Sunuş

S U N U Ş

Blog sitemde yayına hazırladığım bu metinler, insanın gerçek doğasını anlamaya ve bunun gereklerini yapmaya yönelik bilgiler içeren telif / tercüme ve derleme şeklinde çalışmalardır. Bunları yayınlamaktan amacım, kendini tanıma titizliği içinde; insanın gerçek doğasının yüceliğini ve bunun önemini benimsemiş siz değerli dostlarımla bu bilgileri paylaşmaktır.

Doğru bildiğini ilgilenenlerle paylaşmak, biliyor olmanın sorumluluğunun gereğidir. Olumlu / olumsuz her türlü eleştiriye açık olan bu çalışmamı, konuyla içtenlikle ilgili olduğuna inandığınız dostlarınıza duyurabilirsiniz. İlginize teşekkür eder, bu vesileyle aramızda oluşacak sağlıklı bir iletişim ile, insanın gerçek doğasına yönelik bilginin yayılmasına hep birlikte hizmet etmeyi umarım.


SELMAN
GERÇEKSEVER

Kasım
2 0 1 0
B u r s a

23 Ekim 2020 Cuma

HAYATI YAŞANMAYA DEĞER KILAN NEDİR?

 

HAYATI YAŞANMAYA DEĞER KILAN NEDİR?

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

“ ‘Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder!’ sözleriyle Montaigne, “amaçlı yaşam”ın önemini anlatır. Modern yaşamda giderek artan nüfusun, paylaşım yerine körüklenen aşırı tüketimin, insan gerçeğiyle ve doğayla uyumsuz kentleşme ve teknolojinin beraberinde getirdiği yabancılaşma, amaçlı olmayı ve anlamlı yaşamlar sürdürmeyi zorlaştırıyor, maalesef! Çeşit çeşit anti-depresanların sıralandığı reçeteleriyle doktor ofislerinden çıkarken, o kutularda mutluluğu bulabileceğini zanneden insanların dramının altında yatan gerçeklik de aslında bu: Hiçleşme ve amaçsızlık!” Doç. Dr. Şafak Nakajima

 

Hayatı yaşanmaya değer kılan, varlığın gelişimine ve dolayısıyla ruhun tekâmülüne hizmet ediyor olmasıdır. Kişinin yaşamdan bu anlamda daha çok yarar sağlaması için kendisinin; gerçek doğası haklında, yâni kendisinin esâsen ruh varlığı(enkarne durumda bir ruh varlığı) olduğu bilincine/sezgisine sâhip olması gerekir. O zaman, kendisinin başına gelenler, çevrede olup bitenler, yâni olduğu gibi yaşam daha çok anlamlanır ve yaşamdan gerçek anlamda daha çok yarar sağlanır. Hayatı yaşamaya değer gerçek amaç ve hedef de bundan başkası değildir.

 

Bizler esâsen tüm dünya beşeriyeti olarak “otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli”(*) varlıklarıyız. Burada, “otomatiklik”le kastedilen, “gerçekten, ne için ve neden yaşadığını bilmeden yaşamak”tır(**). Bunun da nedeni, kişinin kendi gerçek doğasından habersizliği, ruh varlığı olarak yüceliğinden habersizliği ve kendini bedenden ibaret bir organizma sanmasıdır. Bu durumun varlıksal öneminden dolayı kendini bilmek/tanımak kavramı tüm dinsel öğretinin ve belli başlı inisiyatik öğretilerin temel konusu olmuştur. “Kendini tanımak”tan maksat, beşerî egonun/nefsin tanınmasıdır. Ego/nefs ile kastedilen; beşerî kusurlar, zaaflar, çıkarcılıklar, bencillikler, olumsuz duygular ve sahte benliklerdir. Bunlar “reziletler” olarak inisiyatik öğretilere geçmiştir. İşte yaşamaktan maksat; kişinin kendini tanıma duyarlılığı içinde reziletlerden kurtulup/arınıp, faziletleri(erdemleri) kendisinde tezahür ettirmek ve yaşama geçirmektir. “Dünya Realitesi’nde temel eylem, nefsaniyete (egoizmaya) egemen  olma eylemidir. Nefsaniyeti ortadan kaldırabilme olanakları yeryüzünde mevcut değildir ve oluşumunda da zaten yoktur. O halde insanın, yaşayan ruhun, en büyük amacı nefsini tanıması, kendini bilmesidir.”(Ergün Arıkdal, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER)

Toplumda tüm kötülüklerin, haksızlıkların, bencillikleri, adâletsizliklerin, hukuksuzlukların, kısaca erdemsizliklerin(reziletlerin) kaynağı kendinden habersizliktir. Kişinin kendi hakkındaki bu cehaletinin giderilmesi, “otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli” beşerî varlığının “insan”a evrilmesi ruh varlığı olarak insanın başarabileceği en zor işlerden biridir. Einstein bu “zorluğu”, “İnsanın değişmesi, atomun parçalanması kadar zordur...” şeklinde sözcüklere dökmüştür. Aynı zorluğu, Hz.Muhammed, “cihad” sözcüğüyle kendinden habersiz beşeriyete anlatmaya çalışmıştır ve “Gerçek mücahit, kendi nefsiyle mücadele edendir.” demiştir.  Bu anlamda cihad, yaşamın  gâyesi olarak; iyi bir insan olmak, bu uğurda nefsin meşrû olmayan arzularına karşı koymak, istekler/arzular bakımından sâdeleşmektir.  Bu anlayışta, başkalarına yönelik; baskı, şiddet ve zorlama olmaksızın yaşama uyumlanmak vardır. Bu bağlamda, hayra, barışa ve erdemlere yönelik iş ve değerler üretmek söz konusudur.

Ruh varlığının gelişip, değişip, değer kazanması(kısaca “insanlaşması”) yeniden yeniden bedenlenişler silsilesi içinde olur. Bu nedenle tekrardoğuş olgusu varlık için ilâhî bir nimettir. Tekrardoğuş olanağı varlığa gelişim yönünde çokluk ve çeşitlilik hâlinde deneyimlerden ve yaşam sınavlarından geçme, uygulama ile idraklenme ve şuurlanma olanağı sağlar. Yaşam sınavları(eprövler); idraklenip şuurlanmamız, dolayısıyla beşerî zaaflardan kurtulup insanlaşmamız için İlâhî Adâlet kapsamında ve Sebep-Sonuç Yasası'na göre önümüze ilâhî bir lütuf olarak çıkarılan fırsatlardır.  Ayrıca, gördüğümüz/görmediğimiz her şey bu varlıksal hedef için birer araçtır. Ancak, bu araçlardan şuurlanma yönünde yararlanma yerine, kendini bilmemezlikten kaynaklanan beşeri bir zaaf ile; onlarla özdeşleşip biriktiriciliğe kalkışırsak, sıkıntılı eprövlerle telâfi edilecek yeni ek uğraşlara girmek zorunda kalırız. Çünkü madde ve maddesel birikim gelişim için amaç değil, araçtır. İşte bu gerçeği anlayıp, duyumsayabildiğimiz oranda yaşam sınavlarımızda başarımızın artmasının yanı sıra gelişim hızımız da ivme kazanır…

 

Görüldüğü gibi, önce kişinin kendisinin gerçekten ne olduğunu merak etmesi, kendinin gerçek doğasının (öz benliğinin, asıl kendinin) esâsen beden ötesinde olduğunu sezinlemesi  ya da bu konuda bir duyarlılığa sâhip olmasıdır. Başka türlü bir söylemle, “Kendini bilmek ve bulmak için, ruhun beden üzerinde kurtarıcı bir güç kazanabilmesi için; önce, ruhun beden üzerindeki nüfuz ve egemenliğine inanmak, sonra da tasavvur gücünü güzele doğru çevirerek irâdeyi kuvvetlendirip, arttırıp islâh etmek gerek.” (RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER, Ergün ARIKDAL Ruh ve Madde Yayınları, Baskı 1991, sayfa 105)

 

Öz benlik olarak ruh varlığının dünya bedeni(organizma) üzerindeki bağlantı gücü yaklaşık “%80”dir(İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT) Bu rakam, öz benlik ile bedensel ben arasındaki bağlantı oranıdır. Ancak varlığın beden üzerinde kurtarıcı güç kazanabilmesi, yâni bu %80’lik(7/8’lik) gücün tamamen bedende tezâhür etmesi) idraklenip şuurlanma ile ortaya çıkan varlıksal bir kazanımdır ve hayatı tüm zorlukları ve sıkıntılarıyla yaşanmaya değer kılan da budur. Bu kazanım, aynı zamanda maddî ve mânevî özgürlüğe gerçek anlamda kavuşmak ve kendini tanımaktır. Bu cümleden olmak üzere,  Tüm yersel ve göksel bilgi kaynaklarının en önemli işlevleri, beşeriyeti; mekanik, duygusal ve entelektüel esâretten yavaş yavaş kurtararak, insanın kendini ve özünü tanımasına yardım etmek ve onu özgür hâle getirmektir. Dünyanın her türlü câzibesinden kurtulmaya namzet hâle gelebilen bir beşeriyetin durumu kıyâmetin(şuurda uyanmanın) nedenini oluşturur. Her türlü esâretin ortadan kalkacağı, BİR’lik ve küresellik yaşamının deneyimleneceği, eş koşmaların zar kadar inceleceği zamanlara hazırlanan beşeriyetin önünde, oldukça zorlu ve ıstıraplı liyakat sınavları bulunmaktadır. (Ergün ARIKDAL, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER, syf.126)

..........................................................

(*) İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.

(**)  a.ge. 180

 

 

11 Ağustos 2020 Salı

HİDROJEN ÂLEMİNİN ÇIKIŞ KAPISINA ULAŞMANIN ZORLUĞU

 

HİDROJEN ÂLEMİNİN ÇIKIŞ KAPISINA ULAŞMANIN ZORLUĞU

HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever

İnsan hem 3 buudun, hem de 3’den fazla buutun varlığıdır.”(SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 529). Öz benliğimizin(asıl kendimizin) tezâhür uzantısı olan bedenimizle 3 buudun varlığıyız; öz benliğimizle le 3’den fazla olan buudun varlığıyız. Beden olarak içinde bulunduğumuz 3 buutlu dünya yanılsamalı(illüzyonel) bir gelişim ortamıdır. Dünyaya “yanılsama ortamı” denmesinin nedeni de budur. Sınırlı duyularımızla(bunlara birtakım cihazları eklesek de) birçok şeyi algıladığımızı sanırız ama bu bir yanılgıdır, yanılsamadır. Çünkü her şeyin bir idesi(görünmeyen yanı,  aslı, esası) vardır. Örneğin, bedenin/bedensel benin idesi öz benlik, öz benliğin idesi ruhtur. Kişinin kendini bedenden ibâret sanması büyük bir yanılsamadır.

Bedensel ben olarak içinde bulunduğumuz 3 buutlu yanıltıcı ortamın doğal bir niteliğidir bu ama  işin daha da kötüsü, gördüklerimizi/algıladıklarımızı gerçek sanmak, ötesinin olmadığını iddia etmektir. Bundan dolayı dünyada gelişim, hele hele devre sonunda gelişim gerçekten zordur. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’tan öğrendiğimiz kadarıyla, dünya gezegeni, içinde bulunduğumuz hidrojen âleminin “yarı süptil arasat”a(1) açılan kapısıdır. Belki de söz konusu “zorluk” bundan…

Şimdi bu 3 buut ortamında bulunan enkarne varlıklar olarak beş duyumuzla yaptığımız algılamalarımız, bizleri her zaman yanıltma olasılığına ve potansiyeline sahiptir. Temasta bulunduğumuz olayların ve insanların bize ilk yansıyan görüntüleri, hiç de bizim algıladığımız gibi değildir. Algılamalarımızın son gerçeklik olduğu konusunda iddiacı ve inatçı olmamalı ve bildiklerimizin; bilmediklerimiz yanında, karşılaştırılamayacak kadar çok çok az olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Aksi halde, yanılmak ve yan yollarda, çıkmaz sokaklarda bocalamak; bir “otomatik gelişim düzeyi” olan 3 buutlu ortamın “yarı idrakli”(2) varlıkları olan bizler için her zaman olasıdır. Bu nedenle; idraklenip şuurlanmak ve erdemli bilge insan olmak çok zor.

 

Her konuda “haddini bilmek” ve edepli olmak erdemli bilge insan tavrıdır. Her konuda ve özellikle de toplumsal yaşamdaki beşerî ilişkilerde dış görünüşlere, birkaç söze ve harekete bakarak ön yargılı değerlendirmelerle hüküm vermek erdemli bilge insan tavrı değildir. Eğer yapabilirsek, insanları hiç yargılamamak ve kendimize bakmak, kendimizi yargılamak en iyisidir. Çünkü gelişim sınırsız ve çok buutlu olduğundan dolayı, hiçbirimiz bir başkasını yargılayabilecek kadar kusursuz değiliz. Ebedî gelişim kolculuğunda kusursuzluk söz konusu değildir. Ayrıca, zâten 3 buutlu yanılsama ortamında bulunuyoruz ve daha da önemlisi ego sâhibi ve “yarı idrakli”(2) varlıklarız. Yâni üç buutlu yanılsama ortamının tuzağına düşmek ve egomuzun kandırmacasına(iğvasına) kapılmak her zaman olasıdır. Böyle bir duyarlılık içinde yaşamaya çalışmak da “farkındalık”tır, büyük inisiye Gurdjieff’in söylemiyle de, “ayık gezmek”tir. Yine başka bir büyük inisiye olan Krişnamurti’ni dediği gibi, “Yargılamadan gözlemleme niteliği, en yüksek farkındalık mertebesidir.”

 

Üç buutlu bu yanılsamalı gelişim ortamında bulunan varlıklar olarak, bu ortamın yanıltıcı niteliğini aklımızda tutarak, yukarıda belirtilen duyarlılık ve farkındalık içinde olmak, asıl varlıksal ve evrensel hedefimiz olan gelişimin de gereğidir. Böyle bir duyarlılık ve farkındalık içinde olursak; örneğin, özdeşleşmelerden sakınmış oluruz. Çünkü kendini bilmezlik ve nefsâni bir açgözlülükle özdeşleştiklerimiz/putlaştırdıklarımız, gelişim yolunda değerlendirilip bırakılacak birer araç gereçtir. Aracı amaç edinmek büyük bir beşeri yanılgıdır. Yaradan’ı unutmaya, yitirmeye neden olan dünya nimetleri amaç edinilince, kişinin ne hallere girdiğini hepimiz görüyoruz..”(3)

Sınırlı ve ne kadar sağlıklı oldukları da kuşkulu olan duyu organlarınızla ve nefsin egemenliği atında olan aklımızla algıladıklarımızı “gerçek” sanmanın sonucu günümüz beşeriyetinin genel görümünün nedenini oluşturur bir bakıma. Çünkü insanlar her zaman, tapacakları putları kendi ellerliye yapmakta pek aceleci olmuşlar, dilleriyle Tanrı’nın eşsiz ve ortaksız olduğunu söylerken, dünyanın her şeyiyle özdeşleşmeyi ve hatta onlara tapınmayı âdet hâline getirmişlerdir ve böylece de bir çok gelişim aracını, gelişim yolunda ayaklarına pranga yapmışlardır. Yâni dünyada zâten zor olan gelişimi, kendi elleriyle daha da zorlaştırmışlardır. Bu şekilde “servet” denen beşerî ve illüzyonel değerler belli ellerde toplanmış ve günümüzde 21.Y.Y. beşeriyetinin büyük ayıbı olan “gelir dağılımımdaki adaletsizlik” olanca utandırıcı heybetiyle ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, günümüz dünya gelirinin %80’i, dünya nüfüsunun %1’inin elinde bulunmaktadır(4). Oysa bu beşeri ayıbın ortaya çıkmaması yönünde uyarı 1400 yıl önce Kur’an’da ifadesini bulmuş ve “servet şımarıklığı”na karşı gereken ilâhî uyarı yapılmıştı(5).   

…………………………………………………

(1) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 307 ve devamı, 310 ve devamı, 316 ve devamı.

(2) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,172,180,197.

(3) Ergün ARIKDAL, RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER, syf.121

(4) https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42770005

(5) Vakıa 45 öncesi ve sonrası, Enbiya 13, Hûd 116, İsra 16, Zuhruf 23, Haşr 7.

 

 

 

24 Mayıs 2020 Pazar

BİR VİRÜSÜN VARLIK ÂLEMİNDE BELİRİŞİ, GELİŞİMİ VE GELİŞİME KATKISI


BİR VİRÜSÜN VARLIK ÂLEMİNDE BELİRİŞİ, GELİŞİMİ VE GELİŞİME KATKISI
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Yaratılmış olup da gelişip değişmemek söz konusu değil. Madde, bağlı olduğu ruha hizmet ederek gelişir, değişir, süptilleşir ve değer kazanır. Ebedî olan bu gelişim olgusu maddenin amorf hâlinden başlar. Amorf(“madde öncesi madde”), maddenin hareketsiz ve şekilsiz durumudur ama kedisine yönelik bir tesire tepki verme gizli gücüne(potansiyeline) sahiptir.  Amorf maddenin, Aslî İlke’nin gerekleri kapsamında ve ona bağlanan ruhun(“acemi ruh”) tekâmül ihtiyaçları yönünde hareketlenmesi ile; ilk hidrojen öncesi hidrojen atomunun ortaya çıkması ve bu atomun çevresinde süptil enerjiler bileşiminin toplanması ve sonunda varlığın ortaya çıkması arasında bizlerin sezinleyemeyeceğimiz kadar uzun bir süre vardır.(*)
Hidrojen öncesi hidrojen atomunun ortaya çıkması sürecinde (ruhun tekâmülünün bu ilk aşamasında) ruhlar, maddenin hareketlerine müdahale etmeksizin, tamâmen onlara bağımlı olarak ilerler. Ayrıca, acemi ruhlar bu aşamada bir tek medde formuna da bağlı değildirler; sanki bir madde formundan ötekine savrulur bir durumdadırlar. Ruhların tekâmüllerindeki bu ilk aşama, onların evrene ilk adımlarından, madenin ilk hidrojen atomuna varıncaya kadar sürer. Bu sürede ruh, henüz maddeleri toplayıp, kendisine bir beden oluşturabilecek düzeyde değildir ve o düzeye gelene kadar, ilk tekâmül ihtiyaçlarını belirleyen Aslî İlke’nin gerekleri ne bağlı olarak Ünite’den gelen tesirler yönünde pasif ve mekanik tekâmülünü tamamlamak durumundadır. Onun bu aşamada; özgürlük, şuur, irâde, idrak hâlinde tezahür eden bir kimliği yoktur. Ruhun böyle bir kimlik kazanması ancak, Aslî İlke’nin gerekleriyle belirlenen ilâhi düzen kapsamında amorf madde formları arasında pasif ve mekanik olarak geçireceği ebediyetler kadar uzun süreçten sonra tedrîcen olacaktır.
Ruhun bir evrende başlayan tekâmülünün ilk aşamalarıyla ilgili olarak yukarıda özetle verdiğimiz ayrıntılar, onun evrende kendisini temsil edecek ve tekâmül hizmetlerini görecek bir varlığın ortaya çıkmasının ebediyetler kadar uzun bir süreci gerektirdiği konusunda yeterli bir izlenimi oluşturmuştur sanıyorum.  Evrenin Ünitesi’nden süzülerek evrene giren Aslî İlke’nin gerekleri kapsamında ortaya çıkan varlık aracılığıyla evren üstü olan ruh evrendeki (özel olarak da, evrendeki âlemlerden bir âlem olan hidrojen âlemindeki) tekâmülüne, önce; bugün bilinen hidrojen öncesi hidrojen atomundan, sonra bugün bilinen hidrojen(“H”) atomundan,  bu atomdan türeyen(bugün bilimin bildiği/bilmediği) atomlara, bu atomlardan moleküllere, moleküllerle oluşan bileşiklere ve sonunda yerküredeki ya da başka uzaysal objelerdeki küf ve tek hücreli bitkilere gelene kadar da elbette ebediyetler kadar uzun süre ve süreçlerin geçtiği ortadadır. Ruhun amorf madde ile ilk bağlantısından başlayarak, evrende varlığının (öz benliğin) oluşumuna ve oradan da ilk bitki hücresine bağlanana kadar geçen sürenin sonsuzluğu göz önüne alındığında, o basit hücrenin amorfa ya da hidrojen öncesi hidrojene göre ne kadar gelişmiş durumda olduğu ortadadır. Bitki ya da hayvan hücresinden hangisi olduğu konusunda tartışmaları hâla süren bir virüs de, geçmişine göre oldukça gelişmiş bir varlıktır ama gelişmek için başka ortamlara ve başka canlılara da gereksinimi vardır. Bu durum tüm gelişmişlik düzeyinde varlıklar için geçerlidir ve zorunludur. Gelişim denen olgu toplumsaldır(mahşerîdir); varlıklar belli zaman-mekân kesitlerinde ve belli özelliklerdeki koşullara sâhip ortamlarda ortaya çıkarlar ve çok çeşitli şekillerde sürüp giden etkileşimler içinde gelişirler. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, yaratılmış olup da gelişip değişmemek söz konusu değildir.
2020’nin en güncel olaylarından biri olarak şimdiden beşerî tarihte yerini almış olan crona-19 virüsü de madde âleminde ortaya çıkmış ve ebediyetler kadar uzun bir sürede, yukarıda özetlediğimiz aşamalardan geçerek ve gelişerek elbette, bugünkü durumuna gelmiş bir ruh varlığıdır ve gelişiminin bu aşamasında, gelişimini ilerletmek için başka canlılara gereksinimi vardır, başka canlıların(örneğin, yarasa, panolin/karıncayiyen ve insan) hücrelerinde gelişip, değişip, farklılaşmak durumundadır. Bu durum, başka bir varlıkla ortak yaşama; sâdece Crona-19 için değil, başka virüsler, tek hücreliler ve bakteriler için de geçerlidir. Örneğin, insan vücudunda(beşerî bir bedende) vücudun hücre sayısı 30 trilyon iken, vücutta buluna yararlı/ yararsız bakteri sayısı 38 trilyondur.
Bu durumda insan vücudu bakteriler ve virüsler için(ki ortalama bir vücut ağırlığının %2-3‘ü bunlardan oluşur) elverişli bir gelişim ortamıdır. Örneğin, mikrobiyotanın(mikroorganizmalar topluluğunun) normalde %90’ı probiyotikleri, %10’u ise zararlı mikro organizmalar(patojenler) ve virüslerdir.(**) Vücutta bir hücre içine giren virüs için, virüs-hücre etkileşiminden başlayarak; virüsün hücre içinde çoğalması, hücreyi patlatarak öteki hücrelere ve vücuda yayılması, sâdece virüs için değil, tüm vücut hücreleri(özellikle de antikorlar) bakımından bol etkileşim ve gelişim olanakları demektir.  Varlıklar arası bu etkileşim dalgası, enfekte olmuş vücuttan başlayarak; bu vücudun sâhibi açısından ve hatta onu tedaviye çalışan sağlık personeli açısından, aralarında geçen ilişki ve etkileşim bağlamında gelişime yönelik çok yönlü olgu ve gelişim olanaklarıyla doludur. Bu nedenle, “insan insanın gelişim aracıdır…” denmiştir. Sâdece “insan insanın” değil, tüm varlıklar (en ilkelinden en gelişmişine kadar) birbirinin gelişim aracıdır. Gelişim toplumsaldır(mahşerîdir).
…………………………………………………….
(*) İLÂHİ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 39, 10(ve devamı), 18(ve devamı)



7 Mayıs 2020 Perşembe

KÜRESEL ANOMİ ve TÜRKİYE’nin İŞLEVİ



KÜRESEL ANOMİ ve TÜRKİYE’nin İŞLEVİ
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Enkarnasyon olgusu nedeniyle varlıksal/öz benlik şuurumuz kapanmasa bile “karardığı” ve belli bir yaşam planının dar kapsamına sıkıştığı için genellikle nefsin güdümünde yaşarız. İşte toplumsal (mahşerî) yaşamda bulunan uyaranlar(gelişim araçları), olup bitenler ve özelliklede nefsin rahatını kaçıran sıkıntılı durumlar. Vicdan birim düalitemizin negatif öğesininin(nefsin) işine gelmese de; çevreden gelen sıra dışı ve günlik rutinimize ters düşen olaylar(ki bunlar birer senaryo olarak Yukarısı tarafından evrensel nedensellik yasasına ve Asli İlke’nin gereklerine göre düzenlenir) bizleri; yeni çözümler üretmeye(hattâ icatlar/keşifler yapmaya), yeni birliktekilker/işbirlikleri(ortak alanlar) kurmaya, yeni uyum hareketleri yapmaya, bazı öz verilerde bulunmaya zorlar ki, bunların hepsi bizleri realitemizin “yukarılarına” doğru, biraz daha “insanlaşmaya” doğru zorlayan birer rahmettir. Çünkü esâsen enkarnasyonun ve dolayısıyla toplumlar hâlinde yaşamanın amacı da budur: Biz varlıkların sürekli etkiler altında uyarılarak; ilerlemeleri,  idraklenmeleri ve şuurlanmaları. Dışımızdaki her şey evrensel ve varlıksal gelişimin gerekliliği için kullanılması/yararlanılması ve terk edilmesi gereken birer araçtır.
Beşeri tarih ve devre boyunca bu varlıksal ve evrensel amaç yönünde sayısız toplumsal anomilerle(*), savaşlarla, küresel kapsamda salgın hastalıklarla ve doğal âfetlerle karşılaştık. Devre sonunun bitiş günlerine ve devrenin kapanışına doğru yaklaşırken bu olayların sıklığı da şiddeti de artar oldu ve işte şimdilerde, geçtiğimiz 2019’un sonlarından başlayarak küresel bir âfetle karşı karşıyayız: Covid 19 salgını. Gezegenimizde olup biten her şey ve özellikle de küresel kapsamda salgın hastalıklar ve doğal âfet nitelikli olaylar dünyayla ilgili vazife planının(Ruhsal İdare Mekanizması RİM’in) gözetim ve yönlendirmesi(rahman ve rahîm olan tesirliliği(müessiriyeti) altındadır. Dünyayla ilgili bu yüce planın rahman ve rahim olan(görüp, gözeten ve esirgeyen) tesirliliği altındaki beşeriyeti oluşturan toplumların her birinin beşeriyetin tamamına ve dolayısıyla söz konusu vazife planına yönelik vazifeleri vardır.

İşte “Türkiye’nin de vazifesi beşeriyete önderlik yapmak ve beşeriyeti bir değişim kapısından geçirme rehberliği”dir.(Ergün Arıkdal, ANADOLU MİSYONU, syf.16) “Türkiye’de olup biten her şey Yüce Varlıklar’ın oluru ile bir amaca yönelmiş programları çerçevesinde olmaktadır.”(Ergün Arıkdal, ANADOLU MİSYONU, Enstitü Yayınları, syf. 17) Ülkemizin, Yukarı’ya ve beşeriyete yönelik bu vazifesini yerine getirebilmesi için, “Yeryüzünde bulunan birçok topluluklardan çok daha fazla uyanık, hareketli, cevval ve uygulayıcı olması gerekir.”(ANADOLU MİSYONU, Ergün Arıkdal , syf. 24) Bunun için Atatürk ve arkadaşları önderliğinde Kurtuluş ve aydınlanma savaşıyla büyük bir değişimden geçmiştir. Değişim çeşitli evrelerden geçerek sürmektedir. Anadolu halkları bu bağlamda ve kapsamda, beşerî değerlere göre negatif gibi görünen sınanmalarla ve geçmişteki kusurlarını da (Sebep-Sonuç Yasası’na göre telâfi ederek çeşitli sıkıntılı sınavlardan geçmiş ve geçmektedir.

Şimdi de bir salgın deneyimliyoruz. Bu anlamda Anadolu Halkı söz konusu vazifesi yönünde güçlenmekte ve sanki “bilenmekte”dir. Bu süreçte negatif güçler bizler için bir sınanma ve güçlenme malzemesi(araç-gereci) olagelmiş ve hâla da olmaktadır. Evrensel negatif polaritenin tezâhürü ve temsilcisi olan negatif yönetim anlayışı da(adaletsizlik, haksızlık ve zulmün sergileyerek) bir bakıma kendi vazifesini yapmaktadır. “Evrende tüm hareketlerin ve fiillerin hedefi vazifedir.”(Bedri Ruhselman) Tüm bunlardan dolayı, sonunda her şey iyi olacak, varlıklar biraz daha; gelişmiş, insanlaşmış, “yüce iyilik” varlıklarda biraz daha ortaya çıkmış ve İlâhi Murad(Aslî İlken’nin gerekleri) yönünde biraz daha ilerlenmiş olacaktır.

………………………………………
(*) anomi: Sosyal düzenin işlememesi, bozulması durumunda ortaya çıkan bir normsuzluk ve kuralsızlık durumunu(https://tarihibilgi.org/anomi-nedir/)

10 Nisan 2020 Cuma

BEŞERİYETİN SALGIN FELÂKETİYLE SINANMASI ve DEVRE SONU “AYIKLANMALARI”


