değişmemiştir. Yapay zorlamaların ve samimiyetten uzak (yani, nefsaniyete prim ödeyen) tutumların içsel gelişime katsı yoktur. Aksine birey, giderek sahteleşir; önlem almadığı, bu çarpık gidişin işe yaramadığını görmemezlikten gelirse, şizofrenlik bile gündeme gelebilir(5).
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız içsel yapının (kısaca, mantalitenin) değişmesi için gerekli olan başka bir etmen de anlayıştır. Yani, değişip, dönüşüp, değer kazanmak için anlayışlı olmaya da gerek vardır. Anlayışlı olmak, hoş görüyü ve sabrı gerektiren bir meziyettir: Dönüşmek için anlayışa gerek vardır ve hatta, Osho’nun dediği gibi, “Dönüştüren ve değiştiren her zaman anlayıştır.” Anlayış bireyin içinde köklendiği zaman, bunu davranışlara yansımaması olası değildir.Kısaca dönüşüm/değişim, anlayışın sonucudur ama aynı zamanda, anlayış arttıkça, değişim de kolaylaşır.
Tüm tezahüratta değişmemek, tekamül etmemek diye bir şey söz konusu olmadığına göre; aslında her şey, bireyi değişime zorlayan bir etmendir. Bu genel durumdan hareketle, diyebiliriz ki, beşeri yaşam tek bir çalışmaya adanmıştır: Gelişip, değişip, değer kazanmak … Görüldüğü gibi, değişmemek söz konusu değildir ve sıfır anlamında tekamül etmemek olası değildir. Ancak, birey bu konudaki titizliğine ve cehtine göre, az ya da daha fazla yol kat etmek söz konusudur.
Görüldüğü gibi, içsel gelişimi gerçekleştirmek zor olduğu kadar, aynı zamanda duyarlılık gerektiren bir konudur. Bunu alışkanlıklarla ilgili bir örnek ile biraz daha açmaya çalışalım: Birey herhangi bir alışkanlığı ile savaşmaya başlar. Eğer yeterli derecede yöntemli ve kararlı ise; bir süre sonra, istenen sonca ulaşmada başarılı olabilir. Eşyaları yitirmekten ve nerede olduklarını ve onları nereye koyduğunu unutmaktan kurtulur. Birey, bu durumun farkına varır, ama farkına varmadığı, başkalarının ise farkına vardıkları başka bir şey vardır: Çabuk kızar, bilgiçlik taslar, kusur arar ve tatsız bir kişi haline gelmiştir. Yani, çabuk kızması, unutkanlığının ortadan kalkması sonucu kendini göstermiştir(6).
…………………………….
(1) AYAKSIZ YÜRÜMEK, KANATSIZ UÇMAK, Osho, Okyanus Yayınları
(2) Samsara; beden, zihin ve ego olaark yaşamak demektir. Samsara, dışa dönük yaşamak, maddesel ortam ile madde gibi (beden olarak) yaşamak demektir. Ayrıca samsara, her şeyin maddeden başka bir şey olmadığı düşüncesiyele yaşamak demektir: Daha çok para, daha çok prestij, daha çok iktidar(güç) ve daha çok enaniyet. Görülüğü gibi samsara; eşyanın içinde, eşyanın güdümünde ve eşya için yaşamaktır. (Tantra Öğretisi, Osho.)
(3) Vesvese, astraldeki negatif enerjinin dışa vuruluş şeklidir. Vesvese; Kur’an’da, önemle üzerinde durulan kavramlardan biridir(Bakara 242).
(4) İNSANIN GERÇEĞİ, KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde (sayfa:196)
(5) Osho, TANTRA ÖĞRETİSİ, Okyanus Yayınları, sayfalar: 39,4o,6o,61,66,67,1o2
(6) KAYNAKLAR: * TİBETİN YAŞAM ve ÖLÜM KİTABI, Dharma Yayınları
* İNSANIN GERÇEĞİ, KENDİNİ BİLMEK, Ruh ve Madde Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder