YAŞAMIN ANLAMI
DERLEYEN: Selman Gerçeksever
Ruh varlığı olarak, kesintisiz bir şekilde, yaşamdan yaşama geçerek, sonsuz olan tekamül yolunda ilerlemeye çalışıyoruz.Bu gidişimizi, birbirimizle ve tezahürat ortamının öteki birimleriyle etkileşerek sürdürüyoruz. Bir ömür boyu süren fiziksel bir yaşam, bir etkileşmler ortamıdır. Yaratılmış olan herşey birbirini etkiler. Aslında varlıklar etkileşerek birbirinin gelişimine / şuurlanmasına (saflaşmasına, süptilleşmesine yardım ederler. Fiziksel bir yaşamda söz konusu etkileşim, olaylar içinde karşılaştığımız yaşam sınavları ile (eprövlerle) olur.
Bir olay, pek çok insan için genel bir olgudur ama herkes kendi gelişmişlik düzeyine (duyarlılığına ve safiyetine) göre, olay onun için değişik ve özel bir (ona özgü) anlam içerir ve bu algılamasının düzeyine göre; herkes de aynı olay karşısında başka başka hallere / haletlere girer. İşte böyle bir epröv vesilesiyle içine girdiğimiz psikolojik hal ne kadar derin olursa, içsel gelişim açısından o epröv o kadar verimli bir şekilde değerlendirlmiş olur. Yaşanan bu hal ıstıraplı olsa da gelişim açasından yararlıdır ve birey için bir rahmettir / nimettir.(1) O halde, içine herhangi beşeri bir vesileyle içine girilen haletin geçiştirlmemesi, hatta oun derinden yaşanması, bu ‘nimet’in heba edilmemesi içsel gelişim açısından gereklidir. Durum böyle olduğuna göre, halet nasıl yaşanmalı ki, içsel gelişim açısından bir yarar sağlasın? Bu sorunun doğru yanıtı, aynı zamanda yaşam sınavlarında başarılı olmanın da (yani idraklenmenin de) yoludur. Halet yaşamanın önemi, aslında onun ‘idraklenmek’le olan ilgisinden gelmektedir. Başka türlü ifadesiyle, idrakin (şuura damlamasının) bir önceki aşaması, eprövle gelen haletleri derinden yaşamaktır. Şöyle ki;
Eprövle gelen tesirin titreşimsel etkisi, duygu merkezinde haletler yaşatır ve böyle yaşanan haletler tüm merkezlerde, ama özellikle duygu merkezinde sirkülasyona / devinime tabi tutulursa, makbul bir uygulama yapılmış (yani içsel gelişim açısından yarar sağlanmış) olur. Sözkonusu sirkülasyonun tam olabilmesi için; merkezlere böyle bir esnekliğin kazandırılmış olması ve gerilimin tüm merkezlerde hissedilmesi gerekir.
Şekil 1: Merkezler
Yukarıda, yazı akışımızın bir yerinde; yaşamın, eprövler ve haletler silsilesi olduğunu belirtmiştik. Elbette ki, belli bir yaşam da dahil olmak üzere, aldığımız her tesir bir epröv niteliğindedir. O halde, yapılacak şey; alınan her etkiyi (eprövü) ‘yaşam sınavı’, bilgi uygulama konusunda kendimizi (asıl kendimize / yüksek benimize karşı) kanıtlama vesilesi olarak kabul etmektir.
Sağlıklı Gözlem
Böyle bir anlayış geliştirmek, bireye; başka bir beceri daha kazandırır ki, o da ‘sağlıklı gözlem’dir.(3) Gözlem yeteneğinizi geliştirerek, bir eprövün; yaklaşım tarzını, yayılımını ve kilit noktalarını yakalayabilirsiniz ki bunlar eprövün değerlendirilmesinin aşamalarıdır. Bir eprövün; yaklaşım tarzı, yayılımı , kilit noktaları ve eprövün değerlendirilmesinin sağlıklı bir şekilde yapılması, nasıl olduğunu yukarıda kısaca anlattığımız ‘sağlıklı bir gözlem’ ile olasıdır. Burada ‘olaya egemen olmak’, bilgi açısındandır. Olaya %100 egemen olamayabiliriz ama olaya ne kadar (yukarıda açıklamaya çalıştığımız anlamda) egemen olabiliyorsak, o kadar olayın bilgisini / taşıdığı mesajı yakalayabiliriz.
Demek ki, önyargısız sağlıklı bir gözlem, bilgi edinmeyi, o da olaya egemen olmayı beraberinde getirmektedir. Ayrıca, ‘alanın bilgisine sahip olmak’ da sağlıklı / objektif bir gözlem ile olasıdır. Bu konuda titiz bir gözlemcinin yüksek benine (plansal yanına) tesir aktarımı güçlüdür. “Bedensiz bir varlık, düşünme halinde olan bir varlık bile” diyor Sadıklar Planı, “öteki düşünenlerden akseden tesirleri, liyakatine göre alır.” Başkalarının deneyimini, (bu anlamda) onu gözlemek suretiyle alır. Bu kısa notumuzdan da anlaşılıyor ki, böyle bir sağlıklı gözlem yapma becerisi geliştirmek, yaşamın hakkını vermek ve de olaylara egemen olmak açısından çok yararlıdır.
Yaşam sınavlarını başarmada ‘sağlıklı gözlem’ yapmanın önemini bu şekilde belirttikten sonra, ‘eprövün değerlendirilmesinin aşamaları’na tekrar dönüyoruz:
Eprövün yaklaşım tarzı: Düşey mi, yatay mı geliyor, daha önceden de gelmiş miydi...
Eprövün yayılmı: Benimle birlikte başkalarını da ilgilendiriyor mu, etkiliyor mu...
Eprövün kilit noktaları: Benim için sorun olma noktaları, çözemediğim yerleri neler, benden istediği nedir ve benim (içsel / manevi olarak) neremi incitiyor...
Yaşamın, olduğu gibi, eprövler silsilesi olduğunu belirtmiştik. Yukarıdaki açıklamalarımızdan da herhalde anlaşılmıştır ki,’eprövler’ dediğimiz bu yaşam sınavlarının içeriğini (yani, eprövlerle gelen tesiri / bilgiyi) sağlıklı / objektif bir gözlem ile algılamaya çalışmakta büyük yarar vardır. İşte yaşama böyle bir yaklaşımın başka bir yararı da, idraklenmeye olan katkısıdır. Şöyle ki, halet yaşayarak idrak oluşur ama, bu haleti (ya da herhangi bir haleti) yaşamak / deneyimlemek için, illede doğrudan doğruya olayın içinde olmak şart değildir. Sağlıklı bir gözlem hali içinde; baktığımızı görebilir ve gördüğümüzü de anlayabilirsek, gözlem yaparak da halet yaşanır ve idrak oluşur ki; zaten, epröv içinde halet yaşamaktan amaç da budur.
Uyanık ve iyi bir gözlemci ve yaşama karşı genel bir esneklik de kazanmış isek; kaba eprövleri yaşayarak, ıstıraplı haletler içine girmeye gerek kalmaz. Esasen eprövün / olayın türü de önemli olmayıp; önemli olan, belli bir içsel gelişim ihtiyacının karşılanmasına yönelik halet içine girmek ve kuşkusuz, bunun hakkını vermektir. Çünkü, aynı halet, değişik eprövlerle / olaylarla da yaşanabilir ve tüm bunlardan amaç, idraklenmek ve şuurlanmaktır. Enkarne bir varlık, bu amaca ulaşma cehdi (ya da çabası) içinde, olay à epröv à halet aşamalarından geçtikten sonra; idrake ulaşır, “şuuruna bir idrak damlası damlatabilir”(4). Görülüyor ki, idraklenmenin bir önceki aşaması, olayın içinde yaşanan ruh hali demek olan ‘halet’ tir.
Bu şekilde, enkarne varlıklar olarak, gelişim ihtiyacı giderme gayreti içinde (bilerek / bilmeyerek) yaşam planlarımızda hedeflenen konuları tamamlamaya çalışıyoruz. Yani, şuurlanmaya, tekamül etmeye, erdemlerle (insani değerlerle) donanmaya çalışıyoruz. Bu nedenle, ıstıraplı eprövler de dahil; başımıza gelen her şey (esasen kendi elimizin / fillerimizin sonucu ve hiç kuşkusuz) bizim hayrımızadır. Mevlana Celaleddin RUMİ’nin dediği gibi, “Şikayet etmek yerine, acı sınavlar birer rahmet olarak görülmelidir.”
Yaşam olgusu içinde karşılaştığımız olayların ve onlarla gelen eprövlerin şiddetini (kabalığını / inceliğini ) bizim kendi içsel gelişim ihtiyaçlarımız belirler. Yaşam içinde bizleri halden hale sokan uğraşlarımız, aynı zamanda, içsel gelişim ihtiyaçlarımızın giderilmesi yönünde sergilediğimiz etkinliklerdir. İçsel gelişim ihtiyaçlarımızı giderme süreci içinde belirli (yani, çeşitli derinlikte) haletler yaşayarak, yaşam planlarımızda ‘hedeflenen konuları’ tamamlamaya çalışırız. İşte bu ‘hedeflenen konular’, gerçek gelişim ihtiyaçlarımızın zorunlu olarak belirlediği maddelerdir.
Enkarne olduğumuz alandaki icaplara da bağlı olarak duyulan ihtiyaçlara yönelirken; bunların, gerçek mi, tali mi olduklarına da çok dikkat etmeliyiz. Bu konuda bir duyarlılık geliştirmekte, titizlik göstermekte yarar vardır. İhtiyaç duyduğumuz bir şeyin (ya da bize empoze edilmeye çalışılan bir şeyin) bizim için ne kadar zorunlu / gerekli olduğuna bakmalıyız. Tali ihtiyaçların eşinde koşmak, ıstıraplı / sıkıntılı eprövlere davetiye çıkartmaktır. Çünkü, bireyleri tali ihtiyaçlara yöneltici koşullandırmalar (günümüz reklam sektöründe yapılmaya çalışıldığı gibi...); uyutucu, makineleştirici ve illüzyonda yoğunlaştırıcı etmenlerdir. Bize ‘ihtiyaç’ olarak empoze edilen bir konu ya da obje ile karşılaşınca, bir sınav karşısında olduğumuzu ve sadeleşme yönünde gidişimizi engelleyici bir etki karşısında olduğumuzu anımsamakta yarar vardır.
Böyle bir duyarlılığa sahip değilsek, tali ihtiyaçlara (yapay ihtiyaçlata) takılarak, eprövleşerek gelen olaylara davetiye çıkartmış oluruz. Bundan dolayı suç; eprovde, tesirde, olayda (ya da bunlarla gelen insanlarda) değil, bireyin nefsaniyetinden kaynaklanan açgözlülüğündedir. İşte böyle bir olmaması gerekenden bizi kurtaracak ( hiç değilse; böyle, islaha muhtaç bir yanımız olduğunu bize gösterecek) olan, yine eprövlerdir ve bu işlevlerinden dolayı da, eprövler bizler için birer rahmettir. O halde, eprövlerden, yaşam sınavlarında kaçmak yerine; onlardan yararlanarak, içsel gelişim ihtiyaçlarımızı gidermeye bakmalıyız.
İşte eprövler içinde, bu anlamda bir başarı elde edebilirsek (bu konuda bir ustalık kazanabilirsek); bundaki başarımız oranında, giderek daha ince / latif / süptil tesirlerle(gözlem, bilgi, sezgi, ilham vb.) temas etmeye başlarız. Bu durum, aynı zamanda; bireyin gelişmişlik düzeyinin belirtilerinden biridir: Giderek daha ince uyaranlarla yaşıyor / gelişiyor olmak...
Ruh varlığı olarak kendi kendimiz için hazırladığımız eprövlerin bir amacı da, gelişim için oldukça gerekli olan esneklik ve uyumu artırmaktır. Herhangi bir olay ile içine girdiğimiz epröv bizi zorluyorsa (sıkıntı / ıstırap veriyorsa), o konuda yeterli esneklik oluşmamış demektir. Bu nedenle, esneklik ve uyum pratikleri / talimleri yapmak için de eprövlerden yararlanabiliriz.
İşte bu bağlamda, he tesiri (etkiyi) bir epröv vesilesi bilmek; aslında, farkındalığın (Sufizm’deki “ayık gezmek”in)gereğidir. Bu anlamda farkındalık zaten, eprövde (yaşam sınavında) başarının ön koşuludur. Burada (yani, “farkındalık” söz konusu olduğunda) her zaman anımsamakta yarar olan bir konuda, duygusallığın kontrol altında tutulmasıdır. Çünkü, duygusallık; farkındalığın da önündeki en önemli enegellerden biridir: Duygusalılk içinde, eprövlere olan yaklaşıkmlar, eprövle gelen tesirin şiddetini, kabalığını artırmaktan başka bir işe yaramaz. Böyle bir kabalaşmaya sebebiyet vermeme konusunda itizlik göstermede elbette ki yarar bulunmaktadır. Çünkü, bir enkarnasyon ortamnda tesir alış-verişi eprövler aracılığıyla olmaktadır. Ancak, eprövlerle gelen tesirin, işlevini gerçekleştirmesi ve (içsel gelişim açısından) bir yarar sağlaması için; merkezlerde (özellikle de duygu merkezinde) sirküle edilmesinde yarar vardır. Yaşanan haletin metabiyolojik / fizikötesi yanımıza yansıması için, özellikle, o tesirin duygu merkezinden geçirilmesi gerekir. Çünkü, bir halet duygu merkezi aralığıyla fizik ötesi yanımıza yansır. Ama duygular kontrol altında değilse (yani, duygusallık halledilmemişse, kanaatlerimiz bir takım duygusallıklarla gölgeleniyorsa), sözkonusu sirkülasyon yapılamaz ve önyargılar işi berbat eder. Bu durumda birey, planına (ruhsal ailesine) ‘feedback’ geri bildirim vazifesini yapamıyor demektir. Enkarne bir varlığın, planına / ruhsal ailesine ‘feedback’ gönderme işlevi; ancak, eprövün haletini yaşamak ve onu merkezlerde sirküle etmekle olanaklıdır. Bu işlevin önündeki en büyük engel duygusallıktır. Duygusallık, eprövden yararlanmayı olumsuz yönde etkiler. Dolayısıyla bu durumlar aynı zamanda, başarılı bir yaşamın önündeki engellerdir. Mealen, “Ahdini bozanlardan olmayın!” Kur’an ayetinde anlamını bulan bu durum, planımıza olan ahdimizi gerçekleştirmenin önündeki barikatlerden biridir. Kuşkusuz, böyle bir duruma düşüldüğünde; eprövün kalitesi düşer, kabalaşır ve şiddeti artar (dolayısıylada bizde uyandırdığı acı artar) ki, bu da aslında birey için (içsel gelişim açısından) bir rahmettir (söz konusu çıkmazdan kurtulması için...)
Görüldüğü gibi, eprövlerle gelen haletler ile duygusallıklarımız arasında (dolayısıyla, yaşamın başarılı kılınması arasında) sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bu öneminden dolayı, duygusallık ile haletler arasındaki ilişki üzerine biraz daha durmak istiyoruz: Yukarıda, kontrol altına alınmasına yarar olduğunu belirttiğimiz duygularımız, tesirlerin (yaşam içinde eprövlerle gelen tesirlerin) titreşimsel etkisini algılamak içindir. Bir tesirin titreşimsel etkisi, duygu bedenimizde haletler yaşatır. Bu halet tüm merkezlerde (ama özellikle de duygu merkezinde) sirkülasyona tabi tutulursa, makbul bir uygulama yapılmış, eprövün hakkı verilmiş olur. Söz konusu sirkülasyonun tam olabilmesi için, merkezlere esnekliğin kazandırılmış olması gerektiğini ve gerilimin tüm merkezlerde hissedilmesi gerektiğini daha önce e belirtmiştik. Bu uygulama başarıl olarak gerçekleştirilirse, (ama özellikle de duygu merkezinde) sirkülasyona tabi tutulursa, makbul bir uygulama yapılmış, eprövün hakkı verilmiş olur. Söz konusu sirkülasyonun tam olabilmesi için, merkezlere esnekliğin kazandırılmış olması gerektiğini ve gerilimin tüm merkezlerde hissedilmesi gerektiğini daha önce de belirtmiştik. Bu uygulama başarılı olarak gerçekleştirilirse, bunun yansıması eterik, astral ve mantal bedenlerimizden geçerek planımıza / ruhsal ailemize kadar ulaşacaktır.
O halde, tüm bunlardan anlaşılıyor ki; önemli olan, özellikle acılı haletleri geçiştirmemek, onları olabildiğince derinden hissetmek (“Kucaklamak...”) ve daha da iyisi, onu merkezler arası sirkülasyona tabi tutmaktır. Başka türlü bir deyişle, (Ruhsal tebliğdeki ifadesiyle), ‘eprövün silkeleyici etkisi’ni göğüslemek gerek, böyle bir gücü geliştirmek gerek. Bu anlamda bir ‘silkeleyici etki’ kuşkusuz sadece fizikle sınırlı değildir: birey, eğer belirli bir duyarlılığa / safiyete ulaşmış ise, düşey etki altında da ‘silkelenme haleti’ yaşayabilir...(4) Bu nedenle, görülüyor ki, makbul olan; ‘silkeleyici rahmet’e uyumlanmak ve onun bizi silkelemesine izin vermektir. Yani, haleti geçiştirmeden, tevil etmeden; onu, derinden hissetmek (merkezler arası sirkülasyonda başarıl olmak) önemlidir. “Silkeleyici rahmete uyumlanmak...” dedik: Buradaki ‘uyumlanma’ ve ‘uyum’ boyun eğiş değil, farkındalık kavramında anlamını bulan ‘teslimiyet’ tir. (5)
Esasen, daha önce de belirttiğimizgibi, bir epröv bizi zorluyorsa (ıstırap ve sıkıntı veriyorsa), o konuda esnekliğimiz az (ya da hiç yok) demektir. İşte yaşam içinde böyle bir esneklik oluşturulursa; “eprövler yüreğimize oturmadan, teğet geçer...”, yaşamın yokuşlu yolları, çıktıkça dikleşmez... Yani, ‘yaşam sınavları’ dediğimiz eprövlereden dolayı ıstırap çekmemize gerek kalmaz. Çünkü, genel olarak biliyoruz ki; tekamül için ıstırap şart değildir. Ama yine de unutmayalım ki, böyle bir koşulun olmaması, yok olması anlamına gelmez: İçinde bulunduğu zaman mekan kesitinde; gerekli sadeliğe ulaşamamış, esneklik ve uyum yeteneği geliştirememiş bir kimse için ıstıraplı epröv bir rahmettir. Istırabın olup olmaması şöyle dursun; ıstırap, onun için bir zorunluluktur, olmazsa olmaz bir ilaçtır. Çünkü, ataletinden ve nefsaniyetinin kabalığından dolayı, o kendisini ıstıraplı / acılı eprövlere müstahak kılmıştır. Dolayısıyla sıkıntılı eprövlerden kurtulma sorumluluğu da kendisine aittir: Kendi kendimize yarattığımız engelleri yine kendimiz ortadan kaldırmak durumundayız. Esasen genel ortalama olarak, dünya beşerinin gelişim düzeyi acılı / tatlılı eprövlere yükselebilecek bir durumdadır.
Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, bu anlamda yaşamda başarılı olmak, kendini tanıma cehdiyle yakından ilgilidir: Epröv-halet ilişkisi çerçevesinde buraya kadar aktardığımız tüm konuların ‘kendini tanımak’ kapsamında uygulama olduğu herhalde anlaşılmıştır. Birkaç paragraf önce sözünü ettiğimiz ‘silkelenme’ sözcüğünde anlamını bulan durum da, bu kapsamda (yani kendini tanıma kapsamında) ele alınacak / değerlendirilecek bir konudur: Yani, eprövle gelen tesirin, içimize işlemesine izin vermeliyiz. Böyle bir esneklik ve yaşama karşı böyle bir güç geliştirmeliyiz. Özellikle çocuklarımıza bu konuda yardımcı olmalıyız. Bir bakıma tesirin kaynağından çok, kendimize yönelmek durumundayız. Eprövle gelen tesirin ‘içimize şlemesine izin vermedikçe’, ‘silkelenme’ olmaz... Yazımızın akışı içinde yer yer sözünü ettiğimiz ‘esneklik pratikleri’ni bu silkelenme vesileleriyle yakalayabiliriz. Bu anlamda ‘silkelenme’, düşeyden gelen süptil etkilerle de (ilham, sezgi, içe doğuş vb.) deneyimlenebilir. Kısacası; yataydan gelsin, düşeyden gelsin; bu bir rahmettir. Şükür konusu olan bu silkeleyici rahmete uyum sağlamaya çalışmakta (onu “kucaklamakta”) yarar vardır.
Dediğimiz gibi bu, aynı zamanda bir teslimiyettir. Sözünü ettiğimiz ‘silkekeyici rahmet’e uyum, ıstırapların kabalığında da bir azalmayı beraberinde getirecektir. Çünkü, eprövün bireye ıstırap veren mekanizması, onun; (yani, bireyin) yükseltici tesire uyumsuzluğundan dolayıdır. ‘Yükseltici tesir’e ne kadar uyum sağlayabilirsek, ıstıraplı eprövlerle o kadar az karşılaşırız. Başka bir deyişle; birey, bu anlamda yeterli esnekliğe ulaştığı zaman, eprövün yaşattığı gerilimi ıstırap olarak algılamaz. Çünkü, eprövün bireye ıstırap veren mekanizması, bireyin yükseltici tesire uyumsuzluğundan dolayıdır. Bu uyumsuzluk giderilirse; epröv, ıstırap olarak algılanmaz. Daha doğrusu, o bireyin; ıstırap verici kaba eprövlerle karşılaşmasına gerek kalmaz. İşte, kendini tanıma / bilme çalışması da, bir bakıma, ‘uyanışın ıstırabı’nın en aza indirilmesi çalışmasıdır. Çünkü, bu sayede birey; ama kendini bilen birey, eprövün yaşattığı gerilimi(6) ıstırap olarak algılarız.(7)
Görülüyor ki, birey; eprövlerden, içsel gelişim yönünde yararlanabildiği oranda, kendini tanıma fırsatını yakalayabilir. Bu nedenle, her etkiyi / tesiri epröv vesilesi (onu bir yaşam sınavı) bilmek, bizce bu yararı sağlamakla kalmaz, farkındalığımızı da artırır. Başka türlü ifadesiyle, her etkiyi / tesiri epröv vesilesi bilmek farkındalığın gereğidir. Başka anlamda bir farkındalık da; içinde bulunduğumuz realitenin alışkanlıklarının (zihinsel ve bedensel konforunun) farkına varıp, onları terketme cehdi içinde bir üst realiteye yükselmektir. Böyle bir ihtiyacı hissetmek ve bu cehdi sergilemektir farkındalık. Çünkü birey, yaşam içinde belli bir realitenin mensubu olarak yaşarken, böyle bir uyanıklık / farkındalık içinde bulunmaz ise; içinde bulunduğu realite ile, bir üst realite arasında geçirdiği teşevvüşün de alışkanlığına kapılma tehlikesine düşebilir. Bu realite ve farkındalık konusunu tekrar ele almak üzere, epröv ve halet konusuna tekrar dönüyoruz.
Birey, sadece iki realite arasında bulunurken değil, başka nedenlerle de teşevvüş içinde bulunabilir. Bu konuda nedenler ne olursa olsun, bireyin; teşevvüşten dolayı içine girdiği şaşkınlık, kendisini gerilime sokar. Bildiğimiz gibi, içsel gelişim açısından gerekli olan gerilim, varlık alanlarının (bireysel alanların) teğetleştiği noktalarda oluşan eprövlerde yaşanır. Başka türlü ifadesiyle epröv , aynı zamanda bir gerilim alanıdır ve gerilime maruz kalma prosesine de epröv denir. Yaşamın sürüp giden akışı içinde, epröv, bireyi bir seçim zorunluluğuyla karşı karşıya bırakır.
Şekil 2: Alansal Etkileşim
Bu seçimde, en genel anlamda, pozitifin ya da negatifin (vicdani ya da nefsani olanın) seçimidir. Şu ya da bu seçimimize göre, değişik değişik eprövlere girip çıkarak yaşamımızı sürdürüp gideriz. Bu gidiş içinde birey, eprövle gelen tesirin içerdiği bilgiyi açığa çıkarabilirse, (ki bu, merkezler arası sirkülasyonla olur); o epröv o bireye geliş amacına ulaşmış demektir. Çünkü, halet yaşanmaksızın, bilginin tesiri alınmaz. Başka türlü ifadesiyle; tesiri alnmayan bilgi, haleti yaşanmayan bilgi, yüzeysel bilgidir. Görülüyor ki, gerilime girmek, gelişme gereksiniminden dolayıdır.
Gerilimler içinde yaşanan haletler (derinlikleri ölçüsünde), bireyi içsel sükunete ve belli bir realitede gelişmişliğin doruklarına (‘egemenlik’ alt basamağına) ulaştırır. Yani, içsel sükunet, gelişmişliğin belirgin bir göstergesidir ki, bu da; haletlerin derinden yaşanmasına bağlıdır. Makbul bir kisve olan bu durum, aslında (bu şekilde derinden yaşanmış) bin bir haletin aynasıdır ve bireyin gücüne güç ekleyen artı bir puandır. Realitesinde böyle bir güce ulaşmış olan birey, tepkilerini kontrol altına alma gelişmişliğine ulaşmış demektir.
Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, makbul olan; yaşanan olay değil, olayla birlikte içine girilen halettir, hatta o haletin derinliğidir. Söz konusu derinliğe ulaşılmasının da, alınan tesirin / bilginin; merkezlerde(9) sirküle edilmesinde (devinime tabi tutulmasında) yarar olduğunu burada bir kez daha anımsıyoruz.
Bizleri içsel gelişime yöneltici ve nefsaniyetimizi eğitici sınavlarla dolu olan dünya tekamül okulunda yaşanan haletlerin bir kısmı negatif niteliklidir.(10) ancak makbul olan, içine girdiğimiz negatif haleti fark etmek, asıl (realitemiz gereği) bulunmamız gereken yere yeniden çıkmaktır. Yani, negatif halet içinde bulunduğumuzu hemen fark edip, ondan hemen sıyrılmak makbul bir tutumdur.