BEŞERİYETİN SALGIN FELÂKETİYLE SINANMASI ve DEVRE SONU “AYIKLANMALARI”
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
Otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli” varlıklar(1) olarak, doğuştan başlayarak yaşam bizlere iyi/kötü pek çok alışkanlık kazandırmıştır. Bunların bir kısmı toplumsal/geleneksel koşullandırmalarla, bir kısmı, aile içinde bireysel yaşam şeklimizle oluşmuştur. Alışkanlıkları edinene kadar biraz zorlanırız, bir kısmını da farkında bile olmadan ediniriz; edindikten sonra, onların kolaylığını ve rahatlığını yaşarız. Hattâ bunlar o kadar doğallaşır ve benliğimizde kökleşir ki, farkında bile değilizdir. Bu durum gelişim açısından çok makbul değildir çünkü otomatiktir, statükocudur, yaşama rehâvet ve atâlet egemen olmuştur, yeni hâletler, yeni deneyimler yaşatmaz bizlere.
Bununla birlikte, kendini bilme duyarlılığı içinde idraklenmenin gereğini bilen birey;  gelişim yönünde erdemlerin gereğini yerine getirmek, alışkanlılarına rağmen doğru bildiğini uygulamaya koymak, en az kendi çıkarları kadar başkalarının çıkalarını düşünmek ve rahatsız edici de olsa, alışkanlıklarına ters düşse de bazı özverili davranışlarda bulunmak yönünde kendini zorlar ki bu, idraklenme cehtidir ve şuurlanmaya giden yoldur. Ama böyle bir tutum nefsin hoşuna gitmez çünkü rahatı kaçmıştır. Kişi, nefsinin gerçekleri gizleyici/örtbas edici ve kötekleyici/engelleyici(ketmedici) etkisine rağmen gelişim/idraklenme çizgisini izlerse, ruh varlığı olarak, gelişim açısından, “insanlaşmak” bakımından  doğru yoldadır. Bunu yapamaz da nefsinin saptırmasına/ayartmasına(iğvasına) yenik düşerse, öz benliğinin ve ona bağlı vazifeli rehber varlıkların yardım ve rahmetlerinin gereği olarak, zorlu, sıkıntılı hattâ ıstıraplı olaylarla kişi, irili ufaklı sınanmalar silsilesi içinde doğru yola(gelişim ve idraklenme yoluna) yönlendirilmeye çalışılır ki, bu;  varlık için gerçek kurtuluşa giden en makbul yol, dolayısıyla ilâhî bir nimettir.
İşte şimdi insanlar (kabaca 2020’nin ilk haftalarından başlayarak) ve elbette sebep-sonuç yasasına göre önceki edimlerinin olmazsa olmaz bir sonucu olarak bir virüs salgını ile sınanmaya sokulmuştur, yaşam şeklimiz ve alışkanlıklarımız büyük ölçüde etkilenmiştir. Yaşam kalitesi, ekonomi, çalışma koşulları ve sosyalleşme gibi başlıklar açısından bir süre alıştığımızın çok dışında şeyler gördüğümüz ve göreceğimiz kesin. Otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli beşeriyeti olarak, Yukarı’nın görüp gözetimi ve rahman ve rahim etkisi altında başlayan ve sürdürülen bu “anomi”(2) bizlerin biraz daha idraklenmesi, yeni “kıyas bilgileri”(3) edinmesi bakımından fırsatlarla doludur.
Dünya idrakine hitap eden zaman”(“yüzeysel zaman”)(4) diliminde gelişmeye çalışan enkarneler olarak içinde bulunduğumuz üç buutlu düalite ortamında  zıtlıkları deneyimleyerek elde ettiğimiz varlıksal kazanç,  idrakine vardığımız bilgilerdir. Evrende tüm olaylar evrensel İlliyet İlkesi’ne göre ortaya çıkar. 2019’un sonlarından beri beşeriyetin yüz yüze ve mücadele hâlinde bulunduğu Covit 19 salgını da (tarih içinde bundan öncekiler gibi) İlliyet İlke’sine göre ortaya çıkmıştır. Başka türlü bir söylemle, beşeriyet, içinde bulunduğumuz devrenin bu zaman-mekân kesitinde bu tür bir etki ile sarsılırcasına sınanıyorsa; bu, beşeriyetin geçmişte yapıp ettiklerinin genel bileşkesinin olmazsa olmaz bir sonucudur. “Kıyas bilgileri” kavramı açısından bakarak düşünmek gerekirse, “içinde bulunduğumuz anomi, toplumsal ve bireysel düzeyde insanların kıyas bilgilerini değerlendirme şeklinin sonucudur.” diyebilirz. Dolayısıyla “ALLAH’ın cezalandırması” değildir, O’nun yasalarının(İlâhî İrade Yasaları’nın) gereğidir. ALLAH cezalandırmaz, zulmetmez(KUR’AN, - nisa 40+49+77+147  - en'am 64 - enfâl 51   - tövbe 70 - yunus 44 - hûd  101 -  nahl 33 +119  - hac 60+65 - bakara 57   - ali imran 108+117+165+182)
Bu durumlarda ve her zaman, dünya gelişim okulunun zıtlıklarından(faziletlerden ve reziletlerden/musibetlerden)(5) yararlanarak kıyas bilgi birikimimizi ve dolayısıyla görgü ve deneyim birikimimizi artırmak idraklenip şuurlanmanın gereğidir. Esâsen dünyada bunun için bulunuyoruz ve çok değişik şiddetteki olaylarla ve durumlarla da (İlliyet İlkesi kapsamında) bunun için karşılaşıyoruz. Doğal  âfetler de ve  Covit 19 salgını gibi toplumsal felâketler içinde bolca almakta olduğumuz ektiklere verdiğimiz/vereceğimiz tepkiler büyük ölçüde genel gelişim düzeyimizle ilgilidir. Dolayısıyla bu tür anomi nitelikli olaylar kimin ne olduğunu(hangi gelişim düzeyinde olduğunu) göstermesi bakımından bir tür katalizördür ve “ayıklanma”dır(6). Neyin “ayıklanması”?  Devreyi bitirecekler ile bitiremeyeceklerin ayıklanması, belirginleşmesi. Evrende hiçbir şey nedensiz değildir. İlâhî düzende her olgu bir ölçüye göredir(Kur’an, Ra'd 8+26+38, Kamer 3+12+49, Sâd 27,  Zümer 5, En'am 2, Hicr 19+21+85)
……………………………………………….
(1) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3, 50, 58, 60, 77, 101, 135, 180, 197.
(2) anomi :  Ümitsizlik, gayesizlik, toplumsal düzensizlikten ileri gelen bunalım, bütün değerlerin tepe taklak olması, çürüyüş, çöküş...
(3) kıyas bilgileri: a.g.e., syf. 61,122.
(4) a.g.e. 112,205, 209, 231.
(5) faziletler & reziletler : kötülük-iyilik, özveri-kin, digerkâmlık-hodkâmlık, hoşgörü-kin, mutluluk-mutsuzluk vb. vb.(a.g.e. 163)
(6) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, celse 96, celse 132(son paragraf).