Eprövler karşısında, buraya kadar anlatmaya çalıştığımız mekanizmayı çalıştırmakta; beceriksizlik gösterdiğimiz oranda, gelişim açısından bazı eksiklikler oluştururuz ki, onlar bu günün eprövleri olarak karşımıza çıkar. Ancak bu şekilde deneyimlediğimiz eprövdeki bilginin, ‘Yukarı’ daki idesi ile (yani, ağır bilgisi ile) bağlantısı kurulabilir. Bu durum aynı zamanda (yazımızın akışı içinde sözünü ettiğimiz) farkındalık kavramıyla ilintilidir: Şöyle ki, farkındalık bir anlamda, idrakin iki ucu açık halidir.Yani, gözlemin ya da deneyimin, alt ve üst merkezlerle (bkz. ‘merkezler’
şeması) birlikte yaşanması, yüzeysel bir bilginin, idesiyle bağlantısının kurulması, yüzeysel bir bilgi ile ağır bir bilginin (idesinin) aynı anda algılanmasıdır. İşte olayların eprövleşerek gelmesi (yani, ıstıraplı eprövlerin gelmesi) böylece önlenebilir, hiç değilse şiddetleri azaltılabilir. Çünkü, her epröv idrak edilmesi gereken bir bilgi / tesir taşır. Esas olan ve olayın eprövleşerek gelmesini önleyen de bu bilgiyi, tesiriyle birlikte almak; yani, bilgiyi idrak etmektir: Olaylar silsilesinden başka bir şey olmayan yaşam içinde herhangi bir vesileyle aldığımız bilginin, idrake dönüşümünü şöylece formüle edebiliriz: Olay(epröv)à haletà idrak (bilgi).
Esasen, idrakin; şuura dahil olacak hale gelmesi de böyle bir mekanizma ile olanaklıdır: Eprövà haletà bilgi. Bu yapılamayınca, idrak, şuurdaki yerini alamaz. Bu olgunun böyle mekanizmal nitelikte ortaya çıkması; eski idraklerin; epröv yaşanması sırasında (ve haleti deneyimlerken), devreye sokulmasından dolayıdır.
‘İdraklenme ceddi’ olarak da adlandırılan bu durum, aslında; sonsuz / soyut idraklerin, somuta dönüştürülmesidir. Yani bir eprövle karşılaşıldığı zaman, onun haletini yaşama süreci içinde, merkezler arası sirkülasyonu yaptırırken, daha eskiden edinilen idraklerden birini (ya da birkaçını) devreye sokması ve bu idrak ile tepki vermesidir. Birey bunu başlatabildiği oranda, mantalindeki bir idrakin somuta dönüşmesini de gerçekleştirmiş olur.
Esasen, her somuta indirgenebilen idrak, bir cehd ürünüdür ki, işte bu da ‘idraklenme cehdi’nden başka bir şey değildir. Ayrıca, böyle bir cehdin sergilenmesinin ve bunda başarının getireceği başka bir yarar da, bireyi, yeni cehd zeminlerine yöneltmesidir. Burada, (az önce sözünü ettiğimiz) ‘idrakin somuta dönüştürülmesi’nden de mantaldeki bilginin kullanılabilir hale getirilmesini kastediyoruz. Ayrıca, yaşam boyunca (bir ömür boyunca) bize özgü / özel eprövlerin genel amacı da budur: Bizdeki bilgiyi açığa çıkarmak...
Buna başarı; biraz, mantal durumumuz (ve mantal içeriğimizle de) ilgilidir: Şöyle ki, mantalimiz bu duruma hazır ise; yani, gerekli tanzim ve düzenleme zamanında yapılmış ise, bir idrakin mantalden, bedensel bene inmesi zor olmaz. Yani, eprövün kabalaşmasına (olayın eprövleşmesine) gerek kalmaz. Çünkü, biliyoruz ki, “Herkese gelmez bela, erbab-ı istidak arar...” Bu atalar sözündeki, “erbab-ı istidat’dan kasıt, mantal yetkinlik ve mantal içeriğin / konstrüksiyonun uygun olup olmamasıdır. Bu nedenle; mantali, tanzim edilmiş olarak bulundurmak iyidir. Böyle bir mantal, eprövün kabalık derecesini azaltır. Bu yapılmadığı taktirde; hele astralimiz de kirli, biraz ‘kabuklarımız’ da bolca ise, ıstıraplı eprövlerle karşılaşmak kaçınılmaz olur. Daha doğrusu, birey; eprövü acılı / ıstıraplı olarak algılar. Bu durum, içsel gelişim konusunda atalet içinde bulunan bir kimseye şuurda uyandırıcı tesirin kabalaşarak yaklaşmasıdır. Bu tür tesiri birey, kendi ataletinden dolayı kendisi çekmiştir ama; hiç kuşkusuz bu, onun hayrınadır (uyanması, ‘silkelenmesi’ ve kendine gelmesi bakımından...).
Ama aslolan, hiç kuşkusuz, itilerek kakılarak (ikide birde silkelene silkelene) yürüyenler olmaktan kurtulmaktır, kaba tesirlere müstahak olmadan gelişmektir. İtilerek kakılarak (yani, ikide birde silkelenerek) gitmek, “başkalarının sahipliğinde” (yani otomatik / yarı şuurlu) halde yürümektir. İşte esas olan ve makbul olan; otonom şekilde (kendi kendine yeterli) hale gelerek, “sahipsizlik” anlayışı ile “sahipsiz” olarak yürümektir. Burada, “sahipsizlik” anlayışı ve düzeyine varmak,”otonom yaşar hale gelmek” gelmek ve bir bakıma, içinde bulunduğu realitede ‘kıyam etmek’ şuurda uyanmak demektir. Başka ürlü ifadesiyle ‘sahipsizlik’; bireyin, kendi özgür iradesiyle, kendi ayakları üzerinde doğrularak ve ikide birde kaba tesirlere maruz kalmadan yürüyebilmesidir.
Şekil 3: Yatay-Düşey Tesirler
Bu durum , daha değişik ifadesiyle, olabildiğince, yataydan gelen tesirlerle beslenmeyecek hale gelmektir. Bunun için de, yaşam olgusu içinde, eprövden epröve girip çıkarak, idraklenme cehdi içinde şuurlanmak ve daha çok, düşeyden gelen tesirlerle beslenir (bu süptil tesirlerle yürür) hale elmektir. Zaten, ‘başarılı bir yaşam’dan anladığımız da budur. Çünkü, bu duruma gelmiş birey, tesirlere karşı duyarlıdır; yaşam içinde yataydan aldığı bir tesire, eski bir idrakiyle tepki vermeyi sanki alışkanlık haline getirmiştir. Bu şekilde, yataydan gelen bir tesirin mantaldeki benzeriyle karşılaştırılmasına ‘idrakli esneklik’ denir. Eprövlere (yaşam sınavlarına) ‘idrakli bir esneklik’le tepki vermek, elbette ki erdemli insanlara özgü bir tutumdur. Çünkü, bu tutum aynı zamanda, idraklenme cehdi içinde ve gerçek ihtiyaçlar yönünde sergilenen bir tutum ve uygulamadır.
Böyle bir uygulama sayesinde birey, daha önceki idraklerini, bir üst idrake yükseltmek şansını da kolay kolay kaçırmaz. Hangi tekamül düzeyinde olursak olalım, esasen; eprövlere girip çıkmamızın bir amacı da daha önceki idraklerimizi, bir üst idrake yükseltmektir ve artık herhalde anlaşılmıştır ki, böyle bir becerikli ve başarılı bir tutum ile, olayların eprövleşerek üzerimize gelmesini de önlemiş oluruz. Karşılaştığımız bir yaşam sınavının içerdiği bilgiyi, tesiriyle birlikte alabilmişsek / alabilirsek, onun (yani, olayın) eprövleşmesine gerek kalmaz: Amaç, epröv geçirmek değildir, amaç yaşam da değildir; amaç, bilgi uygulaması yaparak şuurlanmaktır. Yani, yaşamak değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.
İşte, sadece yaşamak değil de, ‘nasıl yaşadığımız’ bizim için ön plana çıkarsa; idrakli hareket etmek, idrakli cehd sergilemek bizim yaşam tarzımız olur. ‘İdrakli hareket’ten kastımız, soyut / sonsuz idraklerin somuta indirgenmesidir, demiştik yazımızın akışı içinde biryerlerde. İdrakleri somuta indirgediğimiz zaman da, sadece idrakli cehd sergileme şansını / fırsatını yakalamakla kalmayız; epröv, idrak ve cehdin; birlikte çalışmalarına da olanak sağlamış oluruz.
Epöv, idrak ve cehdin kombine çalışmalarının başka bir yararı da, tesirin formel hale gelmesini kolaylaştırmaktır. Çünkü, tesirin formel hale gelemesi (davranışlarımıza ve yaşamımıza yansıması), epröv, idrak ve cehd üçlüsünün birlikte / kombine çalışmalarıyla olanaklıdır. Tesirin, davranışlarmıza ve yaşammıza yansımasının (yani kullanılır hale gelmesinin) bir önceki aşaması; o tesirin, zihinde form oluşturmasıdır (yani, anlam ve vizyon kazanmasıdır). Kısacası, epröv geldiği zaman; (eski) idraki ve cehdi işe kalarak; epröv + idrak + cehd mekanizmasnı çalıştırmalıyız. Her bellibaşlı yaşam sınavında bunu başarabilirsek; aynı tesiri, deişik koşullar içinde aldığımız zamanlarda bile, farklı haletler ve deneyimler (dolayısıyla, yeni yeni kazanımlar) yaşayabiliriz.
Böyle bir yaşam; içsel mutluluk ve coşku, yasalara uygun tutum ve zaman enerjisine uyumlu davranışlar içinde bulunmaktır ki, bu da; içsel gelişim yönünde ilerlemekten başka bir şey değildir. İşte, yaşamın yürüdükçe dikleşen yokuşları boyunca böyle bir gidiş tutturabilirsek, illüzyondan da daha az etkilenir hale geliriz. İllüzyona karşı böyle bir güç kazanmak; yargılamaktan, hüküm vermekten, beşeri beklentilere girmekten ve nefsani koşullandırmalardan kurtulma şansını yakalayabiliriz. Bu şekilde, illüzyon yanlgısını azaltmak olanaklı hale gelir. Bu, içsel gelişim açısından büyük kazançtır; çünkü, beşeri zaaflarımızdan birisi olan ‘ayırımcılık kusuru’nda da bizi kurtarır:
* “Ben ve benim dışmdakiler”,
* “Biz ve bizden olmayanlar”,
* iş yaşamında ve bireyler arasında ayırım,
* yönetimde çalışanlar arasına ayırımcılık,
* bireyleri; dış görünüşlerine göre, toplumsal statülerine göre ayırım,
* maddesel birikimlere göre ayırım vb.
Tüm bunlar, takdir edersiniz ki; kendini bilmezliğin, kendini birşey sanmanın, maddeleşmişliğin, beden tarafından yönetliyor olmanın, kısacası illüzyonel yaşamın dünya beşerine özgü belirtileridir.