8 Nisan 2020 Çarşamba

VİRÜS SALGINIYLA GELEN SIRADIŞI OLAYLAR ve ALIŞKANLIKLARIMIZ


VİRÜS SALGINIYLA GELEN SIRADIŞI OLAYLAR ve ALIŞKANLIKLARIMIZ
HAZIRLAYAN: Selman GERÇEKSEVER
Yeterince edeplendirilerek kontrol altına alınmamış nefsin özelliğidir; rahatına ve alışkanlıklara düşkünlük, statükoculuk, endişe ve korku. Böyle bir nefs kendisine yönelik bir sorunla karşılaşınca, sorunun çözüm yolları belli olsa da, gereğinden fazla endişelenerek, yâni durumu abartarak, çözümün büyük ve karmaşık olduğu sanısına( zehabına ) kapılır. Çünkü böyle bir nefsin sâhibi kişi büyük olasılık la duygularını da yeterince kontrol altına alamamıştır. Kolayca duygusallaşır, hattâ duygu karmaşası içinde sağlıklı bir şekilde düşünemez de… Biraz âdep edep bakımından da özürlü ise; kendi çıkarları için başkalarını yok sayabilecek tutum ve girişimlerde bulunabilir, zayıf gördüklerini tahakküm altına almaya çalışır, hiç değilse bunların fırsatını kollar. Böyle bir bencilce girişimin ve hak ihlalinin (evrensel sebep-sonuç yasasına göre) elbette bir karşılığı er ya da geç gelecektir ama bu olumsuz niyet bile kendisine vebal yükler çünkü kişi, niyet ve düşüncelerinden de sorumludur.
İşte, gelişim yolumuz boyunca karşılaştığımız sorunlar; zorluklar ve alışık olmadığımız (daha doğrusu egomuzun alışık olmadığı) koşullara verdiğimiz/vereceğimiz tepkiler bize gelişmişlik düzeyimizin durumu hakkında bir fikir verebilir. Kendini tanıma, duygularını kontrol altında tutma ve nefsini terbiye etme duyarlılığı içinde olan bireyler için; sıra dışı koşullar, zorluklar ve değişik sorunlar gelişim ve “insanlaşma” yönünde değerlendirilebilecek “nimet” niteliğinde fırsatlardır. Her şey gelişim için birer vesile ve araç olduğuna göre; sıra dışı durumlar, sıkıntılar, rahatsızlıklar ve hattâ çekilen ıstıraplar Yukarı’nın(öz benliğimizin ve onun aracılığıyla sonsuz yüceliklerin) bizlere sunduğu “nimetler”dir, sınavlardır ve sınanmalardır. Enkarne durumda, “otomatik gelişim düzyinin yarı idrakli”(*) varlık, özbenlğinin ve onun bağlı olduğu planın rahmeti yardımları olmadan başarlı olmak bir yana, “canlı” olarak bile kalamaz. Daha teknik bir söylemle, ömür boyunca içine girip çıktığımız olaylar; vicdan birim düalitesinin vazifeye yönelik (+) öğesinde değerler biriktirme ve dolayısıyla nefsi(negatif öğeyi) edeplendirme olanaklarıdır. Birkaç zamandır Covit-19 salgını ile bize sunulan gelişim fırsatları örüntüsünde olduğu gibi... Bu vesileyle aldığımız etkilere zihnen ve bedenen vermekte olduğumuz/vereceğimiz tepki(ler) gelişmişlik düzeyimizle ilgili ipuçları içerir. Vicdanımızın, aklımızın ve bilimin gösterdiği yoldan gitmek durumundayız. Varlığın gelişiminde bilgi uygulaması esas ise, bilimin sunduğu, bilim insanlarının önerdiği bilgileri de uygulamak aklın ve sağ duyunun gereği olacaktır.
Doğal âfetler, zorunlu ve zor yolculuklar, salgınlar vb. gibi zor zamanlarda, beşerle ilgili gizlide olan özelikler, niyetler ve karakterler ortaya çıkar.  Örneğin, üç beş kuruşluk ekstra gelir için kolonya, maske fiyatlarını beşe ona katlayan zihniyet; artık bu virüsle anlasın ki, başkalarının üzerine basarak bir yerlere çıkılmaz. Başkasını müşkül durumda bırakarak rahata kavuşulmaz. Bu dersi ne kadar çabuk öğrenirsek, o kadar çabuk çıkarız ülkece bu sıkıcı “gölge”nin altından. Böyle zor durumlar, bizleri çeşitli ve akıllıca uyum hareketleri yapmaya zorlayan sıkıntılı durumlar aslında; önceki “kıyas bilgilerimizi”(**) kullanmak ve yeni kıyas bilgileri  edinmek için güzel fırsatlardır. Zorlukları ve sıkıntılı yaşam sınavlarını(eprövleri) gelişim yönünde, “vicdan birim düalitetisi”nin(***) denge düzeyini yükseltmek yönünde fırsata çevirmeye çalışmak erdemli bilge kişilere özgü bir tavırdır. Bedenli yaşam boyunca içine girip çıktığımız bu zor durumlarda, gelişim aracımız olan bedenimizin sağlıklı ve temiz olması elbette  çok önemlidir çünkü onun aracılığıyla ve Yukarısı’nın yardım ve rahmetiyle dünyada bulunuş amacımızı gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Değerli bir araştırmacı yazarın(****) belirttiği gibi, “Hepimizin sağlıklı mutlu ve huzurlu olabilmesi için ben bugün ne yapabilirim?” diye sorarak başladığımız günlerin bol olması ümidiyle. Hepinize sorgulama, gelişim ve sağlık dolu bir hafta diliyorum.”
…………………………………………………….
(*) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3,50,58,60,77,101,135,180,197.
(**) Kıyas bilgileri, bir düalite ortamı olan yaşam içinde çeşitli beşerî vesilelerle zıtlıkları deneyimleyerek farkına ve idrakine vardığımız bilgilerdir. Evrensel İlliyet İlkesi’ne göre içine girdiğimiz olaylarda; örneğin, başarı-başarısızlık arasındaki ilişkiyi kıyas bilgimizle görürüz/anlarız ve idrak ederiz, iyiyi-kötüyü, olması gereken ile olmamsı gerekeni böyle fark ederiz. Bu gidiş içinde, nedenler ve sonuçlar hakkında yavaş yavaş bir takım sezgiler, anlayışlar belirir ve kıyas bilgilerinin yardımıyla bazı şeylerin idrakine ulaşırız ki; bu olgu, aynı zamanda varlığın öz bilgilerinin materyalini oluşturan görgü ve deneyim birikimidir(daha ayrıntılı bilgi için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 122).
(***) Vicdan birim düalitesi: Olumlu duygular vicdan birim düalitesinin üst yarısında, olumsuz duygular alt yarıda sıralanmıştır. Örneğin; zıt öğelerden üstteki sevgi ise, alttaki nefrettir. Vicdan mekanizmasının alt ve üst yarıları, her türlü etkiye karşın, dengede kalmaya çalışır. Günlük yaşamda, vicdan birim düalitesinin dengesi sürekli olarak sâbit/stabil kalamaz; bu denge her bozuluşta, denge durumuna geçer. Çünkü evrensel düalite ilkesi gereğince, herhangi bir birim düalite dengesi o durumda kalamaz; “Hangi taraf fazla değer alarak düalite dengesi bozulmuşsa, dengenin yeniden kurulması için, değer almayan yana değer akar. Bu değer akışı da karşı tarafın değer düzeyini denge eşitlenene kadar yükseltir.”  Bu dengeleme / dengelenme hareketliliği içinde, vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına her değer yüklenişinde; idrak, vazife bilgisine biraz daha yaklaşmış olur. “Vicdan birim düalitesinin olumlu zıddına değerler yüklemek”; kendini tanıma duyarlılığı içinde, bilgi uygulamasıyla idraklenme cehtini sürekli kılmakla olasıdır(daha ayrıntılı bilgi için bkz. İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 58,182,216,233).





15 Aralık 2019 Pazar

YARI İDRAKLİ OTOMATİK GELİŞİM DÜZEYİNDE ALIŞKANLIKLARIN YÖNETİLMESİ


YARI İDRAKLİ OTOMATİK GELİŞİM DÜZEYİNDE ALIŞKANLIKLARIN YÖNETİLMESİ
HAZIRLAYAN: Selman Gerçeksever
İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT bilgilerine göre, “Otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli”(1) varlıklarıyız ama beşerî alışkanlıklarımızla yakından ilgisi olan otomatizmadan kurtulmamız gerektiğini de genel ruhçuluk bilgilerimizden biliyoruz. Çünkü otomatizmanın verdiği rehavet ve rahatlıkla gelişim yolunda ilerlemek yerine bir yerlerde çakılıp kalırız. Buna “kabuklar içinde sâbitleşip kalmak” da denmektedir ki, bir enkarne için hiç de makbul bir durum değildir. Çünkü bu durum atâleti de beraberinde getirir, hattâ atâletin sonucudur. Bu nedenle, eğer bizler için kendini tanıma duyarlılığı içinde idraklenip şuurlanmak önemliyse, alışkanlıklarımıza karşı bir duyarlılığımız da olmalı…
Alışkanlıklar, yaşamımız boyunca kazandığımız yinelenen ve koşullanılmış davranışlardır. Bu alışkanlık tanımında geçen “koşullanmışlık” kavramı da gelişim açısından duyarlı olunması gereken bir durum. Çünkü gelişim yolunda gidişimizi ağırlaştıran etmenlerden biri de beşerî, toplumsal ve ve maddesel koşullanmışlıklarımızdır. Çocukluktan, hatta bebeklikten başlayarak pek çok şeyle koşullanırız/koşullandırılırız, hattâ koşullandıklarımızla özdeşleşiriz. Oysa, her şey gelişim için kullanılıp terk edilmesi gereken birer araçtır, özdeşleşilecek/putlaştırılacak bir değer değil. Yaşımız ilerleyip de aklımız başımıza gelince; yaşam, gözlemlerimiz ve okuduklarımız bize alışkanlıklarımızla gelen koşullanmışlıkların terk edilmesi gereken safralar olduğunu öğretir. Sonra bunlardan kurtulmaya çalışırız ama çok zor…
Burada “alışkanlık” derken sâdece kötü alışkanlıkları kastetmiyoruz. İyi denebilecek alışkanlıklarımızı da değişime tâbi tutarak daha iyilerini bulmaya çalışmalıyız. Kötü alışkanlıklardan ise çok küçük yaşlardan başlayarak uzak durmalı ve uzak durulması gerektiğini çocuklarımıza öğretmeliyiz. Çünkü “kötü” dediğimiz alışkanlık bireyi içten içe kemiren bir rahatsızlığa benzer bir musibettir ve kişinin benliğinde bir kez kök salınca, kişi onu bırakmak istese de; o, kişiyi bırakmamakta direnir. Bu durumda bireyin irâdesinin çok güçlü olması ve belki de psikolojik yardım alması gerekir. Bu nedenle, iş işten geçmeden önlem almakta yarar vardır. Burada anımsamakta yarar olabilecek bir özdeyişi de yeri gelmişken satırlarımıza katıyoruz; “…Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür, değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür ve karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.”(Mahatma Gandhi)
Kötü alışkanlıklardan uzak durmanın bir çâresi de atâlete/tembelliğe düşmemek ve gelişim yönünde etkinlikler içinde bulunmaktır. Ünlü düşünür Voltaire demişti ki, “Çalışmak bizi şu üç büyük beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.” Bizler, İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT’ta gördüğümüz gibi, “otomatik gelişim düzeyinin yarı idrakli” beşerî varlıklarıyız(1). Bu gelişim düzeyinde olan bizler için;  aklı çalıştırmayıp, inanç / imân durumunda kalmak, atâlet sözcüğünde anlamını bulan tembelliktir ki, câhillik (câhiliye) döneminden kalma Araplar, Peygamberin tüm uyarılarına karşın atalarından kendilerine aktarılmış bulunan bilgileri onları irdelemeden, doğruluk derecelerini anlama zahmetine girmeden uygulamakta ısrar etmişler ve sonunda kaybeden kendileri olmuştur.(2) Bu arada, eğitmemiz, edeplendirmemiz ve yönlendirmemiz gereken yanımız olan nefs, alışkanlıkları çok sever ve atâlete bayılır. Nefsin yap dediğini yapmamak, kendini tanıma duyarlılığı içinde ve kendi gerçek doğasını önemseyen birey için uygulamaya konabilecek en akıllıca tutumdur.
Tüm bunlardan dolayı çocuklarımıza çok küçük yaşlardan başlayarak iyi alışkanlıklar kazandırmak; aklı başında, sağ duyu sâhibi her ana-bananın sorumluluğu ve görevidir. Bu kısa yazımızı, “atâlet” kavramını da içine alan ve atâlete duyarlılığın devre sonundaki önemini de vurgulayan, değerli hocamız Ergün Arıkdal’ın bir özdeyişiyle sonlandıralım: “Devre sonunun,  giderek yoğunlaşan ve tesirliliği artan tesirlerinden dolayı teşevvüş yaşanması doğaldır. Zamanında(devre boyunca) gelişim, idraklenme ve şuurlanma bağlamında atâlete ve rehâvete düşmemiş, vicdan sesine kulak tıkamamış olanlar devre sonunun rahman  ve rahîm olan tesirlerine kolayca uyum sağlayıp yükseliş kazanırlar. Bunun tersi durumda olanlar ise derece derece derîn teşevvüşlere girer çıkarlar.”(3)
…………………………………………………..
(1)     İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, Bedri Ruhselman (sayfalar; 3,50,58,60,77,101,135,180,197)
(3)     RUHSALLIK ÜZERİNE DENEMELER, Ergün Arıkdal (sayfalar; 161,162)