Böyle bir birey, bu şaşkınlık (teşevvüş) içinde; elbetteki, zaman enerjisinin (hele şu bitiş günlerinin zaman enerjisinin) değişime zorlayıcı etkisini / baskısını ‘ıstırap’ olarak algılayacaktır. Zaten devre sonu ayıklanması da böyle bir proses ile oluşuyor: Tüm (inisiyatik ve dinsel) öğretilere, uyarılara, anımsatmalara ve inceli / kabalı eprövlere rağmen, zamanında ve makul bir süre içinde idraklenme cehdini gösterememiş (kendini, nefsinin zulmünden kurtaramamış) bireyin kendi kendini elemesi / elimine etmesi, hatta devre dışı bırakmasıdır. Başka türlü ifadesiyle; her türlü uyarıya, tembihata, dikkat çekmeye ve ibretlik olaylara rağmen, değişime uyum sağlayamamak, ‘ayıklanma’ nın kaçınılmaz nedenidir. Daha genel anlamda ‘ayıklanma’ aslında, içinde blunulan zaman-mekan kesitinde, orada tezahür etmenin amacına uygun vasfa girememişliğin bir göstergesidir, ‘ayıklanma’. İçindebulunduğu realitede, yeterli safiyete ve sadeliğe ulaşamamış olan bireyin, zaman enerjisinin değişime zorlayıcı etkisini ıstırap olarak algılaması doğaldır. Devre sonunun rahman ve rahim olan, şuurda uyandırıcı (yani,pozitifleştirici) etkisine karşı gerekli esnekliği ve safiyeti kazanamamışsak, değişimi / kyamı ıstıraplı olarak yaşamamız kaçınılmazdır.
Oysa ki; beşeri ve nefsani koşullandırmalara değilde, zaman enerjisine ve vicdann sesine (yani vicdani koşullandırmalara) uyum sağlama gücünü kazanmış bir kimse için durum çok farklıdır. Kısacası, birey; şuur alanındaki kiri / pası / tortuyu ve dirençlerini (yani, simgesel anlamda ‘kabuklarını’) azaltmadıkça, olayları (ve hatta, yaşamı) ıstırap olarak algılamaktan kurtulamıyor.
Az önce sözünü ettiğimiz, ‘zaman enerjisine uyum’ konusunda, önemine binaen, tekrar dönmek istiyorum. Çünkü, genel dünya yaşamının gidişatını da yönlendiren, zaman enerjisidir. Devrenin şu bitiş günlerinde, neyimlediğimiz ama uyumlanmakta zorlandığımız zaman enerjisi; aslında, devrenin Rabb’inin zamanıdır. Herşeyin sahibi olduğu bibi, zamanın sahibi de O’dur. İçinde bulunduğumuz zamanlar, bitiş günleri olduğı için de, Rabb’e ait olduğunu bildiğimiz zamanın titreşiminin / tesirliliğinin yükselmesi doğaldır. Bu durumda bize düşen de, ‘yaşam’ adını verdğimiz bu erövler silsilesi içinde bu tesirliliğe uyum sağlamaktan (yani, kendi titreşimimizi O’nunkine uyumlandırmaktan) başka birşey değildir. Esasen yaşamanın / yaşamın hedefi de budur: Bir devre boyunca, enkarnasyonlardan (yenilenerek doğuşlardan) amaç, içinde bulunulan devreyi bitirip, bir üst devreye (titreşim düzeyine, varoluş kesitine) yükselmektir.
-------------------------------------
(1) “Biz sizi halden hale sokarız...” mealindeki Kur’an ayeti
(2) ‘Dirençler’ ve ‘kabuklar’dan kastımız; asl’a (asıl kendimize, daha ince titreşimlere) yönelmemizi, yükselmemizi engelleyen/zorlaştıran (bizi maddeleştiren, madde gibi atıl hale sokan) unsurlardır ki bunlar; kin, öfke, nefret, kıskançlık, kaale alınma isteği, ön yargılar, bencillikler, beklentiler, sahte benlikler vb. giderilmesi gereken ve dolayısıyla, kendini tanıma cehdinin konusu / hedefi olan olumsuzluklardır...
(3) SAĞLIKLI GÖZLEM: Peşin hükümsüz / önyargısız, duygusallıktan olabildiğince uzak olarak olaya, ‘dupduru gözler’le bakmak. Yaşamı bu şekilde yaşamaktır. Olay karşısında, eprövün içinde; yepyeni ve tertemiz / bakımlı bir kamera gibi olmak gerek. Gözlem sırasında yargılamada bulunmak (ki bu, anı yaşamaktır) gözlemin sağlıklı olmasını, dolayısıyla sağlıklı bir algılama yapmamızı engellemektir. Sağlıksız algılama ise, merkezlere aktarımın sağlıksızlığını beraberinde getirir.
(4) Ruhsal kanal tebliğlerinden
(5) Bu anlamda ‘teslimiyet’i başarmış olanların durumu Merkez Yüce Plan Tebliğleri’nde şöyle geçiyor:”Dolgun başaklar da şiddetli rüzgarlarda sallanabilirler. Fakat onların hareketi boyun eğiş değil, sadece rüzgarı geçiştirme şeklinde olmalıdır.”
(6) Gerilim, duygu merkezinde halet yaşanmasıdır.
(7) Alfred de MUSSET:”Acı çekmedikçe, insan kendini tanıyamaz.”
Sophokles:”Acıların en acısı, kendi kendimize çektirdiklerimizdir.”
(8) Evrende tesadüf ve rastgelelik olmadığına göre, bir kimsenin (ya da kendimizin) sıkça karşılaştığı eprövlere bakarak, bireyin yaşam planı hakkında kabaca bir görüşe sahip olabiliriz. Çünkü, yaşam planı; eprövler içinde gerçekleştirilen ve tamamlanması gereken bir projedir / tezdir.
(9) Duygu merkezinde halet yaşanması, gerilimin nedenidir.
(10) Bunlar, nefsaniletin ve sahte benliklerin tatmini yönünde yaşanan haletlerdir.
Selman Kardeşim, TLF. numaranı bana gönderirimisin. Özledim.
YanıtlaSilOrhan Çevikbaş. 05323231540